I
KARL MARKS, NASIL KARL MARKS OLMUŞTUR ?
AYAKKABI KUTULARININ, ONUN HAYÂTINDAKİ MÂNÂSI NEYDI ?
19 Haziran 1843te evlendiler...
Marks, Kölnde çalıştığı Rheiniche Zeitung gazetesinin iktidâra muhalif tutumları nedeniyle kapatılmasıyla, işsiz kalmıştı...
Parise gittiler...
Marks burada Duetsch Fransosche Jahrbüher isimli derginin yayıncılığına girişti...
Almanyada, hakkında tutuklama kararı çıkmıştı...
Böylece, Paris, resmen bir sürgün olmuştu...
Çok geçmeden, iki yıl içinde, Paristen Brüksele sürgün edildi Marks...
Hayatlarında 1844te doğan Caroline vardı...
İkinci kızı Laura ve Marksın çok sevdiği oğlu Edgar; arka arkaya, o Brüksel günlerinde doğdu...
Ev; dünya sosyalist hareketinin, merkezi gibiydi ve elbette Belçika hükümeti, Marksa, ülkeden gitmesi için kapıyı gösterecekti...
Jenny, şöyle anlatır Belçikadan kovuldukları o gece, yaşadıklarını:
""Gece yarısı iki adam kapıya dayandı... Karlı görmek istediler... O görünür görünmez, kendilerini polis olarak tanıtıp, tutuklama kararını gösterdiler... Arama yaptılar ve onu geceleyin götürdüler... Çok kaygılandım ve onları izledim...
Ne olup bittiğini öğrenmek için; gece, tanıdığım tüm etkili kişileri aradım... Gecenin karanlığında, bir evden ötekine koşuyordum...
Birden, bir muhafız gelip; beni yakaladı ve bir zindana attı...
Zifiri karanlık bir odada, geceyi geçirdikten sonra; sabah, aşağıdaki odalarda, Karlın askeri bir kıta eşliğinde götürüldüğünü gördüm... Beni sorguladılar, bir şey söylemedim... Akşam serbest bıraktıklarında, beni bekleyen üç zavallı çocuğuma ulaşabilmiştim...
Biraz sonra, haber geldi...
Hemen Brükseli terketmek koşuluyla, Karlı serbest bırakıyorlardı...""
Brükselden Parise, Paristen yine sürgün edilerek, Londraya...
Bu kentler, size bugün çok güzel görünebilir...
Ne güzel sürgünmüş bunlar... Keşke biz de böyle sürgüne uğrasak...; diyebilirsiniz...
Marksın hayatı ise, bütün bu sürgünler boyunca, beş parasızdı...
Sık sık elbiselerini rehin bıraktığı için, evden dışarıya bile çıkamaz hâldeydi Marks; o günlerde...
Haftalar boyu, çocuklar patates ve ekmekle doymak zorundaydılar...
Jenny şöyle diyordu, o günlerde, yazdığı mektupta:
""Paramız olmadığı için, iki icra memuru geldi ve elimde kalan birkaç şeyi; yatakları, örtüleri, elbiseleri; hattâ çocukların en güzel oyuncaklarını; onlar gözyaşı dökerken, alıp götürdüler...
Para ödenmezse; iki saat içinde, ne var ne yok, gelip alacaklarını söyleyerek, tehdit ettiler...
Ben orada, çıplak döşemenin üzerinde titreyip duran çocuklarım ve ağrıyan göğsümle, kalakaldım...""
Sonra; çocuklar da kalmadı...
Heinrich Guido; 19 Kasım 1850de, bir yaşındayken, zâtürreden öldü...
14 Nisan 1852de; bu kez, Fransizka; 1 yaşında, annesinin kucağında ölüverdi...
Paraları yoktu, kefen parasını ve cenâze masraflarını ödemeye, Karl Marks ve Jennynin...
Bir göçmen dostları, onlara yardım etti.
Birer yaşında giden çocuklar; aileyi derin bir acıya sokmuştu...
Ama; 8 yaşına gelen Edgarın, evin içinde, gözlerinin önünde ölümü; bir yıkım oldu onlar için...
Erkek çocuğu, çok seviyordu; büyük devrimler görecek onlar diyordu, Karl Marks...
Çocuğun mide rahatsızlığına ve gün be gün zayıflamasına, parasızlıktan çâre bulamamış; gözünün önünde ölmesine, hiçbir şey yapamamıştı Karl Marks...
Edgar, gün be gün eriyor; kendisine yaklaşan annesine; ip gibi kalan ellerini ve parmaklarını göstermemek için, ablasına şöyle diyordu:
""Annem yatağıma geldiğinde, üstümü ört abla... Görmesin ne kadar zayıf olduğumu annem...""
Karl Marksa, çok özel bir şevkatle bağlıydı Edgar...
Jenny; o, benim sevgili Karlımın; bütün neşesi, bütün gurûru, bütün umûdudur diyordu...
Edgar; babasının kucağında, 6 Nisan 1855de öldü...
O gece; Karl Marksın siyah olan saçları, bir gecede bembeyaz oldu...
Wilhelm Liebknetch, o günü şöyle anlatır:
""Ölü çocuğun üzerine eğilmiş, sessizce ağlayan anne... Onun yanında ayakta durmuş, hüngür hüngür ağlayan bakıcı... Her türlü teselliyi; sert, hattâ ürkütücü bir telaş içinde savuşturmaya çalışan, Karl Marks... Cenâzeyi gömerek; bir ara, Marksın kendisini oğlunun yanına atacağından korktum... Öylesine bir ruh hâli içindeydi...""
Kızı Eleanor; şimdiye kadar yaşamış en neşeli, en canlı insan... yürekten kahkahası, herkesi saran; şakacı hâliyle, şaka yapmadan duramayan babam... diye tanımlardı, Karl Marksı...
Diğer çocukları; sakalı ve esmerliğinden dolayı, Arap derlerdi ona...
2 Aralık 1881de; Jennyi de kaybetti Marks...
Sonra; yaşadıkları hayâtın girdaplarında, 38 yaşında derin bir bunalıma giren, kızını kaybetti...
Bu, arka arkaya kaybettiği; 5. çocuğuydu Marksın...
Karısı ve kaybettiği 5 çocuğu...
Sürgünlerle ve mücâdelelerle dolu bir hayâtın, karşılığıydı bunlar...
Kalbi, karısının ve kızının ölümüne, dayanamadı ve birkaç ay sonra, 14 Mart 1883te, hayâta vedâ etti Karl Marks...
Das Kapital ya da Türkçesi'yle Kapital; para üzerine yazılmış, dünya ekonomi klasiklerinin, en önemli eserlerinden biridir.
Hayattaki en büyük dostu, Engelse, şöyle yazar:
""Bu kadar parasızken; şimdiye kadar, para üzerine böyle çok yazı yazılmamıştır... Das Kapitalden gelen para; kitabı yazarken içtiğim tütünün parasını, karşılamadı...""
((( PARALARI OLMADIĞI İÇİN; ÖLEN BEBEKLERİNE, TABUT ALAMAMIŞ VE """AYAKKABI KUTUSU""" İÇİNDE GÖMMÜŞLERDİR ))).
Owert, ellerine sağlık, çok etkileyici bir yazı. Okurken tüylerim diken diken oldu. Ayakkabı kutusu da bu güne yakışan çok güzel bir gönderme olmuş. Bir yanda Marks ve solcular diğer yanda hortumcular ve sermaye. Bu güzel yazıları okudukça mücadelemizin ne kadar onurlu bir mücadele olduğunu daha etkili bir şekilde kavrayabiliyorum.