Ferda Koç: Haziran bir iktidar eleştirisiydi, yeni isyan muhalefeti de eleştirecek (İsyanın yıl dönümü söyleşileri I)
Ferda Koç
Haziran İsyanının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içinde yaşananlarla, özellikle 17 Aralık operasyonu ve 30 Mart yerel seçimler süreci ile İsyanın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı? Sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? İsyana katılan kitlelerin seçimlerde büyük beklentiye girip 30 Marttan bir moral bozukluğu ile çıkmaları bir çelişki değil mi? İsyanın önümüzdeki sürece olası etkileri nelerdir? İsyanın yıldönümü söyleşileri başlığı altında yaptığımız söyleşilerde toplumsal muhalefet açısından kritik önem taşıyan bu sorulara yanıt arıyoruz. İlk söyleşimiz yazarımız Ferda Koçla
* * *
YIĞINLAR, SOKAKTAKİ İKTİDARIN DEVLET İKTİDARINI DEĞİŞTİRMEYE YETMEDİĞİNİ DENEYİMLEDİLER VE GERİ ÇEKİLDİLER
HAREKETİN BİLEŞENLERİ HAZİRAN KAVŞAĞINDA BULUŞTULAR VE İSYANIN SICAK GÜNLERİ GERİDE KALDIĞINDA KENDİ KULVARLARINA DÖNDÜLER
CHP VE HDP, SOKAKTA OLUŞAN HALK İNİSİYATİFİNİ SİYASİ ALANA BİR KURUCU İRADE OLARAK SOKMAKTAN KAÇINDI
17 ARALIK ALATURKA BİR DEVRİM HIRSIZLIĞI OLARAK GERÇEKLEŞTİ
AKPNİN İSYANCILARA KURDUĞU TUZAK: CHPNİN PEŞİNE TAKILMAK
ÖZGÜRLÜK VE SAYGI HAREKETİ OLARAK PATLAK VEREN HAZİRAN İSYANI, BERKİNİN ÖLÜMÜYLE, BİR VİCDAN HAREKETİ NİTELİĞİNİ DE KAZANDI
İSYANI DAYANDIĞI SINIRLARIN ÖTESİNE TAŞIYACAK BİR HAZIRLIK İÇİNDE OLMALIYIZ
HAZİRAN BİR İKTİDAR ELEŞTİRİSİ OLARAK GERÇEKLEŞTİ, BİR SONRAKİ İSYAN AYNI ZAMANDA MUHALEFET ELEŞTİRİSİ OLARAK YAŞANACAK
* * *
Sendika.Org: Haziran İsyanının yıldönümü yaklaşıyor. Sizin değerlendirmenize göre isyanın bir yıllık politik bilançosu ne ve 17 Aralık ve 30 Mart seçimlerini bu bilançodaki yeri ne oldu?
Ferda Koç: Haziranda harekete geçen yığınlar, AKP iktidarını sokaktan sınırlandırmayı hedeflediler ve bunu başardılar. İsyan sırasında sokakları, meydanları dolduran, polisin vahşi şiddetinin karşısına dikilen yığınlar, sokaktaki iktidarın devlet iktidarını değiştirmeye yetmediğini deneyimlediler ve geri çekildiler. İsyanın polis şiddeti karşısındaki geri çekilişi, mutlak bir yenilgi olmadı. Haziran İsyanı, AKP iktidarına karşı gelişen halk muhalefetinin kendisinden sonraki biçimlerini belirleyen bir dönüm noktası olarak tarihsel nitelik kazandı. Halk, Haziran İsyanı ile birlikte, neoliberal saldırıların faşizme rağmen durdurulabileceği bilincini edindi. İsyan içerisinde oluşan kitlesel hareket biçimleri ve mücadele organları, yani yasaklı kent meydanlarını hedefleyen yürüyüşler, polis zorbalığına karşı militan direnişler, forumlar ve değişik temalarla oluşturulan isyan ocakları (Armutlu Direnişi, ODTÜ-Yüzüncü Yıl İnisiyatifi, Kuzey Ormanları Savunması) halk muhalefetinin bugününe damgasını vuruyor.
HAZİRAN KAVŞAĞINDA BULUŞANLAR KULVARLARINA DÖNDÜ
Ancak Haziran İsyanında AKP iktidarının karşısına dikilen geniş yelpazenin politik çeşitliliğini kucaklayarak iktidar mücadelesinin temeli haline getirmeye yönelen bir ortak inisiyatif gelişmedi. Kaynağını Haziran İsyanından alan etkili bir politik inşa hareketi ortaya çıkmadı. Hareketin bileşenleri Haziran Kavşağında buluştular ve isyanın tüm ülkeyi kuşatan sıcak günleri geride kaldığında kendi kulvarlarına döndüler. Bu noktadan sonra istenir ve beklenir olan, dönülen kulvarların isyanın deneyimi ışığında elden geçirilmesine yönelik güçlü bir baskının oluşmasıydı, ancak böyle bir baskı da şimdiye kadar ortaya çıkmış değil.
Dolayısıyla Haziran İsyanı, demokratik halk muhalefetinin programına, eylem ve örgütlenme tarzına niteliksel katkılarda bulunmakla birlikte, politik yapılanmasında elle tutulur bir ilerleme yaratamadığını görmemiz gerekiyor.
AKP İKİNCİLLEŞTİRMEYE, CHP VE HDP İSTİFADE ETMEYE ÇALIŞTI
AKP iktidarı, halk muhalefetinin isyan biçimini kendisine yönelen asıl tehdit olarak algıladı ve bu tehdidi zayıflatmayı ve ortadan kaldırmayı hedefleyen bir denetim stratejisi ile hareket etti. Haziran İsyanının ilk günlerinden itibaren AKPnin sandığı iktidar meşruiyetinin tek kaynağı olarak sunması ve halk isyanını devlet ve kurumsal siyaset içi bir çatışmanın sokağa yansıması olarak ikincilleştirmeye çalışması bu stratejinin temel unsurlarını oluşturdu.
Başta CHP ve HDP olmak üzere sol muhalefetin temsil odakları, sokakta oluşan ve AKP iktidarını sınırlandıran halk inisiyatifini siyasi mücadele alanına bir kurucu irade olarak sokmaktan özel olarak kaçındılar, isyanın yarattığı iklimden sandıkta yararlanmayı temel alan bir çizgi izlediler.
17 ARALIK ALATURKA BİR DEVRİM HIRSIZLIĞI OLARAK GELİŞTİ
17 Aralık skandalı isyan dalgasının geri çekildiği bir ortamda devreye girdi ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi derin ilişkilere, yüksek istihbarat teknolojisi ve yüksek bürokrasinin kapalı kapılarının ardına odaklayan alaturka bir devrim hırsızlığı olarak gerçekleşti. AKP iktidarını sokaktaki kahramanlıklarına karşın düşüremeyen yığınlar, iktidar içindeki bu çatışmanın üreteceği siyasi sonuçları beklemeye başladılar. CHP-MHP-Cemaat arasında bir esnek koalisyon yaratılarak AKPnin sandıkta yenilgiye uğratılması ve bu yolla AKP iktidarının çözülme sürecinde yeni bir mesafenin alınması Haziran İsyanı kitlesine aklın yolu olarak sunulabildi ve kabul ettirilebildi.
AKPNİN KURDUĞU TUZAK: CHPNİN PEŞİNE TAKILMAK
AKP Haziran İsyancılarına, sokaktan çekil sandığa gel demişti; büyük kitlesi itibariyle CHPye oy veren isyancı güçler, 17 Aralık skandalıyla belirlenen siyasi atmosfer içerisinde CHPnin peşine takılmaktan kendilerini alamadılar ve pratik olarak AKPnin kurduğu bu tuzağa düştüler.
Bu somut öykü ışığında bir yıllık politik pratiğin, kurumsal siyaset ile Haziran İsyanının politik düzlemleri arasındaki uzlaşmazlığı ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Hareketin çizgisini, sınırlarını sosyalistlerin çizdiği AKP karşıtlığı olarak tanımlamıştınız. İsyana katılan kitlelerin bir yıllık reflekslerini yine bu doğrultuda değerlendirebilir miyiz?
İsyanın sol muhalefetin içeriğine yeni bir ortalama kazandırdığını ve bu ortalamanın Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel ortalaması ile örtüştüğünü halen söyleyebiliriz. Haziran İsyanı sol muhalefet güçleri içindeki devletçi, ırkçı, otoriter çarpılmaları marjinalize etti. Ergenekon solunun AKPnin yedeğine düşmesini bu marjinalizasyonun yarattığı bir sonuç olarak kavrıyorum. Haziran İsyanının Türkiyede sol siyasetin içeriğine verdiği bu ayarın orta vadede etkili olacağı kanısındayım.
ÖZGÜRLÜK, SAYGI, VİCDAN
30 Mart ve 1 Mayısta açığa çıkan manzaraya bakarak, hükümetin İsyanın rövanşını aldığı sonucuna varılabilir mi? Sizce toplumsal muhalefet açısından 31 Mayıs 2013te başlayan süreç kapanmış mıdır?
30 Mart seçimlerinin Haziran İsyanının kitlesi için bir yenilmişlik duygusu yarattığı açık. 1 Mayıs 2014 direnişinin AKP iktidarı tarafından bu kadar kolay yönetilebilmesinde bu yenilmişlik duygusunun ciddi bir rol oynadığını yadsıyamayız. Ancak, Haziran İsyanının arkasında bir seçim başarısı değil, uzun yıllardır mayalanan bir direniş kültürü bulunuyordu. Bu direniş kültürü üzerinde açan çiçek bir seçim yenilgisiyle solmaz.
Aksine bugün, Haziranda çiçek açan direniş kültürünün Haziranda harekete geçmeyen toplumsal direniş zeminlerine de yansıdığını görüyoruz. Kazova, Greif, Yatağan, Seyitömer, Anteks gibi işçi direnişlerinde bu yeni direniş kültürünün etkisi belirgin bir biçimde gözlenebiliyor.
LİSELİLER ÖZEL BİR YER TUTUYOR
Haziran İsyanı devam eden, yeni nitelikler kazanan, yeni kitlelerle buluşma eğilimi gösteren bir süreçtir. Bir Özgürlük ve Saygı hareketi olarak patlak veren Haziran İsyanı, Berkin Elvanın ölümüyle birlikte, aynı zamanda bir vicdan hareketi niteliğini de kazandı. Haziran İsyanının Soma Katliamının arkasından gelişen toplumsal tepkiyle bağını bir vicdan hareketi olarak kurmasına ve bu tepki dalgasında liselilerin tuttuğu özel yere dikkat etmeliyiz. Liseli gençler, isyan kitlesinin genişleyen bir kanadı olarak kendilerini gösterdiler. Hareket, liseli enerjisinin yoğun olarak hissedildiği bir tarzda Kürdistan coğrafyasına da nüfuz etmeye başladı. Üniversitelerde gelişen işgal hareketleriyle birlikte gençlik hareketinde de bir Haziran sonrası tarih trendinin yaşandığı görülüyor.
Haziran İsyanının işçi sınıfı mücadelesine yeni bir bakış açısı, yeni hedefler ve yeni bir seferberlik duygusu kazandırabileceği Soma Katliamının ardından gelişen süreçte görülmüştür. Bu olgu, İsyanın eğitimli nüfus ve dışlanan kümelerle sınırlanabileceği yönündeki kaygıların yersizliğini ortaya koymaktadır. Neoliberal barbarlık koşulları altında süregitmekte olan sınıflar mücadelesi, işçi sınıfının iç çelişkilerinin yarattığı kilitlenmelerin aşılabilmesinin imkanlarını da sürekli olarak yeniden üretmektedir.
İSYANI DAYANDIĞI SINIRLARIN ÖTESİNE TAŞIYACAK BİR HAZIRLIK İÇİNDE OLMALIYIZ
Kendisinden sonraki bütün toplumsal direniş hareketlerine rengini veren ve sürekli olarak yeni değerler kazanan Haziran İsyanının defterinin kapandığını söylemek mümkün değildir. Geri çekilme ve ileri atılma momentleriyle halen sürmekte olan Haziran İsyanının, yeni sıfatlar ve yeni kitlelerle kucaklaşarak sınıfsal içeriğini mantıki sınırlarına kadar ilerletmesi mümkündür. Bu nedenle içinde bulunduğumuz anın temel görevi geçmişin muhasebesini çıkarmak, Haziranın mirasını ne yapacağımızı düşünmek değil, Haziran İsyanını dayandığı sınırların ötesine taşıyacak anları karşılayacak bir hazırlık içinde olmaktır.
Sizce sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? Hareketin siyasi merkezi yok demiştiniz. Hala da aynı sorun sürüyor. Sosyalistlerin bu konudaki girişim ve tartışmalarına ilişkin değerlendirmeniz nedir?
İlerici toplumsal ve politik muhalefetin örgüt ve kadrolarının Haziran İsyanında harekete geçen yığınlara değdiği ancak bu yığınların ideolojik-politik-örgütsel evriminde etkili olamadığı ortada. Ancak tren kaçmış değildir; neoliberalizme ve faşizme karşı gelişen bu çaptaki bir halk isyanının yığınların bilincinde köklü değişiklikler meydana getirmeden sönüp gitmesi beklenmemelidir. Bu çaptaki bir halk isyanı, içinde yer alan kuşağı olduğu kadar, kendisinden sonra gelen kuşakları da etkileyecek bir tarihsel esin kaynağıdır. Hareketin neoliberalizm ve faşizme karşı eşitlikçi, özgürlükçü, ekolojist, cinsiyet özgürlükçü karakteriyle yeni bir ilerici kültür zemini kurduğunu ve bu zeminin bugünün sosyalist politik pozisyonu tanımladığını görmemiz gerekir. Sosyalistlerin Haziran İsyanının açığa çıkardığı toplumsal dönüşüm dinamikleriyle kuracağı ilişkinin başlangıç noktalarından birisi buradadır.
SIÇRAMA, MEVCUT KONUMUN TERK EDİLMESİNİ GEREKTİRİYOR
Hareketin bir siyasi merkezi yoktu. Beklenir ve istenir olan hareketin kendisinin bir siyasi merkez oluşturmasıydı. Ancak Türkiye sol hareketinin temel bileşenleri bulundukları yeri terk etmelerini gerektirecek böyle bir sıçramanın objektif ve sübjektif imkanlarına sahip değildi. Böyle bir sıçramanın gerçekleşebilmesi için önemli sol güçlerin bulundukları konumdan rahatsız olmaları gerekiyordu. Ne yazık ki, varlığını korumaya odaklanmış olan Türkiye solu ile konumunu korumaya odaklanmış olan Kürt hareketi için böyle bir rahatsızlık yoktu. Ancak isyan günlerinde her iki tarafta da bu rahatsızlık hissi uyandı. Bu rahatsızlıklarımızı geleceğe ışık tutan bir başka hareket noktası haline getirebiliriz.
Kürt siyasi hareketinin ve CHPnin isyanla kurduğu ilişkinin bir yıllık karnesi sizce nedir?
Haziran İsyanının yaygın kitlesinin seçimi olan CHP, kendi içine ve siyasi mücadele alanına ilişkin olarak yakaladığı muazzam bir tarihsel fırsatı Cemaat ve MHP ile koalisyona yönelerek hovardaca harcadı. Kürt siyasi hareketinin isyanla ilişkisi ise monolitik bir tablo oluşturmuyor. Hareketin değişik sektörleri, isyan süreciyle birbirinden farklı ilişkiler kurdu. Toplamdan baktığımızda Kürt hareketinde ciddiye alınması gereken bir yakınsama çabası olduğunu düşünüyorum. Bunu, Haziran İsyanı sırasında DTKnın en sıcak gündeminin Diyarbakır Ticaret Odası Seçimleri olduğunu, yasal Kürt siyasetinde söz sahibi olan kadroların ciddi bir bölümünün hareket hakkında resmi görüşün aksine bir tehdit algısıyla davrandıklarını bilerek söylüyorum. Kalekol inşaatlarına karşı geliştirilen direnişlerden, Hevsel Direnişine kadar birçok örnekte Haziran havasını soluyoruz. Aynı isyan havası her iki tarafta da solunduğu sürece, iki süreci birbiriyle kaynaştıracak dip akıntılarının güçleneceğini düşünüyorum.
LİSELİ KÜRT YURTSEVER GENÇLİĞİN ESTİRDİĞİ RÜZGAR
Bu olumlu beklentinin bir karşılığının olduğunu da aslında Berkin Elvanın ölümünden bu yana yaşıyoruz. Berkin Elvan protestolarında, Haziran İsyanı havasının Kürdistan coğrafyasına yayıldığını gördük. Özellikle liseli Kürt yurtsever gençliğinin estirdiği bu rüzgarın gelip geçici olmadığı, Kürdistandaki Soma Katliamı protestolarında da görüldü.
Önümüzdeki dönemde yeni Haziranlar bekliyor musunuz? Yeni seçim süreçlerinin belirleyiciliğinde şekillenen siyasal alanda, İsyanın yeri ve etkisi nedir?
AKP faşizmine karşı direnişi bir varlık yokluk sorunu olarak hisseden çok geniş halk kesimleri var. Eğitimli güvencesiz ücretliler, kadınlar, Aleviler, üniversite öğrencileri, LGBTler
AKP iktidarı sandıksal ve bürokratik yöntemlerle pekiştikçe isyanla ayakta kalma seçeneği daha da geniş bir kesim için tek geçerli yöntem haline gelecek. Halk muhalefeti şu anda yeniden küçük mevzi çarpışmalar planına geçmiş görünüyor. Ancak bu mevzi çarpışmaların Haziran öncesiyle kıyas kabul etmez bir kitlesel militanlık, politizasyon, örgütsel derinlik ve teknik kapasiteyle gelişme eğiliminde olduğunu saptamalıyız. 1 Mayıs direnişleri bunu gösterdi. Bu nedenle şimdiki direnişlerin bir öncekinin tekrarı olmayan yeni bir isyan dalgasını biriktirdiğini düşünüyorum. Haziran İsyanı bir iktidar eleştirisi olarak gerçekleşti, isyanın şimdiki birikim sürecinin bir sonraki isyanın aynı zamanda muhalefet eleştirisi olarak yaşanmasına yol açacağı kanısındayım.
Metin Özuğurlu: AKP momentumu kırıldı ama ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında (İsyanın yıldönümü söyleşileri II)
Haziran İsyanının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içinde yaşananlarla, özellikle 17 Aralık operasyonu ve 30 Mart yerel seçimler süreci ile İsyanın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı? Sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? İsyana katılan kitlelerin seçimlerde büyük beklentiye girip 30 Marttan bir moral bozukluğu ile çıkmaları bir çelişki değil mi? İsyanın önümüzdeki sürece olası etkileri nelerdir? İsyanın yıldönümü söyleşileri başlığı altında yaptığımız söyleşilerde toplumsal muhalefet açısından kritik önem taşıyan bu sorulara yanıt arıyoruz. İkinci söyleşimiz Prof Dr Metin Özuğurluyla
* * *
AKP, LİDERİNİN ŞAHSİLEŞMİŞ GÜÇ KULLANIMI KONUSUNDAKİ İHTİRASLI TUTUMLARININ DA ETKİSİYLE KENDİSİNDEN BEKLENEN NORMALLEŞMEYİ GERÇEKLEŞTİRMEDİ
GEZİ İSYANI, SİYASAL REJİM VE SİYASAL SİSTEMİN BELİRSİZLİĞİNDE PATLAK VERMİŞTİR
30 MARTTA, SİYASAL REJİM TEMELİNDEKİ SAFLAŞMA, ADETA BİR REFERANDUM MOTİFİ İLE YEREL SEÇİMLERİ BELİRLEMİŞTİR
YA TÜRKİYE LÜBNANLAŞACAKTIR YA DA GEZİYİ NORM ALAN BİR TOPLUMSAL KURULUŞ GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR
SANDIĞIN MANTIĞI ORTALAMALARA/ORANLARA, SOKAĞINKİ İSE ORTAKLIKLARA/KOLEKTİFLERE YASLANIR VE DE TARİHİ, ORTALAMALAR DEĞİL ORTAKLIKLAR YAPAR
SOMA MADENCİ KATLİAMI, ERDOĞANIN ŞAHSINDAKİ SÜNNİ MEZHEP TEMSİLİNİN EMEĞİN VAHŞİ SÖMÜRÜSÜNÜ DOLAYSIZ BİR BİÇİMDE TAHKİM ETTİĞİNİ GÖZLER ÖNÜNE SERMİŞTİR
* * *
Haziran İsyanının yıldönümü yaklaşıyor. Sizce geçtiğimiz bir yıl içinde yaşananlar üzerinde, özellikle 17 Aralık ve 30 Mart seçimleri süreci ile İsyanın etkileri arasında nasıl bir bağlantı vardı?
Metin Özuğurlu: Aralarında doğrudan bir bağlantı olduğu açık. Haziran ya da Gezi Parkı İsyanı (aynı olgu ilkinde zamana ikincisinde mekana referansla adlandırılmış oluyor) Başbakan Tayyip Erdoğanı odağa alarak AKP Hükümetini hedef tahtasına yatırmış bir halk isyanıydı.
Bu görüngüyle yetinirsek, Erdoğanın kurmuş olduğu bağlantıdan esasta farklı bir analiz yapmamış oluruz. Erdoğan için dış destekli bir darbe girişimi olarak Gezi İsyanı ve 17 Aralık bir ve aynı şeydir; 30 Mart ise %43 oy oranı ile Erdoğanın zaferini temsil eden bir karşı yanıt. Bu iktidar cenahının görüşü, lakin parlamenter muhalefet, farklı anlamlar yüklüyor olsa da, Gezi ve 17 Aralıkı aynı torbaya koyan bir tutuma sahiptir.
Sosyalist solda daha dikkatli değerlendirmeler mevcut; yaygın değerlendirmeyi şöyle özetlersem, umarım fazla yanlış yapmamış olurum: Gezi, egemenlere karşı halkın; 17 Aralık ise egemenlerin kendi iç çekişmelerinin ürünüdür. 30 Mart ise sağcılaşan CHP için hezimet iken AKPnin sandıkta değil sokakta geriletileceğinin kanıtıdır.
AKP, LİDERİNİN ŞAHSİLEŞMİŞ GÜÇ KULLANIMI KONUSUNDAKİ İHTİRASLI TUTUMLARININ DA ETKİSİYLE NORMALLEŞMEYİ GERÇEKLEŞTİRMEDİ
Bence bu analizler, Türkiyenin emperyalist-kapitalist sisteme yeniden ve derin entegrasyonunu ifade eden politik süreçleri ve bu süreçte AKPnin yerini yeteri kadar kavramayan analizler. Soru kapsamında burada sadece şunu belirtmek isterim: AKP, iktidar bloğu tarafından mevcut siyasi rejimi neoliberal gündem doğrultusunda revize etmekle yetkilendirilen, bu anlamda ANAPın başladığı işi tamamlaması beklenen bir koalisyon partisi idi. Rejim revizyonunu gerçekleştirdiği zaman zarfında adeta kurucu bir parti suretine bürünen AKP, liderinin şahsileşmiş güç kullanımı konusundaki ihtiraslı tutumlarının da etkisiyle kendisinden beklenen normalleşmeyi gerçekleştirmedi ve adeta yeni bir rejimin kurucu partisi gibi davranmaya başladı.
GEZİ İSYANI, SİYASAL REJİM VE SİYASAL SİSTEMİN BELİRSİZLİĞİNDE PATLAK VERMİŞTİR
İşte Gezi İsyanının hedef tahtasına yatırdığı şey tam da bu olmuştur: Türkiye halkı Erdoğan ve arkadaşlarının temsil ettiği siyasal geleneğin kurucusu olacağı bir Türkiyeyi şiddetle reddettiğini dünya âleme ilan etmiştir. Gezinin reddettiği Türkiye, piyasa despotizminin siyasal gericilikle sentezlenip şahsileşmiş güç kullanımına yazgılı ellerde cisimleştiği ve cisimleşeceği bir Türkiyedir! Gezi isyanı, siyasal rejim ve siyasal sistemin belirsizliğinde patlak vermiştir. Yukarıda özetlediğim görüşlerin göremediği de işte bu olgudur. Erdoğan ve arkadaşlarının Gezi İsyanından neden bu kadar korktukları ve şiddetle bastırmaya yöneldikleri de bu noktayla ilgilidir. Kendisini milletin asli değerlerinin temsilcisi olarak gören bir akıma, bu İsyan, sizin bu topraklarla rabıtanız bir kabuk olmaktan ibarettir demiştir.
30 MARTTA, SİYASAL REJİM TEMELİNDEKİ SAFLAŞMA, ADETA BİR REFERANDUM MOTİFİ İLE YEREL SEÇİMLERİ BELİRLEMİŞTİR
17 Aralık sürecine gelince
Bu süreç, revize edilmiş ve fakat yerleşiklik kazanamamış rejim adına, Gezi İsyanından telaşa kapılan ve iktidar bloğu içinde yer alan egemenlerin Erdoğansız AKP hedefiyle harekete geçme sürecidir. Bu noktada şunu saptamalıyız: son 3-4 yıldır Türkiyedeki bütün siyasal hamleler; ister sokakta, ister ses kayıtlarında, isterse de sandıkta vuku bulsun, siyasal rejim zeminindeki bir saflaşma ve hesaplaşma hamleleridir. 30 Martta da aynısı olmuş, siyasal rejim temelindeki saflaşma, adeta bir referandum motifi ile yerel seçimleri belirlemiştir.
30 Mart ve 1 Mayısta açığa çıkan manzaraya bakarak, hükümetin İsyanın rövanşını aldığı sonucuna varılabilir mi? Sizce toplumsal muhalefet açısından 31 Mayıs 2013te başlayan süreç kapanmış mıdır?
30 Mart yerel seçimlerinin, siyasal rejim temelindeki bir saflaşma tarafından belirlendiği unutulmamalıdır. Bu bakımdan 2009 yerel ve 2011 genel seçimlerinden de farklılaşan bir seçim yaşadığımız açıktır. 30 Martta 2010 Referandumunu andıran bir politik atmosfer söz konusu olmuştur. Gezi İsyanı öncesinde AKP koalisyonunun referandum saflaşmasındaki oyu %55-60 bandındaydı. Gezi İsyanı ile birlikte AKP koalisyonu çözüldü ve referandum saflaşmasındaki oy oranı 30 Martta %40-45 bandına kadar geriledi. Bunun anlamı nettir: AKPnin sandıktaki momentumu ilk kez kırılabilmiştir.
YA TÜRKİYE LÜBNANLAŞACAKTIR YA DA GEZİYİ NORM ALAN BİR TOPLUMSAL KURULUŞ GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİR
Lakin vaziyet Gülhane Parkındaki ceviz ağacı gibidir; bunun ne sen farkındasın ne de polis farkındadır. Haziran İsyanından rövanş, ancak gerici-piyasacı bir rejim kuruluşu ile alınabilir. Gezi İsyanı Türkiyenin bir başka seçeneği daha olduğunu dünya aleme ilan etmiştir: Ya neoliberal sermaye programının otoriter dinci bulamaçla sıvandığı bir rejim altında Türkiye Lübnanlaşacaktır ya da Geziyi norm alan bir toplumsal kuruluş gerçekleştirilecektir. Gezi İsyanı tam da bu nedenle günceldir. Gezi barikatlarında insanlar yeniden halklaşmaya başladılar. Gezideki o muazzam nicelik, birey yada grupların aritmetik toplamının değil, eylem için oluşan halk varlığının ürünüdür. Eşitlikçi ve özgürlükçü kaideler çerçevesinde halk oluşumu 31 Mayıs 2013de başlamıştır, mücadele devam etmektedir.
İsyan, hükümete olduğu kadar parlamenter siyasete karşı da bir itirazdı, sokağı temel alan bir başka siyaset yapma yolunun ortaya konmasıydı. Öte yandan İsyana katılan kitlelerin seçimlerden büyük beklentiye girdiklerini ve 30 Martta belli ölçüde hayal kırıklığına sürüklendiklerini gördük. Sizce sokak siyaseti ve parlamenterizm arasındaki bu çelişkili ilişkiyi nasıl değerlendirmeli?
Parlamenter demokrasiler neoliberal dönem boyunca dünyanın her yerinde ciddi meşruiyet kayıplarıyla karşılaştılar. Parlamentoların yasama gücü önemli ölçüde bypass edildi ve adına yönetişim denen yeni yönetim biçimleri yaygınlık kazandı. Bu ne demek? Bu, halk egemenliğinin artık temsili yolla dahi tecellisinin gerçekleşmiyor olması demek. Üstelik bu hangi dönemde oluyor? Toplumsal ilişkilerin en küçük hücrelerine kadar sermayenin nüfuz ettiği ve bu suretle sermayenin emek/insan üzerinde doğrudan tahakküm kurduğu bir dönemde oluyor.
SANDIĞIN MANTIĞI ORTALAMALARA/ORANLARA, SOKAĞINKİ İSE ORTAKLIKLARA/KOLEKTİFLERE YASLANIR VE DE TARİHİ, ORTALAMALAR DEĞİL ORTAKLIKLAR YAPAR
Bu bağlamda Gezi İsyanında sokağın ve barikatların taşıdığı anlamı doğru tespit etmek gerekir: Barikatlarda halk egemenliğinin dolaylı/temsili değil doğrudan ve kolektif biçimleri yükselmiştir. Yakalanması gereken halka budur. Nitekim 30 Mart seçimlerine bu zaviyeden bakan Gezi isyancıları, tercihlerini çoğunlukla bir referandum saflaşması biçimine büründürmüşlerdir. Dikkat edilirse sandıkla sokak arasındaki yapısal anlam farkına hiç değinmiyorum bile. Malum sandığın mantığı ortalamalara/oranlara, sokağınki ise ortaklıklara/kolektiflere yaslanır ve de tarihi, ortalamalar değil ortaklıklar yapar. 30 Martta izlenen çizgiye bakıldığında sol/sosyalist çevrelerde bu hususların ne yazık ki pek tartışılmadığı anlaşılıyor.
Haziranda sosyalist sola Kitlesini arayan pozisyonundan sıyrılıp siyasetini arayan halk sınıflarının arayışına cevap üretmesi şeklinde bir tavsiyeniz vardı. Sizce sosyalist hareket ve emek-meslek örgütleri açığa çıkan dinamiklerle ilişki kurmada ne ölçüde başarılı oldu? Bu yanıta, Soma Madenci Katliamı ve Okmeydanını da dahil edebilir misiniz?
Sosyalist siyaset konusu, bu ülkede çok katmanlı ve çetin bir konu. Maddi yaşamın soğuk çelişkilerinden kaynaklanan ahlaki öfkesini belli kod ve sembollerle ve belli mekanizmalarla ifade eden emekçi halk sınıflarıyla, doğrudan maddi yaşamın içinde işçi sınıfının bütünsel çıkarlarını esas alan bir tutumla buluşan, üstelik bir politik hareket olarak mevcudiyetini bu buluşma içinde yeniden tanımlayan bir siyasal çizginin kesintisiz varlığından söz edebilmemiz herhalde mümkün değil.
Belli ki bu mesele öyle söylendiği kadar kolay da değil. Üstelik son 5-10 yıldır, siyasal zemin de köklü bir şekilde farklılaşmış durumda. Bugün artık Cumhuriyet rejiminin parlamenter sistemi içinde şekillenmiş bir modern siyasal yelpazeden söz edilebilir mi? Son 35-40 yıl içinde en az iki kırılma söz konusu. İlki politik toplumda sınıfsal temsiliyetlerin belinin kırılması şeklindeki genel neoliberal gündemle ilgilidir ve Türkiyenin 1970lerin sonlarından günümüze siyasi tarihinin arka plan motifini oluşturur. İkinci kırılma doğrudan doğruya siyasal rejim sütunlarındaki belirsizleşme ile ilgilidir ve fazlasıyla önemlidir.
Örneğin %40-45 oy desteği ile AKP mevcut siyasal yelpazenin neresinde yer alan bir partidir? Hiçbir yerinde; karşımızda adeta yeni bir rejim kurmak için hükümet eden bir kadro mevcut değil midir? AKPnin seçmen tabanından söz ederken artık sıklıkla Sünni Muhafazakar terimini kullanmıyor muyuz? BDP Kürtlerin, MHP Türklerin, CHP Alevilerin partisi şeklinde tasnifler yapıldığını biliyoruz. Sorun birtakım çevrelerce bu tanımlamaların yapılıyor olması değildir; sorun, Türkiyede kıyı ve İç Ege bölgeleri dışında kalan yerler bakımından, seçmen oy davranışının belirgin bir şekilde bu sınıflamaya uygun olarak gerçekleşmeye başlamış olmasıdır.
KRİTİK HUSUS, EZİLEN MEZHEBİN KENDİ KİMLİK OLUŞUMUNU, EZENİN MEZHEBİNE KARŞITLIK İÇİNDE ŞEKİLLENDİRİP ŞEKİLLENDİRMEYECEĞİDİR
Erdoğanı hep başkan yapacak bu oy davranışının yaygınlık kazanarak konsolide olabilmesi mümkün müdür? Eğer karşıtını ya da ötekisini Sünni Muhafazakarlık olarak kuran bir Alevi radikalizmi bu topraklarda gelişirse, bu soruya evet yanıtı vermek gerekecektir. Devletin uzunca bir süredir, türlü araçlarla bu yönde mesai sarf ettiğine şüphe yok, ama başaramayacaklar! Aleviler kentlileşmiş bir nüfus yapısına sahip; inançları ile çoğulcu ve seküler kent havası arasında güçlü bağlar mevcut; dinde değil insanlıkta yarışırlar; siyasallaşma deneyimleri ise neredeyse tamamıyla sosyalizm akımıyla gerçekleşmiştir. Bu listeyi uzatmak da mümkün.
Ezilen kimlikler tabii ki kavga verecek; ama burada kritik olan husus, ezilen etnik grup ya da mezhebin kendi kimlik oluşumunu, ezenin etni ya da mezhebine karşıtlık içinde şekillendirip şekillendirmeyeceğidir. Zira günümüzde ezme-ezilme ilişkisine biçim veren sömürü ilişkisinin bizatihi kendisidir. Ezilen kimlik oluşumu sömürü ilişkisini tahkim etmeyip gerilettiği ölçüde, özgürleştirici olmaktadır. SOMA madenci katliamı, Erdoğanın şahsındaki Sünni mezhep temsilinin emeğin vahşi sömürüsünü dolaysız bir biçimde tahkim ettiğini gözler önüne sermiştir. Sonuç olarak Türkiyenin önündeki siyasi soru, bu topraklarda yaşayan insanların egemen bir halk olarak vücut bulup bulamayacaklarıyla ilgilidir. Erdoğanın dayatması, sermayenin doğrudan tahakkümü altında Lübnanlaşmış bir Türkiye olacaktır. Eşitlik ve özgürlük ideallerinin iç içe geçtiği bir ülke olarak mevcudiyetimizin kodları, Gezi İsyanı Türkiyesinde kâfi miktarda mevcuttur.