Kazananı olmayan seçimin ardından: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Kazananı olmayan seçimin ardından:
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Seçimi ne AKP, ne onun karşısına çıkartılmak istenen sağcı koalisyon kazandı. Sağın alternatifi sağ değildir.
Haziran Direnişinin kitleleri ise yenilgiye uğramadı. Kitlelerin eksiği program ve örgütlenmedir.
30 Mart'ın şaibesi AKP'nin bir suç örgütü olmasından başlar. Muhalefet gericilikle uzlaşma arayışından arındırılmalıdır. Diktatörlüğe karşı mücadele ile sol seçeneği yükseltmek arasında en ufak bir çelişki yoktur.
1 Mayıs'ta faşizme karşı alanlarda olacağız. İstanbul'da kutlamaların adresi Taksim 1 Mayıs Alanıdır.
TKP 30 Mart seçimlerini izleyen günlerde merkez organlarını toplamış, değerlendirmelerini olgunlaştırarak yol haritasını yenilemiştir.
Seçimlerde hedefimizi ikili bir formülle tanımlamıştık: AKP diktatörlüğüne son vermek ve sol seçeneği güçlendirmek. Sonuçlar bu hedef açısından bir ilerleme sağlamamıştır. Yerel seçim AKP'nin gayrimeşru niteliğini aklamadı, ancak diktatörlük saldırgan yüzü daha da belirginleşerek sürüyor. AKP karşıtı kitlelerde ise seçim düzleminde solun güç kazandığı söylenememekle birlikte, Haziran Direnişinin dinamikleri hiç de yenilgiye uğramış değildir. Diğer yandan AKP'yi CHP-MHP-Cemaat koalisyonuyla dengeleme stratejisi çökmüştür. Bunu deneyenler sandığı koruyacak bir enerji bile toplayamadılar. Bu durumda saptadığımız hedefler geçerliliklerini korumaktadır.
30 Mart Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimidir. Şaibenin başladığı yer sandık değil AKP'nin suç örgütü niteliğidir. TKP'nin, Meclis muhalefetini hükümeti meşrulaştırmaktan vazgeçmeye ısrarla çağırmakta ne denli haklı olduğu açığa çıkmıştır.
Sol seçeneğin güçlenememesinde payımıza düşen sorumluluğun bilincindeyiz. TKP seçimlerde yaklaşık 60 bin oy aldı. Bu sayının ihmal edilebilir bir orana denk düştüğü açıktır. Buna karşın TKP yirmi beş ilçede yüzde 1'in üstüne çıkmış, Dersim Ovacık belediye başkanlığını DHF'li adayla kazanmış, Hatay Defne ve Dersim Hozat'ta ikinciliğe yerleşmiştir.
Başka muhalefet güçlerinin AKP rejimiyle çeşitli uzlaşma kanallarına girmeleri utanç vericidir. Kimileri Ergenekon tahliyeleri sırasında, başkaları barış süreci adına AKP diktatörlüğüyle yan yana durabilmişlerdir. AKP ile mücadeleyi gericilikle mücadele bağlamından kopartanlar Cemaatten medet umarken, başka bir köşede askerlere veya büyük sermayenin çeşitli fraksiyonlarına göz kırpanlar var! TKP her tür uzlaşmacı eğilimin dışında, ilkeli bir hat örmeye gayret etmiş, Haziran Direnişini ve değerlerini politik mücadele alanına taşımayı amaçlamıştır.
Sol seçeneği yükseltmek açısından TKP Aralık'ta yola çıkan Sol Cephe'yi çok önemsemektedir. Sol Cephe ülkemiz ilerici halkının, diktatörlüğe karşı direnenlerin kitlesel öz örgütü haline gelecektir. TKP hangi siyasi eğilimden olursa olsun özgürlükten, aydınlanmadan, bağımsızlıktan yana olanları Sol Cephe'de birleşmeye çağırır. Geniş kitlelerin hep birlikte bu daha başlangıç, mücadeleye devam dedikleri bir ortamda eksiğimiz bu büyük potansiyelin sağlıklı politik hedeflerle donatılması ve örgütlenmesidir.
Yaklaşan 1 Mayıs'ta faşizmin karşısına yenilmez bir kitlesellik çıkartmak için çalışmalara başlıyoruz. İstanbul'da kutlamaların adresi kuşkusuz Haziran Direnişinin merkezi olan Taksim 1 Mayıs Alanı'dır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeminin açılmaya başlandığı bugünlerde, AKP yönetimi altında adil bir seçim yapılamayacağının ısrarla altını çiziyoruz. Türkiye'de, bağımsız halk örgütlerinin güvencesi altında, bütün siyasi partilerin katılımıyla ve adalet ilkesi temelinde bir geçiş süreci örgütlenmelidir.
Halkımızı boyun eğmemeye, örgütlenmeye çağırıyoruz. TKP Haziran Direnişinde, 30 Mart'ın öncesinde ve bugün aldığı pozisyona sadıktır. Diktatörlüğün yıkılması ile sol seçeneğin güçlendirilmesini çelişkili bulanlar, alabildiğine sağa kaymalarına karşın, daha doğrusu tam da bu nedenle AKP'yi de geriletememişlerdir. Biz gericilikle her tür uzlaşmayı reddediyor ve Haziran Direnişinin değerlerini sahipleniyoruz. Bu yaklaşımı, söz konusu değerleri benimseyen herkesi TKP saflarına çağırıyoruz.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komite
.
"30 Mart Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimidir. Şaibenin başladığı yer sandık değil AKP'nin suç örgütü niteliğidir. TKP'nin, Meclis muhalefetini hükümeti meşrulaştırmaktan vazgeçmeye ısrarla çağırmakta ne denli haklı olduğu açığa çıkmıştır."
"Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeminin açılmaya başlandığı bugünlerde, AKP yönetimi altında adil bir seçim yapılamayacağının ısrarla altını çiziyoruz."
İşte budur!
Hırsızlığı, savaş suçlarını, seçim yolsuzluklarını kanıksamayalım, kanıksatmayalım.
AKP, burjuva demokrasisinin calıştığı herhangi bir ülkede seçimlere dahi giremezdi!
Bu koşullarda, sosyalist partiler seçim güçbirliğini neden "yeterli ölçüde" başaramadılar diye eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Sandıktan şu kadar oy çıktı diye değil!
Hüsnü Mübarek devrilmeden yaklaşık bir yıl önce seçim olmuştu. Yüzde kaç oy almıştı kim hatırlıyor?
Neden kırk ilde "kediler" trafolara bu gece girmediler...
Türkiye'de seçimlerin sonu
Birinci tez şudur, 30 Mart 2014 Seçimleri ile sonucunun hiçbir önemi yoktur. Seçim öncesi çok daha mühim olmuştur, pek vurucu ve dağıtıcı geçti; sonrası sadece sanaldır, geçici, Fransızca, un succes éphémere, diyebiliyoruz. Öncesinde Akepe ve hassaten Erdoğan bitmiştir ve bittii; artık kendini taşıması imkânsızdır. Şöyle de söyleyebilirim, hükümetini sürdürmesi kanunların ruhuna aykırıdır. Bundan böyle kanunsuzdur. Hırsız denmesinden daha fatal, yok edici olan, kanunsuz sayılmasıdır. Çünkü kanun ve kanunsuzluk doğaya ve topluma işler ve şimdi infaz edilmesini bekliyoruz.
İkinci tez şöyledir; bu seçimlerin gösterdiği ve pek önemli olan ise şudur, Türkiyede seçimlerin sonuna ulaşılmıştır ve the end of elections diyebiliriz. David Fromkinin meşhur kitabı misli, an election to end all elections da diyebiliriz. Bunu, ceteris paribus varsayımı ile, bundan böyle her seçimin sonucu aynıdır, şeklinde anlamak durumundayız. Bundan böyle seçim yapmak anlamsızdır. Ahmaklara uygundur; şimdi seçmenin yarısı morgdadırlar ve morg hayatı yaşıyorlar.
Üçüncü tezi yazıyorum, halkın ırz düşmanlığına ve hırsızlığa ve gaspa duyarsız kaldığı tespitleri de ahmakçadır. Doğru tespit, böyle halk olmadığı ve kalmadığıdır.
Halklar, by definition, duyarlıdırlar ve duyarsız olanlara, sürü diyoruz. Morgda yaşıyorlar.
Morgda yaşayanın duyması, uyarılması ve uyanması imkânsızdır. Dolayısıyla geçen seçim olmayan seçim, Türkiyede seçimlerin sonunu göstermiş olup son seçimdir. Şöyle de açıklayabiliyoruz, seçmenlerinin yarısı morgda yaşayan bir memlekette, asıl yaşadıklarımızı the end of history olarak tavsif etmek zorundayız.
Tarihi işletmek gerekmektedir. Ama zordur.
Zora bağlıdır. Mümkündür.
Muhtemel mi, bize bağlıdır.
Dördüncü tez, kısmen teoriktir ve Marxın opium tarifini, teknolojinin ilerlemesine uygun bir şekilde, ayrıca şiddetlendirip haz ögesini çıkararak, morg ile değiştirebiliriz. Daha uygun olanı aramak durumundayız.
Din, soğutucudur. Bu nedenle, 1979 ve 1980 yıllarında, ezcümle, Ordu gelecek, iktidarı alacak, Erbakanı hapse atıp çok daha yoğun islamcılık yapacak derken, hem Orduyu ve hem de islamı biliyordum. Ordu da biliyordu; Erbakanın ötesi morgdur. Yarımız morgdadır.
Beşinci tez cilvelidir.
Eylülist Diktatör General Kenan Evrenin dava edilmesi ve 26 nolu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğun hapse atılması, tarihin cilvesi ve cilvenin tarihidir. Buna rağmen ve belki de bu nedenle tarih açılamamıştır. Ancak seçimlerin sonu, bir anahtar kapasitesindedir.
Yüzde kırk beşi, akepenin, Medine ve Morg kapasitesidir. Ağyar olanlar, yüzde beş, çıktılar. Bu çıkışı, Kürt siyasal partisinde de görüyoruz. Bunlar her zaman var olan serseri reylerdir ve her zaman hayal kırıklığı yaşarlar. Yaşadılar. Aslında hep boğuldular.
Hayal kırıklığı, serserilerin ikinci yaşamıdır.
Altıncı teze gelmiş bulunuyorum, Medine Kapasitesi ve sınırını, bilerek, kullanıyorum. Tekrarlıyorum, Batıda büyük islam alimleri çok zaman Hazreti Peygambere, Prophet of Medina dediler, ve ben şimdi, Religion of Medina tabirini, önermek istiyorum. Gasp, darp, kovma, yok etme, imamın harem kurmada sonsuz özgürlüğü, esastır. Bunlar günah ya da ayıp değil ve övgüye yol açan amellerdir.
Dini, Medinenin ve Hayberin pek zengin ve pek Yahudi, başkalarıyla birlikte, Nadir aşiretini, keserek, kovarak, güzellerini alarak, kurmuştuk. O devirde, yedinci yüz yılın başlarından söz ediyorum, evlilik free idi ve cinsler arasında seks ayrımı tanınmamıştır. Belki geri ve belki ileri yaşadılar. Bilemiyoruz.
Şunu biliyoruz, Buharinin hadisleri arasındadır. Zeynep Bint-i Cahş çok güzeldi, Peygamber bir kez intime görmüşler, evlenmek istediler. Zeyd bin Harise ile evliydi, acele boşandılar. Hazreti Peygamber ile evlendiler. Kaynaklar, Zeynepi muhacir tarif ediyorlar.
Ancak Zeyd, Peygamberin azadlısı idi, evlat dahi sayılıyor ve pek dedikodu yaptılar, o sırada bir işaret geldi ki ayet de diyorlar, bu ve mucize pek daha doğrusudur, çözülmüştür. Bunlara bakmıyoruz.
Artık günümüzü biliyoruz.
Yedinci tez, 2006 ve 2007 yılında, Tayyip Erdoğanın cumhurbaşkanlığı iddialarını zayıflatmak üzere cumhurbaşkanlığı için üniversite diplomasının gerekliliği ile sara hastalığını ortaya koyduğumda, Caligula Kitabım işte budur, Ankaranın en seçkin lokantası Trilyede, benimle görüşen en zengin müteahhitler, peygamber hastalığı diyerek savunmuşlardı; beraberinde getirebileceği muhakeme zayıflıklarını, kibir ve acımasızlıkları hiç görmek istemediler. Grand Mal Saranın büyük bir mantık zaafını da beraberinde taşıdığını görmek istemediler. Sanki bana, peygamber yolunda, tek eksiği saradır ve teşekkür ederiz Yalçın Bey dediler. Estağfurullah demek, bana düşmektedir.
Sekizinci tez, Din-i Muhammediyede hem çıkış ve hem son durak, Medinedir. Bu nedenle yedinci yüzyılın başında Medineyi çalışıyorum ve Tayyip Erdoğana Medineden bakıyorum ve Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu ile ailesini Medinede arıyorum. Ve Nadir Medinededir, işaret ediyorum. Ayet yerine, Kurana uygun olarak işaret ve bazen de mucize kelam ediyorum.
Böyle baktığım ve burada aradığım için, Akepede oy düşmesini hiç beklemiyordum. Sonuçlara hiç şaşırmadım. Medinenin sürekliliği ayrı, kurduğum modelin doğru çıkmasına sevindiğimi söylemek durumundayım. Ayrıca itiraf etmek istiyorum, bize, sosyalistlere ve kemalistlere cinayetler tertip etmiş olan bir kökten gelen birisinin cumhuriyetçi tercihi ve oyları ile Ankaraya reis seçilmemesinden de ziyadesiyle memnun oldum. Bir ihanet önlenmiştir.
Silivriden Ankaraya avdet ettiğimde, elektrik direklerinde bu eski düşmanımızın siyaset yok, hizmet var afişlerini buldum. Biz siyaset yok diyen bir siyasetçiyi faşist sayan bir mektepten geliyoruz. Devam ediyorlar. Marx Okulunun bize öğrettiği budur. Okulumuzdayız.
Dokuzuncu tez olarak, bu önemsiz seçimlerin iki önemli işaretini kaydetmek istiyorum. Doğu Perinçekin İşçi Partisi, uzun bir zamandır, intihar yolundaydı ve anladık ki, artık yolunu tamamlamıştır; intiharı hatmetmiştir. Uzun zamandır, imam-hatip okullarını ve türbanı kabul ile anti-kapitalist eğilimleri sansür ediyordu; akepeyi desteklemekte ve mehepeye yaklaşmak istemektedir. Sol ve sosyalizm ile bağı kalmamıştır ve son kurultayından, tesadüf mü, ülkücü albay olarak tanıttıkları birisi hariç, Silivride yatan, bir ölçüde solu bilen kıdemli kadrolarını tasfiye etmiş, ki devlete bir işaret olarak anlıyorum, ve apolitik isimleri ve sadece isimleri, yönetimine alarak, çıkmıştır. Üçüncü Partisi sayabiliriz, fakat, bir Doğu Perinçek Cemaati olarak telakki etmek daha doğrudur; yoluna böyle devam edebilir, öyle tahmin ediyorum. Başarılar diliyorum. Arkadaşlığımız var.
Onuncu Teze gelmiş bulunuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyete ihanet edenlerin eline geçmiştir. Oyun içinde oyun oynadılar ve adaylar ile yerlerini Partinin değil, oligarşinin bürolarında, belirlediler. Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy misli sonucu belli ve sağlam büyük yerleri, cumhuriyet düşmanlarına ve iltizama verdiler. Bunlar ve tabii başta Karabulut Kemal, artık, parti içi, savaş kışkırtıcısıdırlar.
Savaşın kabulü, kanunların ruhuna uygun ve gereğidir. Hainler, sorumludurlar ve adını daha önce verdiğim altı kişi, mutlaka, bir Özese Divanında yargılanacaklardır, güveniyoruz. Buradayız.
Cumhuriyet Halk Partisi bayrağıyla, son seçime, Fethullah Gülen girmiştir. Başkanı, Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu, Fethullah Gülenin kasetlerini okumuştur. Kaset düzeneği, kısa bir zaman önce, bizleri, zındanlara koymak ve karalamak için kullanılıyordu ve o zaman, Gülenin kasetlerini Tayyip Erdoğan çalıyordu ve hepsini Erdoğan çalmıştır. Şimdi bu kasetler, Said-i Nursi ile öğrencisi Fethullah Gülen arasındaki bir Medine Savaşının borazanı oldular; Kılıçdaroğlu borazancıbaşıdır.
Yalnızca borazan çalma kabiliyeti var.
On birinci tez, her zaman olduğu üzere acıdır.
Cumhuriyet Halk Partisinin Fethullah Cübbesi örtünmesinin, cehepe için, benim önce Anayasa Referandumu sırasında ısrarla işaret ettiğim üzere, Kılıçdaroğlu ve adamlarının Fethullah Gülene bağlı olmasını ispatlamasından başka hiçbir yararı yoktur. Bunun dışında Fethullah Gülenin son seçime, seçimleri bitiren seçim de diyebiliriz, Kuruluşun Kurucusu CHP ile girmesinin, görünüşteki bu iki tarikat arasındaki savaşın Erdoğanı çırılçıplak yakalaması bir yana, sadece iki büyük yanlışı ortaya çıkarmaya yaradığını da görüyoruz. Yanlışlardan birisi, Gülenin kontrol ettiği bir oy kütlesi olmamasıdır; yoktur. Oyu olmayan ve ayrıca oy nakli yapamayan bir tür semi-illegal örgüttür. Tarikat tarafı pek zayıftır, ritüelleri yoktur ve kendisine ait bir camii bulunmamaktadır. Her tarafa gidebiliyor ve sızabiliyorlar. Sızma, ahlakıdır.
Başta Karabulut Kemalin, Fethullahı bir oy deposu olarak göstermek istemesi, her zaman olduğu üzere, yalnızca bir dolaptır. Fethullah cübbesinin bu kurucu Partiye oy getirmediğini ve eksilttiğini söyleyebiliyoruz. Biliyoruz.
Devam ediyoruz ve On İkinci tezdeyiz. Şudur, seçimlerin ilk ve büyük mağlubu Fethullah Gülendir formülü daha büyük bir yanlış olup, ayrıca saçmadır. Aptalca bir formüldür; Gülende kaybetme karakteri göremiyoruz, ne kaybedebilir ki; bazen Rasputini hatırlatan bir reis ve kütleselleşmekten çok, devlete sızmaya çalışan ve büyük zenginler ve şirketlerde, medya dâhil, örgütlenmeye çalışan bir harekettir. Böyle bir hareketin kaybetmesi mümkün değildir ve şirketlerdeki ve gazete ve televizyonlardaki gücü azalmamıştır. Müritleri, sol partileri kıskandıracak bir bağlılık, mücadele ruhu ve dayanıklılık gösterdiler. Demek ki, hem kaybetme organları yoktur ve hem de kaybetmediler.
Şu noktaya işaret etmemin sırası gelmiş bulunuyor. Tekrarlayabilirim, paralel yapı cahilane bir kullanıştır ve devlet de Tanrı misli şirk ya da ortak kabul etmiyor ve asla içinde barındırmıyor. Fethullah Gülen Tarikatı ile esas olarak Said-i Nursi bir parti oldular ve sonra ayrıldılar. Radikal bir ayrılık olmamakla birlikte Medine Savaşı yaptılar, mümkünse birbirinin derisini yüzmeyi denediler. Hind bint-i Utbenin, yine Medinede, Peygamberin kuzeni Hamzanın, Uhudda ölmüştü, kulak ve burnunu doğrayıp küpe yapmasını ve ciğerini çıkarıp yemek istemesini hatırlıyor ve hatırlatıyorum. Pire için katlederler.
Seçimlerin öncesinde, Erdoğanın bakanı, Erdoğan Bayraktar, hırsızlıkla suçlamaları için ne yaptıysam Erdoğanın emri ile yaptım demiştir. Gülene yakın, uzaklaştırılan İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi Eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer, ki bütün tutuklama dosyalarımızı hazırlayan adamdır, tutuklamaların hepsinin, Başbuğunki dâhil, Tayyip Erdoğanın emri ile yapıldığını, görgüye dayalı bir tanık olarak, açıklamış ve teyit etmiştir. Erdoğanı bitirenler bunlardır ve artık lame duck diyebiliyoruz. Aslında tabir budur ve topaldan çok ötededir.
Akepe bir devşirme ve kucaklama partidir; adamı yoktur ve hep kucakta taşınmıştır. Bundan sonra da, Gülenin yarı-gizli ekonomi-politik örgütüne bir zarar vermesi zordur. Bağırır ve çağırır, ama, arkası yoktur; ortak bir parti idiler ve arkası hâlâ güçlüdür. Arkada kalan Hayati Yazıcı Fethullahi rengini açıklamıştır, Erdoğanın en güveniliri idi ve şimdi Erdoğanı frenleyenlerin başında ve hala bakanlıktadır. Bülent Arınç ile Abdullah Gül, Gülen için kalkandırlar. Reha Denemeç de buradadır. Öyleyse Erdoğan, bundan sonra, rabiada bir reistir. Görüyoruz.
On üçüncü tezde şu var; Erdoğan, davaları kabul etseydi, bu kadar eskimezdi ve şimdi Oscar Wildeın, Dorian Grayin Portresinden başka bi-şi değildir ve tam öyledir. Portre yırtılmış ve gerçek yüz çıkmıştır ve bu yüzle, bundan böyle hiç kimsenin Türkiyeyi yönetmesini düşünemeyiz. Kanunların Ruhu var.
Yalçın Küçük
Odatv.com