Laiklik ve bilim/Alper Dizdar
Laiklik, toplumun aydınlanmacı bir temelde dönüşümünü hedefleyen bir politikalar demeti olarak düşünülebilir. Hukuku kurulacak, topluma somut dönüşümler olarak taşınacak. Toplumsal yaşamın neredeyse her boyutuna genişletilebilecek uygulama çeşitliğinin bilim kısmına değinmek istiyorum.
Laik politikalar demeti kurgusunda bilimin yeri nedir, ne olmalıdır? Soyut bir tartışma olarak söylenecekler sınırlı aslında: Politikalar bilimsel bir temelden hareket etmeli, dinin yalnızca devletten değil, toplumun siyasal yaşantısından çıkarılması hedeflenmelidir. Bunun için de toplum aydınlatılmalı, bilimsel düşünceye kazanılmalıdır. Bu soyut düzlemin çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Fakat somut durumda, mekan ve tarih belirleniminde, mesela Türkiyede belli bir dönemdeki laiklik uygulamalarını tartışacaksanız bir anlamı var.
Konuya vesile olan, laiklik-bilim ilişkisini bana yeniden düşündüren Yazılama Yayınevinden yeni çıkan bir kitap. Türkiyede laiklik ve sol başlığını taşıyan kitabı sevgili Özgür Şen kaleme almış. Özgür, akademik hiçbir kaygısı olmadan, doğrudan siyasi temelde yaptığı çalışmada değme akademisyene taş çıkartacak bir performans sergiliyor.
Kitabı tanıtmak değil amacım ama kısaca, siyasi bir kitap olarak, bilimcilerin özellikle faydalanacağı bir çalışma olduğunu söyleyeyim. Mesela marksizm din ilişkisini ele aldığı bölümün, bilimciler için bir eğitim materyali olarak özellikle çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Bilimi yalnızca üniversiteye ait bir konu olarak görmek, bilimle toplumun bağını koparmak anlamına geliyor. Toplumun bir şekilde bilimsel düşünceye kazanılması, laikliğin bütün diğer uygulamalarına temel teşkil ediyor. Peki, bunu nasıl yapacaksınız? Veya Türkiye aydınlanma pratiğinde bu yaklaşım ne kadar yer buldu? Diğerleri bir yana, bilimi popülerleştirme gayretinin bu çabada vaz geçilmez bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Osman Bahadır, daha önce de değindiğim bir çalışmasında* Cumhuriyetin ilk dönemindeki (1923-1933) bilimsel gayretleri ele alıyor. 1933 reformu öncesindeki Darülfünun değil odak noktası. 1933 reformu Türkiye bilim tarihinin önemli bir dönemeci olarak ele alınırken, öncesi genelde ihmal ediliyor. Üstelik bilim kavrayışı üniversiteyle sınırlandırıldığı için, bu durum pek bir sorun olarak görülmüyor. Bahadır, tersinden popüler bilim dergilerini, bilim anlatan tiyatroları ele alıyor çalışmasında. Hepsi kısa ömürlü olan (10 ay gibi ömürleri oluyor) bu girişimlerin tamamı İstanbulda gerçekleşiyor.
İstanbulun önemi, Cumhuriyetin ilk dönem kadrosunun yönlendiriciliği olmadığını göstermesinden kaynaklanıyor, hepsi sivil çabalar. Devrim başladıktan sonra özgür enerji kendisini bilim alanında da ifade etme gayretinde.
Sonrasında 1940ta Fen ve Teknik adlı yine devletten bağımsız ama bu sefer üniversite hocalarınca çıkarılan ve yine kısa ömürlü bir girişim var. Ali Rıza Berkem, Celal Saraç gibi Fen Fakültesi hocaları çıkarıyor.** Ardından uzun bir ara ve 1967de bu sefer TÜBİTAKın Bilim ve Teknik dergisini görüyoruz.
Özgürün hatırlattığı bu oldu işte: Aydınlanmayla ilgili hukuki ve politik planda ileri adımlar Cumhuriyetin ilk dönemi veya sonrasında neden popüler bilim yayıncılığı işine devlet ‒sonrasında yaptığı gibi‒ el atmıyor?
Cevabı yeni kurulan Cumhuriyetin aydınlanma ve laikliğin halklaşmasına müterredit yaklaşımında bulunuyor.
Eline sağlık Özgür.
*Osman Bahadır, Bilim Cumhuriyetinden Manzaralar, İzdüşüm Yayınları, 2000.
** Ender Helvacıoğlu hatırlattı, teşekkür ederim.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/alper-dizdar/laiklik-ve-bilim-89008