Hürriyetin manşetiydi Yirminci yüzyıl şimdi bitti; Fidel Castronun ölümünün ardından. İlk gençlik yıllarımdan beri bu gazete bende özel bir tiksinti yaratmıştır; bir tür resmi gazetedir, egemen ideolojinin güçlü sesidir, her zaman devletlidir ve şaşmaz bir biçimde komünizmle mücadelenin amiral gemisidir.
Kıt akıllıların düzeninde sermayede ne kaldıysa artık, Hürriyet, sahibinden bağımsız bir biçimde, o aklın temsilcisidir.
Yirminci yüzyıl şimdi bitti başlığı, bugünkü dünyayı kabullenmeyenlere şimdi hapı yuttunuz sataşmasını da içeren iğrenç bir ideolojik saldırı olarak görülmeli kuşkusuz. Ancak bu bayağılık, saygısızlık, başlığa içerilen aklı ortadan kaldırmıyor.
Yirminci yüzyıl şimdi bitti, uluslararası gericiliğin son 40 yıla damga vuran manifestosunu ele vermektedir. Yüzyılı bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırmak, 1980lerden itibaren tekellerin dünyasının temel mottosuydu, bundan asla vazgeçmediler.
Ne vardı 20. yüzyılda?
Yirminci yüzyıl, emperyalizmin insanlığa reva gördüğü iki büyük savaştan, kanlı faşist diktatörlüklerden ibaret değildi. 1917 Ekim Sosyalist Devrimi vardı, ABD ya da AB bayraklarına-himayesine gereksinmeyen, yüzünü sola dönen bağımsızlıkçı hareketler vardı, karanlığa ve zorbalığa karşı büyük direniş vardı, başat emperyalist ülkelerin borusunun ötmediği geniş coğrafyalar vardı, büyük insanlığın kavgası, yaratıcılığı, umudu ve kararlılığı vardı.
Hürriyet bütün bunlardan ölesiye nefret eden bir zihniyetin gazetesi. Herkesi dize getirdik, Küba dışında diye hayıflanan merkezlerle içli dışlı bir operasyon üssü. Castronun ölümüne böyle bir tepki vermeleri son derece yerinde, çünkü belli ölçülerde haklarıdır. Fidel onların karizmasını çizen bir halkın efsane lideriydi.
Lider, Benim halkımın efsanelere gereksinimi yok diyerek veda etti, sosyalist Küba yerinde duruyor. Bu açıdan Hürriyetin başlığı aynı zamanda bir savaş ilanıdır: 20. yüzyılın bütün sonuçlarını, izlerini ortadan kaldırıncaya kadar yıkıma devam!
Aptallar! Yıkılmakta olan düzeninizdir.
1.5 asrı aşan etkili bir mücadele tarihi olan işçi sınıfının uluslararası ölçekte en fazla geriye çekildiği, yani o alçak düzeninizi o kadar da tehdit etmediği bir dönemde bile krizden, savaştan, çaresizlikten kurtulamadınız. IQ sorunu olan liderlerle, en temel özgürlükleri yok ederek ayakta kalmaya çalışıyorsunuz.
20. yüzyıl bitmişmiş
Tarih ileriye doğru akacak elbette, geriye dönüş yok ama geçmişte insanlığın ileriye doğru yaptığı hamlelerin izleri, sonuçları, dersleri ortadan kaldırılamaz.
20. yüzyıla geriye gidemeyiz ama 20. yüzyıl geri gelecektir.
20. yüzyıl dosyasını bir an önce kapatmak istediklerine göre orada çok ama çok fazla şey var. Böyle bakacağız ve 20. yüzyıl farklı koşullarda bir kez daha geri geldiğinde, hata yapmamak için dersimizi iyi çalışacağız.
Hemen şimdi ne söylenebilir?
Devrimler taktik değil stratejik süreçlerdir. Devrimci olmayan bir strateji, kriz anında devrimci bir taktiğe evrilse dahi tutunamaz. Bolşeviklerin 1917deki başarısı, öncesi bir yana Leninin 1915ten itibaren ısrarla geliştirdiği bir stratejik yaklaşımın ürünüdür. Görülmüştür ki, devrimci bir stratejinin olgunlaştırılması için güce değil güçlenme iradesine ihtiyaç var.
20. yüzyıl işçi hareketinin zayıf dönemlerinde devrimci stratejilerin daha gerçekçi stratejiler için elden çıkarıldığı sayısız örnek vardır. Dediğim gibi, 1915 yılında Rusyada siyasal güç dengeleri bolşeviklerin lehine filan değildi; tersine akıl varsa, aman ayağımızı yorgana göre uzatalım demek gerekirdi.
1921, 1923, 1924te Alman Devriminin yenilmesinin en temel nedeni, 1915te ya da öncesinde devrimci bir stratejiyi kararlı bir biçimde geliştiren bir siyasi öznenin ortaya çıkmış olmamasıdır. Ortalık karıştığında işçi hareketinin en devrimci, en gelişkin öncü unsurları devrimci pozisyon aldıklarında, bir ur gibi duruyorlardı. Olmadı.
Sonrasında, örneğin 1934, 1936da, 1945te, 1974te sayısız kez tarihsel yol ayrımlarıyla karşılaşıldı. Avrupanın birçok noktasında kapitalizmin temelleri çatırdıyordu, komünist hareket devrimci olmayan bir stratejiye devrimci bir taktik oturtmayı bile denemedi. Güçler dengesinin işçi sınıfının aleyhinde olduğu söylendi, oysa bazı örneklerde bu tartışmalıydı. 1934 Avusturyasında, 1936 Fransasında, 1945 İtalya ve Fransasında koşulların işçi sınıfının iktidarı için elverişsiz olduğunu söylemek için elbette birtakım gerekçeler ileri sürülebilir ama tersi de geçerlidir. Andığımız kesitlerde devrimci bir özne, sermaye düzenini pekala alaşağı edebilirdi.
Böyle bir strateji yoktu.
Devrimci bir strateji akılsızca hamleler, macera arayışı ya da radikal mücadele biçimlerinin fetişleştirilmesi değildir. Buradan hareket edilirse 1934te Viyanada, 1945te İtalya ve Fransada bayağı devrimci bir işçi hareketi vardı. Republikanischer Schutzbund, Avusturyada işçi sınıfının öz silahlı gücüydü, polis yetmedi, ağır silahlarla saldıran ordu birlikleri zar zor ele geçirdiler işçi mahallelerini. Sosyal demokrat işçiler faşizme karşı mücadele ediyor, sosyal demokrat parti liderliği aman sakin diyordu, devrimci komünistler ise çok zayıftı.
İtalya ve Fransada savaş bittiğinde komünistler en büyük, en prestijli, en örgütlü ve tepeden tırnağa silahlı güçtü. Koşullar elverişsizdi, öyle mi?
Eksik olan, geçmişten bugüne gelen bir devrimci stratejiydi. Şimdi devrimci olma zamanı diyerek olmuyor bu işler; güçlenmek için, dengeleri değiştirmek için her tür ilkesizliğe imza atıp sonra beyaz atlı prense dönüşülmüyor. Çünkü siz kafanızda devrimci bir dönüşüm geçirseniz bile, hitap ettiğiniz, kendinize çektiğiniz toplumsal kesimler o dönüşüme ayak uydurmuyor, heybenize doldurduğunuz düzen içi bağlar sizi tehdit ediyor, onları kaybetmemek için uğraşmaktan önünüzü göremiyorsunuz.
20. yüzyılın tarihinde bunlar var.
Bir de sosyal demokrasi.
Hep ihanetinden söz ederiz sosyal demokrasinin. İyi de o bir kez gerçekleşti. İşçi sınıfı hareketi olmaktan düzen partisi olmaya 20. yüzyılın başlarında terfi etti sosyal demokrasi. İhanet orada. 1934te, 36da, 45te ihanet yok.
Oradaki ihanet (ihanet demeyelim isterseniz, yanlış diyelim) sosyal demokrasiyle işbirliği yaparak dengeleri işçi sınıfının lehine değiştirebileceğini sananların davranışında aranmalıdır.
Koşullar mı elverişsiz? Tamam o zaman, maceraya atılma; sıkı dur, sermaye sınıfının kestaneleri ateşten senin elinle almasına izin verme, burjuva hükümetlerine katılma, işçi sınıfının bağımsız hattını güçlendir, kapitalist düzene ilişkin her tür hayali, yanılsamayı ortadan kaldır. Koşulların daha elverişli hale gelmesini bekle, daha doğrusu bunu bekleme de buna yardımcı ol.
Ders çok.
Biz dersimizi iyi çalışmazsak, Hürriyet daha nice başlıklar atıp sinirimizi bozacak.
Oysa hiç değilse şunu bilelim, kendilerinin sinirleri o kadar bozuk ki! Hepsinin. Dedim ya, cicim yıllarında bu haldeler. 1934, 36, 45, 74 uğrakları insanlığın karşısına bir kez daha çıktığında karşılarında elverişsiz koşullardan söz edenler olmayacağını iyi biliyorlar.
Fidele gelince
O dersini iyi çalışmıştı, hayatlarının dersini verdi zorbalara, sömürücülere
Nasıl mı?
Herkes Fidelin başta komünist olmadığını, sosyalist devrimi hedeflemediğini bilir. Ama sanırlar ki, çooook geniş düşünüyordu Fidel.
Fidel Leninle birlikte 20. yüzyıl ittifaklar dahisidir. Her ikisi de büyük devrimcilerdi ve hiçbir zaman kendi devrimci stratejilerini başka projelere eklemlememiş, bu anlamda kendi hareketlerini hep merkeze koymuşlardı. Fidel kendisini başında beri bir ittifaklar zincirinin parçası olarak görmedi. Onun müttefikleri en zayıf anında dahi Fidel ve 26 Temmuzun iradesini kabul edenlerdi.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.