Zalim ve yalancı çoban-MELİH PEKDEMİR
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde / Bir Zalim Çoban varmış yalancılık yaparmış.
Yalancı Çoban, bir çocuk şarkısıdır ve adeta şimdiki halimizi de anlatır: Türkiye Başkanlık ile Çobanlık denkleminin kurulduğu bir siyasi rejim altındayken her sabah uyandığımızda yeni bir yalancılık vakasıyla karşılaşıyoruz.
KORO: Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/ Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz.
Sözüm ona Kürt açılımı yapıldı. Yalancı Çoban, Kürtlerle hem kavga edip hem barışacağına inandırmaya çalıştı. Kürtleri hem müttefik hem düşman saydı.
Sürüsünü alarak, kavalını çalarak/ Çıkmış bir gün kırlara çiçekli bayırlara / Kürt var! diye bağırmış köy halkını çağırmış/ Sopayı alan koşmuş, fakat Kürt falan yokmuş.
Her seçim öncesinde ulusalcı-milliyetçi oyları almak için (aslında) Kürt yok derken, Kürtlerin oyuna ihtiyaç duydukça Kürt var dedi, hatta çözüm cebimde dedi.
Herkes kızmış söylenmiş, çoban gülmüş eğlenmiş/ Hepinizi aldattım, Kürt falan yoktur demiş.
KORO: Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/ Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz.
Ama gelin görün ki yalanlarla siyaset de belli bir noktaya kadar yapılabilir. Tam İmralı ile Kandili tokuştururuz kendi işimize bakarız derken
Ve yatsı vaktindeyken, Kürdistanın batısından bir Rojava doğuverdi. Yalancının mumu söndü. Kocaman bir Kürt hareketi çıkınca ortaya, Zalim Çobanı da bir korku almadı mı?
Günler geçmiş aradan Kürt anlar mı şakadan/ Bir kocaman Kürt dalmış, çobanı korku almış/ Kürt var! diye bağırmış, köy halkını çağırmış/ Fakat kimse gelmemiş, yalancıyı Kürt yemiş.
KORO: Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/ Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz.
Aslında burada bitirebilirim, ama şöyle de devam edebilirim:
Nitekim Zalim Çobanın sözüne ABD bile kanmıyor ve her kelamı bizzat ABD tarafından derhal yalanlanıyor. Peki ama bu arada Kürt sorunu tartışmalarına ABD bu şekilde dâhil olunca ne oluyor?
Çünkü Zalim Çoban tipik bir ulusalcı söylemle en son şöyle deyiverdi: Şu anda PYDnin mantalitesinin bu kadar güçlü olduğunu ben düşünmüyorum. Muhtemelen daha üst bir akıl var. Üst akıl derken ABDyi kast ettiği aşikâr
Yani, PYD ABDden askeri yardım alınca işbirlikçi mi oldu?
Hayır! Kobani (Kobanê) olayında Zalim ve Yalancı Çobanın çığırtkanlığından önce şuna bakarız: Direnenler mazlum mu zalim mi? Mazlum dediysek, tartışma zalim ve faşist ve insanlık dışı IŞİD çeteleri karşısındaki bir direnişin meşruiyeti anlamında bitmiştir. Ha, başka bir zalim, yani ABD, öbür zalimle savaşırken mazlumun yanında yer almışsa, bu zorunlu tercih ABD siyasetlerini aklamaz, onu alkışlattırmaz ki. Savaşlarda bazen düşmanın düşmanı zorunlu dost olabiliyor işte. (Unutkanlar Kurtuluş Savaşı esnasında Mustafa Kemalin Fransızlarla yaptığı işbirliğini hatırlasın.)
Çünkü Kobanêde masum siviller var. TC Başbakanı bile önce Kobanêde sivil kalmadı ki, hepsini aldık demiş, sonra ABD cenahında koridor lafları edilince Türkiye Kobanêdeki sivil halka lojistik ve insani destek sağlayacak demek zorunda kalmıştı. Varsın Zalim hâlâ orada sivil kalmadığını, kalan 2 bin PYDlinin IŞİDle savaştığını söyleyip dursun. Ona kimse inanmıyor ki
KORO: Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/ Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz.
PYD şimdiki haliyle IŞİD batağına düşünce elbette ABD yılanına sarılıyor. Gelişmeler stratejik bir işbirliğine dönüşür ve gidişat kanton yerine ABD güdümlü yeni bir Barzani-Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) olabilir mi? Duhok toplantısından hangi istikameti gösteren bir sonuç çıkar, şimdiden bilemiyoruz. Söylemeye gerek yok, KBY statüsüne dönük bir tercihte, Rojava Kürtleri kendi kaderlerini en kötü şekilde tayin etmiş olurlar, çünkü şaptan bile şeker olur belki ama ABD eliyle özerklik, demokrasi, ulus devlet filan olamaz
Zaten bütün dayatma aslında Öcalan mı- Barzani mi ikileminde ikinciyi öne çıkarmak için ve olmazsa Öcalanı Barzanileştirmek için değil mi? Kürt çözümünde her vesileyle Mesud Barzaninin sürecin gizli ortağı olduğu anlaşılıyor. Son olarak Barzani Peşmergeleri TC, ABD ve PYD/PKK için uzlaşma formülü sayıldı.
İşte bu ilişkilerle sağlıklı barış ortamı ihtimali ve dolayısıyla çözüm imkânı maalesef sıfır noktasına doğru gidiyor
Evet hep iyi niyet ama nereye kadar?
Şuraya kadar: Kürtlerin haklı kavgalarının hep yanında olacağız. IŞİD gibi insanlık düşmanı bir tehlike karşısında en doğal müttefikimizin mazlum, seküler, modernleşmeci Kürt hareketi olduğunu unutmayacak ve onların bu özelliğini yitirmemesi, emperyalizmle işbirliğine mecbur kalmaması için elimizden geleni yapacağız. Ve sonra Zalim ve Yalancı Çobana dönüp koro halinde bağıracağız:
Yalancı yalancı sana kimse inanmaz/ Yalancı yalancı sözüne kimse kanmaz.
***
Minareden atlamak
Sırrı Süreyya Önder, Nuray Mert, Hasan Cemal gibi yazarların kendisine yönelttiği eleştirilere Radikal internet sitesinde cevap verirken şöyle dedi:
Barış söz konusu olduğunda, sürece baskıcı bir hükümetin herhangi bir yöntemle düşürülmesi olarak bakamayız. Demokrasi, isyan ve direniş güçleri, düşürülecek hükümetin yerine ne koyacaklarını hesap edemezlerse ya da daha kötüsü böyle bir hazırlıkları yoksa, mesela sokaktaki gücünü demokratik bir iktidar alternatifine dönüştürecek bir örgütlü güce ve kadroya sahip değilse olacak olan, egemenler arası iktidar hesaplaşmalarına kurban gitmektir.
Bu argüman Oğuzhan Müftüoğlunun 1980 öncesine dair tespitinin adeta bir tekrarı gibiydi:
Bunalımın derinleşmeye devam ettiği bir kriz ortamında, devrimci güçler iktidarı ele geçirme konumunda değillerse, iktidar değişikliğini zorlayan şiddetteki bir askeri eylem çizgisi, kaçınılmaz olarak yaratılan iktidar boşluğunun diğer burjuva iktidar seçenekleri tarafından doldurulmasını getirecekti. Bu yüzden, bunalımı hükümet değişikliklerini zorlama yönünde derinleştirme doğrultusundaki bir şiddetli askeri eylem çizgisinin burjuva kliklerinin iktidar hesaplarına takılmasına yol açması mümkün görünüyordu. (Aktaran M. Pekdemir, Devrimcilik Güzel Şey be Kardeşim, s. 341)
Sırrı Süreyya fıkra anlatmayı sevdiğinden fıkra dinlemeyi de sevebilir:
Yangın çıkan caminin minaresinde mahsur kalan adamı kurtarmak için döneleyen kalabalığın arasındaki Nasreddin Hoca, Bana bir ip getirin, kurtarayım diye öne çıkıyor. İp getiriliyor, minaredeki adama atılıyor. Hoca, adama ipi beline bağlamasını söylüyor. Sonra aşağıdakiler hep birlikte ipe asılıyorlar ve güm! Hoca, yerde hurdahaş halde yatan adama bakıp sakalını kaşıyor:
Biz geçenlerde yine aynı usulle kuyudan adam kurtarmıştık; ama...
1980 öncesinde devrimciler sokaktaki güçlerini demokratik bir iktidar alternatifine dönüştürecek örgütlü gücü ve kadrolaşmayı yaratabilmek için direnmeye seferber etmişlerdi. O zamanlardaki burjuva kliklerinin iktidar hesaplarına takılmadan iç savaş ortamının karanlık kuyusundan direniş çıkarma hassasiyetini şimdi mollaların minaresinde mahsur kalmış Kürt özgürlüğü adına zikredince, hurdahaş bir çözümle karşılaşmak kaçınılmaz.
Şimdiki rejim 12 Eylüle yani faşizme rahmet okutuyor, bu bir. Aman AKPye halel gelmesin yoksa çözüm olmaz kaygısıyla sürekli AKPnin suyuna gitmek, egemenler arası iktidar çatışmalarına kurban gitmektir, bu da iki.
Minareden atlamak yerine sokaklara çıkmak ve mesela Birleşik Haziran Hareketinde buluşabilmek işte bu yüzden en geçerli çözüm.
Minareden atlamak yerine sokaklara çıkmak ve mesela Birleşik Haziran Hareketinde buluşabilmek işte bu yüzden en geçerli çözüm.
Melih Pekdemir yazısına güzel bir nokta koymuş.