CHP Güçlenmek için ne yapmalı
CHP milletvekili, siyaset bilimci Prof. Dr. Binnaz Toprakın Habertürk gazetesine verdiği mülakat, sonrasında da Soner Yalçının Sözcü gazetesinde yazdığı yazı önemli ve CHP için yapılması zorunlu bir tartışmayı başlattı. Çünkü sorun dönemsel değil, yapısaldır. Zira kuruluşu, gelişimi, yükselişi, içinde bulunduğu toplumsal yapı, tarihsel kökleri, seslendiği kitle, beslendiği taban Avrupadaki sosyal demokrat partilerden çok farklı bir parti söz konusudur.
Gelin öncelikle, siyaset biliminin dev ismi Fransız siyaset bilimci Prof. Dr. Maurice Duvergere kulak verelim. Mealen şöyle der: Dünyada merkez sol partiler ya Marksist düşüncenin merkeze, sağa kaymasıyla oluşur ya da antiemperyalist karakterli ulusal kurtuluş savaşlarından doğarlar. Duverger, CHPyi bu ikinci modele örnek partiler içinde en başarılılarından biri olarak görür. Şüphesiz, CHPnin benzerleri de vardır, üçüncü dünyada, mazlum milletler arasında. Hindistandaki Ulusal Kongre Partisi, Meksikadaki Kurumsal Devrimci Parti gibi
CHPdeki yön kaybı ve yönetim kadrolarındaki kafa karışıklığı açısından biraz gerilere gidelim. Aşağıdaki iki demeç, Ergenekon davalarında, Annan Planında, 1 Mart tezkeresinde olumlu bir duruş sergileyen, ama partinin gerek ideolojik, gerek siyasal, gerek yönetici kadro seçimi, gerekse örgütsel tıkanıklığında sorumluluğu büyük olan önceki lideri, siyaset bilimi doçenti Deniz Baykala ait. İtalyanların ünlü siyaset bilimcisi Giovanni Sartorinin eserleri üzerine hayli çalışmış olan Baykal, bakın geçmişte neler demiş: Sosyal demokrasinin ana unsurlarından taviz vermeden, liberal bir sosyal demokrat anlayış içindeyiz (Milliyet, 26, 06, 1997)
Özalın Türkiyeye kazandırdığı ilerlemelerin 2000li yıllarda yaşayacak olanını biz gerçekleştireceğiz (Cumhuriyet, 02. 07. 1997)
Partisinin Avrupa sosyal demokrat partileri gibi olmasını isteyen Toprak ile ulusalcı ve laik olmakla eleştirilen Baykal liberal sol konusunda hemfikirler. Binnaz Toprakın, Kılıçdaroğlunun da üyesi olduğu TESEV destekli çalışmalar yaptığını,Cem Boyner liderliğindeki Yeni Demokrasi Hareketine (YDH) sıcak baktığını, Baykalın da YDH çevresinden çok sayıda ismi mebus yaptığını biliyoruz. Partide soyadı, torun, damat, evlat, arkadaş kontenjanı da onun döneminde kurumsallaşmaya başlamıştır.
Cumhuriyetçi sol düşüncenin seçkin düşünürlerinden, değerli hocamız Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, CHP üyesiydi. CHP ile Avrupa sosyal demokrasisi ve Sosyalist Enternasyonal arasındaki yapısal doku uyuşmazlığı üzerinde çok durmuştur. Bu konuda çok yazmıştır. Alpaslan Hocanın üretken talebelerinden, ODTÜ Öğretim Görevlisi, araştırmacı Yıldırım Koç da, Avrupa sosyal demokrasisinin, Batılı işçinin sömürüye nasıl ortak olduğu, nasıl sus payı aldığı, ezilen uluslardaki işçilere karşı nasıl kendi devletinin ve patronunun yanında durduğunu bıkıp uzanmadan yazar. Bu iki seçkin bilim insanından, dahası hocaların hocası Korkut Boratavdan yazar Ergin Yıldızoğluna kadar daha nicelerinin bu konuyla ilgili, bu konuyu da içeren eserlerinden, Toprak ve Baykalın habersiz olması düşünülemez. Ancak sorun yapısaldır. Baykal CHPsi veya Kılıçdaroğlu CHPsinin ötesinde tartışılmalıdır. Bu liberal yönelim, bir ideolojik ve siyasal tercih olarak, birkaç yıl önce değil, yıllar önce başlamıştır. Deniz Baykalın Kürtçüsü Eşref Erdem, Kemal Kılıçdaroğlunun Kürtçüsü Sezgin Tanrıkulu, sendikacılar Süleyman Çelebi, Musa Çam, Baykalın gözde mebuslarından Bülent Tanla, flaş transferi Kemal Derviş hep liberal soldadır. Zülfü Livaneli de oradadır. SHPde bakan oldukları dönemde, müşavirlik hizmetlerini Prof. Dr. Mehmet Altan ve Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman gibi müseccel liberal, ikinci cumhuriyetçilerden alan Fikri Sağlar ve Ercan Karakaş da. Gümrük Birliğiyle, 5 Nisan kararlarıyla, terör örgütünün uzantısı olan partinin desteğiyle Ankara anakent belediye başkan adayı olmasıyla anımsadığımızMurat Karayalçın da elbette. DSPye gidip gelip, CHPde genel başkan adayı olup, sonra da liberal takımıyla birlikte AKPye geçen, CHP eski genel sekreteri, 1994 yerel seçimlerinde CHP İstanbul anakent adayı Ertuğrul Günay da farklı değildir. Yücel Sayman döneminin İstanbul Barosu yöneticisi, Ertuğrul Günay kontenjanından AKP mebusu Ayşenur Bahçekapılı, Erdal İnönü SHPsinin Bakırköy belediye başkan adayı, bir zamanların hızlı CHPlisi, sonra da AKPnin milletvekili Zafer Üskül de aynı çizgidedirler. Bir aralar Mehmet Ağarın yönettiği DPye geçeceği basına yansıyan TBMM eski başkanı, kısa dönem CHP genel başkanı Hikmet Çetin (NATOnun Afganistan Genel Valisi) ve Gaziantep Belediye BaşkanıCelal Doğan da ayni siyasi yönelimdedirler Partideki güçlü isimlerin hali, şunu gösterir: Mesele kişisel rekabetin ötesindedir, ideolojiktir. Genel başkanın milletvekili tercihiyle sınırlı değildir.
Binnaz Toprakın, mülakatında dikkat çektiği Avrupa sosyal demokrasisinin tarihine bakalım biraz da. Alman Sosyal Demokrat Partisinin ünlü liderlerinden olan August Bebel, sömürgeciliğe karşı değildir. Sömürgelerin getirdiği mali yükten yakınmıştır, o kadar. Bir diğer sosyal demokrat liderBernstein, 1898de üstün uygarlığın kendi etki alanını genişletme hakkını savunmuştur. Birinci Cihan Harbi sonunda Alman işçi sınıfının çoğunluğu, sömürge imparatorluğu olma yanlısıdır. İngiliz sosyal demokratlarını zaten biliyoruz. ABDnin iki stratejik ortağından biri olan (diğeri İsrail) İngilterenin ABDnin peşinden gittiği tüm işgallerde destekçidirler. Irakın işgalinde, iktidardaki Tony Blaire, işgal konusunda işçi sendikaları tam destek vermiştir. Hem de Blair ile partiyi merkeze taşıma ve partiyle sendikalar arasındaki örgütsel bağı koparması nedeniyle çatışmalarına rağmen. Tony Blair, işgalden birkaç yıl önce, 15 Mayıs 1998 tarihli International Herald Trubunede çıkan Üçüncü Yol yazısında ise sol ile sağı ortak noktada birleştirmenin olanaklarını sorgulamıştır. Geleneksel Batı solunun dayandığı ilkeleri küreselleşmenin ve yeni dünya koşullarının gereklerine göre yeniden biçimlendirmeyi önermiş, buna da üçüncü yol demiştir. Batı sosyal demokrat hareketini sağa kaydırmanın da ötesine taşıp, sağ ve sol terimlerini siyaset lügatinden silmeyi hedeflemiştir. Yazısındaki içerik bir sağ- sol sentezi değildir. Batı sağının geleneksel ideolojisini bütünüyle Batı soluna taşıma çabasıdır. (Korkut Boratav, Tony Blairin Bir Yazısı, Cumhuriyet, 27. 05. 1998). Fransada sosyalistler iktidardayken Cezayirde yapılan katliamlar belleklerdedir. Son olarak Fransada F. Hollande cumhurbaşkanı seçildikten kısa süre sonra, Afrikaya yönelik askeri harekâtlar başlamıştır. Dış politikası Sarkozyden farksızdır.
Kendi tarihimizden de biliriz. Avrupa solu, Kurtuluş Savaşına karşı çıkmıştır. Bernstein ve Kautsky gibi Alman sosyal demokrasisinin öncü kuramcılarının, 1920lerde İngiliz emperyalizmine karşı ittifak yapan Lenin ve Atatürk hakkındaki düşünceleri olumsuzdur. Ankaraya karşı, Londra ve Parisi desteklemişlerdir. CHP ile Batı solu, Batıcı sol arasındaki kan uyuşmazlığının başlangıcı sayılır. Çünkü biri dünyaya örnek olmuş bir antiemperyalist mücadeleden doğmuştur, diğeri emperyalisttir, sömürgecidir.
Gelelim, CHPnin de üye olduğu Sosyalist Enternasyonale. Örgüt, Marks ve Leninin yolunu takip etmemiştir. Ters yolda ilerlemiştir. Adeta, emperyalizmin sol ayağı işlevini görmüştür. Ulusal bağımsızlık savaşlarına karşı çıkmış, 3. Dünyanın, mazlum milletlerin sömürülmesine, işgal edilmesine destek vermiştir. SSCB, Sosyalist Enternasyonal ile çok farklı çizgideki enternasyonal ile (Komintern) yoluna devam etmiştir. Lenin, Sosyalist Enternasyonal için sosyal emperyalizm tabirini kullanmış, sosyalistliklerinin sözde olduğunu, özde emperyalist olduklarını belirtmiştir.Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşünde bunu anlatmıştır. SSCBnin tuttuğu yol, ayrı bir tartışma konusudur. Ancak Sosyalist Enternasyonalin Avrupa merkezli sosyal demokrasinin çatı örgütü olarak gelişmesi, merkez emperyalist ülkelerin tatlı su solcularının örgütü olarak kurumsallaşması, onu dünyanın ezilen uluslarından, çevre ülkelerden tamamen koparmıştır. Sosyalist Enternasyonalin, Irakta 1.5 milyon insan ABD tarafından katledilirken sesini duyan olmamıştır. Çünkü Avrupanın büyük şirketleri, Irakın talanından pay kapmaktadır.
NESNEL KOŞULLARIN BELİRLEYİCİLİĞİ
3. Dünyada, mazlum milletlerde demokrasinin ölçütü, elbette onları ezen, sömüren, merkez kapitalist emperyalist ülkelerdeki demokrasinin ölçütüyle aynı değildir. Tarihsel koşullar, nesnel şartlar, siyasal, toplumsal, iktisadi, kültürel yapılar farklıdır. Temel çelişki farklıdır. O nedenle azgelişmiş ülkelerde demokrasinin birinci şartı, temel ölçütü, emperyalizme karşı mücadele etmek olarak öne çıkar. Tamamına yakını yoksul, sömürge ya da yarı sömürge olan, sanayi devrimini yaşamamış, Ortaçağ ilişkilerinden kurtulamamış, Aydınlanma Devriminin değerlerini içselleştirememiş ülkelerde temel çelişki, kapitalist ülkelerde olduğu gibi burjuvazi ile proleterya arasında yaşanmaz. Ezilen milletle onu ezen, sömüren emperyalizm ve yerli uzantıları arasında yaşanır. Demokrasi o bağımsızlık ve özgürlük kavgasından, vatan savunmasından doğar. Üçüncü Dünyada bu hep böyle olmuştur.
Yüzyılın başındaki bu saflaşma, günümüzde de büyük ölçüde geçerlidir. İster sosyalist olsun ister sosyal demokrat, ülkemizde saflaşma bu eksendedir. O günün İştirakçi Hilmisi işgalci İngilizlerle içli dışlıdır. Günümüzde Ufuk Uras, Levent Tüzel, Ertuğrul Kürkçü, S.S. Önder ağızlarına feodalizmi, toprak ağalığını, sömürüyü, eşitsizliği, antiemperyalizmi, sendikal hak ve özgürlükleri almadan, İslamcı Altan Tan ve toprak ağası Ahmet Türk ile aynı partidedirler. ABDnin bölgedeki 4 ülkeyi bölmesiyle kurulacak bir bağımsız Kürdistan düşü kurmaktadırlar. Bilmezler ki, Türkiye gibi, siyasi, iktisadi, coğrafi olarak, batının hemen dibinde, çeperinde yer alan, tedarikçi ekonomi olarak bilinen, cari açığı yüksek, siyasi, iktisadi, askeri yönlendirmelere açık bir ülkede, solcu, devrimci, sosyalist olmanın ilk şartı Batı şablonunu ezberlemekten değil, emperyalizmle savaşmaktan geçer. Toplumsal ve sınıfsal olanı savunmaktan geçer, etnik, mezhepsel olanı, kimlik politikalarını değil.
Kafa karışıklığı sendikacılarda da yaygındır. Kendini solda tanımlayanları, devletin parasını kullanmayı haklı olarak reddetmiş (sendikal bağımsızlık adına), bunu sarı sendikacılık saymışlardır. Ama aynı sendikacılar günümüzde emperyalist ABnin ve ABDnin parasını sivil toplumculuk vesendikal dayanışma adıyla almaktadırlar. O nedenle; Türkiyenin eğitim ve sağlığı özelleştirmesini öneren Avrupa ülkelerine pek karşı çıkmazlar. Tersine emeğin Avrupası gibi kerameti kendinden menkul sözler eder, ABnin emperyalist bir proje olduğunu söylemekten kaçınırlar. Sosyal devletin Avrupada nasıl budandığını, Avrupalı sol partilerin, Sosyalist Enternasyonalin nasıl emperyalist talana destek olduklarını ağızlarına almazlar. BDPye yakın KESKte ve CHPye yakın DİSKte çokturlar. Bu tutumun ödülü mebusluktur. Baykal döneminde, DYP kökenli Bayram Meral, Kılıçdaroğlu döneminde 10 Aralık Hareketi kökenli Çelebi ve Çam. Türk- İş veya DİSK kökenli olmaları fark etmez.
SOSYAL DEMOKRASİNİN TABANI
Sosyal demokrasi öncelikle bir kentli ideolojisidir. Bir ülkenin kent nüfusu ve kentlileşmiş bireyinin oranıyla sosyal demokrasinin oy tabanı arasında doğrudan ilişki vardır. Çalışan sınıflara, beyaz ve mavi yakalılara dayanır öncelikle. Sosyal demokrat seçmen, özgürlük, insan hakları, demokrasi, eşitlik, çevre, emek konularında daha duyarlıdır. Daha çok siyasallaşmış bir seçmendir. Eğitim düzeyi daha yüksektir. Ülke sorunlarıyla daha çok ilgilidir. Avrupa ile Türkiyedeki koşullar çok farklı olsa da, bu durum CHP için de böyledir. 30 Mart yerel seçimlerinde partinin oy aldığı coğrafya, özellikle de üç büyük ildeki oy oranı, bunun kanıtıdır. Mavi yakalılardan aldığından çok daha fazlasını orta sınıftan, yeni orta sınıftan, orta üst sınıftan almıştır.
Sosyal demokrasinin açmazı şudur. O yüzden kendi solundan sürekli eleştirilir. Yasalar önünde eşit olan yurttaş, sınıfsal olarak, ekonomik güç olarak eşit değildir. Siyasal demokrasinin, sosyal demokrasi ile taçlanması gerekir. Sosyal demokrasi ise bu konuda sola açılarak değil, sağa kayarak, teslimiyetçi bir tavır içindedir. Dünyada kim daha zengin ise o daha çok tüketmekte, daha iyi yaşamakta, siyasi olarak ağırlığını daha çok koymaktadır. İşte sosyal demokrasi, toplumcu demokrasi, demokratik sol, demokratik sosyalizm, (Orhan Hançerlioğlu, sağcı toplumculuk olarak tanımlar sosyal demokrasiyi) bu konuda sıkıntı içindedir. Yasalar karşısında eşit olan yurttaşı, ekonomik olarak, fırsat eşitliğinden başlayarak, sosyal devleti güçlendirerek, tüketim anlamında belli bir düzeye taşıyarak güçlendirmek mücadelesinde geri kalmıştır. Zengin yoksul uçurumunu daraltmak, refahtan, ulusal zenginliklerden yoksulların daha fazla pay almasını istemek dururken, daha da liberal siyasetlere yönelmiştir. Avrupadaki gerileyişinin temel nedenlerinden biri budur.
Türkiye gibi, feodal ilişkileri tamamen tasfiye edememiş, değil sınıf kimliği, yurttaş kimliği bile tam olarak oturmamış, etnik, mezhepsel bağların, hemşeri ilişkilerinin hayli güçlü olduğu ülkelerde, sosyal demokratların işi daha da zordur. Zira emekçiler önce yurttaş bilincine sahip olurlar, sonra sınıf bilincine. Yani önce yurttaş, sonra yoldaş olunur. O nedenle sınıf kimliğiyle feodal kimlikler biraraya gelmez. Çünkü emekçi kimliği birleştirici, feodal kimlik ise bölücüdür. Ülkemizde, her ne kadar liberal sol (ne demekse o) örgütlü ve kurumsal cehaleti nedeniyle, Cumhuriyete yan oturup, toplumcu, kamucu, millici, antiemperyalist, bağımsızlıkçı, laik, aydınlanmacı, halkçı değerlere burun kıvırıyorsa da, onun tarihsel kökü ve toplumsal zemini Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimidir. Çünkü sadece bizde değil, doğduğu yerde de, Fransada da, Cumhuriyet; toplumcu ve solcudur. Liberal demokrasi ise bireycidir, doğduğu yerde (İngiltere) ve her yerde. Cumhuriyet özelleştirmeye karşı çıkar. Demokrasinin pek itirazı olmaz. Piyasa ekonomisinden yanadır. Cumhuriyet, solun her rengiyle barışıktır, kamucudur. Demokrasi liberalizmle, kapitalizmle iyi anlaşır. Paranın egemenliğine, sermayenin tahakkümüne, değerlerin metalaşmasına, pazarlanmasına demokrasi karşı çıkmaz. Cumhuriyetin güçlü itirazı vardır.
CHPNİN AÇMAZI
Kitle partileri, iktidara gelmek için, tabanlarında geniş, büyük seçmen koalisyonları yaratmaya mecburdurlar. Ama ana gövdeyi ürkütmeden, asıl geniş ve sadık tabanı incitmeden, doğal destekçilerini üzmeden bunu yapmaları beklenir. Türkiye gibi; işçi sınıfının sayısal olarak artış göstermekle birlikte bilinç düzeyi olarak göreli zayıf olduğu, merkez sağın silinmesi nedeniyle kimi merkez sağla ortak olarak paylaşılan değerleri merkez solun savunmak zorunda kaldığı, ciddi bir gerici, vahşi bir piyasacı, bireyci, savaş yanlısı baskının egemen olduğu bir ülkede, merkez solun işi zordur. Batıda olmayan, Türkiyeye özgü mezhep çatışmasına, diğer boyutlarının yanında etnik kimlikten de beslenen teröre, bölücülüğe, cinsiyet ayrımcılığına, aydınlanma değerlerinin, laik eğitimin, özgür düşünce ve bilimin, özerk üniversitenin tasfiyesine karşı çıkmak da, öncelikle merkez sola düşmektedir. Kent nüfusunun artmasına rağmen, kentlilik bilincinin o denli artmadığı bir toplumda, kültürü, sanatı, parkı, yeşili, doğayı, çevreyi, tarihsel mirası ve dokuyu korumak da, yine solun omuzlarındadır.
CHP sağa kaydıkça, tarihsel köklerinden uzaklaştıkça, devrimciliği, halkçılığı bıraktıkça, büyüyeceğini sanmaktadır. Süreç Erdal İnönü döneminde başlamıştır. Şüphesiz, 1980 öncesinin şartları, dağlara taşlara Karaoğlan, Umudumuz Ecevit yazılan günler geride kalmıştır. Ancak, Ecevitin karizmasını anarken, o dönemde parti örgütünün diriliğini, gençlik kollarının canlılığını da hesaba katmak gerekir. Halkçı, kamucu, sol sloganlar olan ne ezilen, ne ezen, insanca hakça düzen, toprak işleyenin, su kullananın gibi sloganların kitleleri nasıl heyecanlandırdığını da bilmek gerekir. CHPnin kendi solunun, özellikle de 1960ların efsanevi Türkiye İşçi Partisinin (TİP) ve DİSKin de CHPye taze kan pompaladığını, sağa kaymasını engelleyip, sola çektiğini hatırlamak gerekir. Mehmet Ali Aybarın söylevleri ve söylemlerindeki bağımsızlıkçı, antiemperyalist, emekten, eşitlikten, mazlumdan yana tavırla günümüz tatlı su sosyalistlerinin, mezhep solcularının, Barlar Sokağı devrimcilerinin kerameti kendinden menkul insan hakları, demokrasi, özgürlük, sivil toplum söylemleri mukayese bile edilemez. Evsize ev, Köylüye toprak, Herkese iş diyen TİP afişi ile etnikçilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik yapan günümüz sosyalist partilerinin afişleri arasında dağlar vardır.
CHP, seçimden seçime medyatik, sosyetik aday gösterip, kendi vefalı, sadık örgüt emekçilerine kapalı bir yapıya dönüşmüştür. Örgütte, alt kimlikler, mezhepçilik, hemşericilik, Turgut Özal hayranlığı, lümpenlik, liberal köşe dönücülük zemin bulmuştur. Delege ağaları oluşmuştur. Belediye rantının güçlü olduğu bilinmektedir. Ama son toplamda, tüm eksik, aksak ve hastalıklarına rağmen, kökü Kuvayı Milliyeye dayanan, biat kültürüne boyun eğmeyen bir örgütsel temel vardır. Bu da en büyük gücü ve avantajıdır. Atatürkün tanımıyla, devrimin siyasal örgütü olarak kurgulanan, cephe örgütü modeli olarak tasarlanan bir parti olduğu için ayaktadır. Yıllardır iktidar olmadığı halde, örgütünü, yandaşını, militanını, seçmenini iktidardaki diğer partiler gibi işle, ihaleyle, kamu olanaklarıyla besleyemediği halde, sadık ve kemik bir seçmen kitlesine sahiptir.
Sözün özü: CHP, güçlenmek için, yapısal sorunlarını aşmalıdır. Kolaycı formülleri, moda söylemleri bırakmalıdır. Sağa kaymakla, Batıya öykünmekle büyüyemez. Tarihini, toplumunu, halkını, seçmen tabanını, hedef kitlesini, muhtemel müttefiklerini tanıması, bilmesi, sahiplenmesi gerekir. Geçmişini dışlayan, örgütünü umursamayan, tabanını önemsemeyen parti başarılı olamaz. CHP, altı okun hepsini, aynı duyarlılık ve kıskançlıkla sahiplenirse büyür. Yeni Demokrasi Hareketine değil, Yön hareketine kulak verirse gelişir. Tarihsel kimliğinin, 60 ve 70lerdeki kısa dönemli iktidarlarında başardıklarının yanına, kararlı, tutarlı, yürekli, mücadeleci politikalar ve buna uygun örgüt yapısı eklerse yükselir.
Barış Doster
Odatv.com
Yazarın CHP konusunda yazdıklarına katılıyorum. Türkiye'de solcu olmak anti emperyalist olmaktan geçer. Biraz liberal, biraz kürtçü, biraz islamcı bir siyaset toplamının üstüne ne kadar ''biz sosyal demokrat bir partiyiz'' deyin sosyal demokrat bir parti olunamaz. CHP bu haliyle köklerini inkar etmektedir. CHP anti emperyalist bir çizgiye gelmedikçe Türkiye halkının umudu olamayacak, Türk milleti üzerine oynan oyunlar konusunda olumlu bir rol oynayamayacaktır.
CHP ilk öncelikle öz elestiri vermeli, gecmisini masaya yatirmali ve evrensel Sol ve Sosyaldemokrasi politikalarini icine sindirmeli, demokrasiyi dogru kavramali.
Ülke sorunlarini dogru kavrayip yerinde ve toplumu rahatlatacak siyaset ve cözüm üretmeli.
CHP'yi neredeyse sosyalist yapmaya çalışıyoruz. CHP kemalist sol bir çizgide kalsa sosyalistler ise kendi partilerine dönse daha iyi olmaz mı?
Sol Kemalist bir çizgiye gelmesi konusunda bile sorunlar yaşayan bir partinin sosyalist olması zaten beklenmemelidir. Ayrıca Kemalizm'den uzaklaşan ve köklerini inkar eden bir parti haline gelen CHP'den milletin umuduymuş gibi söz etmek de bana artık saçma ötesi gelmeye başladı. Türkiye adım adım diktatörlüğe giderken bile sessiz kalan bir partiye gereğinden fazla önem atfetmemek gerekiyor.
CHP'nin AKP diktatörlüğüne karşı iyi bir muhalefet yapamadığı ortada. Gönlüm onun daha sol bir çizgiye gelmesinden yana. Anti emperyalist olması ise hepimizin dileği. CHP'de böyle kadrolar olduğunu da biliyoruz. Onların çabaları ise bu değişimin gerçekleşebilmesini mümkün kılmıyor.