Geri adım yok!
Metin Çulhaoğlu
Süreçte gelinen öyle noktalar olur ki kazanılmış mevzi sayılmaları gerekir. Bu mevziler artık sorgulanamaz; orasına burasına bakıp acaba denilemez. Bu anlamda tartışma dışıdırlar.
Daha ileri adımlar ve mevziler mi? Mutlaka; ancak, geriye dönüp bakmadan, geri adım atmadan
Türkiyede sol, her şeye rağmen bir yerlere ulaşmış, belirli mevziler kazanmıştır. Siyaset alanının bütünü düşünüldüğünde bu mevziler belki dışarıdan fazla görünür değildir; ama daha görünür duruma gelmek için atılacak adımlara bu mevzilerden başlanması gerektiği de kesindir.
Örneğin Türkiye solu, sola çalanı dâhil liberalizmin her rengine kesin mesafe koymuştur. Denecektir ki Yaşanan gelişmeler liberalizmi zaten boşa düşürmüştü; ancak sol, liberalizmin günbatımından önce de ayakları üzerinde durabilmiş, bu akıma karşı kendi zeminini koruyabilmişti.
Bir adım bile geri gidilmemelidir.
Sol, Ne gazanımıymış bunlar, hele bir deyiver tarzı onca salvoya rağmen kendi öğretisinin tarihsel süreç-gelişim şemasına sadık kalmış; 1923 Cumhuriyetini ve kazanımlarını, bunları aşıp çok daha ilerilere taşımaya yönelik bir hamlenin zemini saymıştır.
Hiç geri basılmamalıdır.
Sol, önemli bir siyasal dinamik olarak Kürt hareketini hiçbir zaman karşısına almamış; ancak kendi hattını, açılım-atılım tasavvurlarını ve istikbalini bu hareketin seyrine emanet de etmemiştir.
Burada direnilmelidir.
Bu mevzilerden geriye hiçbir adım atılmamalıdır.
* * *
Az önce söylenenlerin işaret ettiği önemli veri şudur: Bugün geldiği noktada sol, daha ileri noktaları zorlayacak kadrolara sahiptir.
Kadro denilen olgu, tarihselliğin ve mevcut koşulların ötesine taşınıp idealize edilmemelidir. Her dönem kendi kadrolarını yetiştirir, donatır ve şekillendirir. Örneklenen mevzi kazanımları sayesinde sol bugün belirli bir kadro birikimi oluşturabilmiştir.
Nicel ve nitel anlamda kuşkusuz gelişmesi, geliştirilmesi gerekir; ama yeni ve daha ileri hamleler için yeterli olduğu kesindir.
Kadro birikimi: Elde var bir
Ya kadroların yöneleceği dış halkalar? Ülkedeki durumun, yaşanılan saflaşmaların işaret ettiği potansiyel?
Burada da Hazirana bakmak zorundayız.
Salt Ne günlerdi be diye değil. Tarihsel bir kırılma noktasıydı. Yeni bir dönemin açılış işaretiydi. Sonra en önemlisi, yarattığı havanın ve soluğun kalıcı olduğu, kolayca geçip gitmeyeceği anlaşılmaktadır. KONDAnın Hazirandaki örneklem temelli araştırmasına göre İstanbuldaki Gezicilerin %55,6sını yaşamlarında ilk kez bir toplu gösteriye katılanlar oluşturmaktadır ve bu insanların %79u da siyasal parti şöyle dursun herhangi bir dernek üyesi bile değildir.
Potansiyelde kalmıştık: Bu, potansiyel değil de nedir?
O halde, elde var iki
Yapılacak iş, eldeki birikimi mevcut potansiyelin üzerine sürmek, onunla ilişkilendirmek ve bu ilişkiyi kalıcılaştırmak, kurumsallaştırmaktır.
Kimse Ama bu potansiyel karşısında kadrolar nicelikçe çok sınırlı kalıyor demesin. Öncülük kavramı bir terazi-sıklet ilişkisine işaret eder ve solun bugünkü kadro terazisi de Haziran sıkletini pekâlâ çeker
* * *
30 Mart sonuçlarını, Haziranı unutturacak yersiz bir karamsarlık içinde değerlendirip yeniden gerilere bakmanın anlamı yoktur ve yapıldığında bu da geri bir adım olacaktır.
Diğer taraftakileri de anlamaya çalışsak, biraz empati kursak, değerlerine o kadar dışarıdan bakmasak
Masum görünen bu tür yakınmaların zihinlere egemen olması, solu ilk başta değinilen mevzilerden geriye götürecek, az önce işaret edilen potansiyelden de uzaklaştırıp bir alacakaranlık kuşağına sürükleyecektir.
Yanlış anlaşılmasın: Elbette midyeyi kabuğuyla yiyenler edebiyatına pirim verilmesin; ama şu da bilinsin: Solu bozacak olan, ulaşılamayan bir kesimle kültür, değerler, yaşam tarzı gibi kategoriler üzerinden temas kurmaya, bu kesime böyle yaklaşmaya çalışmaktır. Solun birincil kategorileri olarak işsizlik, sefalet ücreti, yoksulluk, emek sömürüsü vb. ne güne duruyor?
Bunlarda yeterince ısrar edildi mi ki iş kültüre havale ediliyor?
Burada da en küçük bir geri adım bile olmamalıdır.