BHH'nin amacının halkı örgütlemeye çalışmak olmadığını söylerken neye dayanıyorsun belli değil. Haziran nasıl örgütlenir onu da söylemiyorsun? Söyledim diyorsun da, somut olarak söylediğin ne?
Güne Yürümeye Devam-Onur Kılıç
Geçtiğimiz hafta sonu, Haziran Hareketi'nin Ankara ve İstanbul'daki coşkulu buluşmalarıyla geçmişti. Haziran, dün de İzmir'de görkemli bir buluşma gerçekleştirdi. 1 buçuk ay gibi bir zamanda düzenlenen 20'ye yakın forum ve pek çok meclis toplantısının ardından dün akşamki kalabalık moralimizi katlıyor. Salona sığmayan, Haziran'ın merhabasına ortak olan herkesin emeğine sağlık.
Edirne'den Diyarbakır'a, Hatay'dan Giresun'a 200 civarında forum düzenlenmiş. Bunların ve 3 büyük ildeki Haziran buluşmalarının ardından hareketin birinci kurucu dönemini tamamlıyoruz.
Hareket bu dönemde forumlar ve yaygın toplantılarla fikri temellerini sağlamlaştırdı, iddiasını ortaya koydu. Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarla ortak çalışma deneyimleri kazandık, birbirimizi tanıdık. Farklılıklarımızı yürüyüşe engel görmeme konusunda önemli mesafe kat ettik.
Eksiklerimiz oldu, daha da olacak ama hareketin bundan sonrası esas olarak yürüyüşümüz içindeki yeni deneyimlerin karakterize ettiği, heyecanlı bir dönem olacak.
Önümüzdeki hafta sonu Haziran Türkiye Meclisi toplanıyor. Bu meclisle beraber, hareketin gerçek kuruluşunu ilan edeceği ikinci dönem başlıyor.
Forumlarda biriktirdiğimiz zengin mücadele programı ve enerjisini ülkenin her yerinde tek yumruk haline getireceğimiz ve diktatörün karşısına dikeceğimiz bu zorlu dönem için hazırlığınızı yapın. Çünkü bu dönemin ve hakiki kuruluşumuzun en büyük anahtarı sokak olacak.
Şimdi kıyısından bozkırına, taşrasından metropolüne hınca hınç doldurduğumuz salonlardan sokaklara çıkma zamanı. Berkin'in sevgili babası Sami Elvan'ın İstanbul Haziran buluşmasında söylediği gibi; Kral'a karşı tek yumruk olma zamanı.
Haziran'ın güneşi doğmaya başladı, güne yürümeye devam.
Sıkıştırılmış tarih: Zip Haziran?
Osman Çutsay
İki on yıl tek bir aya sıkıştırılabilir mi? Bilgisayar tekniklerinin izin verdiği bu dosya iletim ve arşivleme sistemi, zip, toplumsal tarihte yaşanabilir mi?
Elbette mümkün değil.
Ama yine de arada bir bağ kurgulamak, çok yanlış olmaz. Sakıncalarını bilerek tabii. Yani, Hegelin büyük tarihsel olay ve kişilerin iki kez sahne aldığı yolundaki tezi ve Marxın da buna birincilerin trajedi, ikincilerin maskaralık olarak yaşandığını eklemesi bir kenara bırakılacak olursa, birbirini andıran büyük olayların ikinci kez birincinin ya çok daha büyüğü ya da çok daha küçüğü olarak yaşandığını düşünmemek için bir neden yok. Neyse işte, pamuk ipliğiyle de olsa, bir bağ var arada...
Bir ayı aşan bir zamanda büyük bir yoğunlaşma ve Türkiye tarihinde hem iktidar hem de toplumu sarsan güçte bir gerginlik, çünkü neredeyse tüm ülkeyi saran bir yaygınlık yaşadık. Şaşkınlığımızın hâlâ sürmesi biraz da bundandır. Bir buçuk yıl sonra bile hâlâ etkisinden kurtulabilmiş ve yeni bir yol çizebilmiş, yaşadıklarımızı bir ek enerji olarak yedeğimize alabilmiş değiliz: 2013teki Haziran İsyanı ve sonuçlarından söz ediyoruz. Öncesini ve sonrasını düşünerek anlam kazandırmaya çalışıyoruz. Bazı akrabalıkları abartmaksızın...
Ne midir?
Şudur: Haziran İsyanı, elbette çok farklıydı, ama bazı renkleriyle geçmişe dair bir şeyi hatırlattı. Sanki görkemli 60lar ve o yükselişin yaygınlığını entelektüel düzlem hariç (soldaki kültür karşıdevrimi) sürdüren 70leri, bir anda bir ay gibi bir süreye sıkıştırarak yaşadık. Bilgisayar teknolojisindeki zip formatı gibi. Sıkıştırılmış, yoğunlaştırılmış 1960lar, adeta 2013 yazına damgasına vurdu. Sadece bir ilk bakışla...
Böyle baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Bizi uzun süredir meşgul eden şey, bu sıkıştırılmış geçmişin, hadi zipi hatırlayalım, içindeki verilerin yeniden nasıl ve hangi programla açılarak kullanıma sokulacağıdır. Bunu bulmakta güçlük çektik. Fakat tüm sorularımıza yanıt ve sorunlarımıza çare bulacağımız inancıyla böyle bir arayışa girmek kuşkusuz hatadır.
Hatadır, çünkü somut tarihte bu, mümkün değildir. Yine de bazı paralellikler vehmettiğimizde bile görüyoruz ki, iki on yılı bir aya sığdırarak yaşamak ve bu sıkıştırılmış zamanda geçmişin insan malzemesinin büyük ölçüde değiştiğine tanık olmak, elimizi ayağımızı bağlıyor. Bu sıkıştırılmış dosyayı (zip) yeniden açmak ve önümüzdeki Türkiye zamanlarına yaymak, olmayacak duaya amin demekten çok farklı bir iştir: Bir imkansızlığın aklımıza kazınması, tarihin tekerrür etmeyeceğini bir kez daha görmemiz böyle de mümkün kılınıyor.
Sorun, bu. Karmaşık.
Sorun dedik, çünkü sıkıştırılmış/yoğunlaştırılmış ve büyük ölçüde de dönüşüme uğramış geçmişin, bazı eski renkleri içeriyor diye, yeniden yaşanabileceğini düşünmek sosyalist bakışa zaten sığmaz. Ama ondan daha önemlisi, bu sıkıştırılmış dosyanın, yeni zaman ve koşullarda nasıl açılacağı ve içindeki verilerin hizmetimize nasıl alınacağıdır. Ona bir türlü çözüm bulamadık. Belki o programı henüz yaratamadık. Yine: Açsak bile Haziran 2013 dosyasından bir bütün olarak 60lar ve 70lerin çıkmayacağını biliyoruz.
Kim ne derse desin, bizim arada benzerlikler keşfetme çabalarımız da dahil, belli bir dozun üzerinde, hep beyhude çabalardır bunlar. Tarih başsız ve sonsuz bir akıştır, dolayısıyla bu akışta benzerlikler bile defoludur, güvenilmez. Sadece bugünü belki biraz daha rahat anlayabileceğimizi düşünerek, geçmişle yaşadığımız zaman ve mekan arasında bazı paralellikler kuruyoruz. Ama geçicidir bunlar.
Kısmen de olsa, 60lardaki toplumsal yükseliş ve insanın insanla dayanışma içinde daha ileriyi araması, eşitlik ve özgürlük çabasına destek vermesi, el ele bu ülke için kavgaya girmesi ve iktidardaki gericilere rağmen gözünü budaktan sakınmaması, gerçekten 2013 Haziran İsyanı ile yinelenmiş gibi bir benzerlik içeriyor. Benzerlik varsa eğer, o da burada: Halk aydınlanma, cumhuriyet, kadın özgürlüğü, emeğe saygı ve yurtseverlik gibi ileri ve ilerici değerler için, sokağa çıkıyor ve iktidardaki plütokratların baskı rejimi giderek sertleşiyor. Böyle çok genel bir benzerlik yok değil. Fakat...
Fakat bir aya sığdırılmış iki on yıl, sadece bu tanım bile iki eşitsiz zaman kesiti arasında bir örtüşmenin mümkün olmadığını gösteriyor; bunu bilerek söyleyelim o zaman: Bu bir ayı (Haziran 2013) sonuca (iktidara) götürecek ve en azından bir aydan çok daha geniş bir zamana yayacak programa ihtiyacımız var. Eskiyi yeniden yaşayamayacağımızı bilerek, bilgisiyar programlarıyla da somut sorunlarımıza çözüm bulamayacağımızı unutmayarak, yeni bir program oluşturuyoruz: Birleşik Haziran Hareketi, herhalde budur.
Tekrar olsun: Türkiye ve dünyayı sarsan 2013 Haziranı, Türkiye halkının ilerici değerler adına sokağa çıkmaktan çekinmediğini, iktidarı sarsabileceğini, yeni bir iktidar kalkışması için de bu sokağa yakışır yeni bir sol program aradığını gösterdi. İktisadi ve siyasal iflasın eşiğindeki Türkiye parçalanma sürecindedir, sermaye sınıfı bile yavaş yavaş dışarıya kaçmaktadır; büyük felaketimizle karşı karşıyayız. 12 Eylül 1980den hemen önce kaçırdığımız, yakalasaydık dünya tarihinde sosyalizmden yana bir eksen kayması gerçekleştirebileceğimiz iktidar olanağını, 98lilerin öncülüğünde, 35 yıl sonra yakalamak zorundayız. Zaten yakalayamazsak yeni veya benzer bir 1980ler ve 1990lar falan yaşanmayacak. Çünkü geride, bildiğimiz Türkiyeye benzer hiçbir şey kalmayacak; bu topraklar, tarihinde çok sık rastlanmayan bir boğazlaşmaya sahne olacak. 35 yıl sonra...
Sol program ve sokak, dinciliği de, başta Türkçülük olmak üzere etnik delirmeleri de, piyasa denilen mezbahayı ve sandık adı verilen şu kepazeliği de gömer. Emekçi halkın doğrudan kendini yönetebildiği bir siyasal rejim kurulabilir. Devrimcilerin 35 yıl önce maalesef atmayarak Türkiyenin çözülme yolunu açtığı o adım, devrimci bir sol iktidar için büyük koalisyon, gerçekten çok yakın. Elzem.
Haziran Yılı Başladı-Önder İşleyen
Haziran, Ülkü Tamerin güneş bulutun önüne her zaman geçer dizesini gerçek kılarcasına ülkenin dört bir yanında yürüdü.
Karanlığın ülkemizi olduğu kadar, yeryüzünün tüm güzelliklerini vahşetiyle tehdit ettiği noktada bu ayağa kalkış artık dünyanın böyle dönmeyeceğinin bir ilanıdır.
Büyük insanlık saatleri parçalamak, zamanı terse çevirmek için bir irade ortaya koyuyor, birleşerek bir kuvvet yaratıyor.
***
Haziran, halkın birleşik eylemiyle yeni bir mevzi oluşturuyor.
Bu mevzi bir yanıyla, giderek pervasızlaşan mezhepçi faşizmin saldırıları karşısında bir barikat kurma çalışmasını ifade ediyor.
Bu aynı zamanda Haziran 13ün devrimci dinamiklerinin yeniden harekete geçebileceği -Gezinin ardından yaratılan- ilk sahici mecralar olarak gelişiyor.
İsyanın yeni dinamiklerinin örgütlü zeminlerde şekilleneceği Haziran, yeni bir halk isyanının da damlalarını biriktirmeye başlıyor. Bir anlamda büyük fırtınalar için açık yelkenleriyle hızla yürüyerek rüzgar topluyor.
***
Haziran, bugün sokağa çıktığında tüm bunların mümkün olduğu da somut bir biçimde görüldü.
AKPnin tüm muhalefeti susturma, sokakları bütünüyle kontrol altına alma ve marjinalleştirme girişimlerini Haziranın sokaktaki varlığı ile kırıldı.
Haziran 13de sokağa çıkan kazanma umudunu güncelleyerek milyonlara güven verebilecek bir odak olarak artık Haziran var.
Haziranın bugün sokağa bıraktığı izler her adımında geliştirilip büyütüldüğü oranda, bugünkü durum hızla daha gelişecektir.
Haziran bu anlamda bugünkü gücünün ötesinde aynı zamanda bir potansiyeldir. Kendi içinde biriken enerjinin bütün yönleriyle henüz açığa çıkmadığı, hem de uyandırdığı geniş çekim alanıyla buluşabildiği oranda başka biçimler alarak çoğalabilecektir.
***
Haziranın bugün karanlığa meydan okuyan adımının, bu başlangıcın asıl hedefi 9 Şubat haftasındaki okul boykotları. AKPnin dizginsiz biçimde saldırarak dinsel bir kuşatma altına almaya çalıştığı eğitim alanında bir mevzi savaşı başlatıldı.
Haziran, şimdi okul boykotlarını tüm halkın birleşik eylemine dönüştürmek üzere zorlu bir mücadeleye başlıyor. Forumlar-Meclisler bu boykot çalışmasını hakikaten okulları kapatıp, yolları açacak bir eyleme dönüştürerek AKPye gerçek anlamda dur diyecektir.
Yani asıl şenlik 9 Şubat haftasında yüzlerce noktada olacaktır.
***
Henüz yolun çok başındayız.
Haziran şimdi, bu kavganın içerisinde Meclislerini çoğaltma çalışmalarını aynı zamanda Meclislerini halkın söz, karar ve direnişin kolektif zeminlerine dönüştürme anlayışıyla kesintisiz bir biçimde sürdürecek.
Bu ülke artık sahipsiz değil, kimse artık yalnız kalmayacak.
Çünkü artık Haziran var.
Gençler, kadınlar ve özel görev-Metin Çulhaoğlu
AKPnin Türkiyeyi bir yerlere taşıma niyetini boşa çıkarma ve bu iktidarı önce geriletip sonra def etme açısından neyin gerektiği son derece açık: Toplumun çeşitli kesimlerini kapsayan, eylemli, sürekli hareket halinde bir direniş ve karşı mücadele cephesinin örülmesi
Burada eylemliliğe ve hareketliliğe yapılan vurgu sadece hareket=bereket formülünden kaynaklanmamaktadır. Ulaştığı boyutlara paralel olarak eylemlilik ve hareket önce katılımcılarında özgüven oluşturur, kararlılığı pekiştirir. Sonra, karşı tarafta paniğe yol açar; çarşafa dolanmasını, iyiden iyiye akıl ve mantık dışı işlere yönelmesini sağlar.
Bunlar iyi şeylerdir ve örneğin Birleşik Haziran Hareketinin temel görevinin bu olduğu da herhalde açıktır.
Hepsine tamam; ancak böyle bir eylemlilik ve hareketlilik için çaba harcanırken, kimi ivedi görevleri unutmamak, eylemi ve hareketi mutlaka başka girdilerle beslemek gerekiyor.
Neyi kastediyoruz?
***
O dönemi yaşayan ya da sonradan okuyan pek çok kişi 1960larda sosyalist hareketin düşünce-bilim-kültür-sanat alanlarında ciddi bir ağırlığı olduğunu kabul edecektir. Biz kavramı biraz abartılı bulsak bile solun o dönemde söz konusu alanlarda kendi hegemonyasını kabul ettirdiğini söyleyenler de vardır.
Kastettiğimiz, eylemliliğin ve hareketliliğin 60lardakine benzer bir hamle ile pekiştirilmesi, tamamlanması ya da taçlandırılması gerekliliğidir. Şimdilik hegemonya demeyelim; ama üzerinde anlaşılmış görünen eylemlilik ve hareketlilik zorunluluğu, düşünce, bilim, sanat ve kültür alanlarındaki yeni açılımlarla mutlaka takviye edilmelidir.
Bu ihtiyaç, direnç ve mücadele hattında gençlerin ve kadınların özel bir yeri ve ağırlığı olmasından kaynaklanmaktadır. Son on küsur yılda iyice belirginleşen ve yol alan gerici hamleler, görece en ayrımsız biçimde gençlere ve kadınlara vurmakta, en çok onların dünyalarını daraltmakta ve gene en çok onların geleceğini tehdit etmektedir.
Ya işçi sınıfı?
Gençlerin ve kadınların işçi sınıfı içinde zaten ciddi bir ağırlığı vardır.
Peki, açılımlar neden özellikle düşünce, bilim, sanat ve kültür alanlarında gerekiyor?
Üç nedeni var. Birincisi: Bugün özellikle gençler ve kadınlar, kendi varlıkları, bu ülkedeki yerleri, gelecekleri konusunda ontolojik denebilecek bir krize itilmektedir. Düşünce, bilim, kültür ve sanat ise bu krizin değerlendirilmesi ve çıkış yollarının bulunması açısından özel fırsatlar, ortamlar ve araçlar sunan alanlardır. İkincisi: AKP rejimi ve düşüncesi en başta ve en fazla bu alanları kurutmakta, aynı alanlarda gerçekliğe ve aydınlığa ait ne varsa ayrımsız hepsine saldırmaktadır. Ve üçüncüsü: Bugünün gençliği, yaşadığı kriz içinde bilime, bilimsel düşünüşe, dünyayı ve yaşamı anlamlandıracak özel mesajlara geçmiş dönemlerin genç kuşaklarına göre daha fazla ilgi duymaktadır.
O zaman?
***
O zaman gerekli olan, daha fazla bilim, bilim tarihi ve aydınlanma düşüncesidir. Daha fazla tarihsel materyalizm dersleridir. Laiklik, cumhuriyet, yurttaşlık gibi kavramların günümüz koşullarında daha fazla açımlanması, içlerinin daha iyi doldurulmasıdır. Evrim teorisinin ve çevre sorunlarının daha yaygın ve yetkin biçimde ele alınıp işlenmesidir. Daha az iç hesaplaşma filmi, daha fazla (yavan olmayan) toplumsal içerikli filmdir. Daha fazla AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) daha fazla HOdur (60lı ve 70li yılların Halk Oyuncuları). İcabında Orhan Pamukun karşısına Nazım gene çıkartılsın; ama daha fazla bugünün mücadelesine bugünün gerçeklerinden kalkarak çağrı yapan şiirlerdir
Kim yapsın?
***
Türkiye sosyalist hareketinin örgütlü kesimleri vardır; herhangi bir sosyalist örgüte mensup olmayan sosyalistler vardır. Aralarında, anılan alanlarda yeni işler yapabilecek birikime ve hevese sahip çok sayıda kişi olduğu su götürmez.
Makul geliyorsa, böyle bir görevin ortada durduğu bilinmelidir.
Sonra, Birleşik Haziran Hareketi vardır ve aynı yetkinlik ve birikimde çok sayıda insanı saflarında barındırdığı bilinmektedir.
O zaman, BHH de bu alana el almalı, gerekeni yapmalıdır.
Evet, örgütlerin olsun BHHnin olsun özellikle bu dönemde çeşitli sorunları, yüklü gündemleri vardır. Ancak kimsenin kuşkusu olmasın: Sözünü ettiğimiz alanlardaki ciddi çalışmalar ve ürünler hem kimi sorunların üstesinden daha kolay gelinmesini sağlayacak hem de mevcut gündemi ek ağırlık oluşturmadan zenginleştirecektir.
'Haziran Hareketi olarak AKP'ye kolay lokma olmayacağımızı göstereceğiz'
Birleşik Haziran Hareketi Beykoz'da "Bilimsel, Laik Eğitim ve Aydınlanma Mücadelesi Nedir?" paneli düzenlendi
BURAK BUTUR - @buturburak
Birleşik Haziran Hareketi'nin "Laik ve Bilimsel Eğitim İçin Ayaktayız!" kampanyası doğrultusunda, 11 Şubat günü ülke genelinde gerçekleştirilecek boykot çalışmaları kapsamında geçtiğimiz hafta perşembe günü Beykoz'da Rıfat Okçabol ve Mustafa Altundal'ın katılımıyla ''Toplumun gericileştirilmesine karşı Bilimsel, Lailk Eğitim ve Aydınlanma Mücadelesi Nedir?" başlıklı bir panel gerçekleştirildi.
''OSMANLICA'YI SADECE SARAYDAKİLER KONUŞUYOR''
Paşabahçe'deki Kristal-İş Sendikası'nın konferans salonunda bir araya gelenlere seslenen Rıfat Okçabol söze, AKP hükümeti sözcülerinin başta eğitim kurumları olmak üzere, toplum hayatını tümden gericileştirme çabalarını meşrulaştırmak gayretiyle giriştikleri açıklamalar ve uygulamalardan örnekler vererek başladı:
"... Dilipak ne diyor, herkes ilahiyat okumak zorunda! Akşamki haber, ;Milli Eğitim Bakanlığı, anaokulundaki çocukların camiye götürülmesi için velilerden izin istiyormuş! Dün gündüzki bir haber, biliyorsunuz parasız eğitim isteyen gençlere 15 yıl hapis, Ali İsmail'i öldürenlere 10 yıl hapis isteniyor! Ya da 19 Ocak'taki -akanlar Kurulu toplantısında başbakanın süt dökmüş kedi veya öğretmeni tarafından azarlanmış çocuk görütüsü veren oturuş halini hatırlayın!
Biraz daha geri gidelim, geçenlerde Balıkesir milletvekili kadın ne dedi; 90 yıllık ara bitti dedi. Yakında Osmanlı kurulacak diyor! Peki nedir Osmanlı? Osmanlı dediğiniz bir kişinin iradesidir. Osmanlı dediğiniz şeyde halk yoktur. Geçenlerde Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Cumhurbaşkanı'na medeniyetler ittifakına katkısı nedeniyle fahri doktora verdi! Kimdir bu Beyazıt, üniversitenin sitesinde şöyle yazıyor; diğer beylikleri yönetmek için, sarayında yetişmiş padişahın kullarını oralara atamış kişi. Sarayda yetiştirilmiş kişi kulsa, Osmanlıda yaşayan halkın, Türklerin, Rumların, Kürtlerin halini anlayın! Osmanlı'da kuluz! Peki bizi yurttaş yapan ne; Cumhuriyet! Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlıyı oluşturan her topluluk kendi dilini konuşuyor. Peki Osmanlıcayı kim konuşuyor; Osmanlıca sadece sarayın içinde birtakım adamlarca konuşulan bir şey. Karacaoğlan, Köroğlu ya da Dadaloğlu'ndan bir mısra okunsa anlarım, ama Fuzuli'den okunsa, Şinasi'den, Şair Nedim'den okunsa anlamam!"
Eğitimin asıl amacının insanın özgürleştirilmesine katkı sağlamak olması gerektiğini, oysa artık ülkemizde daha çok dine, inanca dayalı bir öğretim şeklinin önemsenmekte olduğunu ve böylece toplumun köleleştirilmek, yabancılaştırılmak istendiğini dile getiren Okçabol, bunun dışında topluma sunulan seçeneğin ise piyasacı eğitim, özel okullar olduğunu söyledi.
''TÜRKİYE SERMAYE SINIFI LAİKLİKTEN KOPMUŞTUR''
Rıfat Okçabol'un ardından söz alan eğitimci Mustafa Altundal, 'Osmanlı' düşüncesinin mahkum edilmesi gerektiğini belirtirken, Türkiye burjuvazisinin tümünün laiklikle ilgili bağını koparttığını ifade etti. 'İşçi sınıfının canını önemsemeyen ve kader, fıtrat diyerek daha az önlem alan sömürücüleri' Türkiye sermaye sınıfı olarak niteleyen Altundal, bu sınıfın laikliğe dönme gibi bir derdi olmadığının da altını çizdi. Altundan konuya ilişkin şunları söyledi;
"... 90 yıl sonra bu karanlığı tekrar kafasını kaldırmayacak şekilde mahkum etmek ve inine tıkmak zorundayız. Şunları tartışmıyoruz; karikatür çizmek-insan öldürmek aynı şey mi? Ortaoğu'daki savaşlara bakıp, insan-vicdan denilen şeyin yanyana gelidiğini söyleyebilir miyiz? Açık yürekli olmak lazım, artık Türkiye'de sermaye sınıfının sadece bir kesimi değil, tamamı laiklikle bağını koparmıştır. 90larda yaşıyor olsaydık ve 'ben laikim' deseydik, birileri derdi ki 'a, bu ordu göreveci.' Artık o yok, laik ordu yok. Artık Yök yok, var, daha gerici, ne kadar softa varsa, adının önüne profesör yardırıp, orda-burda üniversite açtırıp, taşrada gençlerimizi zehirlemek için var. Ya HSYK? En son hatırladığım tartışma cemaat mi alacak, AKP miydi? Sıtma ile ölüm, geçiniz. Ülkede artık Tüsiad ve Müsiad yok bu konuda, çünkü her ikisi de inşaatta, finansta olağanüstü kar ediyor. Kader ve fıtrat sayesinde daha az önlem alacaklar ve daha fazla sömürecekler, bu yüzden Türkiye sermaye sınıfının laikliğe dönmek derdi de yok, temsiliyeti de yok."
Altundal, konuşmasının devamında laikliğin Birleşik Haziran Hareketi için ne anlama geldiğine dair açıklamalarda bulundu. Soma'da 301 maden işçisinin katledildiği günde acılı halkı 'kader ve fıtrata inandırmak' için bölgeye gönderilen imamları hatırlatan Altundal, laikliğin kendileri için bir seçenek değil zorunluluk olduğunu kaydetti. Altundal sözlerini şu şekilde bitirdi:
''1884 İŞÇİ ALLAH'A FAZLA GÜVENDİĞİ İÇİN BAŞINA BUNLAR GELDİ!''
"Peki laiklik bizim için ne anlama geliyor? 6 yaşında çocukla evlenilebileceğini söyleyen adama, bunun çocuk pornosu, pedofili olduğunu söyleyecek yürekli insanlar olduğumuzu aklımıza getirmelidir. Çünkü bizim çocuklarımız o yaşlarda okula gidecekler ve orada onlara nasıl bakıldığını biliyor olacağız biz. Hırsız olduğunu bildiğimiz insanların, hem hırsızlık yaparım hem iktidarda dururum diyemeyeceği için laikliğin önemli olduğunu düşünürüz. Ya da ben lale fidanları yetiştiriyorum, iyi para getirmiyor, halbuki Osmalı olsa, hareme girsem, sarayda yer kapsam arayışının insanlık dışı birşey olduğunu hepimizin söyleyebilmesi için gerekli laiklik. Hamile ya da değil, kadınımızın insan gibi sokağa özgürce çıkabilmesi için laiklik.
En çok canımızı yakan şey, 301 maden işçisi öldüğünde oraya ölenlerin yakınlarını tekmelemek için, binlerce polis ve anlamak için, dinlemek için değil de tokatlamak için gitmiş bir iktidarın başının ne oluyor burada düşüncesiyle müdahale etmek, durumu çözümlemek, travmayı azaltmak gerekirken imamların gönderildiğini hatırlıyoruz. Laiklik bize bunun için lazım. Fazla iş güvenliği denilen şey Allah'a güveni sarsar diye cuma hutbeleri okundu bu memlekette. İş cinayetlerinde ölen 1884 işçi Allah'a fazla güvendiği için bunlar başına geldi! Türkiye'de emekçiler, aydınlık bir gelecek isteyenler, bu memleketin namuslu insanları, yurtseverleri dışında bugün laiklik meselesi geçer akçe değil. Ve bizim için de maselef ki tercih değil, zorunluluk. Bu yüzden tarihsel sorumluluğumuzun farkında olmamız lazım. Geziden sonra bir araya gelen Birleşik Haziran Hareketi olarak, AKP'ye kolay lokma olmadığımızı, attığı adımların yürümeyeceğini göstermeliyiz.
Peki boykot nereye düşüyor? Şimdilik örgütsüz %50'nin gündemine. Mesele biraz bu. Gericiliğin, çocuklarımız, kadınlarımız, eğitim sistemini ele aldığı bu alanlarda bir daha geri adım atmayacağız. Bunu göstermek için, Alevilerin çağrı yaptığı, bizim de kapsamını ve siyasi başlığını genişlettiğimiz, yani bütün gerici saldırıları güneme aldığımız 8 Şubattaki mitingi ve 9 Şubat haftasındaki boykotu örgütlemeye çağırıyoruz. Birleşik Haziran Hareketi olarak derdimiz bu. Aynı zamanda bunu bir hedef olarak göstermiyoruz, bu bir başlangıç, mücadele ettiğimiz gericiliği tekrar insanlığın önüne çıkmamak üzere inine tıkmak için, püskürtmek için bir başlangıç, çok güçlü başlayalım, çok güçlü devam edelim."
Panelin son kısmı izleyicilerden gelen görüş ve soruların yanıtlanmasıyla tamamlandı. Öte yandan Birleşik Haziran Hareketi internet sitesinden yayımladığı açıklamada 11 Şubat Çarşamba günü tüm Türkiye'de okul boykotu yapacaklarını deklare etti.
Birgün
Birleşik Haziran Hareketi ne yapmalı?
Kurtuluş Kılçer
25 Aralık tarihinde Türkiye Meclisi toplantısıyla çalışmalarına başlayan Birleşik Haziran Hareketi, şimdiden Türkiye siyasetinin solunda belli bir etki yaratmış durumda. Bu etkinin önümüzdeki dönem kitlesel mücadele damarlarıyla buluşması gerektiği açık. Henüz yolun başında bulunan bir hareket için erken değerlendirmelerden kaçınmak ve bunun yerine önümüzdeki dönem nasıl bir siyasal mücadele hattı öreceğine odaklanmak en sağlıklısı.
Bugün Birleşik Haziran Hareketinin kendi öznelliğinden bağımsız iki objektif sorunu bulunuyor. Birincisi, toplumsal karşılığı anlamında bir kimlik sorunu ikincisi de bununla ilgili olarak yine de toplumda kabul görebilecek bir siyasal odak haline dönüşme sorunu. Her iki nokta, bugün BHHnin verili durumunda şu an için yetersiz, ancak gelecek süreç açısından ise bir hedef olarak ortada durmalı.
Kimlik sorunu, toplumsal karşılığını ölçek olarak değerlendirerek BHHnin siyasal ve toplumsal taleplerinin belirginleştirmesi sorunudur. Haziran Hareketini oluşturan güçlerin bu konuda tereddütü olmasa da bunun kitleler nezdinde tezahürü maddi ve gerçek olması aranmalıdır.
Birleşik Haziran Hareketi, güçlü bir devrimci siyasi odak haline dönüşebilir. Bunun zemini konusunda tartışma neredeyse bulunmuyor.
Yunanistanda ortaya çıkan tablo, Syriza merkezli tartışmaları bir tarafa bırakarak ele alınmalıdır. Avrupa Birliği ülkesi bir ülkede emekçi halkın yüzünü sola dönmesinin altı çizilmeli, kapitalizmin bugün emekçilere sunacağı ekonomik ve ideolojik alanda yeterli yakıtının kalmadığı bilinmelidir. Kriz vardır çünkü, hem ekonomik hem de ideolojik.
Böylesi bir tablonun ülkemiz açısından da bir karşılığı olacağını düşünüyorsak ve ülkemiz dinamikleri ile Yunanistan dinamikleri arasında önemli farklar görüyorsak, ki vardır, yapılması gereken Yunanistandaki Syriza örneğini somutlama arayışı değil, soyutlama çabası olmalıdır. Bu soyutlamanın yeniden somuta döndürülmesi bugün BHHnin uygulaması gereken bir yöntem olarak değerlendirilmelidir.
Ülkemizin geleceğini nasıl görüyoruz? Siyasal falcılık yapmadan yaklaşmak devrimci politikanın önemli düsturu olmalıdır. 2001 krizinde İsmail Cemlerin iktidar olacağını sürekli propaganda edip, burjuva sınıfının niyeti üzerinden nesnel bir eğilim çıkarmak hata yaptırdı örneğin. Olmadı, AKP geldi. Bugün de AKP üzerine yazılıp çizilenler üzerinden, kesin kanaatlere vardırılan bir falcılık yerine, siyasetin farklı kuvvetlerinin nasıl bir bileşke oluşturacağına bakılması lazım. Ancak ondan önce bu bileşke doğrultusunda yol alacak Türkiyenin hangi toplumsal dinamikleri tetikleyeceği devrimci siyaset açısından başa yazılmalıdır.
Türkiye istikrarlı bir ülke olmayacaktır. Kırılgan bir ekonomik yapı, dış ilişkilerde başarısız bir politika, Kürt sorununun zorluğu, 2. Cumhuriyetin yerleşememesi, laiklik sorunu...
Böylesi bir tabloda, Birleşik Haziran Hareketi kararlı bir yürüyüş gerçekleştirmek zorunda. Ülkemizdeki önemli siyasal dönemeç noktalarında savrulmadan, ülkenin gericilik karşıtı toplumsal kesimleri üzerine bina edeceği bir seslenme ve örgütlenme pratiği konusunda ısrarcı olunmalıdır. Düzen solunun etkisizleşme olasılığının bulunduğu bir tabloda, istikrarsız bir dönemin açılacağı gelecek öngörüsüyle siyaseten iddialı bir programla toplumun karşısına çıkmalıdır BHH.
Bugün ülkemiz sorunlarına dönük ve aynı zamanda emekçilerin gündelik sorunlarını içeren somut, maddi, anlaşılır bir program ortaya konmalıdır. Milyonlara seslenmelidir.
Bir sloganı olmalıdır. Dağa taşa yazılmalıdır.
Yaşamın her alanında toplumsal örgütlenmeyi hem daha etkili kılmalı hem de kitleselleştirmenin hedefini taşımalıdır. Halk Meclisleri yaygınlaştırılmalıdır.
İster rakip ister dost olsun, diğer siyasi güçlerle arasındaki farkı koyacak net tanımlar yapmalıdır, hatta keskinleştirmelidir.
Bugün ilk iş olarak 13 Şubat tarihinde, laik ve bilimsel eğitim için ayaktayız sözünün hakkını vermektir. 13 Şubatta gerici siyasi iktidara karşı etkili bir siyasal çıkış Birleşik Haziran Hareketinin başlatacağı yürüyüşün önemli bir adımı olacaktır.
Birleşik Haziran Hareketi, önümüzdeki dönem devrimci bir siyasi odak olma zeminine sahiptir. Bu şans iyi değerlendirilmelidir.
Haziran/Hezîran ve Ioúnios
MELİH PEKDEMİR
Malum bugünlerde herkes Yunanistana bakıyor ve herkes kendince bir şeyler görüyor.
Ve elbette bakmak ile görmek çok farklı. Sadece bakmakla yetinenler, bakıp da görmeyenler var. Asıl önemlisi olup biteni görmek ama tozpembe görmek de fena
Şimdi
Hem SYRIZA hem HAZİRAN bir isyan örgütlenmesidir.
SYRIZA 3 yıl önce adından söz ettirdiğinde de yazmıştım: Bu Yunanlılar, bizim yoldaşlarımız, yani bizim çocuklar. 12 Eylül günlerinde bizi ziyarete gelip mahkeme salonunda faşizme inat yumruklu yıldız bayrağı açanların, hapiste bizimle yatmayı göze alanların çocuklarıdır bunlar. O çok sevdiğimiz Aris Velihyotisin torunlarıdır. Tuzluçayırın, Okmeydanının devrimcilerinden hiçbir farkları yok.
Başımıza musallat olan zalimlerin de özünde hiçbir farkları yok. Metal işçileri grevinin engellenmesiyle aynı anda yine harlatılan başkanlık tartışması, neo-liberalizmin ancak örtük veya açık bir dikta rejimiyle sürdürülebildiğini göstermiyor mu? SYRIZA bu dayatmaya isyan edebildiği için başardı.
Türk-Yunan fark etmez, tüm zalimlerin bizlerden, sosyalistlerden gıcık kaptıkları besbelli, anti sosyalist kişilik bozukluğundan mustaripler. Ama bizlerin, sosyalistlerin öncelikle yolları aynı; dün biz devrimci yol, Yunanlı yoldaşlarımız epanastatiko dromo derken hiç farklı değildik, şimdi biz Haziran onlar Ioúnios derken de farklı olmayacağız.
Şunu da unutmayalım, SYRIZA bir çırpıda seçim kazanmadı. Nazi faşizmine direnişten, iç savaştan edindiği devrimci birikimin ardından gelen son yedi yıllık aktif bir mücadelesi var. HAZİRAN ise kendi devrimci geçmişinin devamında ancak üç beş aylık bir iddia ve bu iddiasıyla ülkenin devrimci kurucu iradesinin yollarını açabilecek.
SYRIZA Yunanistan için bir modeldir, HAZİRAN da Türkiye için
SYRIZAyı model alıp bakmak, seyretmek bir işe yaramaz. Bakmakla usta olunsa kediden kasap olurdu! SYRIZAya dürbünün tersiyle bakanlar ise, onu küçümsüyorlar ve üstelik fena gözle bakıyorlar; sosyalist-komünist statüko adına konuşup sahte umut filan diyenler dahi var.
SYRIZA dersleri HAZİRAN için önemli. Ona bakınca birleşik halk gücü olabilmenin ötesindeki özellikleri de görülmeli: SYRIZA siyasetin devrimcileştikçe gençleşmesi, gençleştikçe devrimcileşmesi ve sosyalistkomünist statükoyu aşabilmesi sınavında da çok başarılıydı. Genç bir önderlik ve gençlik, halk hareketlerine doğal olarak daha karizmatik ve dinamik bir güç kazandırıyor.
Türkiyede denklem çok açık: Sosyalistlerin henüz yeterli gücü yok. Bu halleriyle seçenek olamıyorlar. Birleşik güç olarak faşizme karşı direniş hattında yer almak şimdi en acil çözüm. Direniş kervanı birleşik yolda düzülecek.
Peki ama CHP mi? Bu haliyle CHP bir şey yapamaz. Tartışmaya gerek bile yok. Öyleyse bu haliyle sadece CHP ile birlikte olmak bir işe yaramaz.
Peki ama HDP mi? Bu haliyle HDP (kendi ulusal davası öncelikli olduğundan) pek bir şey yapamaz. Bunun sebeplerini ise epey tartıştık. Bu haliyle sadece HDP ile birlikte olmak da bir işe yaramaz. (Selahattin Demirtaş, sandıktan HDPnin çıkmamasının telafisinin mümkün olduğuna, asıl kıyametin ulusal birliğin sağlanmamasıyla kopacağına dikkat çekmişti. HAZİRANın hedefleri arasında ise ne Türk ulusal birliğinin ne de Kürt ulusal birliğinin sağlanması yer alıyor.)
Keşke hep söylenildiği üzere AKP faşizmi karşısında sosyalist güçler ile CHP ve HDP birleşik güç oluşturabilse. Ama CHP ve HDP böyle bir şeyin adeta imkânsız olduğunda hem fikirler.
Peki ama biz ne yapalım? Haziran deyince takvim yaprağına bakıp sadece 7 Haziranı görmemiz mi lazım? Birleşik Haziranın tılsımı ve iddiası Haziranın 7. gününde yatmıyor ki, sonrasında yatıyor.
Evet bakmak ile görmek farkı önemli. Öyleyse şunu mutlaka görelim:
Gözünü aşımıza, işimize, yaşam tarzımıza ve özgürlüklerimize diken AKP faşizminin mutlaka icabına bakmak lazım!