İktidarın yeni milliyetçiliği Gencer Çakır
AKP hükümetinin, özellikle Geziden bu yana, kendi karşısındaki muhalefeti atomize etmek için muazzam bir çaba sarf ettiğini hepimiz görüyoruz. Kabul edelim, kullandığı iç düşman retoriği ile iktidar bugüne değin işleri öyle ya da böyle idare etmeye çalıştı. Gezi öncesinde bu iç düşman Ergenekoncular ve millet iradesine karşı duran darbecilerdi, şimdi ise Geziciler. Değişen konjonktüre göre iktidarın iç düşman algısı ve buna verdiği refleksler de değişti ve değişiyor. Sadece Geziciler değil, Cemaatçiler de iç düşmanı oldu iktidarın.
İşin tedirgin edici yanı ise, bir ara düşmanımın düşmanı dostumdur eksenine kayar gibi olduk. Biz değil de bunu daha çok Cemaatçiler yapmaya çalıştı. 30 Mart seçimleri öncesinde ortaya çıkan tapeler tuhaf bir şekilde Gezi Parkı ve yolsuzluk odaklıydı! Neden acaba? Belli ki Gezi muhalefetini birileri kurnazca kullanmayı ve bu anti-otoriter hareketten kendilerine bir pay çıkarmayı düşündü. Ama sanırım avuçlarını yaladılar! Cihan Tuğalın da altını çizdiği gibi, u süreçte Geziciler başkasının oyununda figüran olmayacaklarını ispatladılar.[1] Evet, figüran olmadık, ancak, süreç, Gezinin kendi oyununu kuracak güçte olmadığını da gösterdi (C. Tuğal).
Şimdilik bu tartışmayı bir kenara bırakarak karşımızdaki iktidarın Gezi dalgasındaki savrulmaya karşı ne türden bir yeni milliyetçilik ürettiğine bakmaya çalışalım. Baştan söyleyeyim, burada milliyetçilik kavramını farklı bir içerikte kullanacağım.
AKP hükümetinin başarısının sırrı, iktidara geldiği günden bu yana karşısında birleşik ve güçlü bir muhalefetin olmamasında yatıyor bence. Muhalefet derken illa da sosyalist muhalefet düşünülmesin. AKP aynı zamanda düzen içinde kendi karşısında birleşik bir muhalefetle de karşılaşmadı en azından bugüne kadar. Ve bu ayrışık muhalefet var olduğu sürece AKP örneğin sözüm ona askerî vesayeti geriletmek için muazzam ataklar yaptı. Demek istediğim özünde şudur: Hatırlayın 28 Şubatta yan yana gelen Beşli Çete bugünkü konjonktürde oluşmadığından iktidar bu muhalefet boşluğunu kullanarak, karşısında kendisine diş bileyen düşmanlarını yenilgiye uğratabildi. Askerî vesayetin geriletilmesi meselesini böyle okuyorum ben. Ama iktidar bir taraftan da sokağın gerçek muhalefeti ile de baş etmek gibi bir sorunla karşı karşıya kaldı. Geziden bu yana Erdoğanın, fırsat bulduğu her anda, Bunlar
diye başlayan bir edebiyata başvurması başka nasıl açıklanabilir, bilmiyorum.
Ama kabul edelim hükümetin kendi karşısındaki bu gerçek muhalefeti atomize etmek için başvurduğu iç düşman retoriğinin kendi içinde tutarlı bir yanı da var. Şunu demeye çalışıyorum: Hükümet aslında Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana muhafazakârlar ve laikler olarak belli kodlarla ayrışan/ayrıştırılan bir toplumu kendine paravan yapıyor. Bu dediğimi Sungur Savrandan aldığım bir kavramla, uygarlık transplantasyonu kavramıyla[2] açıklamak istiyorum.
***
Kapitalizmin geç serpildiği bir ülke olan Türkiyedeki burjuva devrimi, kitleleri arkasına almayarak, kitleleri devrimci sürece katmayarak karakterize olur. Bu anlamda bir tepeden devrimdir Kemalist devrim. Her türlü demokratik hareketin gelişmesine engel olunduğu gibi toplumun yukarıdan aşağıya çoğu zamanda da arkasına alması gereken ama almadığı işçi/emekçi kitlelerine rağmen devrimler yapılmıştır esasında. Örneğin laiklik konusundaki katı uygulamalar ile devlet ve din işleri ayrılmak yerine yapılan şey daha çok dinin kamusal hayattaki etkisinin sınırlandırılması olmuştur. Bir taraftan da devlet, dini kurumlar üzerinde denetleyici ve kontrol edici bir rol üstlenmiştir.
Elbette dinin kamusal hayattaki etkisini sınırlamak temelde Türkiyeyi Batı kapitalizmine bağlama, Batı dünyasının bir parçası haline getirme amacını taşıyordu. Atatürk devrimleri olarak bilinen devrimler temelde bu amaca, yani Türkiyeyi İslam dünyasından koparmaya ve Batı uygarlığıyla bütünleştirmeye yönelikti. Bu anlamda bakıldığında, Kemalist devrim Türkiyeye sadece kendine has bir laiklik getirmemiştir. Aynı zamanda bir uygarlık transplantasyonu yapmıştır.[3] (vurgu aslında).
Elbette bu aşı Türkiyenin her yerinde eşit bir şekilde tutmadığı gibi süreç içerisinde kökleri bugüne değin uzanan modernler ve gelenekseller arasındaki bir ayrımın da oluşmasına yol açmıştır. Benim bir önceki yazımda[4] bahsettiğim uygarlık duvarı kavramı temelde budur.
İşte bu tarihsel arka plan temelindedir ki AKP/Erdoğanın kullandığı retorik uçuk değil tersine ayakları yere basan bir retoriktir. Çünkü bunun gerçek hayatta bir karşılığı var. Gerçekten de Türkiye toplumunda muktedirler hep bu ikilik temelinde siyaset yaptılar ve yapıyorlar. Geçmişte İnönü ve Menderes; sonrasında Demirel ve Ecevit; şimdi de CHP ve AKP
Uygarlık transplantasyonu Türkiyeyi kapitalizmle bütünleştirme amacını taşıyor idiyse de süreç içerisinde bu durum toplumun, üzerinde rahatça siyaset yapılabilir bir kıvama gelmesine de yol açmıştır. Burası çok önemli!
Biz Gezicilerin işte bu konuda son derece uyanık olması lazım. Neden mi? Çünkü iktidar bu ayrıştırıcı dili kullanırken Gezicileri Türkiye burjuvazisinin hâkim kanadı olan TÜSİAD burjuvazisi ile birleştirme, bu düzen güçleriyle bizleri aynı saftaymışız gibi gösterme telaşında. Faiz lobisi söyleminin arkasında temelde bu vardı: Gezicileri burjuvaziyle aynı safta göstermek! Onun için ben bir önceki yazımda, AKP tabanını ırkçı-faşizan bir beyaz adam diliyle bunlar hüloğcular diye adlandırmayı bir kenara bırakalım artık, demiştim, çünkü unda direttiğimiz sürece Erdoğanın eli daha da güçleniyor.
İktidarın kurduğu bu retorik şu an için hükümetin yaslandığı taban ile emek hareketi düzeyinde bir araya gelmemizi de engellemiyor değil. Nihayetinde AKP tabanı da ve biz Geziciler de hepimiz emekçiyiz. Her iki tabandaki emekçilerin bir araya gelmesini engelleyen, buna set çeken iktidarın bu atomize edici, ayrıştırıcı retoriğinin maskesini düşürmek bu açıdan çok elzem.
Aslına bakılırsa iktidarın kurduğu bu ayrıştırıcı ve atomize edici dil, neoliberal ayrıştırma stratejisinin iktidar tarafından Türkiye toplumunun kendi kültürel kodlarına uygun bir şekilde ve konjonktüre de yaslanarak- oluşturuluyor. Bu retoriğin kapitalizmle bir ilişkisi varsa, ilişki özünde budur! Bu ayrıştırıcı dil Fransada göçmen karşıtı ırkçı bir dile bürünüyor, Macaristanda Roman karşıtı bir dile bürünüyor ya da başka yerlerde mevcut duruma uygun olarak sürekli olarak yeniden üretiliyor olabilir. Türkiyede de bu ayrıştırıcı dil Türkiyeye özgü bir zemin üzerinde inşa ediliyor. Meselenin bu küresel boyutunu da görmek zorundayız, diye düşünüyorum.
Benim iktidarın yeni milliyetçiliğinden kastım özünde budur. Peki, sadece bu kadar mı? Elbette hayır! Örneğin Licede ölene ya da direnene terörist, Batıda direnene ise çapulcu denmesi
Alevi çocuk (Berkin Elvanımız) öldürüldüğü zaman terörist, Mısırda Esma öldürüldüğü zaman salya sümük ağlanması
[5] Ayrıca PKK dağa çocuk kaçırdı diye Erdoğan ve hükümetinde Roboskiden ya da geçen yıldan bu yana hiç olmadığı kadar çocuk sevgisinin depreşmesi
Tüm bunlar bir rastlantı olmasa gerek. Belli ki AKP/Erdoğanın, kendi karşısındaki muhalefetin birleşmesini önlemek için sinsice bir taktiği bu. Bu anlamda AKP/Erdoğan birden fazla kitleye sesleniyor, sayalım. Kendi muhafazakâr-mütedeyyin tabanına, karşısındaki gerçek muhalefeti işaret ederek, bunlar Alevi
diyor; ulusalcılara bunlar devlet düşmanı, terörist
diyor; liberallere vs. ise bunlar darbeci
diyor. Erdoğanın yeni bulduğu söylem ise biraz daha herkese hitap eden bir cinsten: Gezi-zekâlılar.
Hükümetin iktidarda kalması için bu türden bir milliyetçiliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Çünkü hatırlayın Gezi sürecinde Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcının bütün muhalefeti birleştirdik sözü aslında istenmeden de olsa bir itirafın dışavurumuydu. Demek ki düşman kampta muhalefetin birleşmesi korkusuna karşı geliştirilen refleksin bir anlamı var.
Düşmanımız tarafından sinsice kullanılan bu atomize edici dili çözmek ve alternatif bir birleştirici dil geliştirmek bugün her zamankinden çok daha yakıcı bir önemde.
[1] Bkz. http://www.sendika.org/2014/05/cihan-tugal-yonetenler-icin-baskaldirinin-onundeki-en-saglam-bariyer-alevi-dusmanligi-isyanin-yildonumu-soylesileri-iii/
[2] Bkz. Sungur Savran, İslamcılık, AKP, Burjuvazinin İç Savaşı, Neoliberalizm, İslamcı Sermayenin Yükselişi ve AKP, Yordam Kitap, (Haz.) N. Balkan, E. Balkan, A. Öncü, 1. basım, İstanbul, 2014 içinde, s. 59-67.
[3] Agm, s. 65.
[4] Bkz. http://www.sendika.org/2014/06/gezi-romantizminden-cikmak-gerek-gencer-cakir/
[5] Yanlış anlaşılmasın, biz de Esma ve Esmalar için ağlarız, sadece dökülen bu gözyaşlarının timsah gözyaşları olduğunu düşünüyoruz.
sendika.org
Emperyalizm faktörü ve dünya konjonktürü gözardı edilerek yapılan her yorum gerçekliği açıklamaktan uzak kalıyor. O zaman da malum şablonlar gündeme geliyor. Karşısında muhalafetin zayıf olması, tepeden inme devrimcilik v.b. Adamı emperyalizm başa getirmiş, her türlü desteği veriyordu. En önemlisi de ekonomik destek. Ülkeye son 12 yılda akan korkunç dış para. Buna karşın muhalefetin hiç uluslararası desteği yok. İslamofaşizm azdıkça yeni yeni biraz destek başlıyor. O da hala çok cılız. Tepeden inme devrimcilik de boş laftır. Devrimleri genelde Jakobenler başarıya götürür. Burjuva demokrasisi içinde kalarak nerede devrim olmuş? Kaldı ki Cumhuriyet devrimi zaten despot feodalist düzeni yıkıp burjuva düzenini getirmek için yapılmış. Üstelik bir de dünya savaşı ortamında. Öbür ülkelerde devrim farklı mı olmuş? Jakoben lafının kökeni bile Fransız devrimine dayanıyor. Liboş söylemleriyle sosyalist teori kurulamaz.