Ali Oktay Kaya
SİP/''TKP'' mektubuSİP/TKP Almanya Komitesi adına Tevfik Taş, R.T. Erdoğanın Şubat ayının başında F.Almanyaya yaptığı resmi ziyareti içeren bir yazıyı Alman Komünist Partisi-DKPnin yayın organlarına göndermiş. Yazı Almanya Komitesi adlı bir organ adına olduğuna göre içeriğinin de SİP/TKPyi bağladığından yola çıkmak gerekiyor. Konunun özü de burada başlıyor. Türkiyede komünistler, sosyalistler, devrimciler, SİP/TKPnin ne denli Kemalist, milliyetçi ve reformist olduğunu biliyorlar.
Gazete köşelerinde, kimi toplantılarında bu görüşlerini gizli gizli savunuyorlar ama dışarıya karşı kendilerini komünist, enternasyonalist ve Marksist-Leninist olarak göstermeye çalışıyorlar. Sözünü ettiğimiz Tevfik Taş imzalı yazı ise bu tabuyu kırıyor. Yazıda hangi görüşler savunuluyor, bir göz atalım.
AKP hükümeti kendi senaryoları için zaman kazanmak amacıyla, bugün dahi, Türkiyenin AB adaylığı statüsünü ve kapitalist metropollerde 2008 ekonomik krizinin depremsel etkilerini kullanıyor. Çünkü asıl amaçları, etkin olan birinci cumhuriyetin ortadan kaldırılması idi. Bu amaçla, ideolojik, kurumsal ve hukuki olguları çarpıttılar ve bir projeye karşı mücadele olarak sundular. Birinci cumhuriyet bir vesayet rejimi olarak gösterilmeye çalışıldı ve onun taraftarları, cumhuriyetçi kurumlar ve kemalist fraksiyonlar, AKPnin demokratikleşme süreci çerçevesinde halk ve onun insan hakları ön plana alınarak zayıflatılmaya çalışıldı. Bunun ötesinde yürütme ile yasama arasındaki ilişkilerde, 2010 reformları ile, önemli değişiklikler yaparak, kendi iktidar yapılarını güçlendirdiler ve aynı zamanda eski rejimin taraftarlarının görevlerinden alınmasını meşrulaştırdılar. Bu senaryonun sonuçları ise kamuoyuna Ergenekon Davası olarak sunuldu.
Türkiyenin politik olarak dönüştürülmesi amacına AKP sürekli daha da yaklaşıyor. Birinci Cumhuriyetin iktidar aparatı parçalandı. AKP, arkasına ABDnin desteğini alarak politikaskersel bir organ olan Milli Güvenlk Konseyini (MGK) koşulsuz olarak kendi hükümetlerinin kontrolü altına aldı. Eski rejimin en önemli kurumlarından olan Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) ve aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı makamını adım adım ele geçirdiler. Basın ve medya Oda-TV operasyonu ile susturuldu. Büyük basın ve medya tekelleri azami karlılık temelinde çalıştıkları için, onları yanlarına çekmeleri zor olmadı. AKPye boyun eğmeyen diğerleri ise Maliye tarafından baskı altına alındı.
Türkiyede muhalefetin önemli bir bölümünü teşkil eden Kürt fraksiyonları, PKK önderi Abdullah Öcalanın tutuklanması ile önce susturuldular. ABD, Abdullah Öcalanın tutuklanması ve Türkiyeye iadesi ile AByi Kürt sorunu konusundaki tartışmalarda yaya bıraktı. AKP, iktidarını güçlendirirken Kürt fraksiyonları arasında, gerginlikler nedeniyle gelgitler yaşandı. Onlar, Abdullah Öcalan önderliğinde milliyetçi bir politika uygulamayı deneyerek, bu yolla, AKPnin, Kürtlerle, Türkiyenin geri kalan kısımlarının islam şemsiyesi altında birleştirebilmesine yol açtılar. Kürt Cephesinin sözcülerinin defalarca, Türk istihbaratı (MİT) ile aralarındaki görüşmeler sürecinde, mücadelelerine ara vermeyeceklerinin açıklamalarına rağmen, 2010 Anayasa Referandumu sırasında AKPyi üstü örtülü olarak destekledikleri ve böylece iktidarda kalmasına yardım ettikleri konusunda kuşkuya yer yoktur.
AKP, Kürt Cephesinin asıl desteğini Haziran 2013 Direnişi esnasında algıladı. AKP Hükümetini baskı altına alan, Gezi Protestoları ile başlayan Halk Direnişi, Kürt Cephesi tarafından desteklenmedi. Tam tersine, onlar göstericileri darbeci ve milliyetçi olmakla suçladılar. Gerekçe yine aynıydı:AKP dışında hiç bir hükümet, Kürtlerin istemlerini karşılamayacaktır
. Etnik politikaların, sınıf politikaları ile karşılaştırıldığında birleştirici bir sinerji etkisi yaratmadığı, tam tersine zorlaştırdığı kısa zamanda ortaya çıktı. Haziran Direnişi, zorunlu olarak, etnik ile sınıfsal politikaların teorik düzlemde karşı karşıya getirilmesi sınavının ortamını sundu. Ancak boşuna ! Etnik hakların savunulması sürdürüldü ve demokrasi nin önceliği çiğnendi. Sosyalizm, Öcalan için geçmişte kaldı ve Türkiyenin sol fraksiyonları için ise Türkiyede sosyalist bir devlet için zaman erken
SİP/''TKP'' mektubu
Yazının devamı var. Yazılarının sonunda R.Tayyip Erdoğan, Necmettin Erdoğan ve Fethullah Güleni en güçlü dinsel fraksiyon Milli Görüş içindeki üç cephe olarak nitelendirmeleri ve R.Tayyip Erdoğanın F.Almanyadan yönlendirildiği savını bilgisizlik ve yanlış bir tespit olarak değerlendiriyoruz. Biz, Fethullah Gülenin hiç bir zaman Milli Görüş içinde yeralmadığını biliyoruz. Ve 17 Aralık krizinin sonuçlanması için Erdoğanın Almanyaya gelip bu sorunları Merkel ile çözmeye çalıştığı gibi yanlış bir öngörüye katılmıyoruz. Bu yanlış tespiti ve yanlış bilgilendirmeyi yaparak SİPli vatandaşların Alman yoldaşların nezdinde neyi amaçladığını anlamış değiliz.
Asıl konuya gelirsek. Yukarıda aktardığımız uzun alıntı Alman Komünist Partisi-DKPye yakın bir haber sitesinde yayınlandı. Bu yazıda SİPliler ikircimsiz olarak Kemalist Cumhuriyet geleneğini, onun MGK, Silahlı Kuvvetler ve YÖK gibi kurumları savundukları, Cumhurbaşkanlığı makamının Kemalist anlamda işgalini onayladıkları, Yargı ve Yürütme organlarında Kemalist zihniyeti savundukları, Ergenekon Davasında yargılanan cuntacı, faili meçhul sanığı askerleri ve sivil faşistleri savundukları, Oda-TV gibi ulusalcı MİT ve Genelkurmay kadrolarının kurduğu bir yayını savunduklarını açıkça ilan ediyorlar. Dolayısıyla hal böyle olunca, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerine de, sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarına da sahip çıkılmış olunuyor. Bunun ötesinde AKP ile Birinci Cumhuriyet arasında bir seçim yapmak yoluna başvuruyorlar. Bütün kurum ve organları ile burjuva iktidarına, başka bir burjuva iktidarını tercih ediyorlar. AKPyi ABD ile işbirliği ile (haklı olarak) suçlarken, kendilerinin açıkça sahip çıktıkları Birinci Cumhuriyet iktidarlarının sanki ABD ile doğrudan işbirliği yaptığını, kurum ve kadrolarının ABD tarafından eğitilip yetiştirildiğini bilmiyorlar. Mustafa Suphilerden, Mustafa Hayrullahoğlularına dek partimizin temel kadrolarının katillerinin, Dersim katliamının, Seyit Rıza cinayetinin, Kürdistandaki katliamların ve savaşın sorumlusunun, bu Birinci Cumhuriyet olarak adlandırdıkları, Kemalist işbirlikçi burjuva rejimi olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Komünist olmanın kıstası burjuvazinin iktidarlarına ilkesel ve sınıfsal olarak karşı çıkmaktır. Burjuvazinin değişik güçleri ve partileri arasından birine sahip çıkmak,- hele de ikisi de işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcileri ise-, komünistlikle ilintili bir yaklaşım olamaz.
SİP/TKP teorisyeni Kemal Okuyan efendi, ayrılma hakkı dahil, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı Marksist-Leninist bir ilke ve zorunluluk değildir, bugün için geçerli değildir dedikten sonra, bu cenahın Kürdistan Özgürlük Hareketini daha farklı değerlendirmesini zaten kimse beklemiyordu. Ancak PKKyi, AKP ile toplumu islamlaştırmakla suçlamak ve legal Kürdistan Demokrasi Hareketini, Haziran Direnişine katılmamakla ve AKP iktidarını güçlendirmekle suçlamak sözkonusu olunca el insaf demek gerekiyor. Sanki Sırrı Süreyya Önder kendi mensupları olarak belediyenin iş makineleri önünde direndi, sanki ilk iki gün polis ve devletin diğer kolluk kuvvetleri ile kendileri göğüs göğüse çarpışmış, barikatlar kurmuş gibi bir hava yaratmaya çalışıyorlar. SİPliler asıl çatışmalar bittikten sonra sahneye çıktılar ve diğer ulusalcı güçler ile eylemlere sahiplenmeye çalıştılar. Yoğun çatışmalar sonuçlandıktan sonra ortalıkta bayrak sallamanın, polis panzerlerine taş atıp ara sokaklara kaçmanın adı direniş değildir. Bu tür yanlış ve mesnetsiz suçlamalar ile koskoca bir halkın şanlı direnişini karalamak ve yanlış yansıtmak kimsenin haddine düşmez. SİP tayifesi önce Kürdistan Özgürlük Hareketinin otuz seneyi aşkın silahlı kalkışmasının, dünyada sayılı örnekler arasına giren gerilla mücadelesinin, onbinlerce şehit vererek kanla yazdıkları yakın tarihin, bu mücadele ile Kürdistanda sağladıkları etkinlik ve Türkiye genelinde yarattıkları yığınsal demokratik muhalefet karşısında şapka çıkarmalıdır. Kürdistan Ulusal Hareketinin 2010 anayasa referandumunda boykot çağırısına 25 milyon oy hakkı olan Türkiyeli uymuştur. SİP/TKP 2011 genel seçimlerinde Türkiye çapında aldığı 60 bin oyu kadar konuşmalıdır. Partimizin de aktif ve fiilen desteklediği, içinde çalıştığı, Türkiye İşçi Sınıfı hareketi ile Kürdistan Özgürlük Harketinin seçim bloku olan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ise sadece İstanbulda 350 bin oy almıştır.
Kürdistan Özgürlük Hareketi, Türkiye İşçi Sınıfı Hareketinin politik bağlaşığıdır. Kürdistan Özgürlük Hareketinin ezici çoğunlukta tabanını oluşturan, işçiler, emekçiler, kent ve köy yoksulları, Türkiye İşçi Sınıfı Hareketinin sınıfsal bağlaşıklarıdır. Dolayısıyla Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketi, etnik bir hareket değil, özelde ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir halkın genelde aynı zamanda sınıfsal bir mücadelesidir. Kürdistan Özgürlük Hareketi bir Komünist Hareket değildir, adı üstünde bir Ulusal Kurtuluş Hareketidir. Ulusal Kurtuluş Hareketleri de Dünya Devrim Sürecinin üç temel bileşeninden biridir. Dolayısıyla sınıfsaldır. Türkiye Komünist Partisi de Kominternci Bolşevik gelenekten gelen diğer kardeş partilerimiz gibi bu olguyu böyle değerlendirir. Kemalist gelenekten gelen sözde komünist geçinenlerin bunu anlaması mümkün değildir. Ancak yine de SİP/TKP kalemşörlerine teşekkür etmek gerekiyor. Bu yazıyı Alman yoldaşlarımıza yazmasalar idi bu kadar saçma politik görüşlerini tek bir yazıda derli toplu okuyup değerlendirmemiz mümkün olmayacaktı.
http://www.tkp-online.org/index.php/component/content/article/2-makaleler/187-siptkp-gercek-rengini-beli-ediyor.html