Türkiye: Değmez mi?/Metin Çulhaoğlu
Devrimcinin, mücadelesini dünyadaki konumu itibarıyla nasıl bir ülkede sürdürdüğü önemli midir?
En bilinen örneklerden biri, Leninin 1902 yılında Ne Yapmalıda dile getirdiği saptamadır. Lenine göre Rusyadaki devrimci görev, başka ülkelerle kıyaslandığında en devrimcisidir. Şöyle devam eder: Bu görevin yerine getirilmesi, yalnızca Avrupanın değil Asyatik gericiliğin de en güçlü tahkimatının yıkılması, Rus proletaryasını uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü konumuna getirecektir.
Bugün tutup dünyanın hangi ülkesindeki devrimci görevin böyle öncü, sürükleyici ve tarihin akış mecrasını değiştirici etki yaratacağını tartışmanın fazla anlamlı olduğunu söyleyemeyiz. İşin spekülasyonlara, verimsiz zihin egzersizlerine, hatta gereksiz iddialaşmalara yol açması gibi bir risk vardır.
Ancak gene de, günümüzde bütün (dünya kapitalist sistemi)-parça (tekil ülkelerdeki süreçler) ilişkilerinin nasıl şekillendiği üzerinde genel olarak durabiliriz ve bu bağlamda Türkiyeye belirli bir yer biçebiliriz.
***
Model en genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir:
Tekil ülkelerin ötesinde bir olgu olarak dünya kapitalist sistemi (bütün), sistemin parçaları durumunda olan ülkelerdeki süreçleri belirli zaman aralıklarıyla da olsa belirler. Ama bu belirleme hiçbir zaman üniform (tek biçimli, birörnek) değildir. Başka bir deyişle, sistemin doğasına özgü süreçler, çelişkiler, gerilimler, parçalara özgül biçimde, o parçaların kendi geleneksel, özel vb. çelişkileriyle eklemlenerek yansır, öyle şekillenir. Bu yansıma ve yeniden şekillenme kimi parçalarda (ülkelerde) çelişkileri törpüleyici etki yaratabilirken diğerlerinde daha sivriltici-keskinleştirici boyutlar kazanabilir.
Trafiğin bir yönü böyledir.
Ya parçaların bütüne etkisi?
Trafiğin bu yönü, gündemdeki parçanın sistem içindeki yerine, önemine ve ağırlığına bağlıdır. Ayrıca, tarihsel dönemler de önemlidir. Örneğin 19. yüzyılın ikinci yarısında İngilterede bir proleter ihtilali gerçekleşmiş olsaydı sistemin bütünü bundan derin biçimde etkilenir, tarihin akış mecrası değişirdi. Devam edersek, 1917 Devrimi, hemen sonra bir Alman devrimiyle eşleşseydi, sistemin bütünü üzerinde yaratacağı etki tek başına 1917ninkinden daha büyük olurdu.
1917 Devrimi, tarihin mecrasından çok akışını değiştirmiş, ayrıca sistemin bütününü kendini yeniden üretme olanak ve kaynaklarından yoksun bırakmamıştır.
Özetle, 1917 bir inkârdır; ama sistemin bütününün sonunu getiren topyekûn bir inkâr olmamıştır.
Sonuç şöyle belirginleşiyor:
Sistem ya da bütün, parçalar üzerinde her zaman belirleyicidir.
Ancak bu belirlenme her parçada özel biçimler almakta, ek boyutlar kazanmaktadır.
Parçalar, taşıdıkları öneme göre bütünü (sistemi) ve tarihin akışını etkilemekte, ancak bu etki sistemden radikal kopuş örneklerinde bile dünya ölçeğinde bir inkârı beraberinde getirmemektedir (bugüne kadar getirmemiştir).
***
Bu söylenenler ışığında, bir parça olarak Türkiyeyi nereye oturtabiliriz?
20. yüzyıl başlarından günümüze uzanan tarihsel döneme kabaca bakıldığında Türkiyenin, içinde yer aldığı sistemin arızalarından ve gediklerinden yürüme anlamında da, tersine sistemin en genel-gerici yönelimlerine kendi katkılarında bulunma anlamında da öylesine sıradan, büsbütün ağırlıksız ve salt alıcı bir ülke olmadığını görüyoruz.
Daha ilginci, Türkiye ile sistem arasındaki etkileşimin iki döneme ayrılabilir olmasıdır.
1908den 1946ya kadar uzanan dönemde Türkiye, içinde bulunduğu sistemin gediklerine yüklenerek ve bu sistemin en arızalı yanlarına mesafe koyarak kendini var edebilmiştir.
Leninin, Troçkinin ve dönemin başka devrimcilerinin zamanında vurgulamış oldukları gibi 1908 Jön Türk Devrimi sonuçta sistem içi, ama aynı sistemin kimi özelliklerine başkaldırabilen bir harekettir.
1919-1922 Kurtuluş Savaşı ve hemen ardından Cumhuriyetin kuruluşu da öyledir.
Türkiye, dünya kapitalizminin 1930 büyük bunalımıyla gündeme gelen hayli ciddi denebilecek liberalizm eleştirisinin basit alıcısı değil, uygulamalarıyla, ilk merkezi planlarıyla bir bakıma katkıcısıdır da. Kuşkusuz, Sovyetlerin de etkisi ve desteğiyle
Bu, Türkiyenin dünya kapitalist sistemiyle olan etkileşimindeki ilk dönemdir.
İkinci dönemde ise Türkiyenin, bu kez ilkinin tersine, sistemin en gerici yönelimlerinin kışkırtıcısı, katkıcısı, silik değil kararlı katılımcısı olduğunu görüyoruz.
Türkiye soğuk savaşı kendisi icat etmemiştir; ama soğuk savaş denilen gerici azgınlıkta gerçekten tarih yazdığı kabul edilmelidir.
1950lerde bağlantısız üçüncü dünya ülkelerinin birinci nefret objesi olmayı başarabilmiştir.
1970lerin sonunda işbaşına gelen Thatcherın politikaları ile Özal damgalı 24 Ocak 1980 kararları arasında ciddi bir zaman aralığından söz etmek bile mümkün değildir.
Bir de bunların üzerine son 12 yıldır AKP ile yaşanan özelleştirmeciliği, rantçılığı, avantacılığı, gericileşmeyi vb. ekleyin.
Türkiyenin, öyle ya da böyle hemen her zaman basit ve edilgen alıcılığın, düz taklitçiliğin ötesine geçtiğini ya da buna heveslendiğini görüyoruz.
***
Şimdi, böyle bir parçada yürütülen devrimci mücadele nereye oturur? Bu mücadelenin bir şekilde sonuç vermesi halinde bunun bütün (sistem) üzerindeki etkileri konusunda neler söylenebilir?
Aman akla hemen başlarda Leninden yapılan alıntı gelmesin: Böyle bir durum, yani Türkiyedeki devrimci görevin yerine getirilmesinin Türkiyeyi 1917 Rusyasına benzer bir konuma taşıyacağı ima edilmemektedir.
Bu kadarı fazla ve cüretkâr olur.
Ancak, Siyasal İslam denilen çizginin kesin iflasının böyle, bu durumda tescil edileceği;
Dünyaya en azından son 20-25 yıldır damgasını vuran gericilik döneminin kapanışının belki de en önemli göstergesi olacağı;
Sistemin kendi açıklarını kapatıp hoşnutsuzlukları yatıştırıcı kabiliyetinin hangi noktadan sonra yetersiz kaldığını ilan edeceği;
Ve özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerinin işçi sınıfıyla birlikte tüm emekçi katmanların sahipliğinde nerelere taşınabileceği bakımından uluslararası bir örnek teşkil edeceği kesindir.
Az şey midir?
Değmez mi?
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/turkiye-degmez-mi-89158
Şimdi, böyle bir parçada yürütülen devrimci mücadele nereye oturur? Bu mücadelenin bir şekilde sonuç vermesi halinde bunun bütün (sistem) üzerindeki etkileri konusunda neler söylenebilir?
Aman akla hemen başlarda Leninden yapılan alıntı gelmesin: Böyle bir durum, yani Türkiyedeki devrimci görevin yerine getirilmesinin Türkiyeyi 1917 Rusyasına benzer bir konuma taşıyacağı ima edilmemektedir.
Bu kadarı fazla ve cüretkâr olur.
Ancak, Siyasal İslam denilen çizginin kesin iflasının böyle, bu durumda tescil edileceği;
Dünyaya en azından son 20-25 yıldır damgasını vuran gericilik döneminin kapanışının belki de en önemli göstergesi olacağı;
Sistemin kendi açıklarını kapatıp hoşnutsuzlukları yatıştırıcı kabiliyetinin hangi noktadan sonra yetersiz kaldığını ilan edeceği;
Ve özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerinin işçi sınıfıyla birlikte tüm emekçi katmanların sahipliğinde nerelere taşınabileceği bakımından uluslararası bir örnek teşkil edeceği kesindir.
Az şey midir?
Değmez mi?
1900'lerin hemen başlarında Lenin'in ''Ne yapmalı?'' sorusunu bugünkü konjöktürde Türkiye için sorduğumuzda karşımıza ikili bir görev düştüğünü görmezlikten gelebilmek mümkün değildir. Birincisi AKP gericiliğini olabildiğince geriletmek ve olabiliyorsa siyasal iktidardan etmek; diğeri de sosyalist örgütlenmeyi olabildiğince önemseyerek yığınların yüzünü sola döndürmesini sağlayacak siyaseti kitlelerle buluşturabilmektir. AKP'nin bir parti olmasının çok ötesinde bölge için bir proje olduğu gerçeğini unutmamalıyız. AKP'nin geriletilmesi ve meşruiyetini yitirmiş bu iktidarın alaşağı edilebilmesi emperyalizmin bölge planlarının da geriletilmesi anlamına gelecektir. Suriye halkının emperyalizme karşı direnci, ülkemizdeki AKP gericiliğne karşı olan direnç ile birleştiğinde emperyalist sisteme bölgede geri adım attırabilmek mümkün hale gelecektir. Ve aynı zamanda ülkemizde Haziran'dan bu yana ortaya çıkan AKP karşıtlığının oluşturduğu direnci de sol-devrimci saflara kazandırabilmenin olanakları ortaya çıkmıştır. Sosyalist solun yüklenmesi gereken alan da burasıdır. Sonucu ne olur bilinmez, ama bu alanın, bu siyaset biçiminin de sosyalist sola güç kattığı açıktır.
Daha düne kadar kendini bölge lideri olarak pazarlayan bir diktatörün ve onun şahsında siyasal islam'ın alaşağı edilmesi hem sistemin bütünü ve hem de ülke geneli için ''az şey midir?''
Ve ''değmez mi?''