Ukrayna
Yavuz Alogan
ABD ve Almanya, 1991de Yugoslavyaya yaptıklarını bu kez Rusyaya yapmak için harekete geçmiş gibi görünüyorlar. Aslında bu çok basit bir taktik. Yüksek hayat standardı, güvenlik, parlak gelecek vaatleriyle bir bölgeyi ayartıyorsunuz ve bütün yapı çöküyor. Küresel rejisörler, Yugoslavyada Hırvatistan ve Slovenyanın oynadığı rolü, Rusyada Ukrayna ve Gürcistana verdiler. Prodüksiyon da çok ucuz. Kendi adamlarınız ölmüyor, pahalı silah stoklarınızı kullanmanız bile gerekmiyor. Kanlı iç savaşlardan sonra, kilit noktaları tutup araziyi jeostratejik çıkarlarınıza uygun biçimde düzlüyorsunuz. Buna dolaylı harp stratejisi deniyor.
Yeni bir strateji değil. İngiliz strateji uzmanı Sir Basil Liddell Hartın askeri tarihi incelerken geliştirdiği dolaylı tutuma denk düşüyor. Irak ve Afganistandaki kayıplar ABDyi zaten uygulamakta olduğu bu türden taktikleri daha da geliştirmeye yöneltti. Yakın zamanda Doğu Akdenizde düştüğü çaresizliğin acısını Karadenizde çıkarmaya, Soros fonlarıyla desteklenen başarısız Turuncu/Gül Devrimlerinin ardından Ukrayna ve Gürcistanı bir kez daha yoklamaya karar verdi.
Haritaya baktığımızda Ukraynanın Rusya için ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Kuzeye doğru Doğu Avrupanın içlerine uzanıyor, güneyde Karadenize açılıyor. Batı âlemiyle Rusya anakarası arasında bir tampon gibi. Ukrayna yoksa Rusya da yok.
1812de Napoleon ordularının Moskovaya doğru ilerlerken, 1941de Hitler ordularının Ukraynanın buğdayını alıp Kafkas petrollerine ulaşmaya çalışırken Kiyevi bir köprü başı olarak tutmaları kaçınılmazdı. Napoleona göre Kiyev, Rusyanın ayakları, Moskovaya ise kalbiydi. Bolşevikler, Wrangelin Beyaz Ordusunu durduran anarşist Nestor Mahnonun elinden Ukraynayı dört yılda alabildiler. Tarihin bütün dönemlerinde stratejik önemi büyük bir bölgedir.
Rus Karadeniz Filosunun bulunduğu Sivastopol üssü günümüzde en stratejik noktayı oluşturuyor. Turuncu Devrimden sonra Viktor Yuşçenko yönetimi üssün 2017de boşaltılacağını ilân etmiş, Ruslar Gürcistanın Gül Devrimine askeri harekâtla son verdikleri sırada Rus savaş gemilerinin her manevrada Kiyevden izin almaları koşulunu getirmişti. 2010 yılında Viktor Yanukoviç dönemi başlayınca kısıtlamalar kalktı, üssün kullanım süresi 2047 yılına kadar uzatıldı.
Fakat şimdiki zaman daima geçmişin gölgesi altındadır. Ukrayna yüzünü Rusyaya dönüp yeni bir sayfa açamıyor. İki gümrük birliği arasında sıkışıp kalmış. Bir yanda ABnin Ortaklık Anlaşması, öte yanda Rusya-Kazakistan Belarusun gümrük birliği ülkeyi çekiştirip duruyor.
2008de Rus Ordusu, bir kısmını Türkiyenin kurduğu Gürcistan askeri altyapısını tahrip ederken, Batı hiçbir şey yapamadı. İnsani yardım ayağına Karadenize NATO gemilerinin girmesini, şu anda Silivri ve Hastalda yatmakta olan amiraller önlediler. Daha önce, 2005 yılında da ABD, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütüne gözlemci statüsüyle katılmak istemiş ve İran için önemli bir dış ticaret limanı olan Trabzonda askeri üs talebinde bulunmuştu. Birinci talebi Rusya, ikincisini de Türkiye (herhalde şimdi içerde olan amirallerin baskısıyla!) reddetmişti.
Özetle, batılı emperyalizm Rusyanın çevresindeki kuşatmayı daraltmak ve Karadenizde hâkimiyet kurmak istiyor. Ünlü coğrafyacı Halford J. Mackinder, daha 1900lerde, Avrasyaya hâkim olan dünyaya hâkim olur, demiş. Bunun tam tersi de geçerli elbette: Avrasya kendine hâkim olursa, kimse dünyaya hâkim olamaz. Sovyetler Birliğinin çöküşüne rağmen, Türkiye dahil olmak üzere yine de iyi dayandılar. Yugoslavyada ve Ortadoğuda yaşanan felaketlerin Kafkaslara ve Karadeniz Havzasına yayılmasına karşı bir direnç olduğu muhakkak. Fakat geniş halk kitleleri bilinçlenip harekete geçmediği sürece, direnç nereye kadar?
Benim aklım Kiyevin Besarabska Meydanındaki Lenin heykelini balyozla parçalayan tosuncuklara takılıp kaldı. Kendi ülkelerini ve geleceklerini parçaladıklarını kim bilir ne zaman anlayacaklar?
sol