Öyle kolay değil, zorlu bir geçiş meselesi bu. Karşıdan karşıya geçmiyoruz, bir sağa bir sola değil, hep sola bakıp kapitalizmden sosyalizme geçiyoruz. (Tamam, kabul ediyorum -özellikle yazılarını onca zaman aksattıktan sonra yeni bir başlangıç yapmak için- çok kötü bir espri ve başlangıç bu! Gecikmeler, ihmaller ve kötü espriler için kusura bakmayın )
Geçen yüzyıl, en azından bir dönem için, pek de zor olmadığı düşünüldü bu geçişin. Öyle ki çağın kendisi kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı olarak adlandırıldı. Bir hayli geçiş de yaşandı! Ancak sosyalizm, 20. yüzyılın son on yılını, finişi göremedi. Geçenler, geri döndü. İlk kuruluş, prestij ve yaygınlaşma döneminin ardından, kabaca 1945-90 arası 45 yıl dünyamızı farklı bir sistemle ve iki kutuplulukla tanıştırdıktan sonra, tek kutuplu dünyaya, batı emperyalizmine ve onun en saldırgan hali neoliberalizme bırakıverdi, teslim etti dünyayı.
Şimdi 21. yüzyıl sosyalizmi tartışılıyor. Marksizm konusunda kalem oynatan yazarların bir bölümü 21. yüzyıl sosyalizmini, yeni bir kutbu, yeni ve mümkünse geri dönüşsüz bir geçişi arıyor/araştırıyor.
Michael Lebowitzin yazdıkları, Paul Mason ve Immanuel Wallersteinın işaret ettikleri, Hugo Chavezin ve Latin Amerikadaki diğer kamucu girişimlerin kısmen pratiğe dökerek göstermeye çalıştıkları vb. bir tarafa, 21. yüzyıl sosyalizmi için düşünüp kalem oynatan isimlerden biri de Samir Amin. Kapitalizmden Uygarlığa adlı kitabında, 21. yüzyıl sosyalizminin nasıl olması gerektiğine, ona nasıl ulaşılabileceğine dair tartışmalara o da katılıyor, yeni bir sosyalizm arayışı için düşüncelerini paylaşıyor.
Arayışını mevcut sistemin eleştirisinden, onda biriken derin çelişkilerden ve bunların artık dayanılamaz hale gelmesinden hareketle haklı gösteriyor önce. Yeni bir sosyalizm deneyiminin, geçmiş hatalardan çıkarılabilecek derslerle birlikte neleri öne koyması gerektiğine dair düşüncelerini paylaşıyor sonra. Kitabının en sonunda, önümüzdeki olası bir geçişin biçimine ve süresine dair iki de seçenek sunuyor. Geçmişte yaşanmış büyük geçiş deneyimlerinden hareketle dile getirdiği seçenekler (zihin egzersizleri de diyebiliriz sanırım) şunlar:
Birincisi, Roma İmparatorluğundan (İmparatorluğun ilkçağ köleci sisteminden) Avrupa feodalizmine geçişe benzer bir süreç ve seçenek.
İkincisi, Avrupa feodalizminden kapitalizme geçişe benzer bir süreç ve seçenek.
Biraz ayrıntıya girildiğinde, ilk tip geçişte, bir yandan çok uzun bir süreye yayılma, diğer yandan eski düzendeki çok büyük çürüme ön plana çıkıyor. Özellikle artık ürünün tek ellerde birikmesinin ve yoğunlaşmasının artık tahammül edilemez bir noktaya gelmesi ve uçurumun çürümeyi/çöküşü daha da beslemesi, alevlendirmesi söz konusu. Halklar için dayanılmaz hale gelmiş üretim fazlasının aşırı merkezileşmesi olarak formüle ediyor bu durumu Amin. Ve bugüne bakarak ekliyor: Bu durum yine artık dayanılmaz hale gelmiştir. Bu merkezileştirmeyi gerçekleştiren küresel sistemin dağılması kaçınılmazdır.
Özetle, çürüyüş (ve onun altında yatan üretim fazlasının aşırı merkezileşmesi realitesi) bugün de Roma İmparatorluğu boyutlarına ulaşmış durumda, o bakımdan geçiş de onun gibi olabilir. Yani çok uzun yıllar boyunca, çürüye çürüye, sancıya sancıya
Feodalizmden kapitalizme geçişin daha kısa ve devrimlerle olması ise başka bir model sunuyor elbette. (Kısa dediğimize bakmayın, 1600lerden alırsak, o da ziyadesiyle uzun aslında!) Aralardaki devrimci patlamalar ve kopuşlar bir yana, bütün bir süreç şu noktada başladı, şu noktada bitti diye tam tarihler vermek de mümkün değil kuşkusuz. Zira feodalizmin bağrında da gelişme olanaklarına sahip olması, kapitalist üretim tarzı için bulunmaz bir nimet! Aynı şekilde feodalizm de, köleciliğin bağrında yeşerip gelişme olanaklarına sahipti. İşte sosyalizmin kötü tarafı(!) da bu; mevcut sistemin bağrında gelişemiyor olması, illa büyük bir kopuş olacak!
Sonuçta Aminin değerlendirmesi ilgi çekici. Özellikle Roma İmparatorluğundaki büyük çürümeye ve bunu koşullayan üretim fazlasının aşırı merkezileşmesine çektiği dikkatle.
Diğer yandan, Romada toplumsal/siyasal çürüme dendiğinde, özellikle Caligula dönemine de dikkat çekilir bilindiği üzere. Akıl sağlığı da şüpheli bu imparator/diktatörün atını tahta oturtması, yöneticilerini atın kararlarına itaate zorlaması vb. efsaneleşmiştir. Bugün dünyada iktidarı ele geçirmiş zengin liderlerin Caligulaya yaklaşan çılgınlıkları, sanırız bu analojiyi güçlendiriyor. Ama asıl, gelir dağılımı bozukluklarının, adaletsizliklerin, toplumsal uçurumların, artı-ürünün/değerin biriktiği ellerdeki tekleşmenin giderek daha da belirginleşmesinin, yüzde 1-yüzde 99 karşıtlığının vb. alıp başını nasıl da gittiği ortada. Durulmuyor da, her geçen dönemle birlikte daha da artıyor, uçurum büyüdükçe büyüyor. Bu durum, çürüyüşü, çöküşü, çözülüşü de peşinden sürüklüyor
Nereye kadar peki? Dayanılmaz noktaya gelene kadar demek kolay da, nokta tespiti ya da nokta atışı yapmak zor!
Bu durumda, Rosa Luxemburgtan miras Ya sosyalizm, ya barbarlık! sözü de başka türlü düşünülebilir belki. Önce barbarlık, sonra sosyalizm! ya da Önce dibine kadar, tahammül edilemez hale gelene kadar, bıçak kemiğe dayanıncaya dek, delirip sokağa fırlayıncaya, cinnet geçirinceye dek uçurumlaşma ve çürüme sonra isyan ve kopuş!
Tabii sosyalizme geçiş ve komünizm hedefiyle, sadece bir şeklinden/tarzından/döneminden değil, bütün bir sınıflı toplumlar tarihinden kopulacak olması, denebilirse geçişin/kopuşun derinliği, sarsıcılığı ve büyüklüğü; bütün egemen sınıfların direnciyle karşılaşacak olması da ayrı bir konu.
Bir fark daha var ortada. Bundan önceki geçişlerde -belli coğrafyalarda, belli ölçülerde restorasyonlar yaşansa da- tam bir geri dönüş söz konusu değildi. Yani feodalizme geçip de gerisin geri köleciliğe ya da kapitalizme geçip feodalizme tam anlamıyla geri dönen olmadı. 20. yüzyıldaki sosyalizme geçişler ya da geçiş denemeleri ise geri dönüşle sonuçlandı.
Bu iki farklı boyuta, birinin diğerinin bağrında gelişmesi(ya da siyasal iktisadın diliyle ifade edecek olursak, yeni üretim ilişkilerinin eski üretim tarzının içinde gelişmesi)farkını da eklediğimizde, bu üç temel fark ortadayken, geçmiş geçişlerle analoji kurmanın da belli sınırları olmalı diye düşünmek mümkün.
Yani, Roma İmparatorluğundan feodalizme geçiş gibi mi olacak yoksa feodalizmden kapitalizme geçiş gibi mi olacak diye zihin egzersizleri yaparken, sosyalizme geçişinbüsbütün farklı olacağı sonucuna ulaşmak da (süreklilik ve kopuşu; tedrici gelişme ile sıçramayı; yıllara yayılmak ile bir haftada bütün bir ömre yetecek kadar yılın bir anda yaşanmasını vb. başka türlü değerlendirmek de) gayet mümkün. Nitekim -geriye dönüşlü olsa da- 100 yıl önceki geçiş deneyimi, Ekim Devrimi öyleydi.
Unutmamalı, onun başlangıç kurgusunda ve de vurgusunda, ilk kıvılcımın ardından hızla Avrupaya yayılıp bir dünya devrimine ulaşmak/dönüşmek de vardı. Dileyen Troçkizm etiketi yapıştırabilir ama 21. yüzyıl sosyalizmi için akıl yürütenler, biraz da bu kurguyla analoji kursalar, onun eksik bıraktıkları yerlere baksalar, 21. yüzyıldaki kıvılcımların nasıl tüm dünyada yangına dönüşebileceğiyle ilgilenseler, bütün gemilerin nasıl yakılabileceğini değerlendirseler daha doğru ve yerinde olmaz mı?..
Bu ileti en son melnur
tarafından 27.01.2018- 15:44 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Bundan önceki geçişlerde -belli coğrafyalarda, belli ölçülerde restorasyonlar yaşansa da- tam bir geri dönüş söz konusu değildi. Yani feodalizme geçip de gerisin geri köleciliğe ya da kapitalizme geçip feodalizme tam anlamıyla geri dönen olmadı. 20. yüzyıldaki sosyalizme geçişler ya da geçiş denemeleri ise geri dönüşle sonuçlandı.
Ali Mert'in bu saptaması doğru. Peki nedeni ne bunun? Kapitalizmin feodalite içinde ortaya çıkması, kısmen gelişmesi ve sonra iktidara kurulması hiçbir şekilde ve bütünüyle bir geri dönüşe yol açmadı; ama sosyalizme geçen bütün ülkelerin hemen hepsinde böylesi bir süreç yaşandı, ve sosyalizmden kapitalizme geri dönüş gerçekleşti. Evet, buradaki soru şu; neden? Neden kapitalizmden feodaliteye dönüş gerçekleşmedi de sosyalizmden kapitalizme dönüş gerçekleşti?
Bunun nedeni olarak sosyalizmin yani komünizme geçiş sürecinin kendi başına bir toplumsal formasyon olmadığı ileri sürülebilir ve dönüşün bu nedenle gerçekleştiği yanıtı verilebilir. Pek katılmıyorum, tartışmalı bir yanıt. Bence bunun nedeni, yani feodalizm içinde filizlenebilen kapitalizmin egemen hale geldikten sonra kendiliğinden bir süreçle gelişebilme özelliğinin bulunması onu farklı bir sistem haline getirmesidir. Oysa siyasal devrimden sonra, komünizme kadar sürecek olan süreçte, yani sosyalizmde böyle bir özellik bulunmamaktadır. Kısaca siyasal devrimden sonra komünist topluma kendiliğindenlikli bir süreçle varılamaz. Mutlaka siyasi iktidarı ele geçiren örgütlü işçi sınıfının sınıfın tarihsel çıkarlarıyla uyumlu bir iradi çabaya ihtiyaç olduğu gibi, sınıfın aklı durumundaki partinin doğru bir örgütlenme tarzına da ihtiyaç vardır. BU iki konudan herhangi birinde ortaya çıkacak aksaklık sistemin geriye dönmesine yol açmaktadır.
Bu ileti en son melnur
tarafından 29.01.2018- 22:55 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Bundan önceki geçişlerde -belli coğrafyalarda, belli ölçülerde restorasyonlar yaşansa da- tam bir geri dönüş söz konusu değildi. Yani feodalizme geçip de gerisin geri köleciliğe ya da kapitalizme geçip feodalizme tam anlamıyla geri dönen olmadı. 20. yüzyıldaki sosyalizme geçişler ya da geçiş denemeleri ise geri dönüşle sonuçlandı.
Ali Mert'in bu saptaması doğru. Peki nedeni ne bunun? Kapitalizmin feodalite içinde ortaya çıkması, kısmen gelişmesi ve sonra iktidara kurulması hiçbir şekilde ve bütünüyle bir geri dönüşe yol açmadı; ama sosyalizme geçen bütün ülkelerin hemen hepsinde böylesi bir süreç yaşandı, ve sosyalizmden kapitalizme geri dönüş gerçekleşti. Evet, buradaki soru şu; neden? Neden kapitalizmden feodaliteye dönüş gerçekleşmedi de sosyalizmden kapitalizme dönüş gerçekleşti?
Bunun nedeni olarak sosyalizmin yani komünizme geçiş sürecinin kendi başına bir toplumsal formasyon olmadığı ileri sürülebilir ve dönüşün bu nedenle gerçekleştiği yanıtı verilebilir. Pek katılmıyorum, tartışmalı bir yanıt. Bence bunun nedeni, yani feodalizm içinde filizlenebilen kapitalizmin egemen hale geldikten sonra kendiliğinden bir süreçle gelişebilme özelliğinin bulunması onu farklı bir sistem haline getirmesidir. Oysa siyasal devrimden sonra, komünizme kadar sürecek olan süreçte, yani sosyalizmde böyle bir özellik bulunmamaktadır. Kısaca siyasal devrimden sonra komünist topluma kendiliğindenlikli bir süreçle varılamaz. Mutlaka siyasi iktidarı ele geçiren örgütlü işçi sınıfının sınıfın tarihsel çıkarlarıyla uyumlu bir iradi çabaya ihtiyaç olduğu gibi, sınıfın aklı durumundaki partinin doğru bir örgütlenme tarzına da ihtiyaç vardır. BU iki konudan herhangi birinde ortaya çıkacak aksaklık sistemin geriye dönmesine yol açmaktadır.
Bir ekleme, reel sosyalizmin çözülüşünün nedenleri arasında bir yığın hatalar sayılabilir ama somut neden komünist partisinin revizyonizmin eline geçmesi ve gerçekten yetersiz bir liderliğin elinde adım adım kapitalizme yönelmesidir. BU yüzden siyasal devrimden sonra da işçi sınıfının aklı olan partinin önemi komünist topluma kadar sürecektir ve sürmelidir. Sınıfın kendisi ve emekçi halk hiçbir şekilde ne siyasal bir devrim gerçekleştirebilir ve ne de komünist topluma uzanacak bir süreci tarihsel çıkarlarına uygun bir şekilde örebilir. Bunun nedeni işçi sınıfı ve emekçi halkın (yığınsal olarak ) kendiliğinden komünist bilince sahip olamayacağı gerçeğidir. Devrim sadece komünizme uzanmanın öncelikli koşulu değil ve aynı zamanda sınıfa tarihsel bilinci kazandırabilmenin de gereğidir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.