Gezi Olayı ve XI. Tez Ergin Yıldızoğlu (Cumhuriyet)
Gezi Olayının 1. yılında Filozoflar dünyayı yalnızca, çeşitli biçimlerde yorumladılar. Esas önemli olan değiştirmektir diyen XI. Tezin (Feuerbach üzerine tezler K. Marx) uyarısını bir kez daha anımsamak yararlı olabilir.
Gezi sözcüğünün yanına çeşitli, isyan, direniş, hareket gibi betimlemeler konularak anlamlandırılmaya çalışılan toplumsal sarsıntıyı ben, Olay kavramı kapsamında analiz etmeye çalışmıştım. Gezi Olayının ardından Ne oldu?, Neydi?, Bitti mi?, Tekrarlanabilir mi?, Peki ne değişti sorularını hep birlikte cevaplamaya çalıştık, hâlâ da çalışıyoruz. Bu durum verili bilgi sisteminin içine bir delik açan yeni soruları getiren şeylere ilişkin olay kavramının kullanımını da destekliyor.
Olayın yarattığı zaman içinde kalmaya devam ettiğimiz sürece, olayın izlerini silmek isteyenler, olayı sıradanlaştırarak, önerdiği değişimden korunmak isteyenler ve olayı sadakatle savunan, anlamını evrenselleştirmek için mücadeleye atılanlar arasındaki tartışmalar, çatışmalar da devam edecek.
Olayın dönümüne de benzer bir süreç damgasını vurdu. Komplo diyerek şiddetle saldıranlar, tekrarlamak isteyenler, ne değişti tartışmaları
Ben olayın ardından gelen bu tartışma, anlamlandırma çabalarını, akşamın alacakaranlığında ortaya çıkanMinervanın Baykuşunun ötüşüne benzetiyorum. Hayır, küçümsemiyorum, yalnızca filozofların etkinliklerine gönderme yapıyorum. Anlamak çok önemlidir ama daha da önemli olan anlamanın sonucunda oluşan bilgiyle ne yapılacağıdır.
Şimdi artık tartışmayı, anlamlandırmaktan, ne yapmalı konusuna kaydırmak gerekiyor. Toplumsal muhalefetle her karşılaştığı noktada, AKP iktidarı, fiziksel ve simgesel şiddetin dozunu biraz daha arttırıyor, kapsamını genişletiyor, kurumsal yapısını çeşitlendiriyor. Bu bağlamda dört gelişme önemli: yeni MİT Yasası; üniformalı ve sivil polislerin yanı sıra Güven Timi denen şeyin oluşması; Alevileri, genelde seküler muhalefeti hedef alan söylemin sertleşmesi, komplo ve hain söyleminin yaygınlaşması.
Bu gelişmeler AKPnin liderliğinde temsil edilen siyasal İslamın, kendi içinde oluşmaya başlayan çatlaklar, dışında yükselen muhalefet karşısında, çemberi kapama, kendi projesini tamamlama çabalarını hızlandırdığını gösteriyor.
Bu tür rejim inşası süreçlerinde bir geri dönülemezlik noktası vardır. O noktadan sonra muhalefet hızla erirken rejime destek, özellikle korkunun, kazananın yanında olma refleksinin etkisiyle hızla artar. Henüz bu noktada değiliz.
Bu restorasyon rejimi istikrarını koruyamıyor, baskının dozunu arttırmaya, kapsamını genişletmeye devam ediyor.
Bu durum içinde siyasi aktörlerin Geziyi anlamlandırma çabaları hızla; Ne yapmalı? sorusuna cevap aramaya yönelmek zorundadır. Ben burada yalnızca, yardımcı olabilecek bazı noktalara dikkat çekmeye çalışacağım.
Gezi Olayına katılanların resmi sayısı, seçim sonuçları, bu iktidarın desteğinin aslında bir azınlık, büyük de olsa bir azınlık olduğunu gösteriyor. Ancak bu iktidar, kendisine verilen desteğin bir bütünsel blok oluşturarak matematik toplamından daha büyük bir etki yapmasını sağlıyor. İktidar muhalefetin parçalı, projeden bir ortak dilden yoksun olmasından da besleniyor. Muhalefet kim zaman iktidarın gücüne katkı yapabiliyor.
Parçalı ve ortak bir dil, proje yoksunu olmanın getirdiği zaafları aşabilmek için muhalefetin iki ana parçasının birbirini görmesi gerekiyor. Bunlardan biri CHP diğeri de sosyalist hareketin tanımlanabilir yapılarının kümesidir. CHP, sosyalist hareketi, kendi solunu, en önemlisi sokağı (demokratik haklarını kullananlar ve bunlara saldıran 25.000 polisi) dikkate almadan, hatta küçümseyerek muhalefeti birleştirecek söylemi oluşturamaz. Sosyalist hareket de CHPyi sürekli karşısına almak yerine, sosyal demokrat parti olma yolunda zorlamadıkça, bu arada kendidoğasına özgün ortak bir muhalefet dili oluşturmayı başaramadıkça toplumsal muhalefet, bugünkü durumda, kendi blokunu oluşturamaz.
Halbuki Gezi Olayı hiçbir şeyi olmasa, en azından, çok farklı bayrakların, sadakatlerin, emekçi sınıfların farklı kesimlerinin kendiliğinden bir araya gelebileceğini, şiddete inatla göğüs gerebildiğini gösterdi.
Tarih de bize gerçek toplumsal ittifakların önce pratikte kitleler arasında kendiliğinden oluşmaya başladığını, bunu görebilen ve siyasi ifadesini inşa edebilen öznenin yol alabildiğini gösteriyor