Kara Senaryo
MELİH PEKDEMİR
Seçim sonuçları kesin belli oldu: Ak senaryo yok! Kendine Ak diyen partinin elinde sadece kara senaryo var. Kara senaryo şudur: İşlem tamamdır ve seçmen karanlığı seçmiştir.
Çok sancılı bir dönem var önümüzde. Dini imanı para 40 haramiler artık alenen kelle kesecek. Dünkü sandıklardan çıkan şeyin anlamını kavrayabilmek için illa sonradan tarihe yazılması gerekmiyor. Çünkü 10 Ağustos 2014 bir takvim tarihi değil büyük harfle yazılan Tarih kelimesine ait bir kırılma şiddetinde...
Elbette tarihin Tarih olarak algılanması yaşanıldığı günlerde pek mümkün olamaz. Ve Tarih tekerrür etmez, geçmişteki bazı olgular ancak tarihin sarmal gelişiminde farklı şekilde tekrar karşımıza çıkabilir.
1980 başlarında bizim Devrimci Yol, askeri bir cuntanın tezgâhlandığını tespit etmekte ve yazmaktaydı. 12 Eylül sabahı hiç şoke olmadık. Ama şöyle bir tepki gelişti: Faşist cuntanın gelmekte olduğunu bildiğimizden onu adeta kanıksamıştık. Belki de bu yüzden 12 Eylül rejimi sanki Türkiye çapında bir sıkıyönetim dönemi gibi de algılanabildi. Mesela bizim günlük Demokrat gazetesi daha önce Ankarada sıkıyönetimce yasaklanmıştı, 12 Eylül sıkıyönetimi onu tüm ülkede yasaklamış oldu gibi
Yani? 12 Eylülden önce sıkıyönetim olan yerlerde nasıl mücadele veriliyorsa o tarz artık Türkiyenin her yeri için geçerli olacakmış haletiruhiyesi öne çıktı. Diğer bir husus, cuntanın bileşimiyle ilgiliydi. Çünkü o sıralar Nurettin Ersinin başını çektiği MHP ağırlıklı bir cunta ile Haydar Saltıkın başını çektiği Kemalist eğilimli bir cuntadan söz ediliyordu. MHP cuntasında her şeyin çok daha kanlı olacağı şaşırtmazdı. 12 Eylül darbesi olduğunda cuntadaki Orgeneral Haydar Saltık hakkında Alevidir, bize zararı dokunmaz, MHPlilerin canına okuyacak gibi can sıkıcı tevatürler bile ortaya çıkmıştı. Öte yandan bazı solcular, cuntanın aslında goşistlerle uğraşacağından kendilerine dokunmayacağına dahi inanmışlardı. Cunta tarafından dönemin DİSK ve ona bağlı bazı sendika yöneticilerine teslim olmaları çağrısı yapılınca derhal birçok solcu sendikacı Selimiye Kışlası önünde sıraya girmiş, öyle ki izdiham yaşanmış, cezaevinde görevli subaylar artık bugün sıranız gelmez, yarın sabah erkenden yeniden gelin diye azarlamışlardı.
Sıradan insanın fıtratında vardır, bir tehlikeyi geçiştirmek için iyimser olmak... Bu duygu umuttan çok farklı bir şeydir; bari teslim olayım da fazla ezilmeyeyim duygusudur. Bazen de zalimler arasında var olacağı farz edilen çekişmelerin filan eziyeti biraz azaltabileceği beklentisidir. 12 Eylül günlerinde Türkiye bir açık hava hapishanesiydi ve cezaevi dışındakiler de aslında birer tutukluydu ama gündelik yaşantılarına devam ediyorlardı. Üstelik pat diye neyle suçlanacaklarını bilemeden ve her an cezalandırılabileceklerini hissederek yaşamaya mahkûmdular. Peki, şimdi farklı ve ak bir senaryo mu bekliyor bizleri?
Elbette hayır. Bu toplumda insanlarımızın çoğunluğu kendi elleriyle kafkaesk bir atmosfer yarattılar, gerçek ile kâbusun birbirine karışıp ayırt edilemediği bir anlam ve mantık yüklediler olup bitene. Bildik sebep-sonuç illiyetinin çöktüğü, her an her şeyin herkesin başına gelebileceği, üstüne üstlük toplumun önemli bir kesiminin asla bu tür garabetleri sorgulamadığı karanlık günlerdir, bazen açık bazen sinsi yaşadığımız şu faşizm günleri
Çünkü yine toplumun önemli bir kesimi şuna inandırıldı: Başlarına gelenler ne denli saçma olursa olsun, değiştiremiyorlarsa kabulleneceklerdir. Çünkü aynı kesimler bu saçmalığı normalleşme olarak benimseyip 1980 yılında faşist cuntayla olduğu gibi bugün de mevcut rejimle şu ya da bu düzlemde uzlaşmayı tercih edebiliyor. Keşke içinde yaşadığımız toplum bu halde olmasaydı! Ama keşkelerin işe yaradığı hiç görülmemiştir.
Bugün muhtemelen toplumun yarısı şenlik yapacak, cellâtlarına alkış tuttuklarını bilemeden
Kötünün iyisi argümanları gırla gidecek, belki kadın ve çocukları diri diri gömen IŞİDi gösterip AKPye şükredin bile diyecekler. Evet, Kenan Evrenin de meclisi, Danışma Meclisi vardı. ZŞnin de olacak. Kenan Evren seçim bile yaptırmıştı, o da yaptırtacak. Kenan Evren yasal silahlarıyla cinayetler işletmişti, o da işletecek
Ama Evren evrensel hukuku kesinlikle yasaklamıştı, şimdi de hak hukuk zaten rafa kalkmıştı ve artık hiç inmeyecek: Yasal bir diktatörlük bizleri bekliyor.
Bunları neden hatırlatıyorum? Tarih tekerrür etmez ama tarihten yeterince ders çıkarılmadıysa, farklı biçimiyle öyle bir tekerrür eder ki eski versiyonuna rahmet dahi okutabilir. Eh, karamsar olmak iyi değil, ama iyimser kalabilmek için kara senaryoları bozmak da şart!
Amma velâkin bu şahıs halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı değil ki; Kenan Evren de, üstelik yüzde 92 halkoyuyla seçilmişti ve şu anda yatarken bile yargılanıyor, unutturmayalım e mi?
Birgün
Toplumun yarısı cellatlarına aşık olmuş bir halde şenlik yapıyor.Bu şenlik seçim sonuçlarının kesinlik kazandığı dün akşam başlamıştı. Oturduğum bölgede dakikalarca havai fişekler patladı. Düşündüm, insanlar neyi kutluyorlar? Oturduğum yer çok da kalburüstü insanların oturduğu bir bölge değil. O halde bu sevin. bu şenlik havası ne?
Şiddetse şiddet, rüşvet, yolsuzluk ve rant ise hepsi var, dinci gericilik hiç olmadığı kadar yükseldi, kent yağması olanca hızıyla sürüyor, kadına şiddet bu iktidar döneminde hiç olmadığı kadar artış gösterdi, gerici yaşam dayatması yine bu iktidar döneminde aldı başını gidiyor, yoksulluk, açlık, ve açlıktan ölen çocuklar yine bu iktidar döneminde yaşandı! O halde bu şenlik neyin nesi? Toplumun yarısı cellatlarına aşık olmuş, bu doğru, gerici iktidar bütün yaptıklarını devlet iktidarını kullanarak kendi lehine çeviriyor. Halk müthiş bir ideolojik bombardıman altında. Çevresindeki, bu iktidarla ortaya çıkmış yeni burjuva sınıfı, o burjuva sınıfının çevresini sarmış rantçılar, ona yanaşan ve yerlere saçılan kırıntılarla beslenen yalaka takımı, ruhunu satmaktan çekinmeyenler, hep birlikte bugünün çürümüşlüğünü yaratıyor. Bütün bunlar hep birlikte bu vurgun düzeninin sürmesi için ellerinden geleni yapıyor, yalan makinası haline geliyor ve toplumu manipule ediyor.
Çözüm bu sistemi anlamakta, bu sistemle mücadele etmekte yatıyor.
Gri senaryo- Melih Pekdemir
Geçen hafta mecburen kapkara bir yazı yazdım. Çünkü 10 Ağustos bir kara senaryo başlangıcıydı. Ama hayat, senaryo değil. Motor deyince yönetmen (burada ZŞ oluyor) hayatta her şey o senaryoya göre oynanmaz. Gezi isyanı mesela, o motorun yandığı ve rektifiye edilmek zorunda kaldığı isyan günleriydi, o günlerde ZŞnin ağzından hiç kimse meşum senaryosundaki başkanlık kelamlarını bile işitmemişti.
Hayır, hadi bu sefer de seçmenin dolu tarafına bakalım iyimserliğiyle seçime katılımın düşüklüğüne bakıp yüzde 62nin ZŞyi seçmediğini söyleyecek değilim, ölçütümüz yüzde 52 karşıtı doğrudan yüzde 48 veya dolaylı yüzde 62 olmamalı
Ölçütümüz sandıklarda değil sokaklarda patlayan ve patlayacak muhalif tokatların şiddetinde aranmalı...
Hayat elbette siyah ile beyaz zıtlığında değil, ara renkleri var. Ama siyah- beyaz karşıtlığında neden hep gri alanlar aranır? Gri siyahtan iyidir, iyi midir? Gri de kirlidir, beyazdan kötüdür
Çoğu kez sadece ehveni şerdir.
Siyah, gri filan ötesinde diyelim ki siyasetin etnik renkleri de olsaydı
Kürtlerin milli renklerine bakıp, kırmızı, sarı ve yeşilden, dur, bekle, geç senaryosu okuyabilirdik. Ama şunu da bilirdik ki tarihin cilvesi olarak ZŞ eliyle Kürtlere verilen bir özgürlük Türkler için asla demokrasi getirmez
Ancak Kürtlerin aldığı kadarıyla özgürlük, özgürlük sayılabilir
İşte bu yüzden Demirtaş verileceği söylenene değil alınması gerekene milliyetsiz vurgu yaptığı ölçüde sevildi, alkışlandı. Ama nihayetinde önerdiği radikal demokrasi derhal arkasına dizileceğimiz bir seçenek değil ki
(Keşke radikal demokrasi kavramını dillerinden düşünmeyenler, onun ne olduğunu da bilebilseler
) Radikal demokrasi sınıf mücadelesine boş verelim diyen kimi post Marksistlerin ürettiği bir hattır, sosyal demokrasinin kendisini güncelleme programıdır. Ve elbette CHPnin solculuğundan daha günceldir, orası ayrı. MHP müttefiki bir parti olarak kendini güncelleyebilen bir CHP ise, müttefiklerinin ZŞye oy verdiğini görünce sanırım şunu hatırlamıştır: Ayıdan post faşistten dost olmaz! Ayrıca CHP bünyesindeki milliyetçi muhaliflerin itirazını anlamak da güç, çünkü onlar da partilerini MHPlileştirmek suretiyle güncelleştirmek derdinde değiller miydi?
Memleketin siyasi tarihinde aşina olduğumuz yukarıdan aşağıya devlet eliyle faşizm uygulaması da kitle tabanını çoğaltarak kendini güncelliyor. Teorik kavramlaştırma takıntısı olanlara Korkut Boratav hocamızın son Marxtan Seçim Yorumları yazısını tavsiye ederim. Siyaset biliminde klasik faşizm formatına tam oturtulamayan rejimler genel olarak Bonapartist rejim kategorisinde ele alınır (ve onun da bir köşe yazısında tartışılması zordur). Tarihten ibret alabilmemiz için Boratav, Marxın şu tespitlerini hatırlatıyor: Bonaparte, parlamentoya dayanarak anayasayı yırttı. Anayasaya dayanarak da parlamentoyu dağıttı. Millî irade elbette unutulamazdı. Bir yıl sonra da İmparatorluk bir halkoylaması (yüzde 92lik evet oyu) ile onaylandı. İmparator, sermayenin tüm hiziplerini kapsayan Düzen Partisi ile uyum sağladı. Savaş tutkunuydu. Solu, sosyalistleri ezmeye öncelik verdi.
Evet, kara senaryoların hayata geçirilebileceği bir gidişatta, B planlarımızı her an devreye sokma ihtiyacı duyulabilir. Ama maalesef B planlarından söz edebilmek için önce bir A planı olması, bunun hayata geçiriliyor olması lazım. Yani mesela birleşik bir muhalefet hareketi
Tepemizde gri ya da karabulutlar ve havada asılı, esmeyen bir rüzgâr
Ya karabulutları dağıtacak ya kallavi bir fırtına başlatacak
Fırtınalı yolculuklarımızda yolumuz açık olsun!