Sosyalist doğulmaz, olunur
Ahmet Mümtaz İdil
Söylemde mutlaka değişiklik gerekli. Artık herhalde herkes bıkmıştır sosyal demokrasi garabetinden ve kimsenin de aklına gelmiyor sulandırılmış kapitalizmin sosyal demokrasi olduğunu söylemek. Artık bağıra bağıra sosyalizm, hatta komünizm dememiz gerekiyor.
Kuzenim Kaan Kayahan anımsattı. Çoğumuzun sosyalizmden anladığı Robin Hood misali bir eşkiyalık. Zenginden alıp fakire vermek. Başta güzel gibi görünse de, işin aslı hiç de sistematik değil. Kim zenginden alacak da fakire dağıtacak, bunun yanıtı yok. Robin Hood gibi birilerini, tıpkı Beckettin Godotsu gibi bekleyeceğiz. Dağıtacak ve biz de rahata ereceğiz. Böyle bir şey yok.
Robinson Crusoedan ve Don Kişottan söz ettiğim Odatvde yayınlanan yazıma bir yorumcu, bırak şu entel dantel işleri demiş. Eğer Robinson ya da Don Kişot entel ve dantel ise, o zaman Kemal Kılıçdaroğlu veya Muharrem İnce ne? Tarih bugüne kadar her şeyi örnekleriyle getirip önümüze sermiş ama biz onlardan ders almak yerine yeni sulara yelken açmayı yeğlemiş, bunu da güncel politika olarak çevremize yedirmeye çalışmışız.
Bu yüzden de belki, sosyal demokrasi denilen ne idüğü belirsiz bir sisteme takılıp kalmışız. Hem sosyalist olacaksınız hem de serbest ekonomiye sırtınızı dayayacaksınız. Bu ancak milli geliri yüz bin doların üzerinde olan Kuzey Avrupa ülkelerinde geçerli olabilir. Bizim gibi Ortadoğunun en stratejik noktasında yaşayan ülkelerde sosyal demokrasiden söz dahi edilemez.
Nitekim olmuyor da. 64 yıllık siyasi geçmişimizde Marşal planıyla hayata geçirilen kapitalizm tüm vahşetiyle ortalığı kasıp kavururken, Robin Hood misali liderler çıkıp zenginden alıp fakire ulufe dağıtacağını söyleyerek bizi oyalamaya devam ediyor.
Jean Jack Rousseaunun Toplumsal Sözleşme kitabında, bizim gibi geri kalmış ülkelerin başlangıç yıllarında diktatörlüğün geçerli olduğu yazar. Mustafa Kemal Atatürkün Rousseauyu okuduğu çok açık. O dönemde yapılan tüm devrimler, bu ülkeye zorla dikte edilmiş devrimlerdir ve Rousseaunun öngördüğü diktatörlüğün sonuçlarıdır. Bunu değiştirmek ve Batı çağdaşlığına yönlendirmek ise bizim elimizdeydi, ama beceremedik. Tüm cumhuriyet dönemi kazanımları tek tek yitirirken, Robin Hood misali bir paylaşımı da bekler olduk.
Robinson Crusoe nasıl ilk anarşistse, Don Kişot nasıl ilk hayalperest başkaldıransa, Robin Hood da ilk ütopik sosyalistti. Üçünün de kuramsal tabanı yoktu ve üçü de sadece yaşamın kendilerine verdiği olanaklarla idame etmeyi ilke edinmişlerdi. Robinson, Cuma ile karşılaşıncaya kadar kendisinin efendisi ve kendisinin kölesiydi. Don Kişot hayallerinin esiriydi. Robin Hood ise Darkwood ormanlarında yol kesen bir eşkiyaydı ve bunu da yüce idealler adına değil, haksızlıklar adına yapıyordu. Ne Robinson anarşistti, ne Don Kişot Thomas Moore, ne de Robin Hood sosyalist.
Spartacus bile Güneş Ülkesi kurmaya ve Roma İmparatorluğu ile bir daha karşılaşmamaya karar verdiğinde, Vezüv eteklerinde topladığı köle ve köylülere bunu anlatmakta zorluk çekiyordu. Çünkü elinde yazılı bir metin, bir kuram, bir ideoloji yoktu. Her şey haksızlıklar ve adil paylaşım üzerine kuruluydu ama bu yetmiyordu. Sonunda Roma İmparatorluğunun acımasız ordusu, üç kez yenilmesine rağmen dördüncü kez karşılaştığı Spartacusün kölelerini Vezüvden Romaya giden yol boyu salkım gibi çarmıha gererek dize getirdi.
Spartacus bir hayal değildi. Savaştı ve yenildi. Robin Hood, Robinson Crusoe ve Don Kişot ise birer hayal kahramanlardı ve romancının hayali ölçüsünde var oldular ve mutlu sona ulaştılar. Stenka Razin, Pugaçev, Zapata, Panço Villa ise gerçekti ve sonları tam bir hüsranla bitti.
Demem o ki, kuramsal tabanı olmayan her halk hareketi aynı hüsranla karşılaşmak zorunda. Entel dantel söylemler insanlara bir şeyler anımsatıyorsa eğer ve eğer hala Jean Valjean idealizmini bir tabana oturtamadan iyi insan olmaya çalışıyorsa insanlık, bunun sonunda karşılaşacağı şey en azından toplumsal bir bozgundur.
Sosyalizm sözcüğünü artık bu ülkede bağıra bağıra söylemek ve ne olduğunu da anlatmak gerekiyor. Neo liberalizmin tüm az gelişmiş ülkeleri kırıp geçirdiği bu günlerde, kurtuluşun tek adresi sosyalizm olarak görünüyor, ama asla sosyal demokrasi denilen uyduruk sistem değil. Kimse sosyalist olduğunu söylemekten kaçınmadan, sosyal demokrasi denilen garabetle savaşmak zorunda. Yeteri kadar uyutulduk ve uyutulmaya da devam ediyoruz. Geçtim komünizmi, sosyalizmi bile tartışamayacak kadar gerilere düşmüş durumdayız. Haksızlıklara karşı gelmekle, dilenciye para vermekle, şehitler ölmez vatan bölünmez gibi kuru sloganlarla, vatanı böldürmeyiz gibi abuk çırpınışlarla sosyalizm olmuyor.
Sosyalizm bir bilinç işidir ve öğrenilmesi gerek. Sosyalist doğulmaz, olunur.
Robinson Crusoe nasıl ilk anarşistse, Don Kişot nasıl ilk hayalperest başkaldıransa, Robin Hood da ilk ütopik sosyalistti. Üçünün de kuramsal tabanı yoktu ve üçü de sadece yaşamın kendilerine verdiği olanaklarla idame etmeyi ilke edinmişlerdi. Robinson, Cuma ile karşılaşıncaya kadar kendisinin efendisi ve kendisinin kölesiydi. Don Kişot hayallerinin esiriydi. Robin Hood ise Darkwood ormanlarında yol kesen bir eşkiyaydı ve bunu da yüce idealler adına değil, haksızlıklar adına yapıyordu. Ne Robinson anarşistti, ne Don Kişot Thomas Moore, ne de Robin Hood sosyalist.
Spartacus bile Güneş Ülkesi kurmaya ve Roma İmparatorluğu ile bir daha karşılaşmamaya karar verdiğinde, Vezüv eteklerinde topladığı köle ve köylülere bunu anlatmakta zorluk çekiyordu. Çünkü elinde yazılı bir metin, bir kuram, bir ideoloji yoktu. Her şey haksızlıklar ve adil paylaşım üzerine kuruluydu ama bu yetmiyordu. Sonunda Roma İmparatorluğunun acımasız ordusu, üç kez yenilmesine rağmen dördüncü kez karşılaştığı Spartacusün kölelerini Vezüvden Romaya giden yol boyu salkım gibi çarmıha gererek dize getirdi.
Spartacus bir hayal değildi. Savaştı ve yenildi. Robin Hood, Robinson Crusoe ve Don Kişot ise birer hayal kahramanlardı ve romancının hayali ölçüsünde var oldular ve mutlu sona ulaştılar. Stenka Razin, Pugaçev, Zapata, Panço Villa ise gerçekti ve sonları tam bir hüsranla bitti.
Sosyalizmi bilincimize aktarmamızın gerekçesi bu. Anlatacak bir şeyler olmalı, yapılabileceklerin neler olduğu anlaşılmalı. Bu bilinmiyorsa sosyalizm kafalarımızdan uydurduğumuz bir hayal dünyası haline gelir. Don Kişot olmamak için de sosyalizmi öğrenmek durumundayız. Denizcan'ın açıklamasına katılıyorum. Sosyalizmi tek başına öğrenmek zor. Parti içinde ise kolay. Sadece bu nedenle bile partili olmak zorunluluğu var.
Ahmet Mümtaz İdil'in yazısında bazı gerçeklikler var ama genelinde şablon kullanıyor ve bilimsel sosyalizmin diyalektik bakışı eksik.
Bir kere sosyal demokrasi ile ütopik sosyalizm aynı şey değildir. Ütopik sosyalistlerin yaşadığı, ortaya çıktığı dönemlerde, bilimsel sosyalist olmanın siyasi, toplumsal ve ekonomik hiçbir koşulu yok. O dönemlerde sosyalist olmak için ütopik olmaktan başka seçenek de yok. Peki ne yapsalardı? Robin Hood majestelerinin emrinde şövalyelik mi yapsaydı? Spartacus itaat etseydi ve yetenekli bir köle olarak, diğer kölelerin köleci efendlere daha iyi hizmet vermesine mi çalışsaydı?
Bilimsel sosyalizmin dayandığı temellerden birisi de bu ütopik sosyalizmdir. Bunun kaynağı olan evrensel hümanizmdir. Diyalektik ve tarihsel materyalizm, politik ekonomi ve ütopik de olsa sosyalizm anlayışı içiçe geçerek, bütünleşerek bilimsel sosyalizmi oluşturmuştur.
Spartaküslerin de, Robin Hood'ların da, ütopik sosyalist Thomas Moore'ların da, Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in de insanlığın evrimi yolunda katkıları büyüktür. İyi ki yaşamışlar, iyi ki var olmuşlar. Bunları ütopik diye küçümsemek olmaz. (Don Kişot ütopyalar içinde yaşayan bir şövalye tasviridir. Yaşayan bir kişiden esinlenildiği söylenmekle birlikte, bir roman kahramanıdır. Sosyalizmle ilgisi olduğu söylenemez.)
Bilimsel sosyalizm, tabii ki bir bilim olarak kendi kendine öğrenilmez. Yalnız kitaplardan, okuyarak da öğrenilmez. Çalışarak ve yaşayarak öğrenilir. İş yaşamında ve eylemlerin içinde öğrenilir. Teorik bilgiler pratikle desteklenmezse, öğrenme eksik kalır, havada kalır.
İnsan tabii ki sosyalist olarak doğmıyor. Ancak burada da bir eksik var. İnsan köleci olarak da doğmuyor, kapitalist olarak da doğmuyor. Yaşadığı çevreye, aldığı eğitime, kısaca mensup olduğu sınıfsal konuma göre bu noktalara geliyor. Sosyalizmin temelinde yatan hümanizm de bunun sonucu. Komünistlerin büyük bölümünün bilimsel sosyalizmle tanışmasını sağlayan, onların içindeki hümanizm duygusudur. Bu hümanizm duygusu ki, onları düzene isyana götürmüş ve zamanla bilimsel sosyalizm ile tanışmalarını sağlamıştır. Bu hümanizm ise kitaplardan filan öğrenilmiş değildir, insanın içinde vardır ve kısmen de aileden, çevreden, toplumdan çeşitli yollarla edinilmiştir. Bunu küçümsemek doğru değildir. Bugün hala bilimsel sosyalizm ile tanışmamış, ama yüreğinde hümanizmi taşıyan çok insan var. Onları da silip atmak olmaz.
Yazı içinde ütopik sosyalizmin sosyal demokrasi olduğunu gösteren bir yorum bulamadım. O düşünceye nasıl vardınız anlamadım.