Reel sosyalizmde seyahat özgürlüğü yok, açlıktan insanlar ölüyör, insanlar ölüme terkediliyor, Stalin sabah kalkıyor, birilerinin ölümüne karar veriyor. Sosyalizmin demokrasi dahil insanlığa kattığı hiçbir şey yok; eski olan ne varsa hepsi terkedilmeli, yeniden yorumlanıp formüle edilmeli, liberal demokrasi üzerinden daha da ileri bir biçimsel yapı kurulmalı...-ve Sn.Kaçak sosyalist!
Ve Sn. Kaçak bu söylediklerinin tartışılmasını istiyor!
Zamanı da yok, geçerken şöyle bir uğrayıp yanıt veriyor ama söylediklerini ciddiye alıp yanıt verdiğinizde buradan hiç ayrılmayacağından da emin olabilirsiniz.
Bana hiç samimi gelmiyor.
Ve bu saçmalıklarla da uğraşmak istemiyorum.
Kaçak -kendisi söylemişti- akşamları can sıkıntısını gidermek için forumdan foruma geçip yazmaya çalışıyor. Rahatsız oluyorum. Burada yazışımın nedeni gevezelik yapmak değil.
Bir kere daha yazayım: Proleter diktatörlüğe karşı olan biri bu başlıkta yazmamalı. Konu güme gidiyor. Kaçak dolaştığı her başlığı bu hale getirecek, bu tavrın serbestlik, özgürlük vb. olduğunu da hiç düşünmüyorum.
Merak ediyorum, bu iş nereye varacak!
Demokrasi ve (proleter) diktatörlüğü karşı karşıya getirmeden savunmak sanırım en uygun olan bir yöntem. Proleter diktatörlük bağlamında bir devlet biçimi. Aynı şekilde merkeziyetçilikle demokrasiyi de karşı karşıya koymamak ve tokuşturmamak gerek. Sonuçta bir devlet biçimi olan proleter diktatörlükle, komünist partilerin işleyiş biçimindeki temel olan merkeziyetçiliğin olabildiğince demokratik bir tarz işletilerek savunulması en doğru yöntemmiş gibi geliyor bana. Özellikle proletarya diktatörlüğü konusunda reel sosyalizme karşı da çok fazla haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Komünü saymazsak dünyada ilk kez kurulan bir sosyalist devlet, üstelik iç ve dış düşmanların sürekli saldırısı altındayken sorunsuz bir sosyalist kuruculuk gerçekleştiremezdi. Çubuk haklı olarak sosyalist devleti korumak/yaşatmak yönünde bükülüyordu. Eleştirilerin biraz olsun ''içerden'' yapılması, reel sosyalizme dışsal yaklaşılmaması sanırım bilimsel sosyalizmi savunanların bir yöntemi haline gelmeli. Bu konuda biraz daha özene ihtiyacımız var gibi geliyor bana.
Proleter diktatörlük konusuna bir yorum da Metin Çulhaoğlu'ndan:
Liberalleri proletarya diktatörlüğüne nasıl ikna ettim? - Metin Çulhaoğlu
Çok da zor olmadı…
Ama hemen belirtmem gerekirse söz konusu olan ülkedeki liberallerin hepsi değil elbette.
Geçtiğimiz haftalarda bir tatil beldesinde tanıştığım iki liberalden söz ediyorum. 45 yaş civarı bu iki arkadaştan biri Bilgi, diğeri Boğaziçi Üniversitesi mezunu imiş. Mezuniyetlerinden sonra ABD’de mastır yapmışlar, zamanında Radikal ve Taraf gazetelerinde yazıları çıkmış, ikisi de İstanbul’da yaşıyor ve sivil toplum kuruluşlarında çalışıyor.
Tatil beldesinde nasıl tanıştığımız, bu tanışmaya kimin tavassut ettiği gibi konulara hiç girmeyeceğim. Bizi tanıştıran ortak tanıdığımız kendilerine benim “Ortodoks Marksist” sayıldığımı söyleyince tanışmak istemişler. Kim bilir, belki de “Böyleleri hala varsa bir görelim bakalım” diye düşünmüşlerdir.
İçki sofrasında değil bir çay bahçesinde buluştuk. Önce, Marksizm hakkında belirli bir bilgiye ve fikre sahip olduklarını ihsas eden şeyler söylediler. Ben “Marksizm’in ekonomist indirgemeci yanından söz edecekseniz burada boşuna nefes tüketmeyelim” deyince “Bizim asıl meselemiz o değil” yanıtını verdiler. Asıl önem verdikleri konu, Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasinin bir türlü tesis edilememiş olmasıydı. Bu durumu, 1908’den başlamak üzere Türkiye’de yaşanan siyasal süreçlerin kimi özelliklerine bağlıyorlardı.
Anlattıkları kadarıyla bu özellikleri İttihatçı-Kemalist zihniyet ve onun çeşitli dönemlerdeki tezahürleri gibi bir başlık altında toplamak mümkün görünüyordu.
***
Sözlerini hiç kesmeden dinledikten sonra konuya doğrudan girdim:
-Anlıyorum, sizin ve Türkiye’nin bu sorununu çözse çözse proletarya diktatörlüğü çözer…
-Şaka ediyorsunuz galiba?
-Hiç de etmiyorum; sosyalist devrimden sonra proletarya diktatörlüğüne öyle çok da değil 5 yıllık bir süre tanıyın, sonra bakın o İttihatçıKemalist zihniyetten geriye bir şey kalıyor mu?
-Gerçekten samimiyseniz, 5 yıl süreyle proletarya diktatörlüğünü bile sineye çekebiliriz; yeter ki o İttihatçıKemalist gelenek…
-Hiç merak etmeyin, bu işi olmuş bilin… Burada boşuna konuşmuyoruz, 5 yıl süreyi de laf olsun diye vermedik, sizler planproje insanlarısınız, anlarsınız. “İttihatçı-Kemalist Zihniyetin Eliminasyonu için 5 Yıllık Plan” kapsamında sizlere yıllık ilerleme raporları sunacağız. Elinizde objektif “eliminasyon izleme göstergeleri” olacak, bu göstergelerden hareketle neyin ne kadar yapıldığını izleyebileceksiniz…
-Siz bu konuyu epey düşünmüşsünüz galiba, biraz daha somuta inemez misiniz?
-Elbette planın tüm detaylarının bugünden şekillenmiş olduğunu söyleyemem; ama kimi öncelikli alanlara değinebilirim…
-Neler mesela?
-Mesela işe ilk ve ortaöğretim müfredatından başlanabilir. Mevcut müfredat gözden geçirilerek didik didik edilecek, İttihatçıKemalist zihniyetin nüveleri bir tespit edilerek müfredattan ayıklanacak…
-İlginç, başka?
-Örneğin kentlerimizdeki cadde ve sokak adları da bu bağlamda gözden geçirilebilir. İstanbul’da yaşadığınız için size batıcı gelen bir yanı olmayabilir. Sizde, yani İstanbul’da “Yufkacı Mümin Efendi Sokağı” gibi sivil sokak ve cadde adları olabiliyor. Ama bir de Ankara’yı düşünün; Tunalı Hilmi Caddesi, Reşit Galip Sokak, Gerede (Hüsrev) sokak falan… Bunlar sözünü ettiğiniz zihniyetin mekânsal yansımaları olmakla da kalmıyor, o mekanlardan kalkarak yeniden ve yeniden insanların düşünce dünyasını bir şekilde bozucu etkilere yol açıyor…
-Doğrusu bunlar bizim bekleyebileceklerimizden de radikal adımlar gibi geldi…
-Tamam, ama elbette kimi konularda ihtiyatı elde bırakmamak lazım; örneğin tarihselanıtsal değeri olan yapılara da el atmamızı beklemezsiniz sanırım?
-Elbette, o kadarı zaten vandalizm olur…
-Sonra, umarım kalkıp değişecek sokak adları için çoğulculuk aşkına İskilipli Atıf Hoca ya da Kadir Mısıroğlu gibi önerilerde bulunmazsınız?
-Yok canım, işi o kadar da kanırtmayız, bunu istiyorlarsa ilerde Çorumlular ve Trabzonlular yapsın…
***
Bu minvalde geçen sohbet sonunda “Gerçekten bunlar olacaksa biz proletarya diktatörlüğüne razıyız” deme noktasına gelir gibi oldular.
Ancak, tam vedalaşmak üzereyken iki arkadaştan biri endişesini açıkça dile getirdi:
-Ya İttihatçı Kemalist zihniyetin kalıntılarının temizlenmesinin ardından siz “Bize başka açılardan da lazım” diye proletarya diktatörlüğüne devam ederseniz?
İşte, sohbetin en kritik noktasına gelmiştik. Bir an derin bir düşünceye dalar gibi yaptım, hemen ardından yüzümde kırıcı olmayan, ama müstehzi bir ifade ile noktayı koydum:
-Doğrusu, böyle bir soruyu hiç sormamanızı beklerdim. Başka ülkeler ayrı; ama Türkiye’de proletarya diktatörlüğü dahil her tür diktatörlüğün beslenebileceği tek bir kaynak vardır ve o da İttihatçıKemalist gelenektir, zihniyettir. Dolayısıyla, bu zihniyetin kökünü kazıyan bir diktatörlük aynı zamanda kendi temellerini de dinamitliyor, kendi kaynaklarını da kurutuyor demektir… Daha da ötesi, bu zihniyetin tarihin derinliklerine gömülmesi aynı zamanda devletin de sönümlenmeye başlaması anlamına gelecektir…
Yüzlerindeki ifadeden anladığım kadarıyla başarmıştım; birbirimizden sıcak bir vedalaşmayla ayrıldık.
https://ilerihaber.org/yazar/liberalleri-proletarya-diktatorlugune-nasil-ikna-ettim-128637.html
Bu proleter diktatörlük konusu belli bir amaca yönelik olduğu için o amacın da kendiliğinden bir süreçle gerçekleşmeyeceği ortadayken doğal olarak jakoben bir tavrı da içerir. İçerir çünkü içermek zorundadır. İçerir çünkü sınıfın aklı ve proleter devletin araçsallığı olmadan kuruculuk sürecinin sınıfsız bir topluma doğru yol alabilmesi hemen hemen olanaksızdır. Siyasa devrimin gerçekleşebilmesi için nasıl ki, bir ''zor'a'' ihtiyaç varsa, kuruculuk sürecinin doğru işletilebilmesi için de belli bir ''zor'a'' ihtiyaç vardır.
Şunu da mutlaka eklemeliyim, hem devrim öncesinde ve hem de devrim sonrasında gerekli olan bu jakoben tavrın olabildiğince demokratik olabilmesinin gereği de vardır
Biraz karışık ve hatta çelişik gibi duruyor ama, bana hiç de öyle gelmiyor.
Konuşuruz.
Gerek proleter diktatörlük ve gerek demokratik merkeziyetçilik konusunda doğrudan bir ilişki var. Öncü partinin siyasal devrimde ve devrim sonrası kuruculuk döneminde (sosyalizm) demokrasi konusu gereken önemde ele alınmalı, içselleştirilmelidir. Şöyle, siyasal devrim kitlelerin öncüsü haline gelen partinin öncülüğünde olacağından bu süreçte parti ne kadar demokrat bir yapıda olursa devrim sonrasındaki kuruculuk döneminde etkisi görülecektir. Somutlaştırırsak, buradaki demokrasi kavramıyla kast edilen şey yönetme sürecine ve alınacak kararlara ilişkin daha fazla sayıda insanın dahli olmasını sağlamaya çalışmaktır. Yoksa liberal (biçimci) bir demokratik anlayıştan söz edilmemektedir.