Orhan Veli 100 yaşında
Garip akımının kurucusu, hem yıkıcı hem de yapıcı, yenilikçi şair Orhan Veli; yaşasaydı bugün 100 yaşında olacaktı.
Serkan Bilgi
29 Mart 1950 tarihli gazetelerin manşetlerinde alışılmadık bir direniş haberi vardı. Nâzım Hikmet Türkiyenin ilk siyasi açlık grevini başlattığını ilan etti. Şairler ve doktorlar telaşlandı. Devlet şaşkınlığını bir an önce atıp gereğini yaptı. İstem dışı tedavi ne direnci kırdı, ne de şiir seven dünya kamuoyunu ikna etti. Grev sürdü. Nâzımın kararlılığı annesi ve okurları tarafından hassasiyetle karşılandı. Celile Hanım, Nâzımdan bir hafta sonra Galata Köprüsüne bir minder atıp oturmaya başladı. Eylemin belirleyeni bağdaş kurmak değildi. Galata Köprüsü, Türkiyenin ikinci siyasi açlık grevine sahne oluyordu. Nâzımın annesinin ilk dava arkadaşları arasında Neyzen Tevfik de vardı. On gün sonra gazeteler başka bir fotoğrafı bastılar. Ankaradan eyleme destek gelmişti. Genç bir şair, elmacık kemiklerindeki çukuru derinleştirmek suretiyle eyleme iştirak etti. Nâzımsız bir dünyada üç günlüğüne beslenmeme kararı aldı. O da vatan haini ilan edildi.
Bu çocuklarda bir gariplik var
Mızıka-ı Hümayunun klarnetçisi Mehmet Veli, yeni doğan oğluna Ahmet Orhan ismini taktı. Ahmet kendisinin ve babasının ikinci isimlerini yan yana getirip kullandı. Bu alışkanlığı soyadı kanunundan sonra da devam etti. Çocukluğu bir devrin sonuna denk geldi. Son halife 2. Abdülmecitin tertip ettiği merasiminde Osmanlıyla son hatırasını yaşadı. Yıldız Sarayındaki toplu sünnet merasiminde gözyaşı döken onlarca çocuktan biriydi. Devir değişti. Cumhuriyetin Mehmet Veli Beyden bir istirhamı vardı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının ilk şefi ailesini alıp Ankaraya taşındı. Küçük Orhan, başkentte kendisi gibi haylaz bakan arkadaşlar edindi. Kasket takacakları yaşa geldiklerinde Melih Cevdet ve Oktay Rıfatla beraber Ankara sokaklarında şairlik etmeye başladılar. Gazi Lisesinin edebiyat öğretmeni, genç haytaları ilk övgü ve yergilerle tanıştırdı. Lisenin bahçesinde Ahmet Hamdi Tanpınardan yenilen fırçalar bir devri sonlandırmalarını engelleyemedi. Bu çocuklarda bir gariplik vardı. Orhan Veli, üniversite için İstanbula döndü. Gördüğü her şey için, bulduğu her yere notlar düşüyordu. Kese kağıdına bile şiir yazmaktan çekinmedi. Varlık dergisinin mürettibi genç şairin dizelerini nizama sokarken ne denli ses getireceğini tahmin etmemişti. Ankaradaki iki arkadaşıyla bir çete kurmuş gibiydiler. Giderek rahatsızlık vermeye başladılar. Aruz veznini darp eden kelime fedaileri, gelenekçilerin hışmına uğradı. Onlar Çiçek Pasajında ve başka meyhanelerde yarattıkları etkinin tadını çıkartsalar da zaman zaman huzurları kaçıyordu. Orhan Veli bu garipliğin elebaşı olarak anılıyordu.
Nâzım Hikmetten önce yergi sonra övgü
Aldığı eleştiriler her zaman biçim odaklı değildi. Zira dünya şairi Nâzım Hikmeti de meşgul etmişti. Nâzım, Mehmet Fuata yazdığı bir mektupta Mithat Cemal ne kadar şekilperestse, Orhan Veli de o kadar şekilperest demiştir. Hatta dil olarak solda görünmesine karşın muhteviyat olarak sağda, en sağda görmüştür Orhan Veliyi. Fakat zamanla Nâzımın kalbini fetheder. Aralarında güçlü bir vefa oluşur.
Orhan Veli Ankaraya döndü. PTT müdürü olarak işe başladı. Okul arkadaşlarıyla tekrar buluştular. Bir gezintide Melih Cevdet direksiyon hakimiyetini kaybetti. Uçurumdan ağır yaralı olarak çıktılar. Orhan Veli günlerce komada kaldı. Kefeni yırtar yırtmaz işe koyuldular. Şiirlerini bir kitaba doldurdular. Kitabın adı kendilerine yakıştırılan lakabın ta kendisiydi. Garip kitabı, şiirler kadar önsözüyle de deprem etkisi yarattı. Orhan Veli tarafından kaleme alınan önsöz bir akımın başladığını haber veriyordu. Bu akıma Birinci Yeni diyenler de oldu. Şiire kasket takılmıştı artık. Tramvayda, vapurda, kahvehanelerde dillere dolanan tuhaf dizeler gün geçtikçe yeni hayranlar edindi. Şiir çetesine başka akranları katıldı. Abidin Dino, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi gibi arkadaşlarıyla kendi dergilerini çıkardılar. Yaprak dergisi 28 sayı kadar çıktı. Sıklıkla rastlanan ekonomik sorunlar Orhan Veli tarafından ustalıkla çözülüyordu. Abidin Dinoun kendisine yaptığı resimleri elden çıkartmak yöntemlerinden sadece bir tanesiydi. La Fontaine, Shakespeare ve diğer çevirilerinin dışında siyasi yazılarına da rastlandı. Fakat o 36 yaşına kadar herhangi bir kağıdın başına öncelikle şiir yazmak için geçti. Kağıt çeşitliliği peçeteleri bile kapsıyordu. Dalgın bir gününde yürüyüşe çıktı. Belediye, kazdığı sokakta erken paydos vermişti. Çukurdan güçlükle çıktı. Başındaki küçük yarıkla İstanbula döndü. Birkaç gün sonra öğle yemeğinde fenalaştı. Doktorlar rakı şişesinde balık olmayı isteyen şairin sağlık durumundan çok alışkanlıklarını teşhis ettiler. Alkol zehirlenmesi olduğunu varsayıp mide serumu verdiler. Orhan Veli, beyin kanaması sonucu çok erken yaşta hayatını kaybetti. Yıllar sonra Budapeşte radyosunda şiirleri başka bir şair tarafından seslendirildi. Meşhur söyleşide Nâzım Hikmet, Orhan Veli Kanıkı çok duru sözlerle yürekten ve hasretle yad etti. Bu genç yaşta ölen şairin, kendisinin özgürlüğü için açlık grevine yattığından söz ettikten sonra Sere Serpe şiirini okudu. Sözlerini şu yorumla bitirdi. Ne güzel Türkçe, sonra nasıl İstanbul, nasıl İstanbul kızı...
Sol
demiş, şair ama gerçek şu ki, hemen her gün başımızı alıyor ve çekip gidiyoruz! Orhan Veli bunu hatırlatıyor bize!
Başımızı alıp çekip gitmediğimiz günlerin özlemiyle...