AKPnin ordudan/ulusalcılardan ve Kürt hareketinden destek arayışı
E. Attila Aytekin
AKP, Fethullah Gülen cemaatinin başlattığı Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu üzerinden çok ağır bir darbe aldı. Suriyedeki bariz hezimet ve Haziran Darbesinde aldıkları yaraya bir de bu eklenince, iktidarın bunun altından kalkması artık imkansız.
Öte yandan Büyük Patronun yenilgiyi efendi gibi kabullenmeyeceği de belli oldu. Sonuna kadar direnecek, tüm kozlarını oynayacak. Bir de tabii Patronun çevresine toplanmış ve kaderlerini onun ilelebet lider kalmasına bağlamış bir güruh var. Bu güruh bazı AKP milletvekillerinden çapsız danışmanlara, medya şaklabanlarından ihale zengini nev-zuhur işadamlarına kadar geniş bir çevreyi içeriyor. Bunların pek çoğu AKPnin 11 yılda inşa ettiği yolsuzluk ve talan ekonomisinden faydalanırken arkada pek çok iz bıraktıkları için olası bir iktidar değişikliğinin kendileri için neler getireceğini çok iyi biliyorlar, yani sadece daha da zenginleşmek için değil, hayatta kalabilmek için de Erdoğana dik dur eğilme baskısı yapıyorlar. Hayatı boyunca 10 tane kitap okuyup okumadığı şüpheli olan Erdoğanın etrafını saran bu adamlar yüzünden durumu gerçekçi olarak değerlendirmesi hayal. Velhasıl, Erdoğan böyle günde 4-5 miting yapa yapa, herkesi tehdit ede ede, akla seza komplo teorileri uydura uydura gidecek. Sırf bir kere daha konuşma fırsatı çıksın diye Adapazarından Üsküdara gitmek için Atatürk Havalimanını kullanma gibi saçmalıklara daha çok şahit olacağız.
Erdoğan ve etrafındakiler içinde bulundukları sıkışıklıktan çıkabilmek için kendilerine bir nebze de olsa soluk aldıracak kanallar açmaya da çalışacaklar. Bunun işaretleri gelmeye başladı bile. Öyle görünüyor ki iktidar iki kanaldan destek arayışında: ordu/ulusalcılık ve Kürt hareketi.
Ordudan destek isteneceğine dair ilk işaret orduya kurulan bir kumpastan bahseden Yalçın Akdoğandan gelmişti. Yandaş köşe yazarları da ince ince ortamı buna müsait hale getirmeye çalışıyorlar. Aralarından en açık sözlüsünün yine Rasim Kütahyalı olması da tesadüf değil. Kütahyalı Ergenekon, Balyoz gibi siyasi davaların tekrar görülmesi gerektiğini açık açık yazmış ve cemaate karşı bir ittifak önermiş! Türkiye gazetesinin 28 Aralık manşetiyse çok çarpıcı: Genelkurmay Başkanı Özelin eski defterleri karıştırırken bir yandan da yolsuzluk soruşturmasına maruz kalan AKPlileri savunan açıklamalarına yer veren gazete, bunu Erdoğanın konuşmalarından bile büyük görmüş! Belli ki AKPnin orduya jest yapma girişimi işe orduyu karıştıran kimse yokken durduk yere TSKyı karıştırmayın diye bildiri yayınlayan ve MGKda davalar konusunu gündeme getiriveren Özel üzerinden yürüyecek.
Özele karşı zaten çok tepkili olan ulusalcılar bu zokayı yutmazlar kuşkusuz. Ancak Ergenekon, Balyoz davalarında yeniden yargılama ve tahliye umudunun hapiste bulunan kişilerde, ailelerinde ve yakın çevrelerinde bir heyecan yaratması kaçınılmazdır. Bu heyecan elbette bir biçimde ulusalcı siyaset odaklarına yansıyacaktır, bunun da AKP üzerindeki dayanılmaz baskıyı bir nebze hafifletmesi umulmaktadır.
AKPnin yolsuzluk operasyonuna karşı kullandığı komplo teorileri de ulusalcı kanatta bir rezonans yaratabilir. Cemaat-AKP savaşını bir İsrail oyunu, Amarıgan komplosu, uluslararası bir tezgah olarak savuşturmak isteyen Erdoğana inanacak ulusalcılar olacaktır. Mesela Soner Yalçın bu saçmalıkları destekleyecek birkaç yazı yazdı.
AKPnin Kürt hareketinin desteğinin almaya yönelik hamlesiyse bu kadar kolay olmayacaktır. Bunun da işaretleri var kuşkusuz. Örneğin inorganik aydın Oral Çalışların savaş başlar başlamaz ilk hamlelerinden biri süreç zora girer diyerek Kürt hareketinin gözünü korkutmaya çalışmak oldu. AKP-ordu yakınlaşmasını kolaylaştıracak yazılar yazmayı henüz midesi kaldırmayan Alper Görmüş hükumete Roboskiyi hatırlattı. Haşmet Babaoğlu Roboski katliamıyla hükumete karşı tasarlanan darbeyi ilişkilendirerek bir taşla çok kuş vurmaya çalıştı. Bu gibi yazıları daha çok okuyacağımız, özellikle KCK davasını AKP değil kaka çocuklar yaptı vurgusunu yandaşlar arasında sık sık duyacağımız belli.
Ancak yandaşların aksine hükumetin doğrudan süreç ya da KCK davaları kartını kullanması zor. Zira seçim sath-ı mailine çoktan girildi ve her seçim kampanyası AKP için Kürt ve Alevi düşmanlığı dönemidir. Hele ki yolsuzluk krizi yüzünden AKPden kaçacak oyların önemli bir adresinin MHP olacağı düşünülürse, Erdoğanın ve partisinin bu konuda çok ses getirecek adımlar atması mümkün görünmüyor. En fazla Abdullah Öcalanın yeni fotoğraflarının servis edilmesi gibi faili meçhul jestlerle yetineceklerdir.
Kürt hareketinin bu sınırlı açılıma nasıl tepki vereceği de belirsiz. Kürt hareketi Haziran Direnişinde olduğu gibi AKPyi sarsan bu kriz karşısında da net bir tavır alamadı. Bir taraftan BDP Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan aman sürece zarar gelmesin diye açıkça Erdoğanın şahsi kariyerini savunurken, bir taraftan da HDK sözcüleri erken seçim istiyor. Selahattin Demirtaşın bir söylediği -Haziranda olduğu gibi- diğerini tutmuyor. Bu çelişkiler ışığında, Kürt hareketinin pasif tavrını sürdüreceğini, hükumeti iyice sıkıştıracak ya da tersine onu rahatlatacak adımlar atmayacağını öngörmek yanlış olmaz.
Sonuç olarak, kriz başlar başlamaz can havliyle uluslararası komplo diyen ve ilerleyen günlerde 2. İstiklal Harbinin ilan eden Büyük Patronun uluslararası destek arama ihtimali tümüyle ortadan kalktı. Hem orası zaten düşmanın kuvvetli olduğu bir alan. TÜSİAD çevresinin en yandaşı Doğuş Grubunda bile tavır değiştirme emareleri var. MÜSİAD da hükumete doğrudan destek vermekten kaçınıyor. Bu ortamda iktidarın fazla seçeneği yok; cemaate karşı destek bulabileceklerini düşündükleri iki kesimi, ulusalcıları ve Kürtleri hedefliyorlar. Kürt cephesinden anlamlı bir destek geleceği yok; ulusalcılardan af ya da yeniden yargılama karşılığında sağlanacak kısmi bir rahatlama da en fazla AKPnin kaçınılmaz ölümünü biraz uzatacaktır, o kadar.
Sol