'Özyetimle özgürlüğe'!/Özgür Dirim Özkan
Bir süredir BDP çevresinde özyönetim kavramı sıklıkla kullanılmaya başlandı. Kavram, özellikle yerel seçimlerin yaklaşmasıyla ön planda kendisine daha çok yer açıyor gibi. Evvelki gün il ve ilçe belediye başkan adaylarını açıklayan BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş özyönetimle yeni bir toplumsal sistem kuracaklarını belirtti. (1)
Özyönetim kavramı yeni yeni kullanılmaya başlanmadı. Bu yılın başında Şerafettin Elçi de Kürtlerin kendi bölgelerinde özyönetime kavuşmalarından bahsetmişti. (2) Ondan önce Kemal Burkay özyönetim talebinin AKPye oy veren Kürtler tarafından bile istenilen bir şey olduğunu açıklayarak özyönetim Kürt hareketindeki bütün aktörler tarafından sahiplenildiğini ifade ediyordu. (3) Geçtiğimiz Temmuz ayında Rojavadaki gelişmelerle birlikte özyönetim kavramı Kürt hareketi tarafından daha da sıklıkla telaffuz edilmeye başlandı. Aysel Tuğluk, Özgür Gündemde 27 Temmuz 2013 tarihinde yayınlanan Batı Kürdistanda Demokratik Özyönetim Devrimi başlıklı yazısında şöyle diyordu: 19-22 Temmuz tarihleri arasında Batı Kürdistanda Kobani, Afrin, Dîrka Hamko ve Amudede Kürtler, demokratik özyönetim pratiğini hayata geçirmeye başladıklarını ilan ettiler!
27 Aralıkta BDPli adayların açıklandığı toplantı sonrası özyönetim kavramının seçim sürecinde daha da sık kullanılacağı görülüyor.
Kavramın tanımının çok net olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Hatta kavramın tanımının ortada olmadığını da ilave etmemiz gerekiyor. Vanda yayınlanan, anarşist çizgide yayın yapan Qijike Reş dergisinde Yalıtılmışlık, Özyönetim ve Doğrudan Demokrasi başlıklı yazıda özyönetimin tanımı şu şekilde yapılmış: Özyönetim, belirli bir coğrafyada yaşayanların, üzerinde yaşadıkları alanda özerk, bağımsız bir işleyişe, idareye sahip olma idealini betimler. Buradaki anlamıyla merkezi bir idarenin dış ilişkilerini belirlemesine de göz yumabilir. BDPnin demokratik özerklik talebi de bu kapsamda düşünülebilir. (4)
Özyönetim genel olarak kuramsal tartışmalarda kendisine fazla yer bulmayan ama kullanımında atışın serbest olduğu bir kavram. Örneğin, 9 Nisan 2006 tarihinde kabul edilen ÖDP parti tüzüğünde ÖDPnin özyönetimci bir sosyalizm doğrultusunda hareket ettiği belirtilmiş.
Kavram özellikle 1970lerde oldukça popülerdi. Yugoslavya pratiğinin en parlak yıllarında komünizm kavramından pek de hazzetmeyen, Leninist parti denilince tüyleri diken diken olan solcuların en çok rağbet ettiği kavramlardan biriydi. Yugoslav modelinin iflas ettiği sürecin sonuna varmadan sadece bir kaç yıl önce özyönetim modeli üzerine bir makale yazan Uğur Mumcu, şöyle buyurmuştu: Leninizme, yani Sovyet Marksizmine karşı olmak anti-Marksistlik anlamına gelmez; gerek Titoizm, gerekse Avrupa komünizmi Marksist ideoloji ile ayak bağlarını kesmiş değildir. (Cumhuriyet, 18 Ekim 1984) Oysa o yıllarda başta Miloseviç olmak üzere, Yugoslavya Komünistler Ligininin oyuncularının Marksizmle ayak bağlarını ne derecede kesmiş oldukları bugün daha iyi biliniyor.
Bu bağı kesen bıçak milliyetçilikse, bugün bilinmektedir ki bu bıçağa çifte su veren ise özyönetim teranesinden başka bir şey değildir.
BDPnin özyönetimi nasıl tanımladığı, nasıl imgeledeği meçhul. Muhtemelen seçim sürecinde detaylar ortaya çıkacaktır.
Fakat, özyönetim kavramının siyasî pratikle buluştuğu en önemli sacayaklarından birisi olan Yugoslavyada, kavramın nasıl tanımlandığı ve uygulandığı konusuyla ilgili olarak bir kapı aralamak gerekiyor.
Özyönetim Dünya üzerindeki farklı şekillerde uygulana gelmiş, daha çok anarşist harekete atfedilen bir kavram olarak bilinir. İkinci Dünya Savaşının hemen ertesinde, biraz da Batının daha yumuşak bir yaklaşım sergilemesinden dolayı SSCB ile ilişkileri önce gerilen ve sonrasında tamamen kopan Yugoslavya, bu ilişkilerin kopması sonucunda SSCBden aldığı teknik desteği kaybetmişti. O yıllarda Yugoslavya ciddi anlamda bir tarım ülkesiydi ve gerçekleştirmek istediği iktisadî atılım için gerekli altyapısı ancak dışarıdan bir destekle mümkün olabilirdi.
YKPnin önde gelen isimlerinden Milovan Djilasın çerçevesini çizdiği özyönetim modeli 1950 yılında Yugoslavyada iktisadî kalkınmanın modeli olarak kabul edildi. SSCB modeline göre örgütlenen üretim tesislerindeki direktörleri bundan böyle tesislerde çalışan işçiler seçecekti. Kuşkusuz, kulağa hoş geliyordu. Öte yandan, işçilerin yönetime dolaysız etkide bulundukları bu sistem beraberinde birçok sorunu getiriyordu.
Öncelikli olarak her ne kadar işçilerin direk katılımını öngörse de, sistemin işçi sınıfını içselleştirebildiğine ilişkin bir sorun her zaman vardı. Dahası, feodal ilişkilerin bile tam olarak çözülemediği ve Yugoslavyada nüfusun ve üretimin önemli bir kısmını oluşturan tarımsal işletmelerde durum daha da çetrefilleşiyordu. Özyönetim ilkesine göre atanan ve görevine vakıf olamayan, kısmen işçi kökenli olan direktörler zamanla ya teknokratlara dönüştü, ya da bu işletmelerin başına dışarıdan (tercihen Batıda işletme eğitimi almış) teknokratlar atanmaya başlandı. Zaten daha öncesinde ismi partiden lige dönüşmüş olan Yugoslav Komünistler Birliği ise, üretim hedeflerine ulaşmaları kaydıyla, üretilen değerin tabana nasıl dağıtıldığı sorunuyla pek de ilgilenmiyordu.
Çarpıcı bir örneği Bosna-Hersekten verebiliriz. Batı Bosnada, Bihaç yakınlarındaki Velika Kladuşadaki Agrokomerc devlet çiftliği başına geçen Fikret Abdiç, 1970li yıllarda Agrokomerci sadece Bosna-Hersekte değil, Yugoslavya çapında önemli bir kombine gıda tesisi haline getirmeyi başarmıştı. Tek başına bir derebeyi gibi davranmaya başlayan Abdiç o kadar güçlenmişti ki, Bosna Savaşı sırasında Batı Bosna Otonom Cumhuriyetini ilan etmişti. Emrindeki silahlı güçler gerçekleştirdikleri katliamlarla da bilinir.
Takip eden yıllarda Yugoslavyanın dört bir köşesinde Abdiç ve benzeri birçok direktör türedi. Bu direktörlerin hemen hemen tamamı Yugoslavyanın dağılışı sırasında ya milliyetçi partilerin yönetiminde olmuşlardır, ya da iktisadî güçlerini bu liderleri desteklemek için kullanmışlardır. Günümüz eski Yugoslav Cumhuriyetlerindeki birçok iş adamı, Sosyalist Yugoslavya döneminde özyönetim sistemi içinde işçiler tarafından seçilmiş eski direktörlerdir. Bu direktörlerin Marksist iktisadî Saiklerle hareket etmedikleri ise bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Dahası; o dönem ayakkabı kutularının ne kadar işlevsel olduğu bilinmiyor, ama özyönetimin malı deniz, yemeyen keriz anlayışının direktörlerce ne kadar sahiplenildiği biliniyor.
Asıl büyük sorun ise ulusal düzeyde ortaya çıktı. Sektörel avantajları kullanan bazı işletmeler yüksek kâr oranıyla çalışırken, kâr oranı düşük işletmelerin göreli gelirleri gittikçe düşmekteydi. Pazara ve ihracata yönelik üretim tesislerinin yoğunlaştığı Slovenyada göreli gelir birey başına artarken, tarımsal iktisadî yapının kalkınmasını sağlamakta yetersiz kalan özyönetimin doğal sonucu olarak Makedonya gibi tarımın ağırlıklı olduğu cumhuriyetlerde, ya da demir, kömür, elektrik gibi ham madde kaynaklarına ve bu kaynakları işleyebilecek ağır sanayi tesislerine sahip olmasına rağmen, pazara yönelik üretim yapmayan Bosna-Hersekte kişi başına nısbî gelir düşmekteydi.
SSCBye karşı duruşu hasebiyle Batıdan akan oluk oluk krediler sayesinde bu farklılık belli ölçüde törpülenebiliyordu. SSCBnin glasnost ve perestroyka ile Batı liberalizmiyle anlaşma sinyalleri göndermesiyle birlikte Yugoslavya işlevini yitirmişti. Kredilerin geri ödeme tarihi gelmişti. Nasıl ki 1980lerin başı Yugoslavyanın en parlak, en zengin dönemiyse, 1980lerin sonu da o kadar karanlıktır. Üç haneli enflasyon rakamlarının, yolsuzluk ve işsizliğin yoğun bir biçimde yaşandığı Yugoslavyada, bir önceki paragrafta değindiğimiz dinamikler sonucunda varsıllaşmış cumhuriyetler, geri kalmış kardeşlerini uzun bir süredir yük olarak görüyordu. Miloseviçin iktidarı ve azgınlaşan Sırp milliyetçiliği en zengin iki cumhuriyet olan Hırvatistan ve Slovenyanın ayrılmaları için geçerli bir bahaneydi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası SSCBye kıyasla çok daha şirin bir ülke olarak görülen, üstelik sözde direk işçi sınıfının yönetime katıldığı bir imge yaratan özyönetim sisteminin gerek cumhuriyetler özelindeki yerel bazda, gerekse de Yugoslavya düzeyinde ulusal bazda yarattığı sonuç ortada.
Bugün Rojava süreciyle daha sık konuşulmaya başlanan ve üç ay sonraki yerel seçimlerden önce BDPnin açıktan açığa telaffuz ettiği özyönetimin iktisadî veya siyasî bağlamda içinin neyle doldurulacağı ise henüz bir soru işareti.
(1) Özgür Gündem, 27 Aralık 2013 (Manşet haberi)
(2) http://www.dogubayazithalkinsesi.com.tr/haber/1715/kadep-kurtler-icin-oz...
(3) http://www.dengeagiri.com/haber/2698/burkay-kurtlerin-hepsi-anadilde-egi...
(4) http://qijikares.blogspot.com/2011/02/yaltlmslk-ozyonetim-ve-dogrudan.html
dirimozkan@gmail.com
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-dirim-ozkan/ozyetimle-ozgurluge-85075