Katilleri biliyoruz!
2014 Soma Katliamına karşı 1862 İngilteresini hatırlatan Erdoğanın aslında başka tarihleri hatırlaması gerek; 1793 Marie Antoinette, 1917 İkinci Nikolay, 1945 Hitler ve Mussolini, 1975 Franco, 1989 Marcos, 2006 Pinochet gibi
katilleri-taniyoruzBunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Böyle diyor Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin adı iş kazası olan en büyük işçi katliamının ardından. Sormak gerek başbakanlığın fıtratında ne var? Yalan, talan, hırsızlık, sahtekarlık, düzenbazlık, sorumsuzluk, komisyonculuk, tahsildarcılık, din simsarlığı, işçi düşmanlığı, halk düşmanlığı
Bir de Somada markette kaderine isyan eden bir yurttaşı yumruklamak
Neoliberalizm ile gericiliğin mükemmel uyumu şöyle oluyor; kamuya ait ne varsa özelleştir, taşeron sistemini kur, bunlarla birlikte ucuza çalıştırmak için mülksüzleştir ve borçlandır. Kârını daha da artırmak için güvencesi ve denetimi olmayan hukuksuz bir işleyiş yarat. Ve bunları gericilikle, dinle öyle bir süsle ki işçiler bunları kendilerine sunulan bir lütuf gibi görsünler. Eğer bir aksilik olursa yani Somadaki gibi yüzlerce işçi birkaç dakika içinde hayatını kaybederse kader dersin, mukadderat dersin, ömürleri vefa etmedi dersin, (içeride Bakara Makara dersin) ama bu literatürde, mutlaka diyecek/uyduracak bir şey bulursun. Bir de üstüne Diyanete emir verip camilerde hutbe okutursan, Somaya 1500 tane imam gönderirsen, ailelere para dağıtacağını ilan edersen insanlar senden dualarını esirgemez. Sömürücüler ve yöneticiler de bir sonraki kazaya kadar rahat ederler.
Bu sistemde bu tür kazaların olması değil, olmaması büyük bir şanstır. Özellikle Tayyip Erdoğanın AKPsinin iktidarda olduğu bizim ülkemizde. Çünkü her türlü sorumsuzluk ve hukuksuzluk bu iktidar döneminde geçmiş iktidarların bile kat be kat üzerine çıktı. Trafik kazalarındaki ölüm oranının artışından (yüzde 279) hızlı tren facialarına (41 kişi öldü), Reyhanlı katliamından Roboski katliamına, Van depreminin hala giderilemeyen mağduriyetlerine kadar ne adaletli bir hukuk işleyişi var ne iktidar olma sorumluluğu. Bu bakan yani Faruk Çelik göreve geldiğinde ölümlü iş kazalarını yüzde 20 azaltma sözü vermişti, bakanın bu sözünden sonra ölümlü iş kazaları yüzde 456 artmış durumda.
Bu katliam, AKP için en olmadık zamanda gerçekleşti. Yıllardır uğraştığı, zamanlamasını ayarlamaya çalıştığı Taşeron Yasasını tam da Meclise sunacağı şu günlerde. AKP tarafından hazırlanan bir yasanın, en başından söylemek gerekirse işçi sınıfı için hayırlı olmayacağı zaten aşikar. Bu yasa ile AKP, taşeron sistemini mutlaklaştırırken, aynı zamanda taşeron uygulamaları başta kamu alanı olmak üzere olabilecek en yaygın sınırına genişletmeyi amaçlıyordu. İşyerlerinde taşeron çalıştırmayı belli kurallara bağlayarak kısmen de olsa sınırlayan İş Kanunu hükümleri değiştirilerek ve fiilen işlevsizleştirilerek taşeron çalıştırmanın tamamen dizginsiz hale getirilmesi planlanıyordu. Üstelik bu durum taşeron işçiye müjde olarak sunuluyordu. Kamu ihalelerini yeniden düzenleyecek olan yasa, kamu hizmetlerini bir bütün olarak taşerona devretmeyi amaçlıyordu. Özellikle kamuda kanuna karşı hile olarak tanımlanan ve hukuk mücadelesinin konusu olan muvazaa durumu hem kavram ve sonuçları itibarıyla tümüyle ortadan kaldırılıyor, hem de iş müfettişlerinin bu alandaki yetki ve sorumlulukları yok ediliyordu. Özetle hükümetin ve sermayenin temel amacı, artık fiilen esas çalıştırma biçimi haline getirdikleri taşeronu daha da yaygınlaştırmak, bu durumu yasal güvenceye (!) kavuşturmak ve hukuksuzluğa hukuk yaratmak. Ama Soma katliamından sonra hükümet yalanla, manipülasyonlarla -ki bu noktada Türk-İş ve özellikle Hak-İşi devreye sokacaktır- süreci kontrol altına almaya çalışıp emekçilerin karşısına yine emek düşmanı yasaları getirecektir. Tam bu nedenle işçi sınıfının kayıplarının, işçi sınıfı mücadelesi için bir sonucu olacaksa şu an ihtiyaç duyulan en acil talepler doğrultusunda harekete geçmek gerekli. Bu talepler: 1-İş cinayetlerinin artışına neden olan taşeron çalıştırma derhal yasaklamalıdır; 2-Özelleştirildikten sonra seri cinayetlerle gündeme gelen tüm madenler derhal yeniden kamulaştırmalıdır; 3-İşçi sağlığı sorununu özelleştiren iş güvenliği yasası çöpe atılmalı, tüm denetim yetkisi emek ve meslek örgütlerine verilmelidir; Ve 4-Hükümet derhal istifa etmelidir.
AKPnin çok övündüğü İşçi sağlığı ve iş güvenliği yasasını, 2012de çıkarmış olması; artık işyerlerinin güvenli, işçilerin de sağlıklı olacağı anlamına elbette gelmiyor. Çünkü bu yasa da tıpkı AKPnin çıkardığı diğer yasalar gibi görüntüyü kurtarma sığlığının yanında asıl olarak patronların çıkarlarını korumayı amaçlamakta. Bu yasa ile patronlar işyerlerinde olabilecek her türlü aksaklığın sorumluluğunu (örneğin 300 işçinin öldürülmesi gibi) çalıştırdıkları iş güvenliği uzmanlarına yüklemekteler. (TMMOBnin bu konudaki işlevsizliği de genç ve işsiz mühendislerin iş bulmak ya da işsiz kalmamak adına, patronların güvenlik eksikliklerini raporlamamalarını, bildirimde bulunmamalarını kolaylaştırırken, sistemin denetlenmesindeki kanallardan birini de etkisizleştirmekte).
Türkiye hala Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesini imzalamamış durumda. Sözleşme maden işletmesi sahiplerine ve hükümetlere fazladan sorumluluklar getiriyor. Bu sözleşmenin neden imzalanmadığı Çalışma Bakanı Faruk Çelike sorulduğunda bizim yasalarımızdaki yaptırımlar bu sözleşmenin maddelerinden daha kapsamlı yanıtı alınmış. Elbette kuyruklu yalan. Pekiyi, bu bakanın sorumsuzluğunu ve hukuksuzluğunu hangi düzen ya da hangi kişi denetleyecek? Neoliberal düzen mi, Tayyip Erdoğan şahsiyeti mi? İkisi de değil elbette, bu yöneticilerin hepsi bu düzenin elemanı ve bu düzenin böyle işletilmesinden sorumlu olanlar.
Sorumsuzlukta ve yüzsüzlükte sınır tanımayan Tayyip Erdoğan, bu katliamı kazayla açıklıyor. Neymiş? Dünyanın her yerinde oluyormuş böyle kazalar. Bir de akla zarar örnekler veriyor tarihten. Yakın tarih bulamadığı için biraz uzaklara gitmek zorunda kalmış, 1800lere. İngilterede geçmişe gidiyorum, 1862de madende göçük 204 kişi ölmüş. 1866da 361 kişi ölmüş
Bakın Amerika. Teknolojisiyle her şeyiyle
1907de 361. (Tayyip, ABDnin 1907deki teknolojisinin 2014 AKP Türkiyesindeki teknolojiden daha ileri olduğunu söylüyor). Aslında onun başka tarihleri hatırlaması gerek; 1793 Marie Antoinette, 1917 İkinci Nikolay, 1945 Hitler ve Mussolini, 1975 Franco, 1989 Marcos, 2006 Pinochet.
Ama artık hiçbir şey bunlar için eskisi gibi olmayacak. Durumu kurtarmak hatta katliamı kendi lehine çevirmek için gittiği Somadan arkasına bakmadan kaçmak zorunda kaldı Tayyip Erdoğan, aynı Hopada olduğu gibi. Somada sığınacak market, sığınacak bakkal aramak zorunda kaldı. Halkın öfkesi boğacaktı başbakanı. Soma halkına bu cüreti veren Haziran İsyanıdır. Artık yalanları hiçbir işe yaramayan, meşruluğu tamamen ortadan kalkmış, zorba bir iktidardan başka bir şey değildir Tayyip Erdoğanın AKPsi. Ve Somadaki katliamla hayatları alınan madencilerin ışığı Haziran İsyanının yıldönümünde yeniden büyüyecek halk mücadelelerini aydınlatmalı.
Yeni Haziranı kendi kendini tekrar etme çabasında sönümlenme riskinden kurtarıp daha ileriye taşıyacak bu yolda önemli bir kanal doğmuş görünüyor. Soma katliamı karşısında, Haziranın isyancı dokuları yeniden hareketlendiği gibi, bu hareketlenme toplumsal muhalefetin 2013 Haziranında büyük oranda isyan dışı kalan işçi sınıfı katmanlarına ve işçi sınıfı gündemlerine temas ediyor.
Soma, 30 Mart seçim sonuçlarının sağladığı bir buçuk aylık geçici rahatlamanın ardından Erdoğana yeni bir Haziranın yaklaşmakta olduğunu hatırlattı. Üstelik Haziranın gelişinin (şimdiden belli olan ancak mutlaka daha fazlasının da ekleneceği) başka habercileri de var. Üniversite boykot ve eylemlerinin yaygınlığı, Berkin Elvanın ardından ayağa kalkan liselilerin Soma için de harekete geçmesi, park forumlarının baharla birlikte yeniden hareketlenmesi ve eylem çağrıları için adres olması. Ali İsmail davasında gözlerini katillerin gözlerinin içine dikenlerle Somada o katillere emir verene Soma Tayyipe mezar olacak diye haykıranlar arasında kuvvetlenen bağ
Tarih tekerrür etmez ama
29 Mayısta Tayyip Erdoğanın İstanbul halkına geçen yılı hatırlatırcasına (ve aynı zamanda meydan okurcasına) 3. Havalimanının temel atma törenini yapacak olması ve tabii ki bunu bir gövde gösterisine dönüştürmeye çalışacak olması, kentine, doğasına, yaşam alanlarına sahip çıkanlar açısından mutlaka bir cevabı hak ediyor. Ve bu cevabı; 3. Havaalanı için kesilen 3 milyondan fazla ağaç için, yaşadığı kenti savunmak için ve kendisini aşağılayan, esir almaya çalışan AKP iktidarına başkaldırmak için bu halk verecektir.
31 Mayıs ise İsyanın başlangıç tarihi. (idi). Ve bir yıl boyunca süren isyan hala devam ediyor, devam edecek!
Sendika org
Fısır, fısır, fısır...
Ender Helvacıoğlu
Fısır, fısır, fısır, fısır
Bir fısıltı korosu eşliğinde yürüyorum.
1991 yılının ilk günleri
100 bine yakın madenciyle Zonguldaktan Ankaraya doğru yola çıkmışız. Açık hava, dağ bayır güzel de, bütün bir yürüyüş kolu daracık bir tünele girmişiz. Ucu gözükmüyor, neredeyse bir kilometrelik bir tünel, karanlık
Nasıl da tedirginim. Burada biri pat! diye bağırsa bile büyük panik olur, millet birbirini ezer diye düşünüyorum. Ama bu benim hüsnü kuruntummuş.
Önüm arkam sağım solum madenci
Müthiş bir disiplinle, ama sanki Boğaz kıyısında turluyormuş gibi sakin sakin yürüyorlar. Fısır, fısır, fısır
Kulağımdan hiç çıkmayacak bir fısıltı korosu.
Tedirgin olan benim. Ayırdına varıyorum, madencinin hayatı zaten yerin yedi kat dibindeki böyle tünellerde geçiyor. Yaşamları bu. Hayran olmamak elde değil. İki kolumda iki madenci, sonunda çıkıyoruz tünelden. Derin bir oh çekiyorum.
Devrimci, bir şey daha öğrendi madenciden
Bir sınıf olmanın getirdiği disiplini ve bu disiplinin üzerinde yükselen doğal cesareti. Cesaret gösterisi değil, doğal cesaret
Birey cesareti değil, sınıf cesareti
Emin olun, 100 bin madenciyle her yere yürürsünüz. Yerin yedi kat altına da, göğün yedi kat üstüne de
Çok cesur olmanız da gerekmez. Fısır fısır bir cesaret yeterli.
* * *
Madenciye borçluyum. Beni madenciler Marksist yaptı. Zorla Marxın, Leninin, Maonun kitaplarını mı okuttular? Yoo, o kitapları yıllar önce okuyup hatim eden benim. Madencinin o kitaplardan haberi bile yoktur. Ama beni madenciler Marksist yaptı.
Hani Marx demiştir ya; tek özgün buluşum, proletaryanın burjuva düzeninin yıkıcısı ve sömürüsüz bir toplumun yapıcısı olduğunu keşfetmemdir
Marx, 1848 devrimlerinin arifesinde bunu görüp keşfetmiş ve Marksist olmuştur.
Bu apaçık bir gerçek değildir; bir keşif gerektirir, pratiğin analizini gerektirir, bilim gerektirir.
Biz Marxın bu amentüsünü ilk gençliğimizden beri söyleyip dururduk. Proletarya da proletarya
Ama neyin nesidir bu proletarya? Üniversite forumlarında bir temizlik işçisini kürsüye çıkarır övgüler düzerdik; adam şaşkın şaşkın bakardı bize
Büyük Ankara yürüyüşü başlamadan bir ay boyunca Zonguldakta madencilerle birlikte yaşadım. Evlerinde kaldım, sofralarına misafir oldum, kıraathanelerine takıldım, Zonguldakı onlarla birlikte her gün turladım.
Sabah-akşam pişpirik oynayan, küp gibi içen, kaba saba adamlardı çoğu. Bu mu sosyalizmi kuracak olan proletarya diye düşünmedim değil
Ama o adamların bir araya geldiklerinde, bir sınıf olduklarında, proletarya olduklarında neler yapabileceklerini, nasıl dönüştüklerini o büyük yürüyüş sırasında, o süreç içinde kavradım. Tek bir işçi, sıradanın da sıradanı bir adamdır. Ama o işçiler bir araya gelip de ayağa kalktıkları zaman, sınıf oldukları, proletarya oldukları zaman, başka bir şeye dönüşürler. Proletarya devrim yapar, sosyalizmi kurar. Bunu kavradım. İşte ancak o zaman laf ve kitap Marksisti değil, gerçek bir Marksist oldum.
Dolayısıyla madenciler benim ustamdır.
* * *
Somada herkes babasını kocasını, abisini kardeşini, yeğenini dayısını, analar yavrusunu yitirdi. Dayanılmaz, isyan ettirici bir acı
Ben ise ustamı yitirdim
Usta yitimi, dayanılmaz ve hemen isyan ettirici bir acı değil. Fısır fısır bir acı
Örgütlü ve disiplinli bir acı
Tarih bilincinin acısı
Yüzyılların derinliklerinden gelen ve yüzyılların ötesine ulaşma potansiyeli taşıyan bir acı
Sadece insanın değil, insanlığın acısı
Geliyoruz Tayyip
Kaçacak market bile bulamayacaksın.
Geliyoruz vahşi kapitalistler
Acımızla geliyoruz. Öfkemizi, kinimizi bileye bileye geliyoruz
Yavaş yavaş tünelin sonuna geliyoruz. Kol kola, omuz omuza
Fısır, fısır, fısır, fısır