Kökeni Arapça olsa da, 1920lerde bir Sovyet esintisi olarak görülüyordu, sanki yeni kuruluş çabalarımızı içine sığdırdığımız bir sözcüktü, adlarına şûra demiştik, çoğunluğu doğu illerinde bulunan ve işgalcilere karşı kurulmuş bölgesel yönetim birimleriydi. Kurtuluş Savaşı yıllarında sovyet sözcüğünün Türkçedeki karşılığıydı, kongre ya da meclis anlamındadır. Savaş dönemi yerel kongre iktidarlarının adlarında sıkça rastlıyoruz; bununla birlikte, artık neredeyse sadece Yüksek Askeri Şûra ifadesinde kullanılmaktadır.
SİLAHLI KUVVETLERDEKİ SİYASİ PARTİLER
İngilizce sözlükler şûranın karşılığı olan soviet sözcüğü için, başka anlamlarının yanında, meclisi de veriyorlar. Bu anlamından yola çıkarsak, Askeri Şûrayı nasıl tanımlayabiliriz; silahlı kuvvetler içerisindeki siyasi eğilimlerin ve siyasi partilerin temsil edildiği bir tür meclis olarak düşünülebilir mi; kuşkusuz bu soru, orduya bakışta bazı değişikliklerin yapılmasını da gerektirmektedir. Cumhuriyet tarihçiliği çoğunlukla siyasetsiz bir ordu tarihi yazmaya yatkın görünse de, subaylara ait anılarda bu yaklaşımı sorgulamamıza yol açacak bilgiler yer alıyor. Tabii eğer ordu içerisinde bir tür meclis yapısının var olduğundan söz edilecekse, ordudaki siyasi tartışma usulünden ve hatta siyasi partilerden de söz edilmek zorundadır.
Yakın tarihi anlatan subaylar, silahlı kuvvetlerde resmi siyasi partiler biçimini almasa da, gizli örgütlenmelerin var olduğunu sıklıkla dile getiriyorlar. 12 Mart dönemine ilişkin anılarda bu yönde pek çok işaret var. Neredeyse her anı kitabında silahlı kuvvetlerdeki siyasi partilerin hikayesini okuyabiliyoruz; bunlardan yola çıkılarak, o sırada orduda iki gayri resmi partinin faaliyette olduğu ileri sürülebilir. Her iki partinin de, yakın dönem subay örgütlenmelerinde çoğunlukla tanık olunduğu üzere, esnek ve üyeleri değişebilen partiler olduğunu söylemiz gerekir. Söz konusu partilerden ilkini, Doğan Avcıoğlunun fikirleri etrafında birleşmiş subayları, Cumhuriyet Partisi adıyla ve diğerini ise, Türk-İslam Partisi ya da İslamcı Parti olarak kavramlaştırabiliriz. Bu ikinci partinin önderliğini dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç yapıyordu. Tağmaçın kurmay kadrosunda ise Faik Türün, Turgut Sunalp gibi isimler yer alıyordu. (Ordudaki partilere ve İslam Partisi örgütlenmesine ilişkin ayrıntılar için bkzhttp://odatv.com/islamcilik-turk-ordusunda-nasil-orgutlendi-2702171200.html)
CUMHURİYET PARTİSİ
Cumhuriyet Partisi asıl olarak radikal subayların örgütlenmesiydi, içinde devrimci ve reformist pek çok subayı barındırıyordu. 27 Mayısın açtığı yoldan ilerlemişti. 27 Mayısın sürdürülmemesinin yarattığı hayal kırıklığına ve ihtilâlin yıktığı Demokrat Partinin Adalet Partisi adı altında iktidara getirilmesine, başka deyişle DP düzeninin ihyasına duyulan tepki, Cumhuriyet Partisinin toplumsal zeminini oluşturur; önemli ölçüde 27 Mayısın reform rüzgarını arkasına alır. Nitekim eski 27 Mayısçılardan oluşan senatodaki Milli Birlik Grubunun ve tabii senatörlerin de desteğini kazanmıştı.
27 Mayısın 60lı yıllar boyunca yükselttiği reform talebi, Doğan Avcıoğlunun Yön ve Devrim dergilerindeki kurucu fikirleriyle birleştiğinde, Cumhuriyet Partisini bir iktidar odağı haline getiriyordu. Siyasal ve toplumsal reform düşüncesiyle yola çıkan Partinin programında sosyal adaletten dış ticaretin devletleştirilmesine, vergi düzenindeki bozukluğun sona erdirilmesinden 61 Anayasasının eksiksiz uygulanmasına ve toprak reformuna dek uzanan bir dizi reform yer alır. Tüm bu talepler Yön ve Devrim dergilerinde Kemalizm başlığı altında toplanıyor ve partiye bağlı radikal subaylarca Kemalist uygulamalar olarak benimseniyorlardı.
Partinin ordu içerisindeki liderliği ise sonradan saf değiştirecek üst düzey iki ismin Faruk Gürler ile Muhsin Baturun yanında, 12 Mart sonrasında emekli edilen Celil Gürkan gibi generallerin elindeydi. Partinin emekli askerler arasında da bağlantıları vardı: Cemal Madanoğlu, Mucip Ataklı, Orhan Kabibay vb. emekli subaylar ordu içerisinde kurulan Cumhuriyet Partisinin destekçileriydi. Suphi Karaman ve senatodaki asker kökenli diğer bazı Milli Birlik Grubu üyelerini de bu destekçiler arasında saymamız gerekir. Ama Cumhuriyet Partisinin arkasındaki güçler sadece Avcıoğlu çevresi, subaylar ve emekli subaylardan ibaret değildi; bu radikal subay çevresi CHP içerisinde de bağlantılara sahipti. Daha sonraki yıllarda 12 Martın başbakanı ve başbakan yardımcısı olacak Nihat Erim ve Sadi Kocaş gibi isimler de muhtemel bir Cumhuriyet Partisi iktidarında kariyer olanağı görerek, Cumhuriyet Partisi ve Devrim dergisinin eteklerinde bekleşiyorlardı.
TÜRK İSLAM PARTİSİ
Cumhuriyet Partisinin iktidarı almasından endişe edenlerce kurulan Türk-İslam Partisi ise ordu içerisindeki muhafazakar, Türk-İslamcı ve İslamcı subayların örgütlenmesiydi. Cumhuriyet Partisinin tam karşısında konumlanıyordu. Temelde Adalet Partisi ile aynı siyasi ve ekonomik programın takipçisi olduğunu söylemek mümkündür; nitekim 12 Mart sonrasında bu partinin üyelerinden bazıları AP saflarında siyasete atılacaklardı. Örneğin Orgeneral Faik Türün önce Adalet Partisinden İstanbul milletvekili, sonrasında ise 1980 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında APnin Cumhurbaşkanı adaylarında biri olacaktır.
Türk-İslam Partisinin, karşıtı Cumhuriyet Partisine yönelik tutumu erken bir tarihte netleşmişti. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç henüz iki parti arasındaki mücadele açık savaşım halini almadan önce, 1969 yılı Mart ayında, başka deyişle, Mart ayında Genelkurmay Başkanı olur olmaz, Türk-İslam Partisinin Cumhuriyet Partisinin programına karşı olduğunu açıkça formüle ediyordu: Tağmaç, ordudaki toplantılarda, toplumsal ve ekonomik reformların silahlı kuvvetlerle bir alakası olmadığını hemen açıklıyordu. Türk-İslam Partisinin diğer önemli komutanlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlunun da Nurcularca kurulan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğine (TKMD), 1967 gibi erken bir tarihte, başarı telgrafı çeken ve derneğin sadece komünizmle değil, mini etekli kadınlar ve uzun saçlı erkeklerle de mücadele etmesini öneren bir isim olduğu burada hatırlanmalıdır.
Türk-İslam Partisi, iki parti arasındaki savaşımın darbeyle, 12 Martla neticelenmesi sonrasında önemli görevlere getirilecek neredeyse tüm isimleri içeriyordu. Darbe sonrasında Ziverbey Köşkündeki işkenceleri organize edecek komutanlar da söz konusu partinin, herhalde bunu söylemekte bir mahzur yoktur, tabii üyeleriydiler: Faik Türün, Memduh Ünlütürk, Turgut Sunalpten söz ediyoruz. Ziverbey Köşkündeki işkencelere değinen anılarda bu üç ismin sıklıkla anıldığını biliyoruz. Ergenekon ile Balyoz davalarının önemli isimlerinden olan Orgeneral Çetin Doğanın söz konusu faaliyetleri ile maruf Faik Türünü, 2003 yılındaki vefatı sonrasında hararetle savunması ise dikkat çekicidir; ordudaki Türk-İslam damgasının boyutlarını göstermesi açısından da önemlidir.
Türk-İslam Partisinin üyesi diğer birkaç ismi de burada not edebiliriz: Sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanlığına getirilecek olan Semih Sancar, 1973te Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilen Eşref Akıncı, 70lerin başında Jandarma Komutanlığı yapan Kemalettin Eken, 1972de Genelkurmay 2. Başkanlığı yapan, 1980 sonrasında ise Kenan Evrence desteklenen Milliyetçi Demokrasi Partisinin kurucusu Turgut Sunalp, 12 Mart sırasında Ankara Merkez Komutanı olan Tuğgeneral Tevfik Türün (Faik Türünün kardeşidir), ya da Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Hayati Savaşçı, Hamza Gürgüç vb.. Hepsi söz konusu partinin üyeleri arasındaydılar.
***
Yazı boyunca değinilen tüm isimler ve söz konusu iki parti tarihçilerce iki tarihle simgelendi: Cumhuriyet Partisi 9 Martçılar olarak, İslam Partisi ise 12 Martçılar olarak tasnif edildi. 9 Martçılar grubuna bağlı subaylarca yazılan anılarda ve sol tarihe ilişkin çalışmalarda, 9 ila 12 Mart arasındaki dört gün, bir tür siyasi döneklik öyküsü olarak anlatılıyor. Hiç kuşku yok ki, Faruk Gürler ve Muhsin Batur döndüler ve ihanet ettiler; bununla birlikte, Gürler ve Baturdaki siyasi değişimin, büyük bir ihtimalle, 9 Marttan daha önce başlamış olduğunu gösterebilecek durumdayız.
MUHSİN BATUR MUHTIRALARI
Biri 1970 yılının Ocak ayında ve diğeri 1970 Kasımında yazılmış iki rapordan söz etmemiz gerekiyor. Her ikisi de Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından kaleme alınmıştır; dönem basınınca ise Birinci Batur Muhtırası ve İkinci Batur Muhtırası olarak adlandırılıyor. İlk rapor, tam tarih vermek gerekirse, 25 Ocak 1970 tarihlidir ve aynı gün yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında okunuyor. Pek çok değerlendirme içeren uzun bir metindir. Elbette komünizme, yüksek rütbeli bir generalden beklenebileceği üzere, mesafeli bir komutanın eli mahsulüdür.
Ama metin belli açılardan ilginç nitelikler taşır; devlet düzenine yönelik tehditlere ilişkin önem sıralamasında, beklenilenin tersine, solu ilk sıraya koymaz. Batur, MGKda okuduğu metinde, aydınların genel olarak sol eğilimli olduklarını söylese de, henüz, 1970 yılının ilk günlerinde, bir aşırı sol tehlikesinin bulunmadığını ileri sürer: Türkiyede; ülke sorunları üzerine fikir üreten aydın kesimin büyük bölümü soldadır. Bu husus, devletin yönetiminde rol sahibi olan kurumların bünyeleri incelendiğinde açıkça görülebilir. Bu saptamanın ardından Batur şöyle devam eder: Ancak, komünizme kaçan bir aşırı sol tehlikesi henüz söz konusu değildir. Bu, Ocak ayındaki Baturun sola bakış açısıdır.
SAĞDAN GELEN TEHDİT
Baturun sağ konusundaki düşünceleri ise farklıdır. Raporda sağcıların bir kitle devinimi hazırlığı içinde olduklarını savunur. Silahlanma başlamıştır işaretinden sonra, örgütlenme tamamlandığında, tehlike büyük olacaktır uyarısını yapar. Muhtemelen silahlanma ve örgütlenme ile, MHPnin organize ettiği, silahlı eğitim verilen komando kamplarını kastediyordu. Batur MGKda sağın tutucu ve sorunların çözümüne set çekici ve bu yüzden Türkiyenin ilerlemesini önleyici bir tutum içerisinde olduğunu da ileri sürer. Toplantıda Adalet Partisi iktidarını açıkça eleştirerek, toplumda hükümetin sağa ödün verdiği yargısı yaygındır ifadesini de kullanır; bu tespitini bu yargı nedeniyle hükümete güvensizlik doğmaktadır cümlesiyle de noktalar. Herhalde bu cümleyle, kendisinin AP iktidarına duyduğu güvensizliğini de ifade etmiş olmaktadır.
Baturun MGKda toplumsal sorunlar için getirdiği çözüm önerileri de Cumhuriyet Partisinin programı doğrultusundadır. Vergi, toprak ve eğitim reformlarına ihtiyaç olduğunu, kalkınmaya hız verilmesi, dış ticaretin devletleştirilmesi ve seçim kanunun düzeltilmesi gerektiğini savunur. Hepsi Muhsin Baturun 1970 yılı Ocak ayına ait tespitleridir.
Baturun ordu içerisindeki bir kanadın fikrini ifade ettiği göz önüne alındığında, dile getirdiği, sağa karşı duyulan güvensizlik ve tepki son derece ilginçtir. 1969 ve 1970 yılı olaylarını şöyle bir gözden geçirdiğimizde subaylardaki bu husumetin bir nedeni olduğunu görebiliriz. 1969 yılı Kasım ayında Adalet Partisinin CHP ile anlaşarak eski Demokrat Partililere siyasi haklarını iade ettiği, başka deyişle, siyasi af çıkardığı göz önüne alındığında, Baturun ve ordunun AP iktidarına duyduğu tepkinin nedeni anlaşılır hale gelir.
Üstelik daha birkaç ay öncesinde, 1969 yılı Mayıs ayında, ordunun üst kademesi, söz konusu siyasi af ilk kez gündeme geldiğinde, affı önlemek için, eğer tasarı geçer ise alt kademeleri tutmalarının mümkün olmayacağını söyleyerek AP iktidarını uyarmış bulunuyordu. Af tasarısı Mecliste tartışmaya açıldığında, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç 15 Mayıs 1969da, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunayın huzuruna çıkıyor ve Sayın Cumhurbaşkanım eğer siyasal haklar yasası Senatodan geçer ve kesinleşirse, ben ve Komutan arkadaşlarım istifa mektuplarımızı size getirip vereceğiz. Çünkü, Ordunun alt kademeleri son derece rahatsızdır. Bir olayın patlak vermesini göze alamayız uyarısında bulunuyorlardı.
DP'LİLERİN SİYASİ AFFI
İşte bu uyarının birkaç gün sonrasında, Demirel geri adım atarak tekrar kürsüye çıkıyor ve ordunun zorlamasıyla, kürsüden, siyasal hakları geri vermek görevimiz de, Orduyu rencide etmemek görevimiz değil midir açıklamasını yapıyordu. Ama söz konusu uyarıdan sadece 6 ay sonra, Kasım 1969da, Adalet Partisi, mirasçısı olduğu DPlilerin affını tekrar gündeme getirir ve bu kez yasalaştırır. Böylece Mayıs ayında önlenen DPlilerin siyasi affı meselesi Kasım ayında tekrar ordunun karşısına gelir. Bu aftan hemen iki ay sonra, 1970 yılı Ocak ayında ise Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur MGKya sunduğu raporunda, sağı bir tehdit unsuru olarak niteliyor ve tehditler listesinde sağı komünizmin üzerine yerleştiriyordu. Batur raporu, af yoluyla DPlilere siyasete girme olanağı tanınmasına karşı çıkan ordunun tepkisini ifade ediyordu.
MUHSİN BATUR'DAKİ DEĞİŞİM
Ama bütün bu tablo ve Baturun siyasi tespitleri 1970 yılının Kasım ayına gelindiğinde hızla değişecektir. 12 Mart Darbesinden birkaç ay önce Muhsin Batur, önce Cumhurbaşkanı Cevdet Sunaya, sonrasında ise Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaça sunduğu ikinci bir rapor hazırlıyor ve bu sefer farklı siyasal tespitler ileri sürüyordu. Batur bu ikinci muhtırasında, 1970 yılının ikinci yarısıyla birlikte, çatışmaların çoğu hallerde devlet kuvvetleri ile silahlı hale geldiğini ve komünizm ve teokratik faaliyetlerin rahatlık ve fütursuzluk içinde yürütüldüğünü yazar. Talebe ve işçi hareketlerinin attığı, talebe hareketlerinin talebelikle ilgili olmayan alanlara kaydığı da bir diğer tespitidir. Baturun, öğrencilerin üniversite sorunlarıyla ilgilenmenin dışına çıkıp, siyasal iktidara ilişkin taleplerle ortaya çıkmalarına tepki gösterdiği açıktır. Muhsin Baturun bu tespitleri ile, söz konusu öğrencilerin gelecekteki bir ordunun çekirdeğini oluşturduklarını yazan Doğan Avcıoğlunun tespitleri arasındaki zıtlık bu açıdan ilginçtir.
15/16 HAZİRAN AYAKLANMASI
Muhsin Batur aynı raporda 15/16 Haziran Olaylarına da değinir ve küçümsenen teşkilatların bir anda ve askeri bir harekatı andıran şekilde 50.000 kişilik bir kuvvetle cana, mala ve Silahlı Kuvvetlere saldırabileceğini de belirtir. Artık, Ocak ayındaki tespitlerinden farklı olarak, işçilerin şahsında karşı olunması gereken, düzene yönelik bir askeri harekat tehlikesi görmektedir. Baturun 1970 Kasımındaki değerlendirmelerinin önemli ölçüde değiştiğini görebiliyoruz. Söz konusu olaylar sırasında Cumhuriyet Partisi liderlerinden, İzmit Tümen Komutanı Celil Gürkanın işçilere ateş edilmesi emrini vermediğini de düşünecek olursak, geçmişte aynı partide yer alan Batur ile Gürkanın işçilere bakış açılarındaki ayrım daha da kolay algılanır bir hale gelir.
Muhsin Batur bu tespitlerle yetinmemiş ve raporunun sonuna, bu gidişe dur deme zamanının artık geldiğini de eklemişti. Metnin son cümlelerinden biri şudur: Bu gidişe dur denilmezse Türkiyenin kaderinde yazılı on yıllık devrenin bitmek üzere olduğu sonucunu zat-ı alinize ifade edebilirim. Bu rapor çerçevesinde, 9 Mart-12 Mart kavgasının dört ay öncesinde, Cumhuriyet Partisi liderlerinden Baturun artık safını seçtiğini söyleyebiliriz. Kasım ayında Batur Cumhuriyet Partisinden ayrılmıştı. Her ne kadar partiden istifa ediyorum yollu resmi bir istifa dilekçesine sahip olmasak da, Baturun parti değiştirdiği, raporundaki satırlardan okunabilmektedir.
Kocaeli, Gebze ve İstanbul işçilerinin sendikal haklarını korumak için başlattıkları 15/16 Haziran yürüyüşü, düzen açısından büyük bir depremdi ve Cumhuriyet Partisini de etkilemişti. Partinin ordu üst kademeleriyle olan bağlarını önemli ölçüde gevşetiyor ya da çözüyordu. İşçi yürüyüşü bir anlamda yüksek komutanlar için kendilerini geriye doğru itecekleri bir duvar işlevi görüyordu; bu deprem sonrasında 9 Martçılar güç yitirirken, 12 Martçılar ön plana çıktılar.
Bu dönüşümün sonuçlarını 21 Ağustos 1970te başlayan ve 5 gün süren Yüksek Askeri Şûra toplantısındaki atamalarda görmek mümkündür. Söz konusu şûra, iki Batur raporu arasındaki bir tarihte yapılması ve 15/16 Haziran Olaylarının hemen sonrasına denk gelmesi sebebiyle özellikle önemlidir. Böylelikle yazının başında değinmiş olduğumuz şûra tartışmasına da geri dönmüş oluyoruz.
28 Ağustosta toplanan Askeri Şûra, Askeri Meclis de diyebiliriz, her iki partiye mensup üyelerin de son tartışmalarına, son stratejik hamlelerine sahne olur. Bundan sonraki şûra ancak 12 Martın ardından, başka deyişle Cumhuriyet Partisi darbeyle etkisizleştirildikten sonra yapılabilecektir.
FARUK GÜRLER'İN YÜKSELİŞİ
Ağustos Şûrasının en tartışmalı meselelerinden birini Kara Kuvvetleri Komutanlığına yapılacak atama oluşturur. Taraflar iki aday üzerinde durmaktadır: 1. Ordu Komutanı Kemal Atalay ve 2. Ordu Komutanı Faruk Gürler. Döneme ilişkin kaynaklarda Adalet Partisinin ve Cumhurbaşkanı Sunayın adayının Kemal Atalay olduğuna işaret ediliyor. Ordu kıdem hiyerarşisi açısından da Kemal Atalay, Faruk Gürlerin önünde yer alıyor. Bununla birlikte, Kemal Atalay Kara Kuvvetlerine getirilmez, NATOya atanır ve Kara Kuvvetleri Komutanı seçilen Faruk Gürler olur. Kemal Atalayın atamayı kabul etmeyip emekliliğini istediğini dönemin gazeteleri yazıyorlar. Atalayın emeklilik talebinin bir protesto niteliği taşıdığı açıktır.
Dikkatle bakan gözler için Ağustos Şûrası fiili bir durumu gözler önüne serer; bu şûrada Faruk Gürler ordu içindeki radikal subayların adayı olarak ön plana çıkar. Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi başlıklı çalışmada, Ağustos ayının sonuna yakın bir dönemde Türkiyenin her yanından rütbeli subayların Ankaraya, orduevine gelerek tercihlerini Genelkurmaya bildirdikleri bilgisini de buluyoruz. Bu baskının sonucu Faruk Gürlerin Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması olacaktır. Böylelikle Gürlere Genelkurmay Başkanlığına giden yol da açılmış olur.
MİLLİYET'İN MANŞETLERİ
Ama o günün ve hatta o bir haftanın Milliyet gazetesinin manşetlerinde ilginç bir biçimde, Gürlerin Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması yer almaz. CHPye yakın Abdi İpekçi yönetimindeki Milliyetin, ordudaki Kemalist kanadın lideri Faruk Gürlerin Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması karşısındaki tepkisizliği dikkat çekicidir. Her ne kadar manşetlerden birinde Faruk Gürlerin resmi basılmışsa da, Milliyetin asıl önem verdiği haber, üç ordu komutanının değiştirilmesidir. Milliyetin bu tepkisizliğini, CHP üst kademesinin Cumhuriyet Partisi ile arasına mesafe koyduğu biçiminde anlamakta bir sakınca olmadığı kanısındayız. Tabii bunun 12 Mart Darbesine giden yoldaki onay hamlelerinden biri olduğu da netlikle söylenmelidir. Reformist bir generalin Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması üzerine Milliyette yaprak dahi kıpırdamamıştı.
***
[img]http://odatv.com/images/resimler/milliyet(13).jpg[/img]
Milliyet, 28 Ağustos 1970
***
ŞURA'DAKİ TÜRK-İSLAMCI GENERALLER
Ağustos Şûrası her iki partiye mensup subayların rütbe aldıkları bir şûra olur. Bununla birlikte, kritik bazı atamalara bakıldığında, Şûraya Türk-İslam Partisinin hakim olduğunu ileri sürmek mümkündür. Şûrada açıklanan kararlara göre, Birinci Ordu Komutanlığına ve İstanbul, Kocaeli, Gebze bölgelerinden sorumlu Sıkıyönetim Komutanlığına Nakşibendi olduğu bilinen Faik Türün getirilmiştir. Şûra sonunda, daha sonra Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselecek olan sağ görüşlü Semih Sancar 2. Ordu Komutanlığına ve yine sağ görüşleriyle bilinen Eşref Akıncı ise 3. Ordu Komutanlığına atanıyordu. Jandarma Komutanlığı sağ çizgideki Kemalettin Esene verilmişti. Faik Türünün kardeşi Tuğgeneral Tevfik Türünin bahtına düşen ise Ankara Merkez Komutanlığıydı. Ama herhalde en ilginç atama Celil Gürkan ve Turgut Sunapin atamalarıydı. Kocaelinde 15/16 Haziran günlerinde işçilere ateş edilmesini emretmeyen Tümgeneral Celil Gürkan kızak görev sayılabilecek Genelkurmay Plan ve Prensipler Dairesi Başkanlığına atanırken, Turgut Sunalpe Kocaeli 15. Kolordu Komutanlığı görevi verilmişti. Düzen, yeni bir 15/16 Haziranda işçilerin tankların üzerinden atlayıp geçmelerini herhalde bu yolla engelleyebileceğini düşünmüştü. Tüm bunlara, Ağustos Şûrası ile 50 generalin ve 516 albayın emekli edilmesini de eklemek gerekir. 9 Mart öncesinde orduda ciddi bir temizlik yapıldığı anlaşılmaktadır.
Ağustos şûrasındaki atamalarla, muhtemel bir ordu hareketliliğinde kontrol altında tutulması gereken İstanbul çevresindeki önemli askeri birliklerin ve Marmara denizi kıyısındaki tüm sanayi bölgelerinin kontrolü Türün ve Sunalpe bırakılıyordu. Gürlerin ilk planda emir vermek durumunda olduğu tüm komutanlıklar ise Türk-İslamcı generallere arpalık olarak dağıtılmıştı. Ama yapılan bundan ibaret olmadı, Tağmaç ekibinden, daha sonraki yıllarda Adalet Partisinden siyasete atılan Hayati Savaşçı da Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığına, başka deyişle, Faruk Gürlerin hemen yanı başına atanıyordu. Genelkurmay Başkanı Tağmaç Orgeneral Faruk Gürleri belki yükseltmişti ama bunu yaparken Gürlerin açabileceği bütün kapıları da kapatmış ve bekçilerle tutmuştu.
Bu ileti en son melnur
tarafından 29.05.2017- 22:42 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Faruk Gürleri Kara Kuvvetleri Komutanı yaparak Memduh Tağmaç bir yandan kurtlarla birlikte ulur ve ordudaki radikal subaylarla çıkabilecek bir çatışmayı geçici bir süreliğine ertelerken, Gürlerin orduyu harekete geçirmesini engellemenin yollarını da yaratıyordu: Gürleri her yönden Türk-İslamcı generallerle kuşatmıştı. Ama bu, Tağmaçın havuç-sopa politikasının sadece bir yönüydü, başka deyişle, baskı politikasıydı; tabii bir de havuç gerekiyordu. Gürlerin yükseltilmesi ve önündeki Genelkurmay Başkanlığı yolunun açık tutulması ise Tağmaçın uzaktan gösterdiği bu havuç oldu. Gürlere her subayın hayalindeki en yüksek mevkii vaat ediyordu: Genelkurmay Başkanlığı ileride Gürleri bekliyordu. Tabii bunun için Gürlerin tek yapması gereken, hiçbir şey yapmamaktı; başka deyişle, Gürlerin, ordu hiyerarşisi dışındaki bir politik hareketliliği başlatmamasıydı.
DAR KAPI
Ama Cumhuriyet Partisine göre, 9 Martta düğmeye basması gereken kişi de Faruk Gürler değil miydi; bu açıdan Cumhuriyet Partisini ve Kemalist subayları iktidara götürecek kapının gerçekte 9 Martta değil, 28 Ağustos 1970 tarihini takip eden ilk birkaç haftada kapandığını söyleyebiliriz. Sonucu 12 Mart Darbesi ve 15 Martta 40 kadar Kemalist subayın emekli edilmesi oluyordu. Bunu 1972 yılı ortalarında 57 subayın ve 1972 Kasımında ise 270 subay, 54 astsubay ve 70 askeri okul öğrencisinin tasfiyesi takip edecekti. Görünen o ki, Doğan Avcıoğlunun yazılarında sürekli geçen iktidarın dar kapısı tarihler 9 Martı gösterdiğinde çoktandır kapanmıştı. Belki de Doğan Avcıoğlu erken kalkmış değil, geç kalmıştı.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.