Demokrasiyle sosyalizm arasında-Ercan Gündoğan
Demokrasi modern anlamda, eşit haklara, özgürlüklere sahip yurttaşların, devlet yönetimine katılabilmesi demek. Bu haklar, özgürlükler de, temel hak ve özgürlükler olarak kabul ediliyor. İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, yer değiştirme özgürlüğü,gibi. Özgürlükler hak olarak tanımlanıp, resmi hale getiriliyor. Bu nedenle de hak ve özgürlük kavramları yanyana kullanılıyor. Demokrasi ilerledikçe, yeni hak ve özgürlükler elde ediliyor, ya da, veriliyor....Demokrasinin ilerlemesi, özellikle bu anlama geliyor.
Hak ve özgürlüklerin her elde edilişine, daha fazla bir eşitlenme, eşitlik de eşlik ediyor. Bir hak ve özgürlük talebiniz varsa, bu muhtemelen, birileriyle ya da bazı kesimlerle, eşit hale gelmek için istiyorsunuz. Bu nedenle, özgürlük talebi, çoğu zaman, bir eşitlik talebi oluyor.
Aralarında daha fazla eşit, birbirlerine karşı daha özgür yurttaşlar, devlet yönetimine de katılabiliyorlarsa, demokrasi iskelet olarak kurulmuş demektir.
Özgürlük ve eşitlik mücadelesi, devlet yönetimine katılma talebiyle birlikte, özetle, demokrasi mücadelesidir. Hukuk önünde eşit olmak, hukuki haklar elde etmek, katılım ilkesi, demokrasinin hem tanımı, hem de, sınırlarını, çizer.
Modern devlet, eğer, tüm yurttaşlarına temel hak ve özgürlükleri vermişse, kararlarına onları katıyorsa, devlet demokratik demektir. Daha fazlası, yeni hak ve özgürlüklerin elde edilmesini gerektirir, ki zaten, yeni kuşak hak ve özgürlükler ortaya çıkmıştır. Ama, özellikle belirtelim, yine ama yine, hep, demokrasi içinde kalırız. Yeni kuşak hak ve özgürlükler, katılım, demokrasiyi derinleştirir, yaygınlaştırır. Avrupanın, Amerikanın gelişmiş burjuva demokrasileri bu derinliğe, yaygınlığa çoktan erişmiştir.
Ancak, sosyalizm, hak ve özgürlük elde etmenin, katılımın ötesinde, insanların değil sadece şeylerin yönetildiği sınıfsız toplum kurma mücadelesi, kuramıdır. Bu mücadele demokrasi varsa, demokrasi içinde yapılır, ki, demokrasi gelişkinse, buna izin bile verir. Gelişkin Avrupa ve Amerikan demokrasilerindeki sosyalistlerin durumu budur. Ama buralarda, ne zamandır, demokrasinin daha da radikalleştirilimesi dışında sosyalistlere pek seçenek ve hedef kalmamışa benzemektedir .
Demokrasi gelişkin değil, henüz temek hak ve özgürlükleri dahi içermiyorsa, sosyalist mücadele, iki sorunla karşı karşıya gelir. Ya, hem demokratik, hem sosyalist mücadele verilir, aynı anda, yanyana, ya da birlikte; ya da, önce demokrasiyi getirelim, sonra da sosyalist mücadele yaparız gibi ikili ya da aşamacı bir strateji benimsenir.
İlk tercih ya da zorlanma durumunda, hedef, sosyalistlerin sosyalist mücadelesi yanında, yine onların öncülüğünde demokratik mücadelenin verilmesi, ki bu çifte görev, gegemonya-hegemonya sorunu yaratır, ikili bir devrimle demokratik devrimi hızla tamamlayıp (temel hak ve özgürlüklerin verilmesi, hukuk önünde yurttaşların eşitlenmesi demektir) sosyalist devrimi başlatma stratejisine dayanır. Eğer hala demokrasi kavramı kullanılacaksa, ortaya çıkan sosyalist demokrasi olarak adlandırılabilir. Ya da, Engelsin ve Leninin tanımlamalarıyla, proleterya diktatörlüğü.
İkinci tercih ya da zorlanmada ise, fark, ikili devrimden çok, peşpeşe iki devrimin hedeflenmesidir. Tamamlanacak demokratik devrimin içinden, sosyalist devrim çıkarma stratejisidir de diyebiliriz buna. Ama, bu ikinci tercih ya da zorlanma, bizi yine farklı yollardan da olsa, Avrupa ve Amerikadaki gelişkin demokrasi içinde sosyalizm mücadelesi verenlerin durumuna götürür. Demokrasinin ötesi, yani sosyalizm, mevcut demokrasinin radikalleştirlimesi amacına, sürecine, dönüşürür. Aslında olmuş olan, sosyalistlerin demokratik düzeni getirmiş olmalarıdır. Elbette, bu demokrasi, burjuva demokrasisi değil, bir halk demokrasisidir.
Öyleyse, özetle, üç gelişmeyle, durumuyla, karşı karşıyayız. 1) Avrupa-Amerikaya özgü, demokrasinin radikalleştirilmesi durumu; 2) İkili devrimi hedefleyen, hem sosyalist, hem de sosyalistlerin başını çektiği demokrasi mücadelesi; 3) Peşpeşe iki devrimi hedefleyen, demokratik olan ilkinden sosyalist devrim çıkarma stratejisi. Bu seçenek de, dolaylı yollardan, birinci duruma getirir bizi.
Geçiş, gelişme diyoruz ama, demokrasiyle sosyalizm arasında diyalektik anlamda nitel farklılık bulunuyor. İlki, hukuk önünde eşitlik, hak halinde tanınmış özgürlükler ve devlet yönetimine katılım olarak özetlenebilirse, ikincisi, tüm bunları yeni içeriklerle tanımlar, aşar. Örneğin, sosyalizmde eşitlik, artık kollektif ekonomi üzerindeki, ya da kollektif karar alma sürecine katılım için eşitlik mücadelesine dönüşür. Ya da, özgürlük, demokraside olduğu gibi, devlete karşı birey haklarını savunma mücadelesinin çoktan dışına çıkıp, bizzat devletin sönümlenmesi için yapılan bir mücadeleye. Ya da, eşitlik için mücadele, kentsel ve kırsal yaşam standartlarının eşitlenmesi için yapılan bir mücadele olur. Genel olarak, tarihin ve coğrafi dağılımın bıraktığı tüm eşitsiz ilişkilerin kaldırılması için sayısız mücadelelere. Kadınlarla erkeklerin tam toplumsal eşitliği için, örneğin, iş yaşamının, aile kurumunun dönüştürülmesi için mücadeleye. Ancak, toplumsal yaşamın her alanında yaşanan eşitsiz ilişkiler, bağımlılıklar, artık sınıfsal ilişkilerin, mülkiyet ilişkilerinin, aile ilişkilerinin, devlet-toplum ilişkilerinin dönüştürülmesi kapsamında görülür, ele alınır.
Denecektir ki, tüm bunlar, sosyalist devrim sürecinin başlamasını gerektirir. Oysa konumuz, demokrasiyle, sosyalizm arasında yaşanan durum, geçişti. Kimi toplumlar ileri bir demokrasi aşamasında, ama, daha fazla demokrasi ya da radikal demokrasi istemenin ötesine geçemiyorlar. Sanki demokrasi içinde hapsedilmiş durumdadırlar. Kimi toplumlarsa, hala temel hak ve özgürlükleri dahi elde edememiş durumda, aşamada, bulunuyorlar. Bu nedenle de, sosyalizmden önce, demokrasi sorunu vardır, denilecektir.
Ancak, demokratik düzen, demokratik talep ve mücadeleyle, sosyalist düzen, sosyalist talep ve mücadele arasında, ne süreklilik, ne ardışıklık, ne de aşamalar şeklinde kavranabilecek bir geçiş bulunuyor. Demokrasininin sorunları temelden farklı olup, neticede, eşitlik, özgürlük, katılım sorunlarına indirgenebilir. Nitelikleri, sorunları tümüyle farklıdır. Demokrasi için mücadele, ya da, demokrasi içinde daha ileri, radikal bir demokrasi mücadelesi, yine demokratik bir düzeni varsayar, sonuçta da, bu düzeni sadece daha da güçlendirip, derinleştirir.
Sosyalistlerin mücadele ve devrim stratejilerini demokrasiyle ilişkili hatta demokrasiye bağlı olarak düşünmeleri, tümüyle II. Enternasyonalin, onunla birlikte gelişip bugünkü haline gelmiş Avrupa sosyal-demokrasisinin mirası, etkisidir. Oysa, Rus Devrimcileri ve Lenin, geri Rus demokrasisi, otokrasisi içinde bile, demokrasi için mücadele ya da demokrasi mücadelesi vermediler. Başarılarının sırrı burada yatıyor. Başta Lenin olmak üzere, demokrasiyle sosyalizmi iki farklı düzen olarak görüyorlardı. Hatta yine Lenin, demokrasiyi devletin bir biçimi olarak bile tanımlayabilmiştir (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, 1992 Muzafer Erdost çevrisi, Sol Yayınları, sayfa 52). Devrim stratejilerinde en önemli ögeleri, öncülük, Avrupa Devrimi ve Rusya devrimi arasındaki bağlantı hatta işbölümü, köylü sorunu, ulusal sorun, emperyalizm, savaş ve savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, oluşturuyordu. Tüm bu ögelerin yanında baştan itibaren otokrasinin devrilmesi önemli bir öge, hedef olarak da bulunuyordu elbette. Ancak mesele, otokrasinin yerine anaysal bir cumhuriyet, demokrasi kurmak değildir. Aslında, Lenin ve partisinin, diğer pek çok parti gibi, sadece demokrasi ve sonraki anlamında sosyal-demokrasi yönünde hareket edip, Türkiyedeki pek çok sosyalistin hala yaptığını, daha o zaman benimseyip, milli demokratik devrim türü bir strateji benimsemeleri beklenebilirdi. Onların demokratik durumu daha geriydi, ama, daha ileri bir strateji benimsediler.
Rus Devrimcileri ve Lenin, demokrasi ve sosyalizmi birbirlerden ayrı, elma ve armut misali, iki farklı durum ve düzen olarak görüyor, birbirinin ne alternatifi, ne öncesi, ne de sonrası olarak kabul ediyorlardı. Özellikle Nisan Tezlerinde, Leninin demokrasiyi burjuva demokrasisi olarak gördüğünü, onu da burjuva diktatörlüğüne eşitlediğini anımsayalım. Aynı şekilde, Leninin anti-parlementarist olduğunu da... Proleterya diktatörlüğü derken, halk için demokrasi, burjuvazi için diktatörlük dediğini de...
Demokrasi ve sosyalizm, farklı durum, düzen olmaları nedeniyle, farklı talep ve mücadeleler sonunda oluşup gelişiyor. Eğer, sosyalistlerin yüklenmek zorunda kaldıkları görevlerden bahsediliyorsa, hepsinin yine sosyalizm çerçevesinde tanımlanması, sosyalist strateji içinde ilgili yerlere yerleştirilmeleri gerekiyor. Yani, demokratik görevler, demokratik halleriyle bırakılmamalı, sosyalist stratejinin içine yerleştirilmelidir.
Somut, güncel, aynı zamanda stratejik örnek mi isteniyor? Bir tarafta siyasal İslam, bir tarafta Kürt Sorunu önümüzdedir. Bu sorunları, Lenin nasıl görür, nasıl yerleştirirdi sosyalist stratejisine acaba? Hemen öğrenebildiğim, hakim olabildiğim kadarıyla, Leninin düşünme ve kuramsallaştırma biçimiyle söyleyeyim: Sadece sosyalist cumhuriyet demekle yetinmezdi. Bu cumhuriyetin hem biçimini, hem de sınırlarını söylerdi. Türkiye ile tüm Kürtlerin sosyalist federasyonunun Türkiyedeki siyasal İslamı da, çevre ülkelerdeki gericiliği de, geriliği de durduracağını öngörürdü...Siyasal İslama karşı laik cumhuriyetin kazanımlarını savunmak, ya da, Kürtlere özerklik ya da self-determinasyon hakkı tanımak gibi, demokrasi içinde, ya da demokratik talepler düzeyinde, kalmazdı...İçeriyle dışarıyı birlikte görür, ne kavramları, ne de sorunları, demokratik durumlarıyla, halleriyle, anlardı. Onları mutlaka, diyalektik olarak dönüştürürdü...
***
Bir Marksiste soru sorulduğunda, hemen yanıt vermeye çalışmaz. Önce, sorunun doğru sorulup sorulmadığına bakar. Çoğu zaman, soruyu da değiştirir. Tıpkı, demokrasi mi, sosyalizm mi, ya da, önce bu, sonra diğeri mi, gibi sorular konusunda...
Demokrasi ve sosyalizm, farklı durum, düzen olmaları nedeniyle, farklı talep ve mücadeleler sonunda oluşup gelişiyor. Eğer, sosyalistlerin yüklenmek zorunda kaldıkları görevlerden bahsediliyorsa, hepsinin yine sosyalizm çerçevesinde tanımlanması, sosyalist strateji içinde ilgili yerlere yerleştirilmeleri gerekiyor. Yani, demokratik görevler, demokratik halleriyle bırakılmamalı, sosyalist stratejinin içine yerleştirilmelidir.
Somut, güncel, aynı zamanda stratejik örnek mi isteniyor? Bir tarafta siyasal İslam, bir tarafta Kürt Sorunu önümüzdedir. Bu sorunları, Lenin nasıl görür, nasıl yerleştirirdi sosyalist stratejisine acaba? Hemen öğrenebildiğim, hakim olabildiğim kadarıyla, Leninin düşünme ve kuramsallaştırma biçimiyle söyleyeyim: Sadece sosyalist cumhuriyet demekle yetinmezdi. Bu cumhuriyetin hem biçimini, hem de sınırlarını söylerdi. Türkiye ile tüm Kürtlerin sosyalist federasyonunun Türkiyedeki siyasal İslamı da, çevre ülkelerdeki gericiliği de, geriliği de durduracağını öngörürdü...Siyasal İslama karşı laik cumhuriyetin kazanımlarını savunmak, ya da, Kürtlere özerklik ya da self-determinasyon hakkı tanımak gibi, demokrasi içinde, ya da demokratik talepler düzeyinde, kalmazdı...İçeriyle dışarıyı birlikte görür, ne kavramları, ne de sorunları, demokratik durumlarıyla, halleriyle, anlardı. Onları mutlaka, diyalektik olarak dönüştürürdü...
Kısaca kapitalist toplumda bütün demokratik görevler sosyalist mücadelenin bir parçası haline getirilir. Sosyalistlerin savunması gereken sosyalist mücadele budur. Dinci gericiliğe karşı mücadele de, kürt halkının demokratik haklar için verdiği mücadele de bu kapsam içindedir.