Minimum program sorunu!-Ercan Gündoğan
Kimler geldi kimler geçti? Son 10 yıllarda, Evrenin mitingleri, Özalın Ulusa Seslenişleri. Sonra Mesut Yılmazlar, hortumlanan bankalar... Çillerler, iktisadi krizler... Erbakanlar ve balans ayarı yapmaya çalışanlar. Sonra Ecevitin kötürüm gibi gösterilip, siyasetten tasfiye edilmesi. Kemal Dervişler, 15 günde çıkan 15 yasalar... Sonra, malum Erdoğanlar, Güller... Eee geldik, Davutoğlunun Haziran öncesi başbakanlığına... Şimdi de bu dönemi konuşuyoruz...
Sosyalist literatürde, burjuva politikasının kısa vadeli, sosyalist politikanınsa, uzun vadeli yapıldığı vurgulanır. Eğer güne, döneme, geçici olana fazla vurgu yapıyorsanız, muhtemelen sosyalist literatürün bu tespit ve önerisine dikkat etmiyorsunuz demektir. Davutoğlu bugün vardır, yarın yoktur! IŞİDin katil sürüleri Kobaniyi ha aldı, ha alacak! Tezkere dün çıktı, asker tatbikat yapıyor, bizim Kürtler geçmişte olduğu gibi, kazık yediklerini yine anlıyorlar!
Hem uzun vadeli hem yapısal düşünmek, sosyalistlerin edinmesi gereken nitelikler. Elbette, yapısal düşünmek, iradeyi gözardı etmemeli. İrade dediğimiz, yapının sorunlarını, bundan daha önemli olmak üzere de, imkanlarını yakalamak demek. İradi, iradeci olmak, hayal kurmak, maceraya atılmak anlamına gelmiyor. Gelişmeleri kendi haline bırakmamak anlamına geliyor.
Bu gün Davutoğlu ile Erdoğan var. Hükümet devletle birlikte, çevresinde PKK liderliğine bağlı Kürtlerin güçlenmesini istemiyor. Özel olarak hükümet partisi, saplantılı şekilde, Esat Suriyesini de istemiyor. Onun yanında, Bağdatın Şii hükümetini de. Türkiye hükümeti, bu nedenle, önce Özgür Suriyenin Müslüman Kardeşlerine, sonra onlardan daha fanatik çıkan El Nusraya, sonra ondan da fanatik IŞİDin katil sürüsüne stratejik ortak olmuştur. Peki gelecek yılllarda ne olacak? Hem düşmanlar, hem dostlar artacak, üstelik, birbirleriyle yer de değiştirecekler...
İç polikaya bakalım: Napıyorlar? Beşikte türban politikası yapıyorlar. Orta eğitimi katakuliyle imam hatipleştirmeye çalışıyorlar. Çözüm sürecinde de İmralı ile Kandile, nolursunuz aynen devam diyorlar. Kriz geliyor, ama Haziranda seçim var diyorlar.
Uzun vadeli ve yapısal, ama aynı zamanda iradeci politika, dün yapıldığı gibi, bu günün hükümetine bakıp politika yapmak değildir. AKP de gider, Davutoğlu da, Erdoğan da. Seçim olur, kriz olur, hatta vadesiyle ölüm de olur... Hep olmuştur.
Sosyalist politikada, stratejiye uygun taktikler geiliştiriliyor. İlki uzun, diğeri kısa vadeli, gündeme uygun politikaları anlatıyor. Ama, taktikler de stratejiye bağlanıyor neticede. Fakat, taktik dediğimiz, her türden araçlar demek değil. Örneğin laiklik savunusu, sadece taktik değil.
Sosyalist mücadelede, Manifestoda yapılan tespitlere uygun olarak, Rus devrim sürecinde, minimum ve maximum program kavramları bulunmaktadır. Konu taktik değil, mevcut zemine, gelişme derecesine, mevcut sınıf güçlerine göre, neyin minimum olacağı, ilk aşamada neler yapılması gerektiği, yapılabileceği, meselesidir.
Türkiyede minimum sosyalist program tartışmaları, gündemin ya da dönemin sorunlarıyla ilgili taktikler geliştirmenin ötesinde, minimumların belirlenmesi tartışmalarıyla doludur. Bunun için de, Türkiyede kimler ne istiyor, sınıfların gücü ve bilinci nedir, neler yapılabilir, neler yapılmalı, önce buna bakılmıştır.
Bu dönem için, hemen önerebilirim: Kürtler self-determinasyon istiyorlar. Sonra da, diğer ülke Kürtleriyle birleşip, bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.
Kemalistler ne istiyor? Gördüğüm kadarıyla, lakiklikten başka bir şey değil! Geri kalan beş oku boşverin...
Sosyal-demokratlar, liberaller, hukukun üstünlüğünü, AB ile bütünleşmeyi, başka bir şey değil!
Sosyalistler ne istiyor? Sosyalist Cumhuriyet!
Elbette, tıpkı seçim anketlerinde olduğu gibi, bir de kararsızlar var.
Tüm bunların karşısında da, İslamcılar, muhafazakar denilenler, Türk milliyetçileri bulunuyor.
Ama, tüm bu cepheleştirme, siyasi değerler, kimlikler, partiler üzerine yapılmıştır. Henüz sınıflar üzerine yazmadık.
İşçi sınıfını, ücret ve maaşla geçinmek zorunda kalanları bu cepheleştirme üzerine aktarırsak, sadece şunu görüyoruz. Bu sınıf, Kürtler, lakikler, sosyal-demokratlar, Türk milliyetçileri ve daha az olmak üzere de, sosyalistler arasında dağılmış, bölünmüş, paylaşılmıştır. Sınıf üzerine yine yazmış olmuyor, sadece kitleyi, nüfusu siyasi değerlere ve hareketlere dağılmış haliyle görmüş oluyoruz.
Strateji, taktik, minimum program, uzun ve kısa vadeli düşünme sorunu, hep olduğu gibi, çetrefil bir hal almaya başlıyor yine.
Napacağız? AKP hükümetinin gitmesi, laiklik, kamu mülkiyeti, Kürtlerin self-determinayon hakkı, hukukuk üstünlüğü, eşitsizlik, işsizlik...Bunlar üzerinden mi strateji belirleyip minimum program hazırlayacağız?
Sosyalist mücadele ve sosyalizmin minimum program sorunu için, yaşadığımız dönemin verdiği başlangıç sorunlarıdır bunlar...
Minimum programla mevcut sorunları tespit edip çözüm önermeyi anlamamak gerek. Üstelik, saydığım tüm bu sorunlar, mevcut dille, ideolojilerle tanımlanmıştır.
***
Türkiyede tüm mevcut sorunlar ve kısa vadeli görevler sorunu, sosyalist maksimum programın girişi anlamında, sosyalist bir minimum program kapsamında görülmelidir.
Bu minimum program, bana göre, konu sosyalizm ve sosyalist mücadelesi olduğuna göre, tüm sorun ve çözümlerin sınıf diline göre anlaşılması, yorumlanması ve sunulmasını gerektiriyor. Sorunların sınıf diline çevrilmesi, toplumsal ilişkilerin sınıf içeriğinin açığa çıkarılması, esas minimum program olmalıdır. Çünkü, ıskalanan, atlanan, ihmal edilen, hep bu sınıf dilinin eksik ya da kusurlu anlaşılmasından, kullanımından kaynaklanmaktadır.
Bu yazı diğer yazıların girişi niteliğinde olduğundan, sadece bir kaç örnek vererek yazımı bitireceğim:
Laiklik mesela, liberal ya da sosyal-demokrat cumhuriyetçilerin anladığı şekilde mi tartışılacak, savunulacak?
Kürt Halkının mücadelesi, sadece bu halkın self-determinasyon hakkı ve mücadelesi düzeyinde mi bırakılacak?
Ya da işsizlik meselesini, sadece istihdam ve sanayileşme düzeyinde mi ele alacağız?
Ya da, hukukun üstünlüğü gibi bir klasik ilke, liberal haliyle olduğu gibi alınıp savunulacak mı?
***
Marksın büyüklüğünden çok önemi burada yatmaktadır. Tarihten gelen, o gün tartışılan, kavgası yapılan ne varsa, hep sınıf diline çevirmiştir. Sınıf için, ısrarlı bir sınıf indirgemecliği vardır Marksta. Örneğin, eşitlik mücadelesi mi var, ki hep var, konu onun için, sınıfsal ilşkilerin tasfiyesi kapsamında görülür. İşsizlik mi, konu sermayenin yapısal olarak ürettiği, sınıf mücadelesinin bir sonucu, parçası, olarak görülür, anlaşılır. Konu hükümet darbesi mi, yine sınıf mücadelesi kapsamında... Konu Fransanın dış maceraları mı örneğin, yine sınıf mücadelesi...
Minimum program, toplumsal ilişkilerin sınıf içeriğinin görülmesi, sınıf diline çevrilmesi, sınıfın inşaa edilmesi, yapılandırılmasıdır.
Önceki yazıda önerildiği gibi, sınıfın heykel gibi yaratılması, üretilmesi, açığa çıkarılması, biçimlendirilmesidir.
Yoksa, bu gün Davutoğlu ve IŞİD, yarın başkaları....hep devam eder...