Uygarlığın sonu mu geliyor? Korkut Boratav
Çağımızın bilgelerinden Noam Chomsky, dünyanın haline bakmış; sorgulamış ve 4 Temmuz 2014 tarihli In These Timesta Tarihin Sonu mu?başlıklı bir yazı yayımlamış. Kısaltarak, toparlayarak aktarıyorum:
Yaklaşık 10.000 yıl önce uygarlık, Dicle ve Fırat havzasında doğdu. Günümüze yaklaştıkça bu topraklarda ölçüsüz dehşetler yaşandı. 2003teki George W. Bush ve Tony Blair saldırısı, Iraklıların birçoğu tarafından 13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilir. Bu öldürücü darbeden hemen önce Bill Clintonun başlattığı Birleşmiş Milletler yaptırımları gelmişti. Yaptırımları uygulayan iki diplomat (Halliday ile von Sponeck), bunları soykırım benzeri olarak nitelendirmiş ve istifa etmişlerdi. Bu yıkımdan arta kalan varlıkların çoğunu da Bush-Blair saldırısı yok etti. 2003te farklı kimliklerin aynı mahallelerde yan yana yaşadığı Bağdat, bugün sınırsız bir nefret girdabı içindedir; mezhepler ayrı, kuşatılmış bölgelere sığınmıştır. ABD-Britanya istilasının tetiklediği korkunç çatışmalar, tüm bölgeyi paramparça hale getirmektedir.
Chomsky, karanlık gözlemlerini Suriyeye, Lübnana, Mısıra, Filistine taşıyor ve Gazze kıyımını hatırlatıyor. İnsanlık tarihinin beşiğini oluşturan Mezopotamya coğrafyasının on bin yıl sonunda sergilediği enkaza bakan Chomsky hüzünleniyor: İnsan uygarlığının kısa, tuhaf çağı galiba son bulmaktadır.
***
Chomskynin gezindiği enkaz coğrafyası çok sınırlıdır. Batıya doğru küçük bir adım atalım ve Libyaya bakalım.
Libyadan söz ettikçe, gözümün önüne iki görüntü gelir. Birincisi, Muammer Kaddafinin 20 Ekim 2011de, tarifsiz işkenceler sonunda linç edilmesini gösteren video filmi; ikincisi ise bu ölüm haberinden hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clintonun TV kanallarına böbürlenerek verdiği zafer demeci: Veni, vidi and hes dead
Bayan Clinton birilerine öykünmektedir: Belki, Bağdatın düşmesinden sonra, 1 Mayıs 2003te bir uçak gemisinin güvertesine pilot giysileriyle çıkıp görev tamamdır
diyen George W. Busha
Belki de Zilede Pontus Kralı Farnekeyi yendikten sonra veni, vidi, vici
sözleriyle de tarihe geçen Roma İmparatoru Julius Sezara
Ne var ki Sezar düşmanını öldürmemişti ve geldim, gördüm, yendim diyordu;Clinton ise, geldim, gördüm, öldü
Kaddafi sağ yakalansaydı açıklayacağı çok şey olduğu için öldürülmeliydi
Linç ise taşeronların katkısı idi. Ayrıca bunlarda düşmanı öldürme tutkusu da var. Kaddafiden yaklaşık altı ay önce Obama ve Clinton Beyaz Sarayda bir başka düşmanlarının (Usame bin Ladinin) Pakistanda öldürülüşünü canlı yayından izlediler. Usame silahsızdı. Talimat gereği öldürüldü; cesedi de (Arjantin cuntasının solcu tutsaklara yaptığı gibi) denize atıldı. Amerikada niçin getirip yargılamadınız? diye bu eylemi sadece birkaç solcu (örneğin Michael Moore) protesto etti.
Bizler, yok olmakta olan bir başka geleneğin izlerini taşıdığımız için, Timurun ve Mustafa Kemalin savaş tutsaklarını (Bayezidi ve General Trikopisi) hatırlarız. Vietnamla savaşırken, bombalarken tutsak düşen Amerikan askerleri aklımıza gelir. Bunlardan biri, altı yıl boyunca Kuzey Vietnamda tutsak kalan (ve yıllar sonra ABD Başkan adayı olan) John McCain idi. Cenevre Sözleşmesi söz konusu değildi; zira ABD Kuzey Vietnama savaş ilan etmemişti.
***
Peki, Kaddafiyi öldürdüler de ne oldu? Sosyalist ve laik Libya Arap Cemahiriyesi tarihe karıştı. Devleti ve ülkesi ile Libya da yok oldu. Ülke aşiretler ve çeşitli İslamcı gruplar arasında paylaşıldı. Türkiye üzerinden Suriyeye geçen cihatçı çetelerin ana kaynaklarından biri oldu. Kaddafinin ölümünden bir yıl geçmeden ABD Bingazi Konsolosluğunu basan çeteler, büyükelçi Stevensi (ve üç Amerikalıyı) öldürdü. 26 Temmuz 2014te ABD Libyadaki büyükelçiliğini kapattı. Batılı diplomatlar canlarının derdine düştü; topluca ülkeyi terk etti. İslamcı milisler, Trablustaki ABD büyükelçiliğine yerleşti.
Peki, bu Orta Çağ yobazlığına batmış olan Libyada laik Türkiye Cumhuriyetinin hâlâ ne işi var? Bu soruyu sormamın nedeni, 28 Ağustos tarihli Defense and Foreign Affairs dergisinde çıkan bir yazıdır. Yazıya göre Türkiye ve Katar, Müslüman Kardeşlerle bağlantılı cihatçılarla işbirliği yapmakta; Batı Libya çöllerinde bir Özgür Mısır Ordusu oluşturmaya çalışmaktadır. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri bu nedenle Libyadaki cihatçı gruplara karşı Ağustosta iki hava saldırısı düzenledi ve ABD tarafından uyarıldı. 25 Ağustos tarihli New York Times da bu bilgileri kısmen doğrulamaktadır.
***
Galiba Chomskynin hakkı var. Uygarlığın harcında yer alan bütün pozitif normların, değerlerin utanmazca çiğnendiği; bu harca karışmış tüm pisliklerin ortaya çıktığı; kaderlerimize hükmettiği bir dönemdeyiz. İnsan insanın kurdu olmakta; kıyamet alametleri artmaktadır.
Peki direnenler? Bu yazının karanlık coğrafyasına, Ortadoğuya, Türkiyeye bakalım. Emperyalizme, sömürüye karşı, programı ve kadroları bakımından birçoğu laik; bazen de sosyalist öğeler içeren direnme hareketleri yerine, Katar, Suudi, bazen İran devletlerinin parasıyla, silahıyla sözde düşmanlara, ötekilere cihat açan mezheplerin, tarikatların, güruhların vurucu güçleri öne çıktı.
Laik, ilerici Filistin Kurtuluş Hareketine katılan, can veren Türkiyeli devrimciler ilk dönemin; kelle kesmek üzere Suriyede IŞİDle buluşanlar ikinci dönemin Türkiyedeki simgeleri olarak düşünülebilir.