Sovyetlerin çözülmesiyle birlikte çeşitli çevrelerden ''yeni bir sosyalizm'', ''21.yüzyıl sosyalizmi'' gibi arayışlar(!) ortaya çıktı. Sadece ülkemizde değil, dünya sol hareketinde de bu yönde eğilimlere rastlandı. Gerçeği, bilimseli ortada dururken yapay ve bilim dışı bu eğilimlerin bir sonuç vermesi beklenemezdi. Bir sonuca da varmadı zaten. Ama bir etkisi oldu, bu eğilimler toplumsal alanda ve işçi sınıfı saflarında bir yılgınlığa da yol açtı. Hem bir yılgınlık ve hem de bilimsel sosyalizmden sapma anlamına gelecek eleştiriler. Buradaki eleştirilerin(!) de bu iklim kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Şu ayrımı yapalım: Çözülen SSCB'dir, reel sosyalizmdir. Yoksa bilimsel sosyalizm değildir. Bir önceki yorumumda nispeten değinmeye çalıştım, SSCB'de uzay teknolojisi ve silahlanma yarışına ayrılan bütçenin belli bir kısmı toplumun gündelik ihtiyaçlarını daha ''zengin'' bir hale getirilmesine kullanılsa ve sosyalizmde çalışma saatleri 8 değil de, 6'ya indirilse belki de böyle bir çözülüşle karşılaşılmayacaktı. Bu tür örnekleri fazlalaştırmak mümkün. Bir başka örnek vereyim; SSCB'de merkezi planlama yapılırken tarımın sanayileşme programı kapsamında traktör üretini konusu masaya geldiğinde, konuya yaklaşanlar tek ve büyük bir traktör fabrikasının daha rantabl olacağını ileri sürdüler ve koca Sovyetlerin traktör ihtiyacı tek ve devasa bir üretim tesisine bağlanmış oldu. Zamanla teknolojideki gelişmeler fabrikada yenileşmeyi gündeme getirdiğinde bu devasa tek traktör fabrikası sorun yaratmaya başladı ve sonuçta bu uygulamadan vazgeçmek zorunda kalarak daha küçük fabrikalar yapmaya yöneldiler. Sonuç zamanla bu fabrikada üretilen traktörlerin kullanıma konulmadan devre dışı kalmasına yol açtığı gibi, o devasa fabrika ve eklentilerinin ekonomik anlamda hiç de verimli olmamasına yol açtı.
Bu örneklerin şu açıdan önemi var. Bu ve benzeri örnekler bugünden bakıldığında bir yanlışlığı ortaya koyuyor. Ama bu yanlışlık bilimsel sosyalizmin yanlışlığı değil, reel sosyalizmin yanlışlığıdır. Çünkü bu pratik her ülkede ülke koşullarına ve yöneticilerin doğru karar alabilme becerilerine bağlı olacaktır. Yanlışlardan bugün ders alacağız, bu yanlışların bilimsel sosyalizmin yanlışı olmadığını anlayacağız ve gelecekte bile benzer yanlışlıkların yapılabileceğini varsayacağız. Önemli olan sosyalizm dediğimiz süreçte proleter diktatörlük, merkezi planlama, komünist partinin öncülüğünün devam etmesi gibi olguların reddi anlamına gelecek bir konumlanış içine girilmemesi gerektiğidir. Bunun yolu da sosyalist ideolojinin bütünlüklü bir şekilde içselleştirilmesinden geçmektedir.
''...Komünizm sınıfların ortadan kalktığı bir toplumdur. Komünizmde sınıflar, sınıfları ortaya çıkaran koşullar, yönetici yönetilen ve kent-kır çelişkisi ortadan kalktığı için bildiğimiz anlamda devlet de yoktur. Üretici güçlerin gelişmişliği nedeniyle komünist insanda çalışma zorunluluğu da yoktur. İnsanlar zorunluluk olmamasına rağmen üretmenin yaşamak için gereklilik olduğunun bilincine varmışlardır. Bu yüzden komünizm yeni bir toplumdur ve komünizmdeki insan da yeni bir insan tipidir.''
İkinci ya da üçüncü sayfadaki yorumumdan aldım bu paragrafı; koyulaştırdığım bölüm için de doğru bir ifade olmadığını söylemek isterim. Komünist toplumun alt ya da üst evresinde çalışmanın bir zorunluluk omaktan çıkacağını ve formasyonun insan için bütünüyle yan gelp yatmak ve tembellik etmek anlamına geleceğini söylemek istemedim. Komünist toplumda zorunluluğun kapitalist toplumdaki gibi bir işe bağımlı olmak anlamına gelmeyeceğini söylemek istedim. Gerçi kapitalist toplumda insanın yaşamını sürdüreblmesi için her şeyi yapabilir bir esneklikte olması da gerekiyor ama zorunluluk bu sömürü toplumunda insanın yaşamını sürdüreblmesi için emek değerini mutlaka satmak zorunda kalması ve koşullar gereği de bir işe bağımlı olması anlamındadır. Başlangıcı sosyalist toplum olmak üzere siyasal devrimden sonra komünizmin üst aşamalarına kadar sürecek bir süreçte ise birey ve iş yaşamı arasındaki ilişki bu tür zorululuklardan arınmış bir şekilde düzenlenmeyi içerir.
''Ben de aracısız, doğrudan ve yerinden öz yönetim biçiminin olması gereken en ideal yönetim biçimi olduğunu düşünüyorum. Ancak yukarıda belirttiğiniz aracısız, insanları kendi kendini yönettiği bir sisteme Stalinist bürokratik ve aşırı merkeziyetçi bir yönetimle geçmenin biribiriyle çeliştiğini düşünüyorum.'' demiş, üstteki yazısında arkadaşımız Vfor Vendetta.
Önce bu ''öz yönetim'' bir anlamda ''adem-i merkeziyetçilik'' ve/veya yerinden yönetim konuları sosyalist süreçte yani siyasal devrimden sonra sınıfsız topluma kadar sürecek geçiş toplumunda çok da istenen, ihtiyaca yanıt veren bir işleyş biçimi olmadığını kuram söylüyor. Şundan; komünizme yürüyüş sürecinde toplumsal formasyonun ideolojik, siyasal ve ekonomik yapının bir şekilde merkezden yönetilmesine/yönlendirilmesine ihtiyaç var. Bu yüzden merkezyetçilik parti işleyişinde olduğu gibi, devlet yönetiminde de gerekli bir yöntem olarak sürdürülmelidir. SSCB'deki çözülüş, bu süreçte Troçkist yorumların biraz öne çıkması/çıkartılması ve ''Marks'a geri dönelim' şeklindeki Lenin-Stalin reddiyeleri bence kolaycı çözüm reçetelerine yol açtı. ''Stalinist Bürokrasi'' etrafında sürdürülen iddialar ve tartışmaları da ben buna bağlıyorum.
Ortada bir sorun olduğu ve reel sosyalizmde çubuğun merkeziyetçilikten yana fazlaca büküldüğü iddia edilebilir ve sonuçta oldukça katı bir uygulamanın ortaya çıktığı (belki) somut örneklerle dile getirilebilir. Varsa, böyle bir durum bile sosyalizmde ( geçiş toplumunda) adem-i merkeziyetçi bir işleyiş biçimine savrulmayı gerektirmemeli diye düşünüyorum. Merkeziyetçilik uygulamasında kimi sorunlar ortaya çıkıyorsa, böyle düşünülüyorsa ve bu yönde kimi kaygılar da varsa sorunun çözümü bence merkeziyetçilikten uzaklaşmadan bu yöntemi olabildiğince sorunsuz bir hale getirmenin yollarını aramaktan geçmelidir. Demokrasi konusu bu aşamada ( ve her aşamada) devreye sokulmalıdır. Marksist kuramın ışığı ve yol göstericiliğinden asla vazgeçmeden yığınları da devreye sokabilmenin olanakları araştırılmalı, buunmalı ve bu konu pek ihmal da edilmemelidir.
Demokrasiye ihtiyacımız var. Demokrasi önemli. Ama bu kavramı solcular, sosyalistler liberal anlamının ötesine geçerek benimsemeli ve mümkünse Marksizmle ilişkili bir bağlama da oturtabilmelidir. Konuyla ilişkilendirilecekse, adem-i merkeziyetçiliğe düşmeden, merkeziyetçiliğin geniş katılımlı uygulamalarıyla kaygılar giderilebilir ve daha sorunsuz bir işleyiş mümkün hale getirilebilir diye düşünüyorum.
Sosyalizm, geçirdiği çöküşle başka bir anlatımla yıkımla yüzleşmeden geleceğe bir köprü kurması imkansız görünmekte.Bu yüzleşme olmazsa John Lennon'ın imagine şarkısındaki dreamers(hayalperestler) olarak kalınıp kapitalizme cephe almak dışında bir şey yapamayan, program geliştiremeyen güdük bir sol anlayış sürüp gidecek, bundan da maalesef dünyadaki kaymak tabaka daha da zenginleşip azgınlaşarak nasiplenecektir.
Bence sorun sosyalistlerin ''bir program üretememesi'' falan değil. Bu siyasal tavrı çok görüyoruz, sosyalizmin toplumsal alanda belirleyici bir güç olabilmesinin yolu sadece sosyalist örgüt ve partlerin teorik ve pratik çalışmalarına bağlıymış gibi. Hiç kuşku yok, sosyalist partilerimizin bu türden çalışmaları önemli, gerekli ama yeterli değil. Toplumsal alanda sınıfın bizatihi kendisi bir hareket içinde olmadıkça sosyalistlerin sınıfla bütünleşebilmesi mümkün değildir. Sınıf da ekonomik mücadelesini yaygın hale getirip bunu siyasal mücadeleye dönüştürmek zorundadır. Emekçi halkımızın böyle bir gelişmişiği olmadan sadece sosyalistlerin çabasıyla sosyalizmin toplumsal alandaki etkisinin belirleyicilik kazanmasını beklememeliyiz ve bu konuda sosyalist partilerimizi suçlayıcı bir pozisyon almamalıyız diye düşünüyorum. Partilerimizin kimi eksikleri, yanlışları veya bizlere öyle gelen yanları olabilir ama ne olursa olsun, sosyalist hareketle sınıf hareketi belli bir noktada bütünleşebilmesinin yolu sınıfın da hareketlilik kazanmasından geçiyor.
Sınıf belli bir hareketliliğe uzaksa doğrudan sınıfa yönelik programların üretimini de aksatmadan bence sınıfı da ileri taşıyabilecek çalışmalar yapılabilir. Burada hedef kitle yüzü sola dönük kesimlerin partiye kazandırılması şeklinde olabilir. Burada da parti üyeliğindeki koşullar ve partinin ''çelik disiplini'' bir sorun gibi duruyor. Bence daha gevşek bir yapılanmayla bu sorun bir ölçüde çözümlenebilir ve çözümlenmelidir. Sınıf etkisiz, parti katı bir disiplini savunuyor, üyelik konusunun sempatizan kitleye sorunlu gelen bir yanı var ve sonuç sanırım sürekli patinaj yapma durumunun ortaya çıkması oluyor.
''aslında ip ucunu verdim başlangıç yazımda.Biraz daha açıyım. Örgütlü mücadele, halka inme solun söylemleri iken bu yolu izleyenler dinci partiler olup başarılı oluyorsa, cumhurbaşkanlığına kadar çıkıyorsa bu kadar sömürünün olduğu bir ortamda sosyalistler neden olamasın? Sorun solun çok bölük pörçük olması ve kimlik meselelerinin emek hareketinin önüne geçmesi, neoliberalizmin tuzağına düşüyor bence sol. Emek-sermaye çelişkisi temelinde politikalar üretilip buna uygun program hazırlansa ve halka mahalle mahalle dolaşıp anlatılsa bence başarılı olunabilir.''
VforVendetta böyle söylemiş ve bence de hiç yanlış değil. Çözüm de doğru; ''emek sermaye çelişkisi temelinde politikalar üretilip buna uygun programlar hazırlamak'' ve elden geldiğince bu doğrultuda çalışmalar yapılıp emekçi halka ulaşılmaya çalışılıyor. Ama yetmiyor, olmuyor ve sosyalist sol reel sosyalizmin çözülüşünden bu yana hep yerinde sayıyor ve toplumsal alanda bir güç haline bir türlü gelemiyor. Başka nedenleri var bunun. Sadece sosyalist bir program hazırlamakla, ve sonra bunu elden geldiğince halka ulaştırmaya çalışmak yeterli olmuyor. Eminim sosyalist soldak tüm kesimler böyle bir ''mücadele''nin içindeler. Nesnel ve öznel nedenleri var bu işin. Sermayenin ideolojik basıncı altında halkın sola bakışı 80 öncesinde olduğu gibi değil. Kuşkusuz reel sosyalizmin ortadan kalkışının yarattığı moral yıkım da böyle bir iklim yaratmakta. Bu iklimi değiştirmek de hiç kolay değil. Elbette vazgeçmeden, elbette inat ve ısrarla bu konuda ideolojik ve siyasi bir mücadele sürdürülmeli. Öznel nedenlere gelince, ben bu konuda partilerimizin içe dönük çalışmalarını süreklileştirmelerinden yanayım. Bölük pörçük özelliğimiz kabul edilmemeli ve aynılar mutlaka aynı yerde bir araya gelebilmeli. Ve aynı zamanda sosyalist partilerimizin üye kabulü konusunu da cazip bir hale getirebilmeliyiz. Sosyalist saflara katılmak isteyen insanlarımıza daha baştan ''biz komünist partiyiz'' diyerek bir yığın güven kırıcı koşul da dayatmamalıyız. Bu durumun da kalabalık olmamızın önünde bir engel olduğunu düşünüyorum.
Özetle, halkımızın, gençliğin sosyalist saflarda örgütlenebilmesini sadece dış nedenlere bağlamamak gerekiyor. Bizlerin de üzerine düşen sorumluluklar ve görevler var. Önce gelişmiş bir kadro çalışması yapılabilir. Parti dışında kalan sol, sosyalist aydınların partiye katılması sağlanabilir. Parti içindeki eğilimlere hoşgörüyle yaklaşacak bir ortam yaratılabilir. ( Hoşgörü tam yerine oturmadı, eğilimlerin parti içinde doğal ve hatta olması gereken bir farklılık olduğu şeklinde bir iklim yaratılabilr. Çubuğu demokrasi yönünde bükmek de denilebilir. Çünkü parti içi demokrasinin eninde sonunda billurlaşaşacağı şey de sonuçta merkeziyetçilik olacaktır. )