Ulus devletler hala geçerlidir. En büyük emperyalistler, ABD, Japonya ve sözde AB'yi kurmuş olmalarına karşın İngiltere, Almanya, Fransa v.b. ulus devletlerin başını çekmektedir. Kendi çöplüklerinde "ulus devlet" ten taviz vermeyen emperyalistler, geri kalmış ülkelerde ise "ulus devlet bitti" propagandası yapıyor. Uşakları da onların kuyrukçuluğunu yapıyor. Tabii bir yandan da "ulus devlet"ten daha beter devletçiklerin etnik devletlerin, aşiret devletlerinin, mezhep devletlerinin kurulmasına çalışıyor.
Küreselleşmeyle uluslarası sermaye ulus devletlere savaş açtı, burjuvazinin ulus devletle işi kalmadı. Ulus devletin ele geçirilmesinin sosyalistler için önemli olduğunu inkar etmeye çalışan ve kendini solcu sanan kesimin bir tahribatı da bu konuda ortaya çıkıyor. İşlerine öyle geldiği için bu kendini solcu sanan kesim ulus devleti savunmak burjuvazinin çıkarına olduğu yalanını söylemektedir ve bu konuda Star ve Akit'in yalanları gibi yalanlar yaymaktan utanmamaktadırlar. Burjuvazi çağımızda uluslararası tekel haline gelmiştir ve ulus devlete karşıdır, çıkarına gelmemektedir. Sola geldiğimizde sol, emperyalizmin ve çok uluslu tekellerin bu siyasetine karşı çıkarken doğrudan ulus devleti savunarak değil, o ulus devleti dönüştürmenin siyasetine sarılarak bunu yaparlar.
Ulus devlet öldü mü ıssız acun kaldı mı-Metin Çulhaoğlu
Son dönemde ABDyle yaşanan gerilimler içerde iki taraf arasındaki tartışmaları da alevlendirdi. Aslında taraflardan biri, yani genel olarak liberal cenah, bu gerilimde pek fazla şey söylemedi; ama yakın zamana kadar ulus devlet artık aşıldı görüşünde ısrar ettiklerini biliyoruz.
Diğer taraf ise çok daha ateşli: Ulusalcılar olarak bilenen bu kesime göre Amerikan emperyalizmi ulus devletleri parçalamak, yok etmek, bitirmek istiyor
Ulus devlet de bu hengâmede herhalde ben bittim mi, yoksa bitmedim de birileri bitirmek mi istiyor sorusunun altından kalkmaya çalışıyordur.
***
Hemen söyleyelim: Ulus devlet bitmez, bitirilmez. Kapitalizm varsa, bitirmek isteyen de çıkmaz, sönümlensin diyen de...
Yaşadığımız dönemde ulus devletlerin egemenlik alanlarına kimi sınırlamalar getirilmesi, örneğin bağlayıcı kimi uluslararası sözleşmelerin taşıdığı hükümlerin taraf devletlerin iç hukukuna üstünlük taşıması, ulus devletin bittiği anlamına gelmez.
İstisnasız tüm devletlerin uyduğu varsayımıyla, örneğin 1929 tarihli Savaş Esirleriyle ilgili Cenevre Sözleşmesi İkinci Dünya Savaşında yer alan ülkelerin ulus devletliğini ne kadar bitirmiş olsaydı, günümüzün sözleşmeleri de sayıca ne kadar çok olursa olsun, taraf ülkelerin ulus devletliğini o kadar bitirecektir.
Sonra, günümüzde bunca halkın devlet olma mücadelesi verdiğine bakılırsa, ya ulus devletin bittiğinin farkında olmadıkları ya da hele biz bir kuralım, bak bu iş kökünden nasıl bitiyor diye düşündükleri sonucuna varmak gerekir.
İşin temeli başka yerdedir.
***
İddiamız şudur: Dünya ölçeğinde bir olgu olsa da kapitalist üretim tarzı, bir sistem içinde eklemlenmiş ulus devletlere bugün de muhtaçtır. Uluslararası kapitalist bütünleşmenin ulaştığı düzey ne olursa olsun ulus devletler gene gereklidir. Çünkü uluslararası ölçekteki kapitalist üretim tarzına temel desek bile, bu temelin gene uluslararası ölçekte kendi üstyapısını üretmesi mümkün değildir. Üretim tarzı ya da temel ile üstyapı arasındaki zorunlu bağlantı ve bütünlük bugün de ancak ulus devlet ölçeğinde sağlanabilir.
Böyle olduğu, bırakın dünyanın tamamını, en ileri kapitalist ülkelerin oluşturduğu ABnin bile gerçek anlamda bir üstyapı sunamadığı halde çatlamasından bellidir.
***
Diğer tarafa gelince
ABD emperyalizminin dünyanın belirli bir coğrafyasına yönelik bölme-parçalama planları olabilir. Ancak buradan hareketle emperyalizmin yeni stratejisinin ulus devletleri yok etmeyi hedeflediğini söylemek mümkün değildir. Söylenebilecek olan, en fazla, emperyalizmin her yerde değil belirli bir coğrafyada, her biri kolay manipüle edilebilecek daha çok sayıda ulus devlet istediğidir. Tartışılabilir, ama buradan kalkıp küresel strateji genellemesine varılamaz.
Güzellemeler düzmeden ya da lanet okumadan şu ulus devletin belirli bir bağlamda nereye oturtulması gerektiğini anlatmaya çalıştık.
***
Ancak, tartışmanın daha ciddi itiraz gerektiren yönleri de var.
Birincisi: Geçmişte sömürge, yarı sömürge olan, askeri istilaya uğramış halkların bağımsız ulus devlet olmak için emperyalizme başkaldırmalarıyla günümüzün kapitalist ülkelerindeki işbirlikçi, gerici, işçi-emekçi düşmanı sınıf iktidarlarının emperyalist odaklarla girdiği it dalaşı arasında benzerlik bulmak en hafif deyimle izansızlıktır.
İkincisi: Ayrım çizgisi çok net çekilmelidir. Bu ülke bizim ülkemiz demekle bu devlet (ne de olsa) bizim devletimiz demek arasında dağlar kadar fark vardır. Sosyalizm öncesinde sosyalistlerin ülkeleri, halkları olur, ama devletleri olamaz. O devlet hangi emperyalist ülkeyle hangi konuda papaz olmuş gibi görünürse görünsün, olmaz.
Ulus devlet, sosyalistler için kutsal bir varlık, üzerine titrenilecek bir değer değildir. Neticede sosyalistler açısından önemi de değeri de vatandaşları olan işçiler ve yoksullarla birlikte iktidar mücadelesi verilebilecek ölçek olmasından kaynaklanır.
Son olarak: Devleti değil ülkeyi gözettikleri için sosyalistlere vatansız diyenler olduğunu biliyoruz.
Bunların kapıkulu taifesinden olduklarını da