Çok maddeli bir yazı- Metin Çulhaoğlu
Ayrıntılara girmeden, Türkiyenin özel bir dönemden geçtiğini vurgulayarak başlayalım.
Dönemi özel kılan öğeler şöyle sıralanabilir:
T1: AKP iktidarı kendi düzenini dışarıya taşıma girişimlerinden sonuç alamamış, buna karşılık bölgedeki gelişmeler Türkiyeye taşınmıştır. Dış politika içeriye girmiş, Türkiyenin iç dengeleri dışardaki gelişmelerden geçmiştekine göre çok daha fazla etkilenir hale gelmiştir.
T2: AKP iktidarı 1923 Cumhuriyetini tasfiye girişimlerinde önemli bir yol almasına ve arkasındaki küçümsenemeyecek seçmen desteğine rağmen, başta ideoloji alanı olmak üzere topluma istediği şekli vermekte zorlanmaktadır.
T3: Türkiyede 12 Eylül dönemini kapattığı kabul edilen bir Haziran Direnişi yaşanmıştır. Ne dersek diyelim, milyonların sanıldığı kadar uykuda olmadığını tescil etmiştir. Haziranda sokağa çıkanlar sonra neden evlerine döndüler, bir daha olur mu gibi sorular bir yana, ortada bir gerçek vardır ve bundan sonrası bu gerçek dikkate alınmadan, hesaba katılmadan düşünülemez, kurgulanamaz.
Yukarıda maddeler halinde ayrı ayrı sıralandı; oysa bunların hepsi birlikte, iç içe geçmiş durumdadır ve karşılıklı etkileşim içindedir. Kısacası, ortada hayli karmaşık, çok yönlü ve çok boyutlu bir durum vardır.
***
Şimdi, tablonun özel bir bölümüne, sol-sosyalist kesime bakalım.
Şunları görüyoruz:
S1: Tek tek sosyalist yapılanmalar, partiler, örgütler.
S2: (S1)deki öznelerden kaynaklanan birlik, platform, ortaklık blok, cephe gibi girişimler ve oluşumlar.
S3: Kürt hareketi/siyaseti
Türkiye en başta anlatıldığı gibiyse ve solda hemen yukarıda sıralananlar varsa, duruma nasıl yaklaşmalı, en başta nelere dikkat etmeli?
***
Ülkedeki sosyalist yapılanmalar, partiler ve örgütler (S1) elbette mevcut durumu kendilerince analiz edeceklerdir. Her biri diğerlerininkinden farklılaşan özel çıkarsamalar yapacak, sonuçlara ulaşacaktır. Sonra gene her biri bu temeller üzerinde kendi özel çalışma biçimini, siyasal eylem çizgisini belirleyecek, bu arada seçili kimi alanlara yüklenecektir.
Böyle olması doğaldır, doğrudur ve kimse buna burun kıvırmamalıdır.
Ne var ki, ülkenin bugünkü durumu (özellikle T2 ve T3 maddeleri), az önce sözü edilen özel çalışmaların ötesinde bir ortaklaşmayı, birlikte hareketi ve mücadeleyi, bir tür cepheyi de (S2) gerektirmektedir.
S3 (Kürt hareketi/siyaseti) ise, (S1) ve (S2)ye değen yanları olmakla birlikte kendi doğası gereği çok daha özel odaklanmalar içindedir. Şöyle:
K1: Türkiyenin bugünkü sınırlarının dışına taşan bir coğrafyanın dönüştürülmesi
K2: Halen devam etmekte olan barış süreci
K3: Üzerinde durulması, tartışılması istenilen yeni bir sosyalizm anlayışı
Artık, bu karmaşık tablodan çıkarılabilecek ilk sonuçlara gelebiliriz. Maddeler halinde:
1. S3 bu odaklanmalarında kendince doğru ve haklı olabilir. Ancak, a) S1 ve S2 bugün S3ün özel coğrafyasına yönelemez, Türkiyeye yoğunlaşmak durumundadır; b) S1 ve S2, kendi AKP karşıtlığını, S3ün barış süreci dolayısıyla tercih edebileceği esnekliklere uyup seyreltemez ve c) S1 ve S2, dışarıdan eleştiri-tartışma-katkı dışında K3ün (yeni bir sosyalizm anlayışı geliştirilmesi) içeriden organik parçası olamaz.
2. Bu durumda en doğrusu, S1, S2 ve S3ün mümkün olduğu kadar yan yana durmaya, belirli başlıklarda ortak hareket etmeye çalışması, bunların ötesinde hemhal olma gibi yolların zorlanmamasıdır.
3. Ne S3ün ne de S2nin, S1e hadi dükkânlarınızı kapatıp gelin, süpermarket açalım diyebilecek durumu vardır. Bunun da hiç zorlanmaması gerekir.
4. Bu durumda, S1deki var oluşlar kendi rasyonalitesine sahipse ve S3 de görece uzak kalıyorsa, yüklenilmesi gereken alan S2dir. Böyle ise:
5. S1 özneleri, kendi özel titizliklerini, ilkelerini, çıkarsama ve kurgularını S2ye aynen dayatmaktan kaçınıp bulunabilecek ortak noktalara ağırlık tanımalıdır. S2 de bu olası ortak noktalarda (örneğin kamuculuk, aydınlanmacılık, laiklik, eşitlikçilik, özgürlükçülük gibi) en yerleşik tanımlarla yetinmeli, ortaklıkları daha başından dinamitleyecek
ama, ancak
,
derken şundan uzak duran gibi eklerden (ve S3ten kopya çekmekten) kaçınmalıdır.
Bu söylenenlerle nasıl olurdan çok nasıl olmazı mı anlatmış oluyoruz?
İşi yokuşa mı sürüyoruz?
Yazıyı okuyup böyle düşünenler varsa, izninizle bir soru da biz soralım ve öyle bitirelim:
Önüne arkasına gereksiz açıklamalar koymadan; olumlu olanı olumsuz sayılan örneklere atıfla tanımlamaya kalkmadan; örneğin kamuculuk, aydınlanmacılık, laiklik, eşitlikçilik, özgürlükçülük gibi temellerde buluşmak o kadar zor mudur?