Türk paşalarını bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider
Erken seçim second best yoludur, kamuoyu araştırmaları yüzde 34 ile akepeyi gösteriyordu, Meclis kararına bağladılar. Yalnız şu şekilde bir sorun ile karşılaşıldı, Meclis kararı aldı, partiler adaylarını belirlediler, listelere alınmayan milletvekilleri çoktular, çoğunluk oluştuyorlardı, erken seçim kararını bozabiliyorlardı ve harekete geçtiler. Durduran Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğludur; sonuçta akepeyi iktidara getiren Yüksek Komutanlar, başta Kıvrıkoğlu, diyebiliyoruz. Hilmi Özkökü yerlerine, akepe hükümetinin gardiyanı olarak bıraktılar.
Tahminler doğru çıktı ve akepe, oyların yüzde otuz dördünü, başka deyişle üçte birini ve milletvekillerinin üçte ikisini alarak iktidara geliyordu. Eylülist Darbenin oyunu ya da seçim sistemi diyebiliriz; yüzde onluk baraj ve ilaveten, ağırlaştırılmış çoğunluk oyu var. Hasan almaz, basan alır düzeni seçim darbesi demektir ve cehepenin can simitidir, kutsal tuttular. Necdet Calp ve Aydın Güven Gürkan, doğallıkla Ecevit, bunlar hariç ve hep diktatoryaya ortak oldular.
ZINDANDAN VEKILLIĞE
Bu incelemeyi tamamlarken arkadaşlarımının kulakları televizyonlarda, tahliye için eşyalarını toplayanlar varlar. Ben ise, akepenin bir yeni döneme açılmak istediğini tasarlayabiliyorum ve Silivri zindanından akepe milletvekilliğine çıkacakları gözlerimin önüne getirebiliyorum, engelleyemiyorum; geliyorlar. Ama akepe sürer mi, çok zordur; ancak her dönemde Şirin Ünal olmak kolaydır. Çıkarlar, İbraniyette isimler biseksüeldirler ve Şirin, hem aslan ve hem tatlı anlamındadır.
HEPSI BU KADAR
Mustafa Balbay hiç savunma yapmadı, ama yine de pek sevdim, iyi bir yazar olmaya gidiyordu, güzel mesel darb ediyordu, ben de savunma yapmaktan kaçınmasını geri plana itiyordum. Hep iki nokta üzerinde durdu; bir, ben Cumhuriyet Gazetesi yazarıyım, bunu çok önemsiyor ve abartıyordu. İkincisi Uğur Mumcunun sandalyesine oturuyordum. Bunların dışında hiçbir savunması olmadı, içim yanarak dinliyordum. Ne Cumhuriyet, ne Kemalizm, ne hukuksuzluk, ne zulüm; çok saygılı bir sanık, ilaveten Cumhuriyet Gazetesi ile Uğur Mumcu varlar, kurtarıcıdırlar. Hepsi bu kadar ve burada duruyor.
Her zaman olmasa da önemlidir; Cumhuriyet Gazetesi, Ergenekon Terör Örgütü diyordu ve Mustafa ile birlikte hepimizi terörist sayıyordu. Uğur Mumcuya gelince, pek severiz, ancak abartılmamasını ve bir fetiş haline getirmemeyi tavsiye ediyorum; Mustafa ile hiçbir benzerliği yoktur. Uğur, İlhami Soysal ekolünü sürdürüyordu; bilgiye ve raporlara dayanarak yazar, polemik ve çok zaman kavga yapardı, Uğur Mumcu budur. Mustafa Balbay bu değildir; ilaveten, iyi bir yazar ve kötü bir gazetecidir. Bunlara işaret etmek zorundayım. Şu da var, kötü bir politikacı olma yolundadır.
Mustafaya artık yazmamasını tavsiye edebiliyorum ve ayrıca, eğer münafikun grubuna katılmak istemiyorsa, bir Fethullahi olan Kılıçdaroğlundan uzak durmasını ve cehepenin bir tarikata kaptırılmasına karşı çıkmasını öneriyorum. Öneridirler, uymazsa, savaşırız. Yok olmasını istemiyorum.
CEBRAIL VE IŞPORTACI
Çok hoş, geç Osmanlı Döneminde meleklerin cinsiyetini de tartışmışlar, yoktur, aseksüeldirler ve Başmelek Cebrail, cinsiyetsiz olsa da, şu ara çok iyi bir iş yapıyor. Cebrail, kaset toptancılığı ile meşgul, iki tarafın da kasetlerini pazarlıyor, harika bir iştir. Şimdi Cebrail var; her perdenin arkasını görüyoruz, daha aydınlık olduk ve çok daha parlak bir dönemdeyiz. Kılıçdaroğlu ise Cebrailin yanında sadece bir işportacıdır ve Erdoğana, Fethullah Efendinin kasetlerini, Ergenekonda kullanan sen değil miydin, dahi diyemiyor. Tayyip Beyin dediği üzere, 17 Aralık tarihinden bu yana, bu Fethullahi işportacı, Ergenekon sözcüğünü ağzına alamıyor. Mustafa Balbaya çok üzülüyorum.
**
Sen münafik-un resmi yapabilir misin, Karabulut Kemal, en çok şiirimizdir. Öncesi yok ve Nazımdan ödünç alıyorum.
KARŞI DEVRIM
Cebrailin yaptıkları çok önemlidir, sanki kaset toptancısı, iki cenah da kasetler çıkarıyor; artık görüyoruz. Gördüklerimiz arasında Tuğgeneral Hamza Celepoğlu var, Tayyip Erdoğan, paralelci tabir etti ve bunu artık Fethullah Gülenin generallerinden olduğu şeklinde anlamak durumundayız. Bize gelen bilgiler, teyid etmektedir. Üzerinde durmam gerekiyor.
Böylece, bir, Türk Ordusu Gülen ile barışmış olmaktadır, ilk kez bile bile Fethullahi bir albayı general yaptılar; isteyen devrim diyebilir, karşı devrim daha yerindedir. Ancak burada önemli nokta şudur; Ordu, Celepoğlunu, Fethullahi olmaktan çok, Akepenin adamı, Erdoğanın tercihi saydığı için terfi ettirmiştir, kuşku duymuyorum. Ol tarihte birisi diğeri ve diğeri de birisidir, başka deyişle ikisi bir ve aynıdır; paralel-maralel yeni bir icat olup, inandırıcılıktan çok uzaktır, tekrarlamış oluyorum.
Ve iki, Erdoğan, Celepoğlunu Fethullahi tarif ederken, bilerek konuşuyor; insan kendi adamını, ben malımı biliyorum sözü var ki, kendi malını bilmez mi, biliyordu. Peki kim, Celepoğlu Silivri Orduları Başkomutanı idi, İstanbul İl Jandarma Komutanı demek istiyorum. Silivri Komutanı diyorum, hapishane ve mahkeme komutanlıklarını, yarbayları seçen ve denetleyen işte bu Celepoğludur. Ve hepsi Fethullahi idiler, bizlere kan kusturdular. Önemli duruşmalardan önce, mahkeme salonunu demir kafeslerle kuşatan işte bu Celepoğlu ve adamlarıydı; yalnız, yanlış anlamamak zorundayız, bize kan kusturan akepedir. Ayrı-gayrı ve paralel-maralel yoktur, kabul edemeyiz. Ve buradan devam ediyoruz.
**
Biz Silivride konuşurken, Celepoğlu ve Özese yanyanadırlar.
ORDU-AKEPE CO-PRODUCTION
Cürüm arkadaşlarım, içlerinde subaylar da bulunan refik-i cürümüm, Celepoğlu ile cezaevinde görevli Fethullahi adamlarını, yarbaya kadar çıkıyorlar, Orduya duyurdular. Adlarını verdiler ve soyadlarını yazdılar; bir cevap alamadılar, oyunlarını biliyorlar ve devam ettiler. İlker Başbuğ, bu tür meselelerle ilgilenmedi; bir daha kaydediyorum, Ergenekon Mahkemeleri, bir Ordu-Akepe Co-Productiondır ve bunu en çok İlker Paşa bilmektedir.
Paşa, sınava doymayan, çalışkan bir ilkokul öğrencisidir. Kendine hiç güveni yoktur ve hep güven vermek istemektedir. Bir daha, encore une fois, bir daha yargı; hani şöyle güzel olsun, aynı zamanda Yüksek Divan; suçsuz olduğunu söylediği mahkemeyi bir daha istemektedir. Bunları yazarken utanıyorum.
KARŞI DIL
Mithat Paşa, iki mahalini doğru ve sahih buluyorum demişti; Birisi başındaki besmelesi ve diğeri nihayetindeki tarihidir, eklemişti. Devam etmişti, acayip, siz bizi idam cezası ile hükmetmişsiniz ve öyle ise, mahkeme namile bu mahalle halkı toplamaya hacet ne idi, böyle bitmektedir. Bis bis, bunu operada söylüyoruz.
Çökmek mi, öncelikle, cezaevlerinde hep çökenlerin, işkencecilerin dilini konuştuklarını gözlemledim. Ayrıca karşı tarafın oyununu oynuyorlar; Başbuğ Kararının Anayasa Mahkemesinde görüşüleceği gün, 6 Mart 2014 tarihinde, Akepe yayın organı Sabahta mülakatının yayımlanması çok şaşırtıcıdır; çok az rastlanır bir hal olduğunu söyleyebiliriz. Başlıkta paralel yapı bize kumpas kurdu, bunu İlker Başbuğun söylediğini kabul edemeyiz, konuşan Erdoğandır ve dil Erdoğana aittir. Karşı dildir.
Divana çıksa herhalde Menderesi ararız, paralel tehlike bizden önemli; İlker Başbuğu Divanda konuşurken görüyorum ve hemen gözlerimi kapatıyorum. Ve yine de açıyorum, Türk Silahlı Kuvvetlerinin de hataları oldu, yemin törenlerine başörtülülerin alınmaması hatadır, bunu duyuyorum; hemen kapatıyorum. Gözümü kurtarıyorum ama yüzüm kızarıyor. Türk Ordusu, çok yazık, dudaklarımın arasından dökülen bu sözcüklerdir.
YA DAVULCU YA ZURNACI
Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi olduğum yıllarda Metin Heper asistandı, şimdi profesör, çok çalışkan ve çok terbiyelidir ve her zaman en muhafazakar olduğunu söyleyebiliriz. Şu sırada, Temrenin en yakın arkadaşı ile evlidir; Handan Cumhuriyet Mitinglerini hiç kaçırmazdı, Metin Heper, evde veya yazlıkta oturur çalışırdı, mutlak akepelidir. Hep saygılıdır.
Öğrencilik yıllarımda arkadaşımdı, ben Siyasalın, Ergun Özbudun ile Deniz Hukukun münazara ekibindeydi. Ergun Özbudun ile yarışırdık, pek severdim; anayasa profesörü oldu, akepenin anayasa taslağını hazırlayan ekibin başındaydı, o tarihte de çok görüşürdük. Kızları İpek bizim de kızımız; oğlumuz Devrim ile evlidir. Uzun aile kahvaltılarımız olurdu, Ergun klasik Türk müziğine düşkündür. Metin ile beraberdiler, Bilkent döneminde yarışırlardı; şimdi sanıyorum Metin aynı yerdedir ve Ergun, Taraf ve Zamanda sert eleştiriler yapmaktadır. Erdoğan Teziç dostumuzla birlikte pek mahir anayasa hukukçularıdırlar, kabul görüyor.
**
Türk Paşaları mı, bırakırsanız, ya davulcuya ya zurnacıya giderler ve bu söz, İlker Paşa için darb edilmiştir. İki yüksek danışmanını biliyoruz, Metin Heper ve Ali Nihal Özcandır. Özcan, bir zurnacıdır; İlker Paşanın tahliye törenine gelseydi, iyi zurna çalabilirdi, korkmuştur. Ve korku bulaşıcıdır, gelmemiştir, aynen ve öyle düşünüyorum.
MEZALIMI SAVUNAN KOMUTAN
Paşa yüksek görevdeyken danışmanı Profesör Heper ile birlikte şunları yazmıştım: İlker Paşanın yazdıklarının hepsi yanlıştır. Kılavuz meselesi olarak görüyorum. İlker Paşa da Metin kadar Amerikancıdır; her kalem oynatışında Tezkereyi çıkarmamak hata olmuştur, diyor; bir devlet adamına hiç yakışmıyor. Bir, Amerika ve Israel, bir tek Türk askerini sınırın Güneyine bırakmaz, giderlerse başlarına çuval geçiriyor. İki, o sırada Dışişlerinde görevli Deniz Bölükbaşı da tezkere açılırsa, Türk askerinin Güneye gireceğini söyleyemiyor. Üç, milyonlarca Iraklı öldürüldü, Irak parçalandı, bir Türk Paşası bütün bunları görmüyor ve büyük bir acımasızlıkla, Orta Doğuda Amerikan mezalimini savunuyor. Politika değil, tarih değil ve sadece yaranmadır. Çok acı duyuyorum, çok.
ASKERI YARGIYI KAPATMAK
Ne demek Co-Production; askeri yargıyı kapatmak demektir. Sürecin başında, dışarıda idim; askeri mahkeme, askeri mahkeme, bütün televizyonlarda çatlattım. Yüksek Komutanlar darbe ile yargılanacak, bunu savcı Mehmet Ali Pekgüzel, yargıç Özeseye bırakmak, acımasızlık ve hukuksuzluktur. Adli Müşavir Hıfzı Paşayı hedef masasına koydum; sonra Mahkemede birleştik, çok onurlu bir subay ve değerli bir hukukçudur. Bana, Beni perişan ettin Hocam diyordu ve ben de Ne yapabilirdim diyordum. Orduyu korumak istedim, asıl vericileri saklı tuttum, buradayız. Ve 5 Ağustosta Hıfzı Paşaya hep Bugün çıkacaksın Paşam diyordum ve Çıkacağımı bana önce sen söyledin, Hocam dedi; böyle ayrıldı. Buluşuruz.
Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ, askeri mahkemeleri çalıştırmayan, silah arkadaşlarını, şimdi herkesin karaladığı mahkemelerin önüne çıkaranlar, bu ikisidirler. Akepe ve Tayyip Erdoğan ile işbirliği yaptılar. Kendilerine kadar uzanmayacağını hesapladılar ve İlker Başbuğ, Hava Kuvvetlerinde askeri mahkemelerin çalıştırılmasını da önlediler. Sahip çıkmadılar, işbirliği yaptılar. Tekrarlıyorum.
BILMEMEKTEDIR
Ne yaptığını bilmeyen bir subay olarak görüyorum. Neler yapmadı ki ve bilmemektedir. Erdoğan kendini tutamıyordu, önünü boş sanıyordu, 102 komutanı toplamaya başladı, İlker Paşa gitti ve bunları hapishanelerin kapısından aldı, müthiş, ancak ne anlama geldiğini bilmiyor; buna bir diyorum. İki, kuvvet komutanlarını topladı, böyle bir durumda diğer ordular ne yaparsa, yaparız diyordu. Önemlidir. Üç, Vecdi Gönülün de olduğu bir yerde, Erdoğana, Erdoğanca konuştuğu bilgisine sahibiz. Erdoğan misli kendisine güç ve kutsallık vehmeden birisinin bunları hazmedeceğini düşünmek zordur. Çocukça diyebiliriz.
**
Hapse attıran Erdoğandır. Aziz Yıldırımı çıkaracağım demektedir ve şu anda, de facto, ve keyfice, infazı erteleme yasası uygulamaktadır; hukuk dışı, ama memnunuz. Yalnız şimdi Cebrailin kaset demokrasisinde ayrıca Yıldırımı yerinden etmek için tertipler kurduğunu da öğreniyoruz. İşin iki tarafını da görüyoruz.
SILAHLARIM KITAPLARIMDIR
Benim silahlarım, kitaplarımdır. Yazarım, televizyonlarda atarım, sıkarım da diyebiliriz. Bir ara televizyonlarda, başlamadan önce yapımcılar, Hocam, bize de birkaç tane..., atmamı istiyorlardı. Şimdi hapishanede memurlar, özlemişler ve ben de çıkınca diyorum. Koğuş Avukatımız Levent Göktaş Albay, hepimizin çıkış dilekçesini yazdılar ve verdiler. Bekliyoruz.
**
İlker Başbuğ bilmiyorlar; Mahkemenin kararı, Başbuğ için değil, hepimizedir. Bu kararda Başbuğ bir kişidir ve karar bütün Ergenekon tutsaklarını kapsamaktadır. Tutsak olduğumuzu ilan etmiştim, Maltadan dönmek üzereyiz. Ve Anayasa Mahkemesi, iktidarın kestanelerini ateşten almaktadır. Şimdi biz kestaneyiz ve ateşteyiz. Alıyorlar.
ORDUCU SOSYALIST
Tekrar edebilir miyim, eksik kaldı, Biz, Doğan Avcıoğlu ile ben, orducu sosyalistiz, bu sözler bana ait, Ordu ile sosyalizmi kurmayı düşünmüyoruz, ancak hep izleriz, biz sosyalistiz ve izleriz, sert bir şekilde eleştiririz. Kuvvet Komutanlarının Birinci Ordudan çıkmalarını, oligarşi ile kucaklaşmaları olarak anlarız, hepsi ex-officio, Büyük Kulüp üyesi yapılırlar ve içlerinde çok büyük zenginlerle her akşam kumar oynayıp kazananlar çokturlar. Yazarız.
**
Hiçbir ordu mensubunun Seferberlik Dairesini açma yetkisi yoktur ve Ordunun kalbini teslim etmektir. İlker Paşa, açmazsak bize güvenmezler dediler ve her televizyonda sert olarak eleştirdiğimi hatırlıyorum. Devlet idaresinde bu usul yoktur; burası Suudi Arabistan değil, kurumlar ayrıdırlar; Türkiyede Cumhurbaşkanının dahi giremeyeceği yerler vardır, burada İlker Başbuğ bize güvenmezler derken, kendisinin akepeye çok güvendiğini anlatmaktadır. Birdenbire yeniden yargılanma projesini benimsemesi de budur; Başbuğ, bunun Tayyip Erdoğan projesi olduğunu bilmektedir. Akepe, Ergenekon ve tabii Balyoz ve diğerleri, bunları bitirmek, ancak bazılarına kulp takmak zorundadır. Bu oyunu oynadılar.
EMRIN OLUR
Şimdi ise Başbuğ, daha başka bir yerdedir. 6 Mart 2014 tarihli Sabah Gazetesinde birinci sayfada şunu okuyoruz: ABDden biri Arınça suikast yapılacağı ihbarında bulunuyor. Kozmik Odada Arınça suikast delilleri arayacaklar. Başbakan ile görüştüm, arasınlar dedi. Çok acı ve çok yazık, İlker Başbuğ cevaben ne dediğini söylemiyor ve ben ekliyorum: Emrin olur. Anlıyoruz ve çok yakınlar; bu işte beraberdirler ve tekrarlıyorum.
ÇOCUKÇA KORKU
İsmet Paşa böyle zamanlarda güldürme beni diyordu. Artık güldürüyor, eklemek durumundayız. Şimdiki Jandarma Komutanı Server Yörük, o sırada bu işlere bakıyordu; Fethullaha yakın ve dolayısıyla iktidara yardımcı bir havadaydı. Birlikte tertip ettiler ve Başbuğ, Mahkemenin karar vereceği gün, Sabaha şunları söylüyordu: O zaman Kozmik Odaya giriş izni vermeseydim, bugün beni Bülent Arınça suikast azmettiricisi bile yapabilirlerdi. Çocukça bir korku, Genelkurmay eski Başkanı, bu meselede, Arınç için dava bile açılmadığını pek unutmuş görünüyor. Ben de artık kapatıyorum ve kapatmadan önce, ölmüşüz de habarımız yokmuş diyorum. Ve bunları da dirilmeleri için yazıyorum. bir daha böyle Ordu olmayacak, umut ediyorum.
**
Kendimize güvenimiz var.
**
Bitiriyorum.
**
Popüler kitapları okuyamıyorum, Arkadaşım Sait göndermiş, Fathali, Fatih Ali okuyabiliyoruz, Moghaddamın The Psychology of Dictatorship kitabını okudum, Diktatörlerin Psikolojisi üzerinedir. Şu, the image of the dictator becomes very similar to the image of prophets and saints and is venerated the way religious believers venerate prophets and saints, güzel, Doktor Moghaddam, Humeyni İranından geliyor ve görebiliyor; diktatör imajını, peygamber ve aziz imajına yaklaştırıyorlar ve dindarlar, müminler, sanki peygamber karşısındadırlar, dokunulmaz ve uludurlar. Çok tuhaf, burada durmuyor, aileye de yayıyorlar, harem sayıyorlar, untouchable dediğimi hatırlıyorum, İbrani harim sözcüğünden gelmektedir.
Bir elçilikte, Devlet adına Emine Hanım konuşmuş, Milletvekili Kamer Gençb demiş; olmaz ve dediği doğrudur. Kamere nerede ise günah işlemiş bir adam muamelesi yapmaya kalktılar; untouchable, dokunulamaz ve dokundular. Bir tuhaf, Cebrail, birden ne hale getirdi ve nerede ise hırsız diyorlar, ben de töbeler olsun ekliyorum. Cebrail mi, melek olsa da çok güçlüdür.
HALIFE VEKIL
Abramowitz-Edelman Raporunda Erdoğan için, Türkiyeyi yeniden dizayn etmek üzere bir mandate sahibi olduğuna inanıyor, denilmektedir. Buradaki sözcük, mandate, vekalet anlamı var, ancak halife olarak da anlayabiliyoruz. Halife vekildir; gerçi kimin vekili olduğu tartışmalıdır; Ebu Bekir ve Ömer, Resul-u Allahın vekili olduğuna inandılar ve Emevilerde Halife, Allahın vekilidir. Buradaki anlam budur, ikili bir misyon sahibi olduğuna, Erdoğan inanıyor. Ama şimdi Cebrail zamanıdır.
**
Peki bu ne şiddet, daha düne kadar kardeştiler; Erdoğan, Said-i Nursiye bağlı ve Fethullah Gülen, Nursiden çıkmadır. Kucak kucağa götürüyorlardı ve birden ayrıldılar. Anlayabiliyorum fakat bu şiddeti anlayamıyorum.
Uhudu, Muhammediler kaybettiler; ölenlerden birisi Hamza idi, Peygamber Muhammedin kuzeni ve Hind de Muhammedin düşmanlarından birisinin eşi, herhalde eşini kaybetmişti. Ve Hind, Hamzanın cesedini buldu, burnunu ve kulaklarını kesti, kendisine bilezik yaptı ve tabii takmıştır, kaynaklarda yazılıdır. Sonra Hind, Hamzanın gövdesini parçaladı, ciğerini çıkardı, kendisine bir ziyafet düşünüyordu. Yalnız benim kaynağım, burada durduğuna işaret etmektedir. Nedenini bilemiyorum.
Bu savaşı ve şiddeti görüyorum. Belki de yalnız burada var. Münafikun şiddeti de taklit ediyor. Hep taklitçidirler.
Yalçın Küçük
Odatv.com