Bir yanlışlık var ve o yanlışlığın anlaşılması öncelikle kullanılan kavramların ne olduğuyla ilişkili. Komünist ve sosyal demokrat ( ve/veya reformist) kavramları yanlış kullanılır, anlamları konusunda doğru bilgiye sahip olunmazsa bu arkadaşın söylediklerine ve çok daha önemlisi SF'deki yanlış eğilimin ortaya çıkmasına engel olunamaz.
Türkiye'de sosyal demokrasi çoğunlukla CHP'de temsil edilmektedir. Ne kadar sosyal demokrat olduğu da ayrı bir tartışma konusu ama her şekilde şunu söylemek mümkün. Türkiye'deki sosyal demokratlarla Avrupa'daki sosyal demokratlar arasındaki fark oralardaki partilerin marksist bir gelenekten geldikleridir. Onlar için sosyal demokrasi veya reformist kavramları ( belki hepsi için değil) bir ölçüde söylenebilir. O partiler varsa örgütler sosyalizme-komünizme barışçıl bir biçimde ve kapitalizm içinde reformlarla geçmeyi savunmaktadır ve asıl sosyal demokrasi ve reformist kavramlarının anlamı da budur. Türkiye'de sosyal demokrasi dendiğinde ise yine kapitalizm içinde kalarak ve özel mülkiyet karşılığı bulunmaksızın sistemi kendi çerçevesi içinde ''iyileştirmek''tir. Avrupa'daki sosyal demokrasi ve reformist kavramları ile burada özellikle CHP'nin temsil ettiği siyaset arasında dağlar kadar fark var. Konunun bir yanı bu.
Alıntıdaki yorum, Avrupa'daki marksist gelenekten gelen partilerin ideolojileri doğrultusunda kavramlaştırıldığı iddia edilebilir. Hüseyin Aygün, Erkan Baş ve Aydemir Güler'e bu nedenle sosyal demokrat nitelemesi yapıldığı iddia edilebilir. Peki bunu nasıl anlayacağız?
Hüseyin Aygün'ün komünist olduğunu sanmıyorum. Onu bir kenara koyduğumuzda, Aydemir Güler'in ve Erkan Baş'ın ve dolayısıyla pek çok sosyalist aydın ve siyasetçinin sosyal demokrat veya reformist olarak nitelenmesinin ölçütü onların kapitalizmden sosyalizme geçişin reformlarla ve barışçıl biçimde olacağını savunmaları olmalıdır. Ancak bu şekilde bir kara varmak mümkün.Peki böyle düşünmemize yol açacak tek bir veriye sahip miyiz? Tek bir yazılarında bile bu isimlerin ve pek çok benzerinin bu tür ifadeleri var mı? Yok! Tersi bir örnek var mı? Pek çok! O halde, bu yanlış kavramlaştırma neden oluyor?
Hem yaptığım alıntının yazarı ve hem de SF'deki egemen anlayışın kaynaklandığı birinci yanlış bu. İkinci ve daha önemli yanlış, sosyalist ideolojideki "zor" kavramıyla doğrudan ilişkili. Hepimiz tekerleme derecesinde sermaye sınıfının iktidarının barışçıl bir biçimde değil, zor kullanarak değiştirilebileceğini söyler, savunuruz. Yanlışlık ta tam bu noktada ortaya çıkıyor. İktidar zor yoluyla alınacaksa yani "iktidar namlunun ucundaysa" "gerçek komünist" illegaliteyi seçmelidir ve devletle her koşulda savaşmalıdır. Bu konuda ortaya çıkan yanlış budur. Başlık yazısında konuyla ilişkilendirdiğim kürt ulusal hareketinin mücadele yönteminin de bu algının oluşmasında dolaylı bir etkisi olduğunu söyleyerek geçmek gerek. SF yönetimi kürt ulusalcı hareketine yedeklenerek ve her başlıkta bu yönde yaklaşımlar sergileyerek bu "zor" konusunun zihinlere yanlış bir algı olarak akmasını sağlıyor. Kısaca SF hem doğrudan ve hem de dolaylı yönde bu "zor" konusunu çarpıtıyor ve sempatizan kitleyi hatalı bir doğrultuda biçimliyor.
"Zor" konusu hiç bir şekilde bir komünist kişi, örgüt veya parti için devrimin nesnelveya öznel koşullarını göz ardı ederek ve illegalitede ısrar ederek, koşullar ne olursa olsun silahlı mücadelenin içinde olması ve "devlete" savaş açması değildir. Böyle bir şey yok. Leninist olmak böyle bir savrulmanın içinde olmak değildir. Kapitalizmin yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede işçi sınıfı ve emekçi halkı kazanamayan, burjuva ideolojisinin etkisiyle sistemle bağı artan kesimleri siyasete taşıyamayan ve sonrasında geniş kitlere öncülük yapma becerisi kazanamayan ve onları her koşulda mobilize edebilecek bir siyasi yeterliğe ulaşamayan bir siyasi partinin ister silahlı mücadelenin doğrudan içinde olsun, ister başka yöntemleri savunsun, bu mücadele yönteminin Leninizm ile ilişkisi olamaz.
Bildiğimiz devrimin zor yoluyla olacağıdır. Bu zor işçi sınıfı ve emekçi halkın zor'u olacaktır. Sınıftan kopuk ve halkı kazanmayı amaçlamayan hiç bir mücadele yöntemi Leninizm olarak adlandırılamaz. Sömürünün gizlilik kazandığı, burjuvazinin kendi çıkarını işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarıymış gibi dayattığı koşullarda zor, sınıfı ve emekçi halkı kazanacak ve siyasete dahil edecek siyasi araçlar oluşturmaktan geçmektedir. Ve asıl zorluk da buradadır. Bu siyasi mücadelenin reformizm ile hiç bir ilişkisi de bulunmamaktadır. Günü geldiğinde, kitleyle buluşabilmiş ve onu mobilize edecek bir beceri kazanmış olan öncü parti kitleyle birlikte o zorun gereklerini yerine getirecektir. Tekrar olacak, kapitalizmin yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede devrimin gerçekleştirilmesinin başkaca bir yolu ve örneği de bulunmuyor.