Mızraklı ilmihal gidince...
Metin Çulhaoğlu
Feci, trajik, ölümcül ve benzeri sıfatlar belki abartılı gelir; ama bugün Türkiyede sol adına düşülebilecek bir hatanın en azından ciddi sayılması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu hata AKP iktidarına belirli bir bakışla ile ilgilidir ve şöyledir:
AKP iktidarının asıl kötülüğü, emperyalist odakların maşası olarak Büyük Ortadoğu Projesi gibi tezgâhlara girmesinde ve içeride laikliğin altını oymasındadır. Bu özelliklerinin ön plana çıkarılması, bu yanlarına yüklenilmesi gerekir. İktidarın sermaye sınıfı için yaptıkları, emek düşmanlığı, bu koşullarda gündemin başlarına yerleştirilmemelidir
Ayrıca, insanın sol kulağını sağ eliyle göstermesinin yolları da vardır. Örneğin şunun gibi:
Evet, bu iktidarın emeğe-emekçiyle bakışı belli; ama bu da emperyalizme bağımlılığın, anti-demokratikliğin ve dinci gericiliğin bir tezahürü sayılmalı. Yoksa
Sağda solda böyle şeyler söylenebiliyorsa, o zaman teorik doğrularımızdan birini yeniden hatırlamakta yarar var:
Üretim süreci söz konusu olduğunda, sermayenin emek üzerindeki egemenliği doğrudan ve açıktır; herhangi bir dolayım söz konusu değildir. Buna karşılık, toplumsal ve siyasal yaşamda sermaye sınıfının egemenliği dolaylı ve örtülüdür. Dolayısıyla, toplumsal ve siyasal süreçler, maddi üretim sürecindeki yalınlığın ötesinde daha geniş bir hareket alanına sahiptir. Oynamalar, esnemeler ve maddi temelden görece uzaklaşmalarla birlikte
Ne var ki yukarıda söylenen, toplumsal-siyasal yaşamdaki aktörlerin bu görece geniş hareket alanından kafalarına göre sınırsız biçimde yararlanabilecekleri, kendi ideolojik-siyasal yönelimleriyle bu alanda dilediklerince at koşturabilecekleri anlamına gelmez. Sınıf egemenliği, dolaylı yollardan olsa bile, bu alanın da kesin sınırlarını çizer.
***
Daha somuta ve güncele bakarsak, bütün bunlar ne anlama geliyor?
Açıklamaya çalışalım:
AKP dış politikası, kendi kof vizyonuyla emperyalist merkezlerde birtakım tereddütlere yol açtığı gibi, sermaye sınıfını da belirli açılardan rahatsız etmiştir.
AKPnin aydınlanma düşmanlığı, dinci gericiliği ve otoriterliği, sermaye sınıfının kendi egemenliğinin sürdürülebilirliği açısından çizdiği sınırların ötesine taşma eğilimi göstermiş, rahatsızlık yaratmıştır.
Böyledir; ama buraya kadar söylenenler madalyonun sadece bir yüzüdür.
Madalyonun diğer yüzünde ise şu vardır: AKP, herhangi bir burjuva iktidar için çizilen sınırları zorlayan her adımını, sermaye sınıfı için yaptıklarıyla denk getirmiş, ambalajlamış ve rasyonelleştirmiştir. Daha açığını söyleyelim: AKPnin dış politika alanında olsun içeride olsun yaptığı ne varsa, sermaye sınıfına verilen sınırsız hizmeti temel almaktadır ve yapılanları bu temelden kopuk işler gibi görmek ciddi bir hata olacaktır
Yani Erdoğan, Cemaate yönelik ne istediniz de vermedik lafını bu kez sermayeye dönüp ne yaptıysak sizin için yaptık şeklinde tekrarlarsa doğruyu söylemiş olur.
O zaman, kopan son kıyamete baktığımızda sermaye sınıfını nereye koymamız gerekiyor?
Sermaye, Erdoğan belki ayrı, ama AKPyi büsbütün gözden çıkarma niyetinde değildir. Kendi çizdiği sınırlar içinde kalan, dış politikada canım bu kadar da bodoslama gidilmez ki dedirtmeyecek, içeride ise laik hassasiyetleri kollayacak, ama elbette 11 yıllık kazanımlarını da müktesep hak saydıracak yeni bir iktidar bloğu arayışındadır.
Gerçekten işin püf noktasıdır: Sermayenin, laiklik, demokrasi, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı vesaire aşkına bunca yıllık sınıfsal kazanımlarından vazgeçebileceğini sanmak ham bir hayaldir.
***
Türkiyenin yükselmesini hazmedemeyen, önünü kesmeye çalışan dış odaklar, lobiler vb
Bunları sadece AKPnin, Erdoğanın, yandaş yazarların çığırtkanlıkları mı sayıyorsunuz?
Emek sömürüsüyle, kâr-rant arayışıyla doğrudan ilişkisi olmayan, sadece ve sadece belirli bir dış politika hattının ve bölge vizyonunun ifadesinden ibaret mi görüyorsunuz?
Sermaye sınıfının dışa yönelme dürtü ve istekleriyle hiç mi ilgisi yoktur?
Elbette böyle değildir.
Yıllar önce, çocuk işçiliğiyle mücadele kapsamında belirlenen alt-sektörlerden biri ayakkabı üretimiydi. Üretim süreci parçalanıyor, belirli işler çocuk işçilere yaptırılıyordu. Konu, bir proje dolayısıyla gündeme geldiğinde malum çevreler kıyameti koparmıştı:
İtalyan ayakkabıcılar başta olmak üzere uluslararası rakiplerimizin Türkiyenin dış pazarlarda önünü kesmek için başlattıkları bir oyun
Sonra, Tuzla dâhil tersanelerde meydana gelen iş kazalarının ve ölümlerin üzerine de çok fazla gitmemek gerekiyordu. Çünkü Türkiye bu sektörde giderek yükselen bir ülkeydi ve kazalarla ölümlerin çok fazla dillendirilmesi durumunda sektörün uluslararası itibarına gölge düşebilirdi
Şimdi, elbette öyle değildir, ama olduğunu varsayalım: Diyelim, ayakkabı ihracatçılarıyla tersane işverenlerinin tamamı AKP karşıtı, hepsi sapına kadar laik, Atatürkçü, demokrasi yanlısı insanlar
Emin olun, böyle durumlarda AKPnin ağzından çıkanlar onları da kesecektir:
Eee, her işin bir riski var
Kader işte
Güzel öldüler
***
Bugün mızraklı ilmihal iktidardadır, doğru
Ama mızraklı ilmihal iktidar olmadan çok önceleri de bu vatanı çiftlikleri gibi gören, kasalarının ve çek defterlerinin içindekiler sayan, fabrikalarında işçilerin al kanlarını içen kesimler vardı.
Bugün de vardır.
Yani, mızraklı ilmihal gitsin gitmesine de, bunlara hiç mi laf etmeyelim?
SOL
Önemli bir yazı. Sol-sosyalistler tarafından üzerinde düşünülmesi ve kafa yorulması gereken bir yorum. Evet, AKP gitmelidir, olamıyorsa olabildiğince geriletilmelidir, ama bu pozisyon madalyonun sadece bir yüzüdür. AKP düşerken, veya geriletilirken bu sonucu solu-sosyalist hareketi güçlendirerek yapamıyorsak, böyle bir pozisyon almanın işçi sınıfı açısından hiç bir yararı olmayacaktır.
Metin Çulhaoğlu,
Sermaye, Erdoğan belki ayrı, ama AKPyi büsbütün gözden çıkarma niyetinde değildir. Kendi çizdiği sınırlar içinde kalan, dış politikada canım bu kadar da bodoslama gidilmez ki dedirtmeyecek, içeride ise laik hassasiyetleri kollayacak, ama elbette 11 yıllık kazanımlarını da müktesep hak saydıracak yeni bir iktidar bloğu arayışındadır. derken haksız mı?