Enkaz devralacağız
Bugün için hal-i pür mealimiz budur. Ne yargılanmaya geliyorlar ne de istifa edip gidiyorlar
DENİZ BAYRAMOĞLU
Annemin anlattığı bir meseldi
Oğlan gecenin bir yarısı evin alt katından bağırır:
-Baba bir hırsız yakaladım.
-Vallah? Tut getir!
-Gelmiyor!?!
-E, bırak gitsin
-Gitmiyor!
Bugün için hal-i pür mealimiz budur. Ne yargılanmaya geliyorlar ne de istifa edip gidiyorlar
Bu umutsuz gibi görünen duruma rağmen artık açıkça ortaya çıktı ki; iktidar siyasi olarak ömrünü, tarihi olarak da görevini tamamlamıştır. Fakat bunu görüyor olmak ne bu iktidarın sessiz sedasız gideceği ne de gittikten sonra geride günlük güneşlik bir ülke bırakacağı anlamına geliyor. Aksine iktidar bu gidişi durdurmak için hiçbir ahlaki ya da hukuki sınır tanımayacağını birçok kez gösterdi. Hatta yanarsam hepinizi yakarım cümlesiyle vecizleşen mafya ahlakının en önemli düsturlarından biri ile hareket ettiğini gösterdi. Hukuk ve devlet mekanizmasıyla bir daha ayar tutmayacak ölçüde oynamak bu çabanın bir yüzü. Gerçi burjuva demokrasilerinde hukuk ve ahlakın ancak egemenlerin işine geldiğinde gündeme gelen olgular olduğunu ve bugüne dek devlet mekanizmasının, boyutları farklı olsa da hemen hemen aynı şekilde işlediğini biliyorduk. Burada yeni olan bunun daha önceki örneklerinde olduğu gibi gizli değil açıktan yapılıyor olması.
İktidarın ayakta kalmak, güçlü bir şekilde 30 Mart seçimlerinden çıkmak ve (inanmayacaksınız ama hala daha) Erdoğanı devlet başkanlığına taşımak şeklinde özetlenebilecek stratejisinin en önemli ayağını toplumsal ayrışma yaratmak ve bu ayrışmayı derinleştirmek oluşturuyor. Ve iktidar ülkeye verebileceği en büyük zararı bu toplumsal ayrışmayı daha da derinleştirecek adımlar atarak veriyor.
Başbakanın tavrına ilişkin dile getirilen gerçeklikten kopmuş, psikolojisi bozuk ya da Narsist gibi tanımlamalar meseleyi mistikleştirmekten öte bir anlam taşımıyor bana kalırsa. Çünkü başbakan tüm dezenformasyonu gayet bilinçli bir şekilde yapıyor. İktidarını korumak ve 30 Mart sonrası devlet başkanlığına oturmak için kendisine oy veren kitleyi militanlaştırmaya ve gerektiğinde herhangi bir ötekinin üzerine salınmaya hazır bir ruh haline büründürüyor. İktidarın siyasi habitatında yer alan kesimler de iradelerini rehin verdikleri liderin gösterdiği her yöne düşünmeden atılıyor ve ağzından çıkanı koşulsuz destekliyor.
Bunun örneklerini AKP iktidarı boyunca onlarca farklı vesile ile görmüş olmamıza rağmen Berkin Elvanın cenazesi ve sonrasındaki olaylarda çok daha net ve duru bir biçimde gördük. Başbakanın miting meydanlarında sizden-bizden ayrımı yapması kimi iktidar kalemleri tarafından seçim atmosferi ve miting meydanı psikolojisine bağlanıyor. Durumu affettirmez ama hadi öyle diyelim. Ama çarşamba gecesi TRTde maaşlarını havuz medyasından alan bir grup gazete çalışanının (gazeteci diyemediğim için böyle bir tanım yapıyorum) Başbakanın yanıtlarını sorulama çabaları sırasında aynı cümleleri hatta daha ağırlarını, üstelik sahte polis raporlarına dayandırarak, büyük bir sükûnet içinde ayrıntılı şekilde anlatınca geriye iktidar medyası tarafından savunulacak bir şey de kalmadı.
Berkin Elvanın cebinden 11 tane patlayıcı çıktığını iddia etti. Demir bilyeler dedi, puşi takıyordu polis ne bilsin küçük olduğunu dedi. Oysa hepsi yalandı söylediklerinin. Patlayıcı dediği polisin küçük çocukları içeri tıkmak için kullandığı bir kelime oyunuydu. Polis eylemlerde yakaladığı çocukların cebinden çıkan maytapları resmi raporlarda hafif patlayıcı olarak tanımlıyordu. Ama Berkinin üzerinde maytap da yoktu. Cebinde demir bilye, yüzünde puşi yoktu. Açıktan yalan söyledi başbakan. 17 Aralıktan bu yana artık kaçıncı yalanıysa
Ve ekledi Berkinin ölümü bana kurulan bir komplodur!
Ne diyordu Cem Karaca: Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak. Kurtaramayacak ama geriye bıraktıkları Türkiye pek iç açıcı bir ülke olmayacak.
Başbakan ayrım yapmadan tüm kitlesini militanlaştırmaya çalışıyor. Kitle de buna pek itiraz etmiyor, en azından şimdilik. Ama bu kitle içerisinde özel bir grup var. En büyük tehlikeyi de bu grup oluşturuyor. Bunla özellikle son iktidar döneminin başlarından itibaren iktidar partisinin teşkilatlarında kümelenmeye başlayan bir kitle. Çoğu genç, yaşları 16 ile 35 arasında değişiyor. Başbakan Erdoğanın kişiliğinin tam bir yansımasını oluşturan bu kitlenin, bilgiden, fikirden, tartışmadan nefret etmek, beyefendinin ya da reisin her bir sözünü kutsiyete varan bir ciddiyetle kabullenmek gibi meziyetleri var. Seçim mitinglerinde meydanın merkezinde, Meclisteki grup toplantılarında seyirci localarında yer alanlar da onlar. Kanun tanımıyorlar, hukuk tanımıyorlar, mafya hatta eski ülkücü jargonuyla konuşuyorlar. Çatışmaya meyilli hatta aşırı derecede iştahlı bir kesim bu. Nitekim HDPye yönelik saldırılar gibi Okmeydanında Burak Can Karamanoğlunun ölümüyle sonuçlanan provokasyonda yer alanlar da bu kişiler.
Daha kısa bir tanımlamayla, Mussolininin kara gömleklileri, Ernst Röhmün Kara Gömleklileri ne ise Erdoğanın Ak Kefenlileri de aynı şey.
Toplumun nerdeyse tamamının kendisini devlet karşısında korumasız hissettiği, yargı sistemine kolluk güçlerine kısacası devletin tüm kurumlarına güvenin sıfıra indiği, hemen her farklılığın bir ayrışma-bölünme vesilesi sayıldığı bir toplum yaşamak için de yönetmek için de zor bir toplumdur. Bu koşullara bir de tüm olup bitene rağmen liderin peşinden ayrılmayan seçmen kitlesini -özellikle de reisin sözünden ayrılmayı neredeyse şirk seviyesinde bir günah olarak algılayan Ak kefenlileri- ekleyin.
İşte Erdoğan sonrası karşılaşacağımız ülke böyle bir ülke olacak.
Hazır mıyız?
Birgün