Flaş iddia: Guta'daki kimyasal saldırıyı MİT planladı!
ABD'li gazeteci Seymour Hersh, bugün yayınlanan makalesinde, Suriye'de aldığı tutum nedeniyle Erdoğan'ı zor duruma düşürecek çarpıcı iddialarda bulundu.
Hersh'in yazısında iddia ettiği öne çıkan kimi başlıklar şöyle;
- Tayyip Erdoğan'ın El Nusra'nın destekçisi olduğu ABD tarafından da biliniyordu.
- 2013'ün bahar aylarında, Erdoğan, içerideki sorunlarının çözümleri içinde Türkiye'nin Suriye'deki rolünün anahtar niteliğinde olduğunu görüyor ve cihatçılara desteği keserse her şeyin biteceğini biliyordu!
- Erdoğan'ın umudu, ABD'yi kırmızı çizgiyi aşmak için zorlayacak bir olayı teşvik etmek oldu!
- El Kaide ve bağlı örgütlerinin, Türkiye'de gelişkin ölçülerde kimyasal silah depoları bulunuyor.
- Guta'daki kimyasal saldırının Erdoğan'ın planlamasıyla yaşandığı biliniyor.
- MİT ve jandarma, kimyasal savaş yeteneklerini geliştirmek için Nusracılar ile doğrudan bağlantılı çalışıyor, ABD istihbaratı bunu 2013 baharından beri biliyor!
- Türkiye ve Suudi Arabistan'daki bir dizi 'üretim merkezi', kilogramlarca sarin gazı öncülü üretmek için çalışıyordu. (Guta saldırısından önce)
- Geçtiğimiz Mayıs ayında, Türkiye'de 10 Nusra üyesi yakalandı, haklarında 130 sayfa iddianame yazıldı, ama liderleri Heysem Kassab ile birlikte salıverildiler.
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/flas-iddia-gutadaki-kimyasal-saldiriyi-mit-planladi-haberi-90586
Her başlığın biri diğerinden daha dehşet verici. Böyle bir haberi okuduğunuzda ''hayır bizim hükümet böyle bir şey yapmaz'' diyebiliyor musunuz?
Suriyedeki kimyasal saldırıyı MİT planladı jandarma taşıdı
Amerikalı gazeteci M. Hersh, Suriyedeki sarin gazı saldırısının arkasında Türkiyenin bulunduğuna dair haberinin arka planını anlattı.
Diken haber sitesinden İlhan Tanırın yaptığı söyleşide Hersh, haberin kulaktan dolma bilgilere değil, kimilerini 30 yıldır tanıdığı sağlam kaynaklara ve saldırıyı MİTin planladığını, sarin gazı yapımında kullanılan kimyasalların da bizzat Türk jandarması tarafından Halepe taşındığını anlatan Amerikan istihbarat raporuna dayandığına dikkat çekti.
Pulitzer ödüllü gazeteci, raporun Beyaz Saray tarafından yalanlanması ile ilgili, Elimde, hatta şu an önümde bulunan raporun var olmadığını söylüyorlar yani
diyerek haberinde yer almayan bir bilgiyi de aktardı:
Beyaz Saray Suriyedeki muhalif grupların elinde sarin gazı bulunduğunu yalanlayadursun, Floridada ABD Genelkurmay Başkanı başkanlığında bir ekip o sarin gazı yanlış ellere düşürse ne yaparız diye kafa patlatıyordu.
Hersh, 4 Nisan günü London Review of Booksta yayınlanan haberinde, 21 Ağustos 2013te Şamın doğusundaki Guta banliyösünde meydana gelen kimyasal silah saldırısının, Suriye rejimi tarafından değil, ABDyi Suriyeye karşı savaşa sürüklemek amacıyla Türkiye tarafından El Kaideye bağlı El Nusra Cephesine yaptırıldığını öne sürmüştü. Haber geniş yankı uyandırırken Amerikan ve Türk hükümetlerince yalanlandı; kimi gazeteciler ve araştırmacılar tarafından da eleştirildi.
İşte İlhan Tanırın haberin unsurları ve eleştirilerle ilgili sorulan sorulara yanıtları:
"BEYAZ SARAYIN HABERİNİZİ YALANLAYAN AÇIKLAMASI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Bu açıklama, daha önce yaptıkları açıklamanın benzeri zaten (Hersh, geçen Aralık ayında London Review of Booksa yazdığı Kimin Sarini başlıklı habere dair Beyaz Saray yalanlamasından bahsediyor). Söyledikleri her şeyin doğru olduğunu iddia eden bir açıklama. Aslında söyledikleri şey şu: Hershün elindeki istihbarat dökümanı aslında yok (gülüyor)
Yani kafalarını kumun içinde tutmak istiyorlar. Kendi bilecekleri iş.
BU RAPOR ELİNİZDE Mİ YOKSA DUYUMUNUZ MU VAR?
Evet, tabii ki. Hatta şu an önümde! İzin verin ilk satırını okuyayım isterseniz. İlk satırı kalın harflerle yazılmış ve konuşma noktaları diyor. Hitap ettiği kişi, üst düzey yetkili, ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı Başkan Yardımcısı David Shedd
. 20 Haziran (2013) tarihli
İlk konuşma noktasının başlığında, yine kalın harflerle, El Nusra Cephesi bağlantılı sarin üretim hücresi
yazıyor. Yani böyle bir hücre bulunduğunu söylüyorlar. (Bu röportaj Diken.Com.Tr özel haberidir) Deniyor ki, El Nusra Cephesi bağlantılı sarin üretim hücresi 11 Eylül 2001 öncesindeki El Kaide bağlantılı hücreden bu yana en ileri sarin üretim merkezi. Bunu biliyoruz çünkü, orada (Afganistan) savaş başladıktan sonra, 2001in sonbaharından El Kaidenin sarin üretim faaliyetlerinin görüntüleri ele geçirildi. El Kaidenin sarin gazını hayvanlar üzerinde denediğini biliyoruz.
BU BAHSETTİĞİNİZ EL NUSRANIN SARİN ÜRETİM HÜCRESİ, MERKEZİ SURİYE İÇİNDE Mİ?
Tabii ki. Bu bir El Nusra hücresi. Kuvvetle muhtemel ki Halep yakınlarında bir yerde. Sözünü ettiğim raporda El Nusranın adamlarından söz ediliyor. Suriyedeler
Türkiyede kimyasal madde alımı yapma çabasındalar, sinir gazı bileşenleri ve gerekli teçhizat da dahil olmak üzere. Anlaşılan o ki biz (ABD istihbaratı) bundan haberdarız, bunu takip etmişiz ve ne yaptıklarını biliyoruz. Ve biz (ABD istihbarat ve hükümeti) bu faaliyetleri izlemişsek MİTin izlemediğini hayal edemem açıkçası. Türkiye içinde değil yani bu bahsettiğimiz sarin merkezi.
BU YAZININ YAYINLANMASINDAN SONRA SURİYE REJİMİNDEN HERHANGİ BİRİ İRTİBATA GEÇTİ Mİ SİZİNLE?
Hayır. Bakınız, bana ilginç gelen bazı değerlendirmeler var haberimle ilgili
Yok efendim, Rusların istihbaratına nasıl güvenirmişiz? (Hershün haberinde, 21 Ağustos 2013′teki sarin gazı saldırısı muhaliflerin yapmış olabileceğine dair ilk bulguya Rusların ulaştığı ve bölgeden elde edilen numuneyi İngiliz istihbaratına verdiği belirtiliyor.) İyi de o bulgular önce İngiliz Genelkurmayı tarafından, sonra da ABD Genelkurmayı tarafından gözden geçirildi ve ancak bundan sonra ABD Başkanının önüne kondu. Ee, neden bahsediyor bu insanlar o zaman? Ruslar getirdi diye çürük mü olacak bulgular? Deli saçması bu. Ha tabii bir de Baasçıymışım ben. Öyle diyorlar. Faşist Alevinin tekiymişim. Bunu bilmiyordum (kahkaha atıyor).
ŞİMDİYE KADAR ERDOĞAN KONUŞMADI AMA BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ KÜLLİYEN YALAN DEDİ. BU GERÇEKTEN DEDİĞİNİZ GİBİYSE, İNSANLIĞA KARŞI SUÇ OLARAK KABUL EDİLİR Mİ?
Bakın Türkiye, Suriye içinde sarin gazı geliştirilmesine yardım ediyordu. Bakın mesele şu: Şimdilik Türkiyeyi unutalım, ben Amerikalıyım. Benim hükümetim, halen Suriye içinde, muhalefet bölgelerinde sarin bulunmadığında ısrar ediyor. Seküler veya seküler olmasın, hiçbir muhalif grubun elinde yok diyor. Amma velakin daha geçen ay içinde, Floridadaki Merkez Komutanlığında, ki Ortadoğuyla ilgilenir, komutanların liderliğinde bir beyin egzersizi yapıldı. Bu egzersiz, terörle mücadele egzersiziyidi ve konu neydi biliyor musunuz? Şuydu: El Nusra veya IŞİD (daha radikal ve hemen hepsi Suriyeye yabancı ülkelerden gelmiş yabancı cihadçılardan oluşan grup), ülkeden dışarı sürülür de can havliyle sarin stokunu, uzmanlıklarını ve gazı kullanma yöntemlerini Ortadoğu ve Kuzey Afrikada faaliyet gösteren diğer Sünni, Cihadçı, Selefi veya Vahhabi gruplara aktarırlarsa ne yaparız? Evet, buydu egzersizin konusu. Şimdi ABD ordusu, böyle bir sarin saldırısında ne türlü önlemler alabiliriz diye kafa patlatırken benim hükümetim kalkmış Washingtonda, Herhangi bir grupta sarin var mı bilmiyoruz diyor. Dalga mı geçiyorlar? Buna kafaları kuma gömmek denir. Peki neden böyle yapıyorlar? Çünkü haberde de yazdığım gibi, eğer ABD Başkanı bir şey söylediyse, kimse buna yanlış diyemez.
HABERİNİZDE, SALDIRININ SONRASINDA TÜRK YETKİLİLERİN KONUŞMALARININ AMERİKAN İSTİHBARATI TARAFINDAN DİNLENDİĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ. BUNU BİRAZ AÇAR MISINIZ? TÜRKİYE ABD TARAFINDAN NE ÇAPTA DİNLENİYOR?
Bir soruyla yanıt vereyim. İki kere iki ne eder? Dört. Yanıt burada. Her şeyi söylememi mi istersin? Daha söyleyecek ne kaldı? Her şeyi yazdım zaten. Genelde şu söylenebilir, herhangi bir olaydan hemen sonra, zeki insanlar bilir ki, o olayla ilgili en çok şey öğrendiğin an, olay sonrasındaki zamandır. Çünkü herhangi bir operasyondan önce birçok güvenlik önlemi alınır. Operasyondan sonraysa genelde bolca böbürlenilir, zafer naraları atılır. Çoğu zaman, konuşmalar sadece toplanır ama hemen dinlenmez. Böyle durumlardaysa anlık olarak dinlenir.
BU YAZIDA BAHSETTİĞİNİZ TÜRK İSTİHBARAT YETKİLİLERİNİN SALDIRI SONRASI KONUŞMALARININ DÖKÜMÜNÜ BİZZAT GÖRDÜNÜZ MÜ?
İlk olarak bu yersiz bir soru. İkinci olarak, ben bu konuşmaları dinlemiş birisinden alıntı yaptım. Daha ötesini söyleyemem. Bildiğin gibi ben bu işlerde yeni değilim. Çok eskiyim. Bak bugün doğum günüm benim. 77 yaşındayım ben. Konuştuğum bazı insanları ben 30 yıldır tanıyorum. Beraber büyüdük bu insanlarla. Dostuz onlarla. Aramızda bir güven bağı var.
YAZDIĞINIZ HABER HAKKINDA BAZI ELEŞTİRİLER GELDİ. ÖRNEĞİN 21 AĞUSTOSTAKİ SARİN GAZI SALDIRISNIN VOLKAN FÜZESİYLE YAPILDIĞI VE BUNUN SADECE REJİMİN ELİNDE OLDUĞUNU İLERİ SÜRÜYORLAR.
Ohh, evet, Elliot Higgins veya Brown Moses (Suriyedeki askeri gelişmeler üzerine yazan bir blogcu) diyorlar kendisine. Ted Postolla konuşmanı tavsiye ederim onun yerine. Postol (şu an MIT Üniversitesinde bilim, teknoloji ve uluslararası güvenlik profesörü, füze savunma uzmanı) daha önce Donanma Harekat Komutanının bilim danışmanıydı. Postol aylar önce beni ilk aradığında (Aralıkta yazdığı yazıyı kastediyor) bana, Başın belada, fena halde yanılıyorsun dedi. Sonrasındaysa üzerinde çalıştıktan sonra bir başka e-posta gönderip, Vay canına, yazdığın doğruymuş dedi. Bakınız, Higginsi tanımıyorum. Sürekli bu volkan füzelerinden söz ediyor (Higgins 21 Ağustos saldırısının volkan füzeleriyle düzenlendiğini, bunların da sadece Suriye rejiminin elinde bulunduğunu, bununla ilgili birçok video bulunduğunu, dolayısıyla saldırıyı muhaliflerin yapmış olamayacağını savunuyor). Oysa (BMnin Suriyeye kimyasal silah saldırılarının incelenmesi için gönderdiği ekibin başkanı) Åke Sellström, 16 Eylülde bir basın toplantısı yaptı ve saldırıda kullanılan füzelerin en fazla bir iki kilometre mesafe kat etmiş olduğunu söyledi (Aynı sonuca Postol ve ekibi de varmıştı). Şimdi size soruyorum: Suriye ordusu, içinde sinir gazı bulunan füzeleri sadece bir iki kilometre öteye fırlatacak, öyle mi? (kahkaha atıyor.) Rüzgarın değişme ihtimali göz önüne alındığında, bu bir intihardır. Bu hakikaten cesaret ister! Ayrıca kullanılan füzenin isabetli bir füze olmadığı da anlatıldı. Dört aydır aynı şeyleri söylüyor Higgins. Bu geçen yılın haberi. Biz şimdi yeni bilgiler hakkında konuşuyoruz. Volkanları geçtik.
DAN KASZETA DA AĞIR ELEŞTİRİLER GETİRDİ
Kim ki o? Savunma alanında bazı şirketleri var. O şirketlere bak, hepsi bir kişiden oluşuyor. Kim bu adam? 10 yıl önce kimyasal işlerle ilgili çalışmış. Hiçbir niteliğe sahip değil. 10 yıl önce cep telefonu işlerinde çalışmış bir kişiden cep telefonları hakkında şimdilerde bir uzmanlık alır mısın? Aynen öyle
Kimyasal alanda da birçok değişiklik yaşandı. Higgins de Postolla görüşmeler yaptı ama kendi pozisyonunu korumaya kararlı. Higgins biraz Beyaz Saraya benziyor, bir şey dedim mi bunu sonuna kadar savunurum durumu. Volkan füzeleri hakkında ABD hükümeti herhangi bir pozisyon alıp, bu argümanı savundu mu? Hayır. Ne anlama geliyor bu? Çok açık bence. Eğer hükümet uzmanları Higginsin söylediğini ciddi bulsaydı, üstüne gitmez, stratejik olarak ele almaz mıydı? Tabii ki alırdı. Sorun şu, insanlar Esadı sevmediğinden dolayı, tabii haklı sebeplerle, bu tür haberleri de beğenmiyor. Beni de Baasçı, Alevi diye damgalıyorlar. Ama bu bir şey değil. 1969 yazında Vietnamda Mai Laide Amerikan askerlerinin 550 çocuk, erkek ve kadını öldürdüğünü ortaya çıkardığımda çok daha kötü tepkilerle karşılaşmıştım.
TÜRKİYENİN SARİN HAKKINDA EĞİTİM VERMESİ VEYA BU KADAR BÜYÜK BİR SARİN STOKUNU ŞAMA TAŞIMASI, SALDIRI PLANLAMASININ ÇOK GÜÇ OLDUĞUNU SÖYLEYENLER VAR. BUNA NE DERSİNİZ?
Amerikan istihbaratı bir sonuca vardı. O da şu: MİT bizzat yapmıyor
Teknik olarak değil yani ama stratejik ve düşünce bazında yapıyor. Türk jandarmalar maddeleri kamyonlarla Suriye içine taşıdı. Bu materyaller Türkiyeden Suriyeye sokuldu, Halepe götürüldü. Sinir gazı yapılan kimysal maddeler dahil olmak üzere, sonradan da orada bileşim gerçekleştirildi. Ve tüm bunları anlatan bir (ABD) istihbarat raporu var. Ben de bunun üzerine yazdım. Hepsi bu."
Odatv.com
Seymour Hersh'in kritik makalesinin tam metni: Kırmızı çizgi ve gizli hat
Seymour Hersh'in, Pazar günü London Review of Books'ta yayınlanan ve geçen yıl Ağustos ayında Suriyede düzenlenen kimyasal saldırının arkasında Türkiye hükümetinin olduğunu iddia ettiği makalesinin tam metnini, soL Portal okurları için yayınlıyoruz.
Çeviri: Merve Özrak, Reşat Bilici
Kırmızı Çizgi ve Gizli Hat
2011 yılında, Barack Obama, ABD Kongresi'ne danışmaksızın Libya'ya askeri bir müdahale düzenlemişti. Geçtiğimiz Ağustos ayında, Şam'ın Guta bölgesine yapılan sarin gazı saldırısının ardından hava saldırısı yapmaya hazırlanan Obama, bu kez 2012 yılında kimyasal silahların kullanımı hususunda belirlenen 'kırmızı çizgiyi' aştığı ileri sürülen Suriye hükümetini cezalandırmayı amaçlamıştı. Hazırlanan bu planın iki günden az bir süre öncesinde ise Obama müdahale için Kongre onayı arayışı içerisinde olduklarını açıklamıştı. Kongre komite oturumları için hazırlık yaparken ertelenen bu saldırı, Esad'ın Rusya'nın Suriye kimyasal silahlarına yönelik teklifini Barack Obama'nın kabul etmesiyle birlikte iptal edilmiş oldu. Peki, Libya'ya girmekten çekinmeyen Obama neden Suriye saldırısını önce erteleyip sonra müdahaleden vazgeçmişti? Sorunun cevabı, kırmızı çizgiyi zorlamayı dayatan yönetimdekiler ile bu denli ileri gitmenin hem gayrimeşru hem de tehlikeli olabileceğini düşünen askeri liderler arasındaki fikir ayrılığında yatmaktadır.
Obama'nın kararındaki bu değişikliğin temelinde Wiltshire'daki Porton Down savunma laboratuvarı yatmaktadır. İngiliz istihbaratı 21 Ağustos'ta yapılan saldırıda kullanılan sarin gazından bir numune almış ve yapılan incelemeler sonucunda kullanılan bu gazın Suriye'deki mevcut kimyasal silah numuneleriyle uyuşmadığı saptanmıştı. Suriye aleyhine tutulamayacağı anlaşılan bu durum, ABD genelkurmay başkanlığına çabucak bildirildi. İngilizlerin raporu, Pentagondaki şüpheleri artırmıştı; genelkurmay başkanlığı teşkilatı, uzun menzilli bir bomba kullanarak Suriye'nin altyapısını hedef alan bir füze saldırısı yapmanın Ortadoğu'da geniş çaplı bir savaşa yol açabileceği konusunda Obama'yı uyarmak üzere hazırlanmaktaydı. Sonuç olarak, Amerikalı yetkililer, başkan Obama'ya bir son dakika uyarısı göndermişti; onlara göre bu da, Obama'nın saldırıyı iptal etmesine yol açmıştı.
Aylar boyunca, Suriye'nin komşularının, özellikle de Türkiye'nin söz konusu savaştaki rolü ile ilgili üst düzey komutanlar ve istihbaratçılar arasında ciddi bir kaygı mevcuttu. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğanın İslamcı ve cihatçı gruplar arasında yer alan El Nusra Cephesi'ni desteklediği biliniyordu. Eski bir Amerikan istihbaratçısı ile yaptığım bir görüşmede kendisi bana, Türk hükümeti içerisinde bazı gruplar olduğunu biliyorduk. Bu grup, Suriye'ye yapılacak olası bir sarin gazı saldırısında Esad'ı köşeye sıkıştırabileceklerini ve kırmızı çizgi hususunda Obama'yı zorlayacaklarını düşünüyordu dedi.
Genelkurmay yetkilileri, Obama yönetiminin yalnızca Suriye'nin sarin gazına erişimi olduğu konusunda yaptığı açıklamaların yanlış olduğunu da biliyordu. Amerikan ve İngiliz istihbaratçıları, 2013 baharından beri, Suriye'deki bazı isyancı grupların kimyasal silah geliştirdiklerinden haberdardı. 20 Haziran'da, ABD Savunma İstihbarat Örgütü analistleri, beş sayfalık gizli bir konuşma planıyla birlikte örgütün direktör yardımcısı David Shedde brifing verdi. Belgelerde, El Nusra'nın sarin gazı ürettiğine ve bunun El Kaide'nin 11 Eylül saldırılarından bu yana planlanmış en kapsamlı sarin komplosu olduğuna değiniliyordu (Bir Savunma Bakanlığı danışmanına göre, Amerikan istihbaratı uzun bir süredir El Kaidenin kimyasal silahlarla ilgili deney yaptığını biliyordu ve köpekler üzerinde yapılan sarin gazı deneylerinin bir videosu ellerinde mevcuttu). ABD Savunma İstihbarat Örgütü'nün (DIA) raporu şu şekilde devam ediyordu: Bundan önceki istihbarat birimleri, tamamen Suriye'nin kimyasal silah kullanımına yoğunlaşmıştı, fakat şimdi Al Nusra'nın kendi kimyasal silahlarını üretmeye çalıştığını görüyoruz. El Nusra Cephesinin Suriye içinde sahip olduğu göreli hareket özgürlüğü, bizleri, gelecekte örgütün kimyasal silahlarla ilgili girişimlerini engellemenin oldukça güç olacağı sonucuna ulaştırmaktadır. Birçok istihbarat birimlerinden gelen gizli bilgilerinden de yararlanılan raporda, Türkiye ve Suudi kaynaklı kimyasal hızlandırıcılar da, Suriye'deki onlarca kilogramlık büyük ölçekli sarin gazı üretimini desteklemektelerdi şeklinde bir ifade vardı. (Milli istihbarat sözcüsüne DIA raporuna ilişkin bir soru yöneltildiğinde ise, Hiçbir istihbarat yetkilisi tarafından böyle bir rapor ne istenmiş ne de hazırlanmıştır cevabı alındı.)
Geçtiğimiz Mayıs ayında, 10 kişiden fazla El Nusra Cephesi üyesi, polise ulaşan 2kg.'lık sarin gazı ihbarı üzerine Türkiye'nin güneyinde tutuklandı. 130 sayfalık iddianamede grup üyeleri füze, havan ve kimyasal öncü maddeler satın almakla suçlandı. Bunlardan beşi, kısa süreli tutukluğun ardından salınırken, aralarında Heysam Kassab isimli liderin de bulunduğu diğer üyeler hakkındaki tutuksuz yargılama süreci 25 yıllık hapis istemiyle devam halindeydi. Bu aşamada Türk basını, Erdoğan hakkında spekülasyonlar olduğuna ve sözü geçen olaylara isminin karıştığına dair haberler yapmaktaydı. Geçen yaz gerçekleştirilen bir basın toplantısında, Türkiye'nin Moskova büyükelçisi Aydın Sezgin, gazetecilerin karşısında tutuklamaları reddederken, ele geçirilen sarininin sadece antifriz olduğunu iddia etti.
DIA raporu, tutuklamaları, El Nusranın kimyasal silahlara erişiminin daha da arttığına kanıt olarak görüyordu. Raporda, Kessabın kendisini El Nusra üyesi gördüğünden ve doğrudan örgütün askeri imalat sorumlusu Abdül Ganiye bağlı olduğundan bahsediliyordu. Kessab ve ortağı Halid Usta, Zirve İhracat adlı bir Türk firmasının çalışanlarından biri olan ve sarin öncüllerinin fiyat kotalarını belirleyen Halit Ünalkaya ile beraber çalışıyordu. Abdül Ganinin bu iki ortak için planı, sarin üretimi için mükemmel bir süreç kurup, daha sonra Suriyede gizli bir laboratuvarda geniş çaplı üretim için oradakileri eğitmekti. DIA raporuna göre, işbirlikçilerden biri, 2004ten beri en az yedi kimyasal silah saldırısına kaynaklık eden sarin kimyasallarını Bağdattan satın almıştı.
2013 yılında Mart ve Nisan aylarında gerçekleştirilen bir dizi kimyasal silahlı saldırı, birkaç ay sonra BM Suriye özel heyeti tarafından inceleme altına alındı. BMnin Suriyedeki faaliyetlerini yakından bilen biri, Suriye muhalefetinin, 19 Martta Halep yakınlarındaki Han el-Asal bölgesine yapılan ilk gaz saldırısıyla bağlantılı olduğuna ilişkin kanıtlar olduğunu söyledi. Heyetin Aralıktaki son raporunda, çok sayıda yaralıyla birlikte en az 19 sivil ve bir Suriyeli askerin öldüğü belirtilmişti. Saldırının sorumluluğu birilerine yüklenemedi, ancak BMnin faaliyetlerinden haberdar olan bir kişi şunu ifade etti: Araştırmacılar, içlerinde kurbanları tedavi eden doktorların da bulunduğu tanıklarla görüştüler. İsyancıların gaz kullandıkları açıktı. Bu, kamuoyuna yansıtılmadı; çünkü kimsenin bilmesi istenmiyordu.
Saldırılara başlamadan aylar önce, Savunma Bakanlığından eski bir yetkili, DIAnın (Amerikan Savunma İstihbarat Örgütü), kimyasal silahlarla ilgili materyaller dâhil olmak üzere, Suriyedeki çatışmalara ilişkin toplanan tüm istihbarat hakkında SYRUP olarak bilinen gizli bir günlük raporu dolaşıma çıkardığını söyledi. Ancak bahar aylarında, Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü Denis McDonoughun emriyle, raporun kimyasal silahlarla ilgili bölümlerinin dağıtımı durduruldu. McDonoughun değişikliğe gitmesine neden olan bir şeyler vardı, diyen Savunma Bakanlığı eski yetkilisi, Bir zamanlar büyük meseleydi, ama Mart ve Nisanda yapılan sarin saldırılarından sonra işler değişti diyerek parmaklarını şıklattı. Dağıtımın sınırlandırılması kararı, asıl hedef olarak Suriyedeki kimyasal silahların tasfiye edilmesine yönelik bir karadan işgal seçeneği için genelkurmay tarafından acil durum planı emri verildiği sırada alındı.
Eski istihbarat yetkilisi, ABD ulusal güvenlik teşkilatındaki birçok kişinin, uzun süredir başkanın kırmızı çizgisinden rahatsızlık duyduğunu belirtti: Genelkurmay, Beyaz Saraya, Kırmızı çizgi ne anlama geliyor, askeri düzeydeki karşılığı nedir? Karaya asker çıkarmak mı? Geniş çaplı saldırı mı yoksa sınırlı saldırı mı? diye soruyordu. Askeri istihbaratı tehdidin nasıl ele alınacağını incelemekle görevlendirdiler. Başkanın akıl yürütmesi hakkında başka da hiçbir şey öğrenemediler.
21 Ağustos saldırısından sonra Obama, Pentagona bombalanacak hedefleri çıkarmasını emretti. Sürecin başında, eski istihbarat yetkilisi şöyle dedi: Beyaz Saray, Esad rejimi için yeterince sancılı olmayacağını düşünerek, genelkurmayın sunduğu 35 hedefi reddetti. İlk hedefler arasında sadece askeri bölgeler vardı, sivil altyapı yoktu. Beyaz Sarayın basıncı altında, ABD saldırı planı, devasa bir saldırıya dönüştü: İki B-52 bombardıman uçağı Suriye yakınındaki hava üslerine kaydırılırken, denizaltılar ve gemiler Tomahawk füzeleriyle donatıldı. Eski istihbarat yetkilisi, bana Her geçen gün hedef listesi uzuyordu, derken, Pentagondaki plancılar, başlıkları toprağın çok altına gömüldüğü için, Suriyedeki füze sahalarını vurmak için sadece Tomahawkları kullanamayız dediler; bu nedenle harekâta bir tona yakın bomba ile yüklü iki B-52 uçağı eklendi. Sonrasında da, düşen pilotları ve İHAları kurtarmak için arama-kurtarma ekiplerine ihtiyaç duyacaktık. Olay iyice büyümüştü. Eski yetkili, yeni hedef listesinin Esadın elindeki tüm askeri gücü imha etmek anlamına geldiğini belirtti. Ana hedefler arasında elektrik santralleri, petrol ve gaz depoları, bilinen tüm lojistik ve silah depoları, tüm kumanda ve kontrol tesisleri ve askeri ve istihbarat binaları da vardı.
İngiltere ve Fransa da oyuna dâhil olacaktı. Parlamentonun, Cameronun müdahaleye katılma teklifine ret oyu verdiği 29 Ağustos tarihinde, Guardian, Cameronun hâlihazırda altı RAF savaş jetinin ve Tomahawk füzesi fırlatma kapasitesine sahip bir denizaltının Kıbrısta konuşlandırılması emri verdiğine yönelik bir haber yaptı. 2011deki Libya saldırılarında ölümcül bir rol oynayan Fransız hava kuvvetleri de, bir hayli işin içindeydi; Le Nouvel Observateura göre, Hollande, Rafale savaş uçaklarının Amerikan saldırısına katılması emrini vermişti. Bu uçakların hedeflerinin Batı Suriyede olduğu bildirildi.
Ağustosun son günlerinde, Başkan, Genelkurmaya saldırının başlatılması için kesin bir mühlet verdi. Eski istihbarat yetkilisi, Esadın etkisizleştirileceği geniş çaplı bir askeri harekât, en geç 2 Eylül Pazartesi sabahı başlayacaktı dedi. Bu nedenle, Obamanın 31 Ağustosta, Beyaz Sarayda yaptığı konuşmada, saldırının askıya alınacağını ve Kongrede oylanacağını söylemesi pek çok kişiyi şaşırtmıştı.
Bu aşamada, Obamanın yalnızca Suriye ordusunun sarin kullanma kapasitesine sahip olduğu yönündeki önermesi de çöküyordu. 21 Ağustos saldırısından birkaç gün sonra, eski istihbarat yetkilisi, Rus askeri istihbarat ajanlarının, Gutada kimyasal madde örnekleri bulduklarını anlattı. Bu örnekleri inceleyip İngiliz askeri istihbaratına verdiler; bu maddeler, Porton Downa gönderildi. (Bir Porton Down sözcüsü, şöyle dedi: İngilterede incelenen birçok örnekte sarin maddesi pozitif çıktı. MI6 ise, istihbarat konuları hakkında yorum yapmayacağını belirtti.)
Örnekleri İngilizlere gönderen Rusların, bilgi ve erişim olanaklarına ve güvenilir bir sicile sahip iyi kaynaklar olduğunu belirten eski istihbarat yetkilisi, geçen yıl Suriyedeki kimyasal silah kullanımı ile ilgili ilk rapordan sonra Amerikalı ve müttefik istihbarat servislerinin, kullanılan şeyin ve kaynağının ne olduğuna dair bir cevap bulmak için çaba sarf ettiğini söyledi. Veri alışverişini, Kimyasal Silahlar Sözleşmesinin bir parçası olarak kullanıyoruz. Amerikan Savunma İstihbarat Örgütünün dayanak noktası, Sovyetler tarafından üretilen kimyasal silah parçalarının yapısının bilinmesine dayanıyordu. Ancak şu anda Esad hükümetinin cephaneliğinde hangi parçaların yer aldığını bilmiyorduk. Şamdaki olaydan birkaç gün sonra, Suriye hükümetinden, mevcut parçaların listesini bize vermesini istedik. Bu şekilde, farklılıkları hızlıca teyit edebilmiş olacaktık.
Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, süreç bahar aylarında pürüzsüz ilerlemedi, çünkü Batı istihbaratının yaptığı çalışmalar, ne tür bir gazın kullanıldığını göstermiyordu ve sarin diye bir kelimeye de ulaşılamamıştı. Buna dair pek çok tartışma yürütüldü, ancak hiç kimse bunun ne gazı olduğunu çıkaramadığı için de, Esadın, Başkanın kırmızı çizgisini aştığını söyleyemezdiniz. 21 Ağustosla beraber, diye devam ediyor eski istihbarat yetkilisi, Suriye muhalefeti, buradan ders aldı ve daha hiçbir inceleme yapılmadan Suriye ordusunun sarin kullandığını ilan etti, medya ve Beyaz Saray da buna atladı. O zamandan beri, sarin varsa bu Esadın işidir diye bakılıyor.
Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, Porton Down bulgularını Amerikan genelkurmayına aktaran İngiliz genelkurmayı, Amerikalılara şöyle bir mesaj gönderiyordu: Bize kumpas kuruyorlar. (Bu, geçtiğimiz Ağustosta bir CIA yöneticisinin gönderdiği şu özlü mesajı akla getiriyor: Bu, mevcut rejimin işi değildi. ABD ve İngiltere bunu biliyor.) Saldırıdan birkaç gün sonra Amerikan, İngiliz ve Fransız uçakları, gemileri ve denizaltıları hazır haldeydi.
Saldırının planlanmasından ve idaresinden sorumlu olan kişi, Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey idi. Eski istihbarat yetkilisinin dediğine göre, krizin başından beri genelkurmay, yönetimin Esadın suçlu olduğunu destekleyen kanıtlara sahip olduğu yönündeki argümanına şüpheyle yaklaşıyordu. Daha somut kanıtlar için Savunma İstihbarat Örgütüne ve diğer servislere basınç uyguladılar. Eski istihbarat yetkilisi, Esad savaşı kazanmakta olduğu için, Suriyenin bu aşamada sarin gazı kullanacağını düşündürecek bir şey yoktu diyor. Dempsey, Kongreyi sürekli olarak Amerikanın Suriyeye askeri bir müdahalede bulunmasının yaz boyunca getireceği tehlikeyle uyararak, Obama yönetimindeki birçok kişiyi öfkelendirmişti. Geçtiğimiz Nisanda, Dışişleri Bakanı John Kerrynin isyancıların ilerleyişine dair iyimser bir değerlendirme yapmasının ardından, Dempsey, Senato Silahlı Hizmetler Komitesine, bu çatışmanın çıkmaza girme riski var demişti.
Eski istihbarat yetkilisinin dediğine göre, 21 Ağustostan hemen sonra Dempsey, sarin saldırısının sorumlusunun Esad yönetimi olduğunu varsayarak ABDnin Suriyeye saldırmasının askeri bir hata olacağını düşünüyordu. Porton Down raporu, genelkurmayın, Başkana daha ciddi bir endişe ile gitmesine neden oldu: Beyaz Sarayın istediği saldırı, gayrimeşru bir saldırı hareketi olacaktı. Obamanın yol değiştirmesini sağlayan genelkurmay oldu. Değişiklikle ilgili resmi Beyaz Saray açıklamasına göre gazetecilerin anlattığı hikâye- Başkan, özel kalem müdürü Denis McDonough ile Gül Bahçesinde yürürken, aniden karar değiştirdi ve yıllardır çatışmalı olduğu bölünmüş Kongreden saldırı için onay istemeye karar verdi. Savunma Bakanlığı eski yetkilisi bana Beyaz Sarayın, Pentagonun sivil liderlerine farklı bir açıklama yaptığını söyledi: Ortadoğunun yanıp kül olacağına dönük istihbarat nedeniyle bombalama emrinden vazgeçilmiştir.
Başkanın Kongreye gitme kararı, Beyaz Saray kıdemlileri tarafından, Irakın işgali öncesinde 2002 sonbaharında George W. Bushun attığı hamlenin bir tekrarı olarak görüldü: Irakta kitle imha silahı olmadığı görülünce, Irak savaşını onaylayan Kongre ve Beyaz Saray, bu utancı birlikte üstlenmişler ve sürekli olarak yanlış istihbarat aldıklarından yakınmışlardı. Mevcut Kongre saldırıya evet oyu vermiş olsaydı, Beyaz Saray için her iki şekilde de durum aynı olacaktı: Ya Suriyeye geniş çaplı bir saldırı ile sert bir darbe indirilerek Başkanın kırmızı çizgi kararlılığı meşru gösterilecekti ya da saldırının arkasında Suriye ordusunun olmadığı ortaya çıkınca bu suç Kongreyle paylaşılacaktı. Bu geri dönüş, Kongredeki Demokrat liderler için bile sürpriz oldu. Eylülde, Wall Street Journal, Obamanın Gül Bahçesindeki konuşmasından üç gün önce, seçenekler hakkında konuşmak üzere Demokratların lideri Nancy Pelosiyi aradığı yönünde bir haber yaptı. Journala göre, daha sonra Pelosinin meslektaşlarıyla konuşup, Başkandan bombalama seçeneğini kongrenin oyuna sunması yönünde bir talepte bulunmadığını belirtmiş.
Obamanın kongrenin onayına yönelmesi, çabucak bir çıkmaza döndü. Kongre, işin bu şekilde yürümesine izin vermeyecekti, diyen eski istihbarat yetkilisi, Irak savaşı için alınan yetkinin aksine, Kongre, gerçek anlamda oturumlar yapılacağını ortaya koydu diyor. Bu noktada, eski istihbarat yetkilisinin dediğine göre, Beyaz Sarayda bir çaresizlik hissi belirdi. Ve böylelikle B Planı ortaya çıktı: Bombardıman saldırısının askıya alınması ve Esadın tek taraflı olarak kimyasal savaş anlaşmasını imzalayıp BM gözetimi altında tüm kimyasal silahların tasfiyesine uyması. 9 Eylülde, Londrada yapılan bir basın toplantısında, Kerry, hala müdahaleden bahsediyordu: Eyleme geçmemek, eyleme geçmekten daha risklidir. Ancak bir muhabir tarafından, Esadın bombardımanı durdurmak için yapabileceği bir şey olup olmadığı sorulduğunda, Kerry şöyle cevap verdi: Elbette. Önümüzdeki hafta elindeki tüm kimyasal silahları uluslararası topluluğa teslim edebilir. Ancak bunu yapmayacak gibi görünüyor, açıkçası yapılamaz da. Ertesi gün New York Timesın haberinde olduğu gibi, Rusyanın aracılığıyla yapılan anlaşma, ilk olarak 2012 yazında Obama ve Putin arasında görüşülmüş ve bu anlaşma kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştı. Saldırı planları rafa kalkmasına rağmen yönetim, kamuoyu önünde savaşın meşru olduğuna yönelik yaptığı değerlendirmelerde bir değişikliğe gitmedi. Eski istihbarat yetkilisi, Beyaz Saraydaki üst düzey yetkililer için bu düzeydeki bir hatanın telafisi yoktu, biz bir yanlış yaptık diyemezdiler diyor. (Savunma İstihbarat Örgütü sözcüsü ise şöyle dedi: 21 Ağustosta yapılan kimyasal silah saldırısının arkasında sadece ama sadece Esad rejimi vardı.)
ABDnin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katarla Suriyedeki muhalefetin desteklenmesi konusundaki işbirliğine dair her şey henüz açığa çıkmış değil. Obama yönetimi, CIAnın gizli hat dediği Suriyedeki gayri resmi hattın oluşturulmasındaki rolünü kamuoyu önünde hiçbir zaman kabul etmedi. 2012nin başlarında oluşturulan gizli hat, silah ve mühimmatın Libyadan alınıp güney Türkiye ve Suriye sınırı üzerinden muhalefete ulaştırmak için kullanılıyordu. Suriyede bu silahları alanların çoğu El Kaide ile bağlantılı cihatçılardı. (Savunma İstihbarat Örgütü sözcüsü ise şöyle diyordu: ABDnin Libyadan başka yerlere silah temin ettiği düşüncesi yanlıştır.)
Ocakta, Senato İstihbarat Komitesi, Eylül 2012de yerel milisler tarafından Bingazideki Amerikan konsolosluğuna ve yakınlardaki gizli CIA binasına yapılan ve ABD büyükelçisi Christopher Stevens ve üç kişinin ölümüne yol açan saldırıyla ilgili bir rapor yayımladı. Raporun, Dışişleri Bakanlığını konsolosluğa yeterli güvenlik sağlamamakla, istihbarat birimlerini de, bölgede CIAya ait bir ileri karakolun varlığı konusunda ABD ordusunu alarma geçirmemekle eleştirmesi, geniş yankı buldu ve Cumhuriyetçilerin Obama ve Hillary Clintonı olayları örtbas etmekle suçlaması üzerine Washingtondaki düşmanlıkları canlandırdı. Raporun kamuoyuna açıklanmayan yüksek gizlilik dereceli ekinde, 2012 başlarında Obama ve Erdoğan yönetimi arasında gizli bir anlaşma yapıldığından bahsediliyordu. Ek, gizli hatta atıfta bulunuyordu. Anlaşmanın şartlarına göre, finansman Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından sağlanırken, MI6in desteği ile CIA da, Kaddafinin cephaneliğindeki silahların Suriyeye aktarılmasından sorumlu olacaktı. Bazıları Avustralya kurumları adı altında olmak üzere, Libyada bir dizi paravan şirket kuruldu. Tedarik ve sevkiyatı yönetmek için ise, hiçbir zaman kimler tarafından işe koşulduğu bilinmeyen emekli Amerikan askerlerine görev verildi. Operasyon, biyografı yazarı ile ilişkisi ortaya çıkınca istifa edecek olan CIA direktörü David Petreus tarafından yürütülüyordu. (Petreusun sözcülerinden biri, operasyonun yapıldığını inkâr etti.)
1970lerden beri yürürlükte olan yasaya göre, operasyon, hazırlandığı sırada kongre istihbarat komitelerine ve kongre yöneticilerine açıklanmadı. MI6in de işin içinde olması, CIAnın, görevi bir işbirliği operasyonu olarak kodlayarak yasadan kaçınmasını sağladı. Eski istihbarat yetkilisi, CIAnın işbirliği faaliyetlerini Kongreye rapor etmemesine izin veren yasada tanımlanmış bir istisna olduğunu belirtti. (Öngörülen tüm gizli CIA operasyonları, onaylanması için Kongrenin üst yöneticilerine gönderilmek üzere, bulgu olarak bilinen yazılı bir belgeyle tanımlanmak zorundadır.) Ekin dağıtımı, raporu yazan ekip ve sekiz kıdemli Kongre üyesi ile sınırlandırıldı Meclis ve Senato ile istihbarat komitelerinde yer alan Demokrat ve Cumhuriyetçi liderler. Bu, pek de gerçekçi bir girişim olmadı; bu sekiz yöneticinin bir araya gelip birbirlerine sorular yönelttiği veya aldıkları gizli bilgileri tartıştığı hiç görülmemişti.
Ek, ne saldırıdan önce Bingazide neler yaşandığına ilişkin bir bilgi veriyor ne de Amerikan konsolosluğunun neden saldırıya uğradığını açıklıyordu. Eki okuyan eski istihbarat yetkilisi ise şöyle konuştu: Konsolosluğun tek görevi, silah sevkiyatının gizliliğini sağlamaktı, gerçek bir politik rolü yoktu.
Konsolosluğa yapılan saldırının ardından, Washington, CIAnın silahların Libyadan alınmasındaki rolüne derhal son verdi, ancak gizli hat devam ediyordu. Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, Artık ABD, Türklerin cihatçılara ne gönderdiğini kontrol edemiyordu. Haftalar içinde, genellikle manpad olarak bilinen yaklaşık kırk adet taşınabilir karadan havaya füze rampası Suriyeli isyancıların eline geçti. 28 Kasım 2012de, Washington Posttan Joby Warrick, önceki gün Halep yakınlarındaki isyancıların, bir Suriye nakliye helikopterini düşürmek için kesinlikle manpad türü bir şey kullandığını bildirdi. Warrick şöyle yazıyordu: Obama yönetimi, silahların teröristlerin eline geçebileceği ve ticari uçakları düşürmek için kullanılabileceği yönünde uyarıda bulunarak, Suriye muhalefetinin bu tür füzelerle silahlandırılmasına kesinlikle karşı çıktı. İki Ortadoğu istihbarat yetkilisi, kaynak olarak Katara işaret ederken, eski bir ABD istihbarat analisti ise, manpadlerin, isyancılar tarafından istila edilen Suriye ordusunun karakollarından elde edilmiş olabileceğine dair bir yorum yaptı. İsyancıların manpadlere sahip olmasının, artık kontrolden çıkan gizli bir ABD programının istenmeyen sonuçları olduğu yönünde hiçbir işaret yoktu.
2012 yılının sonlarında, Amerikan istihbarat birimleri arasında, isyancıların savaşı kaybettiklerine dair bir görüş belirdi. Eski istihbarat yetkilisi ise şöyle konuştu: Erdoğan öfkeden kuduruyordu, kendisini ortada bırakılmış gibi hissediyordu. Para, onun parasıydı ve musluğun kapanmasını ihanet olarak görülüyordu. 2013 baharında, ABD istihbaratı, MİT ve Jandarmanın, kimyasal savaş teknolojilerini geliştirmek için doğrudan El Nusra ve onun müttefikleriyle çalıştığını öğrendi. Eski istihbarat yetkilisi şöyle diyordu: İsyancılarla olan politik işbirliğini MİT yürütüyordu, Jandarma ise kimyasal savaş eğitimi dâhil olmak üzere, askeri lojistik, olay yeri danışmanlığı ve eğitim sağlıyordu. 2013 baharında Türkiyenin rolünün artırılması, bölgede yaşadığı sorunlara çözüm olarak görülüyordu. Erdoğan, cihatçılara verdiği desteği keserse her şeyin biteceğini biliyordu. Aradaki uzun mesafe ve silah ve mühimmat sevkiyatının zorlukları nedeniyle, Suudiler, savaşı lojistik olarak destekleyemiyordu. Erdoğanın ümidi ise, ABDyi kırmızı çizgiyi aşmaya zorlayacak bir olayı kışkırtmaktı. Ancak Obama, buna Mart ve Nisanda bir cevap vermedi.
Obama ve Erdoğan, 16 Mayıs 2013te Beyaz Sarayda görüşürken herhangi bir fikir ayrılığı belirtisi yoktu. Görüşmeden sonra yapılan basın toplantısında, Obama, Esadın gitmesi gerektiği konusunda anlaştıklarını söyledi. Suriyenin kırmızı çizgiyi geçip geçmediği sorulduğunda ise, Obama, bu silahların kullanılmış olduğu yönünde kanıtlar olduğunu bildirirken, şunu ekledi: Bizim için önemli olan, orada gerçekte neler yaşandığına dair daha detaylı bilgiler alıyor olduğumuzdan emin olmaktır. Kırmızı çizgi hala aşılmamıştı.
Washington ve Ankaradaki yetkililerle düzenli olarak görüşen bir Amerikalı dış politika uzmanı, bana Obamanın, Mayıstaki ziyaret sırasında Erdoğan için verdiği bir iş yemeğinden bahsetti. Yemeğe, Türklerin, Suriyenin kırmızı çizgiyi aştığına dair ısrarları ve Obamanın bu konuda bir şeyler yapmak için gönülsüz olduğuyla ilgili şikâyetler damga vurmuştu. Obamaya John Kerry ve daha sonra istifa edecek olan ulusal güvenlik danışmanı Rom Donilon eşlik etti. Erdoğan ise, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile katıldı. Erdoğana olan yakınlığı ve sadakatiyle bilinen Fidan, önceden beri Suriyedeki radikal isyancı muhalifleri destekliyordu.
Dış politika uzmanı, Donilondan duyduklarından bahsetti. Bu olay, üst düzey bir Türk diplomattan haber alan eski bir ABD yetkilisi tarafından daha sonra teyit edildi.) Uzmana göre, Erdoğan, toplantıda Obamaya kırmızı çizginin aşıldığını göstermeye çalışırken, olayı anlatması için Fidan da yanında oturuyordu. Erdoğan, Fidanı görüşmeye dâhil etmeye çalışırken, Fidan konuşmaya başladığı sırada, Obama bir kez daha sözünü kesip, Biliyoruz dedi. Tam o sırada, Erdoğan kızmış bir halde, Ama kırmızı çizginiz aşıldı! dedi. Ardından uzman şunları ekledi: Donilonun ifadesine göre, Erdoğan, Beyaz Sarayın içinde o kahrolası parmağını Başkana sallıyordu. Daha sonra Obama, Fidana dönerek şöyle demiş: Suriyede radikallerle beraber neler yaptığınızı biliyoruz. (Geçtiğimiz Temmuzda, Dış İlişkiler Konseyine katılan Donilon, bu hikâye hakkındaki sorulara cevap vermemişti. Türk Dışişleri Bakanlığı da, yemekle ilgili soruları yanıtlamadı. Bir Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü, söz konusu yemeği teyit ederken Obama, Kerry, Donilon, Erdoğan, Fidan ve Davutoğlunun yemek masasındaki bir fotoğrafını gösterdi ve Bunun dışında, görüşmelere dair detayları paylaşmayacağım diye ekledi.
Ancak Erdoğan eli boş dönmedi. Obama, Türkiyenin, ABDnin İrana karşı yaptırımlarının bir parçası olarak İrana altın ihracatını yasaklayan yasal düzenlemedeki boşlukları kullanmaya devam etmesine izin veriyordu. Mart 2012de, ABnin de İran bankalarına yaptırım uygulaması sonucunda, sınır ötesi ödemelere imkân tanıyan SWIFT elektronik ödeme sistemi, İrana ait onlarca finans kurumunu devre dışı bıraktı ve bu ülkenin uluslararası ticaret kapasitesini önemli ölçüde kısıtladı. Haziranda bir kararname daha çıkaran ABD, altın boşluğu denen bir yasal boşluk bıraktı ve İrandaki özel kuruluşlara altın sevkiyatı devam etti. İran petrolünün ve gazının önemli müşterilerinden biri olan Türkiye, enerji yatırımlarını Türkiyedeki bir İran hesabına Türk lirası şeklinde yaparak bu boşluktan yararlanmış oldu; daha sonra bu paralar, İrandaki müttefiklere altın ihraç etmek amacıyla Türk altını almak için kullanıldı. 13 milyar dolar değerindeki altının, Mart 2012 ve Temmuz 2013 arasında İrana bu şekilde girdiği bildirildi.
Bu program Türkiye, İran ve Birleşik Arap Emirliklerinde adı yolsuzluğa karışan siyasetçiler ve ticaret adamları için kısa sürede gelir kanyağı haline geldi. Eski istihbarat yetkilisi, şunları söyledi: Aracılar, her zaman yaptıkları işi yaparlar: İşin % 15ini almak. CIA, ortada dolaşan paranın yaklaşık 2 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor. Parmaklara altın ve Türk Lirası yapışıyordu. Ortadaki yasadışı paralar, Aralık ayında Türkiyede altın karşılığında gaz skandalını ateşledi ve önemli iş adamları ve hükümet yetkililerinin akrabaları dâhil, 24 kişi hakkında suçlama yapılmasına ve üç bakanın istifasına yol açtı; bu bakanlardan biri, Erdoğanı da istifaya çağırdı. Türk devletine ait bir bankanın genel müdürü de skandalın içindeydi ve polis tarafından evlerde yapılan aramalarda ayakkabı kutularında bulunan 4,5 milyon dolardan fazla bir paranın vakıf bağışları olduğunu iddia etti.
Geçtiğimiz yılın sonlarında, Foreign Policyden Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz, Obama yönetiminin, altın boşluğunu Ocak 2013te kapattığı, ancak yasanın altı ay boyunca yürürlüğe girmemesi yönünde lobi faaliyeti yürüttüğü şeklinde bir haber yaptı. Yönetimin, aradaki zamanı, İranı nükleer program konusunda pazarlık masasına çekmek için bir teşvik olarak ya da Türk müttefikini Suriyedeki iç savaş konusunda yatıştırmak için kullandığını iddia ettiler. Erteleme, İranın, yaptırımları daha da zayıflatarak, milyarlarca doları altın bazında biriktirmesine olanak sağladı.
ABDnin, CIAnın Suriyeye silah sevkiyatı desteğini kesme kararı, Erdoğanı siyasi ve askeri açıdan savunmasız bıraktı. Eski istihbarat yetkilisi şöyle konuştu: Mayıs zirvesindeki gündemlerden biri de, Suriyedeki isyancılara tedarik sağlanacak tek hattın Türkiye olduğu gerçeğiydi. Bu iş, Ürdün üzerinden yapılamazdı, çünkü güneydeki bölge çok açık ve Suriyelilerin kontrolü altında. Lübnandaki vadilerden ve tepelerden de yapılamazdı, çünkü diğer tarafta kiminle karşılaşacağınız kesin değil. ABDnin isyancılara verdiği askeri destek olmadığı sürece, Erdoğanın Suriyeyi uydu devlet yapma rüyası buharlaşmakta ve buna neden olanın da biz olduğunu düşünmektedir. Suriye savaşı kazandığı zaman, isyancıların kendisine geleceğini biliyor. Başka nereye gidebilirler ki? Yani şimdi Erdoğan, arka bahçesinde binlerce radikal bulmuş olacak.
ABDli bir istihbarat danışmanı, 21 Ağustostan birkaç hafta önce, Dempsey ve savunma müsteşarı Chuck Hagel için hazırlanan gizlilik derecesi yüksek bir brifing gördüğünü söyledi. Brifingte, Erdoğan yönetiminin güç kaybeden isyancılar hakkında büyük endişeye kapıldığından bahsediliyordu. Değerlendirmede, Türk yönetiminin, ABDyi askeri cevap vermeye sevk edecek bir şeyler yapma ihtiyacından bahsettiği yönünde bir uyarıda bulunuluyordu. Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, yaz sonuna doğru, Suriye ordusu isyancılar karşısında hala avantajlıydı ve bu durumu yalnızca Amerikan hava kuvvetleri tersine çevirebilirdi. Sonbaharda ise, 21 Ağustos olayları üstünde çalışmaya devam eden Amerikalı istihbarat analistleri, gaz saldırısını Suriyenin yapmadığını düşünüyorlardı. Ancak ortada bir fedai vardı, olay nasıl olmuştu? Birincil şüpheli Türklerdi, çünkü bu olayın gerçekleşmesini sağlayacak her şeye sadece onlar sahipti.
21 Ağustos saldırılarıyla ilgili kesitler ve diğer veriler bir araya getirilince, istihbaratçılar, şüphelerini destekleyen kanıtlar gördüler. Eski istihbarat yetkilisi şöyle diyor: Bunun, Erdoğanın çevresi tarafından Obamanı kırmızı çizginin ötesine geçmesini sağlamak için planlanan gizli bir eylem olduğunu biliyoruz. Daha önceki gaz kullanımını incelemek üzere 18 Ağustosta Şama giden BM denetçileri oradayken Şamda veya Şam yakınlarında bir gaz saldırısı yapılmasını teşvik etmeliydiler. Görkemli bir gösteri planlanmıştı. Savunma İstihbarat Örgütü ve diğer istihbarat birimleri, yüksek komutanlarımıza, sarinin Türkiye tarafından temin edildiğini ve yalnızca Türk desteğiyle elde edilebileceğini söylediler. Türkler, sarin üretimi ve kullanımı konularında da eğitim verdiler. Bu değerlendirmeyi destekleyen birçok unsur, saldırının hemen ardından kesintiye uğrayan konuşmalar üzerinden, Türklerin kendisinden geliyordu. Temel kanıt, saldırı sonrasında Türk yetkililerde görülen memnuniyet ve bir araya gelişlerde gözlenen karşılıklı övgülerdi. Operasyonlar, planlama aşamasındayken her zaman son derece gizli tutulurlar, ancak iş kibirlenmeye geldiği zaman her şey pencereden uçup gider. Faillerin başarı için övgü dilenmesinden daha acınası bir şey yoktur. Erdoğanın Suriyede yaşadığı sorunlar yakın bir zaman içinde sona ermeyecek: Gazı at, Obama kırmızı çizgi aşıldı desin ve Amerika, Suriyeye saldırsın. En azından düşünceleri buydu, fakat plan o şekilde ilerlemedi.
Saldırı sonrası Türkiye ile ilgili istihbarat, Beyaz Saraya gitmedi. Eski istihbarat yetkilisi ise şöyle diyor: Hiç kimse bu konu hakkında konuşmak istemiyor. Hiç kimse Başkana karşı çıkmak da istemiyor. Bombardıman saldırısı askıya alındığından beri, Suriyenin sarin saldırısında parmağı olduğuna dair tek bir kanıt bile yok. Hükümetim hiçbir şey söyleyemiyor, çünkü çok sorumsuz davrandık ve Esadı suçladığımız için, şimdi de kalkıp Erdoğanı suçlayamıyoruz.
Türkiyenin, Suriyedeki olayları kendi çıkarlarına göre manipüle etme konusundaki istekliliği, geçtiğimiz ayın son günlerinde, yerel seçimlerden birkaç gün önce Erdoğan ve yakın çevresiyle ilgili YouTubea düşen bir tape ile sergilenmiş oldu. Tapede, yapılacak bir yanıltıcı harekâtın (yanlış bayrak harekâtı), Türk ordusuna Suriyeye girmesi için bahane sunacağından bahsediliyordu. Operasyonun merkezi, Suriyenin Fransız mandası altında olduğu 1921 yılında Türkiyeye geçen, Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu I. Osmanın dedesi Süleyman Şaha ait olan ve Halep yakınlarından bulunan bir türbeydi. İslamcı örgütlerden biri, türbeyi putperestlik mekânı diye yok etmekle tehdit ederken, Erdoğan yönetimi de, türbeye bir zarar gelirse açık açık misilleme yapmakla tehdit ediyordu. Sızdırılan görüşme ile ilgili bir Reuters haberine göre, Fidan olduğu iddia edilen kişi, provokasyon yapıyordu: Şimdi bakın komutanım şimdi biz gerekçeyse gerekçeyi, ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem değil o! Gerekçe üretilir. Bunun, Suriyeden kaynaklanan tehditlerle ilgili bir ulusal güvenlik toplantısı olduğunu kabul eden Türk hükümeti, kaydın manipülasyon olduğunu ifade etti. Daha sonra hükümet, YouTubea erişimi yasakladı.
Obamanın izlediği politikada önemli bir değişiklik olmazsa, Türkiyenin, Suriyedeki iç savaşa yönelik müdahalesi devam edecektir. Eski istihbarat yetkilisi, şunları söyledi: Meslektaşlarıma, özellikle şu anda çok yanlış bir seyir izleyen Erdoğanın isyancılara yaptığı desteği durdurmanın bir yolu olup olmadığını sordum. Cevap şöyle oldu: Her şeyi berbat ettik. Erdoğan değil de, bir başkası olsaydı, durumu kamuoyuyla paylaşabilirdik, ancak Türkiye özel bir konu, NATO müttefikimiz. Türkler, Batıya güvenmiyorlar. Türklerin çıkarlarına uymayan bir tutum alırsak, bizim yanımızda durmazlar. Erdoğanın gaz olayındaki rolü hakkında bildiklerimizi kamuoyuyla paylaşsaydık, tam bir felaket olurdu ve Türkler bize şöyle derdi: Bize ne yapıp yapamayacağımızı söylerseniz, size karşı nefret duyarız.
soL