2 Kasım 1922 saltanatın ilgası: 'Babıâli Sadrazamı, telgrafını gördüm, seni mahkeme kapısında asarım'
Mehmet Bozkurt
Farkındayım başlık uzun. Daha da uzun olacaktı, kısalttım. Sözün aslı şöyle: Babıâli Sadrazamı, telgrafını gördüm kahkahalarla güldüm. Sağlam mührümü basarım, seni mahkeme kapısında asarım!(Türk Parlamento Tarihi,cilt:1,s.247)
İşte böyle
İnanmak gerekir
Mazhar Müfit Kansu bu
Şakaya gelmez. İnanmış, yaman bir İttihatçı, 21de Yozgat İstiklâl Mahkemesi üyesi; sonra, 25te Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı, milletvekili, Mustafa Kemalin pek yakın arkadaşı yani malum sofra zevatından, hatıralarını yazdı: Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber.
Asmaktan yana gözünü kırpmadan mührünü bastığını üç sene sonra yapılacak Şeyh Said ve arkadaşlarının yargılanacağı Diyarbakır duruşmalarında kanıtlayacaktır. Sadrazam olsan kaç para
Asar mı asar.
Saltanat 2 Kasım 1922de kaldırıldı. Büyük Millet Meclisinin kararıyla.
Mustafa Kemal Paşa 30 Ekim günlü birleşimde başkan olarak kürsüdeydi. Cebinde üç telgraf
İlkin doğrudan kendisine hitaben yazılmış, Sadrazam Tevfik Paşa imzalı olanı okudu. Tevfik Paşa, özetle şunu demeye getiriyordu: Ulusal birliği sağladığımıza ve yakında İtilaf Devletleri ile barış görüşmelerine başlayacağımıza göre İstanbula yetkili birini gönderin ki barış masasına oturduğumuzda ağız birliği etmiş olalım tenakuza düşmeyelim
Buyurun
Ankara savaşçıları hakkında ölüm fetvası yayımlamış, ordular kurup üzerlerine salmış, İstanbulda İngilizlerle birlik bin bir entrika çeviren Saltanat
Hükümeti, iki yıl süren kanlı bir boğuşmanın sonunda kazanılan zafere gayet yüzsüzce ortak olmak istiyordu.
Gel de dellenme?
Delleniyorlar
Birleşimde yer alan milletvekillerinin ettikleri küfürleri buraya yazamayacak kadar ağır bulduğumdan, sadece sıraları dövüp yumrukladıklarını söylemekle yetineceğim. Ardından Mustafa Kemalin o bildik hitabı:
Efendiler
Az çok sessizliği sağlıyor
Mustafa Kemal Paşa zarif adam, devlet terbiyesi almış, Tevfik Paşaya çekmiş olduğu cevabı telgrafı efendim diye kibarca bitiriyor ancak öncesinde İstanbulu tamamen yok hükmünde ilan etmeyi de ihmal etmiyor, şöyle: Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kazandığı kesin utkunun doğal sonucu olmak üzere yakında toplanacak Barış Konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince temsil olunur
(Nutuk, cilt:3,Belgeler,s.1833)
Dokuz ay sonra başlayacak olan Lozan barış görüşmelerine katılmayı düşleyip Babıaliye ve Yıldıza gereken cevabı önce Mustafa Kemal Paşa vermiş oluyor.
Yaşa Paşa sedalarıyla alkışlanıyor. Parlamento Tarihi, özet tutanaklardan aktardıklarım.
Üçüncü telgrafın doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine hitaben yazılmış olduğunu öğreniyoruz. Mustafa Kemal Paşa kürsüden okuyor, yazıldığı gibi aynen aktarıyorum:
Konferansa, Bâbıâli de , Büyük Millet Meclisi de çağrıldı. Bâbıâlinin gelmemesi devletin altı yüz yılı aşkın zamandan beri kurulu ve saklı olan, bütün İslam dünyasının ilgili bulunduğu tarihsel kimliğini çöküşe yargılamak; Büyük Millet Meclisinin gitmemesi ise, dünyanın özlediği ve beklediği barışı başarısız bırakmaktır
Devamında şunlar var ve Mazhar Müfit Bey oturduğu yerde kıpraşmaya başlıyor;
Şu halde hem ülkenin geleceği, hem yurdun haklarını savunma üzerinde görüşmelerde bulunulmak için Büyük Millet Meclisince atanacak bir kimsenin özel yönerge ile hemen gönderilmesi
Haydaa
İşte tam bu noktada, bir süredir kıpraşıp asabiyetle tırnaklarını yemekte olan Mazhar Müfit artık ayaktadır. Tutamıyorlar. Meclisin kurallarını hiçleyerek, öyle söz möz istemeden konuşmaya başlıyor. Hepsini yazarsam uzun kaçacak, konuşmasının son bölümünü aktarmakla yetiniyorum:
Üç yıl önce yüce kurulumuz ve bütün Anadolu halkı kellesi koltuğunda kurtuluş için çalışırken; onlar, ayaklanmacılar, karşıtlar diyerek sahte fetvalarla asılmamıza hükmettikler. Bir yıl önce Londra Konferansındaki olumlu davranışı ile kendisine değer verdiğimiz bu yaşlı Vezir herhalde bunamış olmalı. Bu itibarla artık kayıtsız şartsız olan milli egemenliğimizi paylaşmak isteyenlerin bu egemenlikte yerleri olamaz
(T.P.Tarihi,s.247)
Mazhar Bey yumruğunu masaya yapıştırıyor, devamı malum ama yineleyelim: Babıâli Sadrazamı, telgrafını gördüm. Kahkahalarla güldüm. Sağlam mührümü basarım, seni mahkeme kapısında asarım!
Tartışmalar gün boyu devam ediyor ve 600 yıldır hüküm sürse baba, oğul, kardeş, emmi sülale saltanatından kurtuluşun kapısı açılıyor: İlkin tek elde toplanan saltanat ve hilafetin ayrılması için bir önerge hazırlanıyor.
Bu fikrin ölünceye kadar yeminli Mustafa Kemal düşmanlığı yapacak olan Rıza Nur tarafından hazırlanıp imzaya açılmış olması da tarihin bir ironisi olmalı. Seksen imzayla sunulan Rıza Nurun önergesi tartışılıyor ve 2 Kasım 1922 tarihi itibariyle Saltanat, Hilafetten ayrılarak ilga ediliyor.
Burada üzerinde çok fazla durulmayan bir husustan söz etmek isterim. TBMM yayımladığı ilga kararnamesine, esasen Osmanlı Devletinin İstanbulun işgal edildiği 16 Mart 1920de sona erdiğini, bu tarihten sonra ki İstanbul hükümetlerinin almış oldukları kararların battal olduğunu da ilave ederek, kararnameyi geriye doğru işletme basiretini de göstermiştir.
Şimdi geldik Mustafa Kemal Paşanın ünlü ve fevkalade öğretici konuşmasına; tümünü değil, en çok öğretici olan, kulağımızı dört açmamız gereken bölümünü aktarıyorum: Hakimiyet ve Saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, Saltanat kuvvetle, kudretle zorla alınır
Bu kadar.
Sonrası mırın kırın edip itiraz etmeye yeltenen sarıklı meczup takımınadır ve şöyledir:
Aksi takdirde yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.
Bunları yazıp bitirirken düşünüyorum da damar bildiğiniz İttihatçı damarı. Sarı Paşa ilhamını Mazhar Müfitten almış olmalı
Ne dersiniz?