Şu yanlışa çok sık düşüyoruz; özellikle UKKTH konusunda yanlış bir algıya sahibiz, sosyalist olmanın kürt halkının yanında olmaktan geçtiğini, kürt halkının yanında olmayı ise kürt ulusal hareketine biat etmek, ülkedeki ve bölgedeki sorunlara kürt ulusal hareketinin gözlüğüyle bakmak olduğuna inanırız. Böyle bir algıya sahibizdir. Özellikle sözde sol-sosyalist forumlarda böyle bir algı var ve bilerek ya da bilmeden böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor.
Sosyalizmin ne olduğu tam da böyle algılanıyor. Buna sosyalist ideolojinin belli başlı konularını lenin alıntıları ile tartışma özelliği eklendiğinde gerçek bir komünist prototipi ortaya çıkıyor! Böyle bir gerçek komünistliğin başka bir belirleyiciliği de kendisi gibi düşünmeyenlere yöneltilen ulusalcılık, kemalistlik, sosyal şovenlik gibi yakıştırmalar. Sosyalist ideoloji onlara göre böyle bir ideoloji. Gerçekteyse tipik bir kuyrukçu tipolojisinden başka bir şey değil bu.
Kuyrukçuluğun yani sözde komünistliğin ne olduğunun anlaşılması için bu adamların sitelerine girmek ve yazılan yorumlara değil, sadece konu başlıklarına bakmak yeterlidir. AKP'ye yönelik eleştirilerin çok sınırlı sayıda olması bile kürt hareketinin izlediği siyasetle uyum içinde çalıştıklarını gösteriyor.
Bu forumlarda yazanlara göre gerçek komünistlik kürt kuyrukçuluğu yapmaktır. Yapmayan şovenist, yapanlar gerçek komünisttir.
Yeni bir uygarlık olarak komünizm-Can Soyer
Annales Okulunun kurucularından, büyük tarihçi Lucien Febvre Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler adlı kitabında, 1766 yılından önce basılmış hiçbir Fransızca metinde uygarlık sözcüğüne rastlamadığını söyler.
Bizim gibi antik, hatta tarihöncesi uygarlıklardan söz eden, kitaplarda ya da makalelerde binlerce yıl önceki ilk uygarlıkları okuyan kuşaklar için şaşırtıcı geliyor, ancak Febvrenin otoritesine güvenerek, uygarlık sözcüğünün tüm insanlık tarihi içerisinde son derece geç ortaya çıktığını görebiliriz. Elbette, bu söylenen uygarlıkların değil, sözcüğün yeni olduğu anlamına gelmektedir.
O halde, Febvreyi takip ederek, kendisine binlerce yıllık bir geçmiş atfettiğimiz uygarlığın, nasıl olup da ancak 18. yüzyılda dildeki özgün karşılığını bulduğunu soruşturmamız gerekir. Febvrenin yanıtı öğreticidir; ona göre, uygarlık sözcüğü tam da ait olduğu çağda, burjuvazinin tüm eski toplumu sarsan adımlarla tarih sahnesine çıktığı ve aydınlanmanın felsefeden sanata kadar birçok alanı bütünleştiren bir ışık yaymaya başladığı zamanda ortaya çıkmıştır.
Uygarlık parçası olduğu burjuva yükselişi ve aydınlanma çağının temelleriyle bağıntısı içerisinde düşünüldüğünde, en çok, doğaya ve topluma dair yeni bir düşünüş tarzını ifade etmektedir. Bu anlamda uygarlık, tanrının iradesi ile değil insan aklı ile, soydan gelen ayrıcalıklar ile değil eşit yurttaşlık hakkı ile, düzene ve yasaya itaat etme ile değil haksız yönetime karşı başkaldırma ile ilişkilenmiş bir düşünce üslubudur.
Bu üslup ve tarz, burjuvazi kendi suretinden bir dünya yaratırken aşındı, eksildi. İnsanlığın 18. yüzyılda kat ettiği devasa mesafe, hızla geri alınmaya; tarihin hızlanan çarkları yavaşlatılmaya çalışıldı. Uygarlık, zaman zaman bu geri gidişe de direndi; işçi sınıfının iktidarı ele geçirebildiği anlarda özgün bir renk ve içerik de kazandı. Ancak geldiğimiz noktada, uygarlığın, 18. yüzyılın özgürleşmeci uygarlık üslubu ve tarzının bir yenilgiyle karşı karşıya olduğu açıktır.
Yenilgi çok ağır bir sözcük olduysa, bir kenara atılmıştır da diyebiliriz. Her durumda, uygarlık, tekrar ayağa kaldırılmayı, yeniden insanlığın büyük atılımının zemini haline getirilmeyi bekliyor. İşin püf noktası ise, tam da burası: günümüzde uygarlığı ayağa kaldıracak, yeni bir üslup ve tarz ile birlikte uygarlığı tekrar harekete geçirecek, insan özgürleşmesinin itici gücünü oluşturacak yeni bir uygarlıkı inşa edecek olan kimdir, nedir?
Bu soruya, iki nedenle, komünizm dışında bir yanıt verilmesi olanaklı değildir. Birincisi, mevcut dünya halinin ve uygarlığının çöküşünün birinci dereceden sorumlusu olan kapitalizm karşısında, komünizm ölçüsünde zıt ve uzlaşmaz bir başka tahayyül bulunmamaktadır. Bu anlamda, komünizm düşüncesi, kapitalist dünya egemenliğinin tam karşı kutbunu temsil etmektedir. İkincisi ise, komünizm, bir hareket ve mücadele biçimi olarak, kapitalist toplumsal ve siyasal ilişkilerin tümünü yıkabilecek, dünya üzerinde köklü bir zemin temizliğine gidebilecek potansiyele sahip tek dinamiktir. Dolayısıyla, çökmüş ya da çökertilmiş, yenilmiş ya da terk edilmiş uygarlığın yeni bir üslup ve tarzla, yeni bir heyecan ve hızla, yeni bir bilinç ve hedefle ayağa kaldırılmasını üstlenebilecek tek güç komünizm düşüncesidir.
Bu söylenenler, elbette, kolayca ve bir çırpıda gerçekleştirilebilecek görevler değildir. Komünizm, hem radikal içeriği ve yıkıcı potansiyeli ile, hem de bütüncül bilinci ve kurucu zenginliği ile yeni bir uygarlık üslubunun ve tarzının üretimine dolaysız biçimde katkı yapmak zorundadır. Tıpkı 18. yüzyılın devrimci toplumsal güçlerinin yaptığı gibi, bir yandan mevcut dünyanın kalıpları ve yatkınlıkları acımasız bir eleştiriden geçirilmeli, bir yandan da kapsamlı bir özgürleşme ve kurtuluş tahayyülü düşüncenin ve toplumsal pratiklerin her alanına egemen hale gelmelidir.
Kısacası, komünizm, yeni bir uygarlık üslubu ve tarzı olarak, insanlığın evrensel temsilcisine dönüşmelidir. Tarihin bu dönemindeki karanlığı ve vahşeti alt edebilecek yeni bir aydınlanma, yeni bir özgürleşme, yeni bir eşitlik ve kardeşlik arzusunun, siyasal ve tarihsel öncüsü olabilmelidir.
Emek sömürüsünün, artan yoksullaşmanın, savaşların, gericileşmenin, cinsiyet eşitsizliğinin, çevre yağmasının, nükleer felaketlerin, çocuk istismarının, salgın hastalıkların; doğada ve toplumda gözlenen her türlü sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık ve baskının yegane, biricik, tartışmasız çaresi olmak, günümüzün evrensel insanlık bilincinin sahibi ve temsilcisi olarak sahneye çıkmak, komünizm düşüncesinin ihmal edilemeyecek ödevidir.
Febvrenin sözlerindeki gibi, yeni bir uygarlık, tam da ait olduğu çağda, işçi sınıfının ve komünizm düşüncesinin kapitalist vahşet ve çürümenin karşısına çıkmak için gereksindiği her şeye sahip olduğu bu zamanda, bir kez daha doğurulmalı, yaratılmalıdır.
Uzun uzun anlatmaya gerek yok; her gün deneyimlediğimiz çürüme, kapitalist uygarlığın can çekişmesinden ya da uygarlıktan sıyrılmış kapitalizmin insanlığı vahşice köleleştirmesinden başka bir şey değildir. Dünyanın, halkların, yoksul ve büyük insanlığın mücadelesi, komünizmin evrensel özgürleşme ve kurtuluş tahayyülüyle buluşturulmalıdır. Bunun içinse, komünizm, soyut bir hayal olmaktan çıkarılıp, işçi sınıfının öncüsü olduğu gerçek bir mücadelenin teorik ve pratik kaynağı haline getirilmelidir.
Muhtemelen büyük usta Marx da, komünizmin bu pratik gerçekliğine vurgu yapmak amacıyla komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir demişti. Çünkü bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz.
Can Soyer'in yazısnda komünizmin ne olduğunu anlatan bölümler var. Görüldüğü gibi komünizm dendiğinde sadece toplumsal bir formasyon anlaşılmamalı.
[quote=] Bu anlamda, komünizm düşüncesi, kapitalist dünya egemenliğinin tam karşı kutbunu temsil etmektedir. İkincisi ise, komünizm, bir hareket ve mücadele biçimi olarak, kapitalist toplumsal ve siyasal ilişkilerin tümünü yıkabilecek, dünya üzerinde köklü bir zemin temizliğine gidebilecek potansiyele sahip tek dinamiktir. Dolayısıyla, çökmüş ya da çökertilmiş, yenilmiş ya da terk edilmiş uygarlığın yeni bir üslup ve tarzla, yeni bir heyecan ve hızla, yeni bir bilinç ve hedefle ayağa kaldırılmasını üstlenebilecek tek güç komünizm düşüncesidir.
Dünya komünizme hazır mı?-Can Soyer
Önceki yazımızda kapitalist uygarlığın hastalık ve lanet saçarak çökmekte olduğunu ve bunun karşısına komünizmin yeni bir uygarlık biçimi olarak çıkması gerektiğini söylemiştik.
Bu tartışmanın doğal uzantısı, komünizmin günümüz dünyası düşünüldüğünde gerçekçi bir hedef olup olmayacağıdır elbette. Diğer bir deyişle, komünizmin yeni bir uygarlık olarak tarihsel ödevine işaret eden bir tutum, komünist özgürleşme ve kurtuluş tahayyülünün imkanlarını da soruşturmaya yönelmelidir.
Komünizmin gerçekçi ya da mümkün olup olmadığını, dünyamızın komünizme hazır hale gelip gelmediğini tartışmak için, biri komünizmle ne kast edildiğine, diğerleri ise soruşturmada hangi ölçütlerin kullanılacağına dair kimi açıklamalar yapmak gerekiyor.
Bu tartışmada komünizm ile kast edilen, elbette, sınıfların ve sınırların yok olduğu, devletin sönümlendiği, işbölümünün yarattığı kent ile kır, kafa emeği ile kol emeği gibi tarihsel ayrımların ortadan kalktığı, insan toplumunun yepyeni örgütlenme biçimi anlamındaki komünist toplum evresi değildir. Dünyanın komünizme hazır olup olmadığı sorusunu bu çerçevede ele alırsak, komünizme giden süreç siyasal ve toplumsal olarak hayli uzun ve kapsamlı olacağı için, soruşturmamız ya bir tefekküre ya da hayale dönüşecektir. Çünkü Marxın değişik biçimlerde uyardığı gibi, komünist toplumun örgütlenmesi esas olarak komünizmin maddi koşullarının üretilmesine dayanır. Bu koşullar oluşmadan ya da ufukta belirmeden, komünist toplum beklentisine girmek, yine Marxın sözleriyle, delice bir heves olur ve ancak bir keşişler ekonomisi yaratır.
Dolayısıyla, dünya komünizme hazır mı? sorusuna yanıt ararken, öncelikle komünizmle komünist toplum evresini kast etmediğimizi söylemek gerekiyor. Kastımız, komünizmin, hem bir düşünsel zenginlik hem de bir siyasal hareket olarak dünya gidişatına müdahale etmesi, kendisini kapitalist dünya imparatorluğunun karşı kutbu olarak kabul ettirmesi, giderek dünya halkları için evrensel bir kurtuluş ufku haline gelmesidir. Böylesi bir etkinlik, bir yanıyla sanattan felsefeye, etikten bilime kadar çok çeşitli alanlarda komünist düşüncenin hegemonyasını artıracak, bir yandan da komünizmin yeni bir uygarlık tarzını ve üslubunu sırtlanmasını sağlayacaktır. Bu haliyle ele aldığımızda, yani komünizmi dünyanın kapitalist sömürü ve vahşetten kurtuluş mücadelesinin evrensel kaynağı olarak anladığımızda, baştaki sorumuza olumlu yanıt vermek de mümkün olur.
Peki bizi bu sonuca getiren nedir? Ya da hangi ölçütler açısından dünyanın komünizme hazır olduğunu söyleyebiliyoruz?
İlk olarak, önceki yazıda da değindiğimiz, kapitalist dünya sisteminin bütüncül biçimde çürüyüşünü saptayabiliriz. Dünyamız, burjuvazinin devrimci ve ilerici olduğu dönemleri çok gerilerde bırakmış, özellikle de bizim çağımız burjuva egemenliğinin en gerici ve vahşi yüzüne tanık olmuştur. Fakat dünya çapında egemenlik sürdüren bir sistemin çürüyüşü, tek başına o sistemin sahiplerini ya da temsilcilerini etkilemez. Kapitalizm, kendisiyle birlikte, tüm toplumsal ve insani ilişkileri de çürütmekte, yarattığı bataklığa doğru gömülürken insanlığı da beraberinde götürmektedir. Tüm dünyada sömürünün, gericiliğin, ırkçılığın, fanatizmin, sapkınlığın ve vahşetin hızlanarak yükselme eğiliminde oluşu, bu çürümenin doğrudan yansımalarıdır. Dünya, birkaç yüzyıl önce yaşanan göz kamaştırıcı aydınlanma atılımının hemen ertesinde, tarifsiz bir barbarlığa doğru seyretmektedir.
Üstelik, tanığı olduğumuz bu çürümenin, kapitalist sistemin iç dengelerinin yeniden kurulmasıyla ya da sistemde köklü bir paradigma değişikliği ile önlenmesi, en azından görünür veriler ışığında, mümkün görünmemektedir. Kapitalizm bir zamanlar taşıdığı ve bugün açıkça ilerici bir özellik ifade eden birçok değeri kusmuş, deyim yerindeyse ideolojik olarak kendi içini boşaltmıştır. Bugün yeni bir aydınlanma hamlesinin, burjuvazinin evrensel sınıf egemenliğiyle uyumlulaştırılması, kapitalizmin kendi dinamikleri üzerinden yeni bir özgürleşme atılımı yaratması ihtimal dahilinde değildir. Bu, açıkça bir uygarlık sorununu işaret etmektedir ve insanlığın evrensel ilerici birikimini temsil eden neredeyse tüm değerler, sadece ve sadece sol, sosyalist, komünist hareketler tarafından korunmaktadır. Dolayısıyla komünizm, bugün karşı karşıya olduğumuz kapitalist barbarlığın karşısına yeni bir uygarlık üslubu ve tarzı ile dikilebilecek tek düşünsel kulvardır.
İkinci olarak, kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı sürdürülebilirlik sorununa değinebiliriz. Özellikle Sovyetlerin çözülüşünün ardından hız kazanan neoliberalleşme ve emeğin tüm haklarına yönelen saldırı, kapsamını ve şiddetini artırarak devam etmektedir. Artan çalışma süreleri, düşen ücretler, yükselen işsizlik, piyasanın esnekleşmesi sonucunda karşı karşıya kalınan güvencesizlik gibi evrensel göstergelere, dünya çapında gericiliğin yayılması, emeğin kazanımlarının dinselleşme ya da ırkçılık ile birlikte ortadan kaldırılması süreci eşlik etmektedir. Kapitalizm, dünya ölçeğinde hem sınıfsal hem de ideolojik bir imha savaşına girişmiştir.
Ancak daha önemli olan nokta, kapitalizmin bunu gerçekten de yapmak zorunda oluşudur. Kapitalist sistemin kar aranışının sürekli krizlerle karşılaşmasının bir kural olduğu hatırlanacak olursa, bu krizleri aşabilmek için başvurulan yollar da sermaye egemenliğinin en çıplak görünümlerini sergilemektedir. Bu koşullar altında, sermayenin kimi kazanımlarından vazgeçmesi ya da işçi sınıfı ile belirli bir dengede uzlaşmayı kabul etmesi, sözünü ettiğimiz krizlerin daha da sıklaşmasına ve şiddetlenmesine yol açacaktır. Kapitalist egemenlik, emeğin ve insanlığın çeşitli beklentilerini faydacı biçimde de olsa karşılamak şöyle dursun, en yaşamsal ve vazgeçilmez haklara dahi acımasızca saldıracak ölçüde katılaşmıştır. Bu veriler değerlendirildiğinde, halkların ve emekçilerin somut talep ve beklentilerine yanıt verebilecek, bu talep ve beklentileri siyaset ve düşünce alanında güçlendirip ileriye taşıyacak aktör, yine ve sadece komünizm olmaktadır.
Üçüncü olarak ise, kapitalizmin, dünyaya yayıldıkça, yarattığı gerilim ve çelişkileri de evrenselleştirmesinden bahsetmeliyiz. Bugün kapitalizmden kaynaklanan tek bir sorun dahi, sermaye egemenliğinin dünya ölçeğindeki yapılanma ve stratejisinden bağımsız biçimde değerlendirilemez hale gelmiştir. Aynı süreci tersinden anlamaya çalıştığımızda, kapitalizme, emek sömürüsünün şiddetlenmesine, gericiliğin ve ırkçılığın, fanatizmin ve ayrımcılığın, vahşetin ve katliamların sıradanlaşmasına karşı gösterilecek her tepki, belirli bir ölçeği aştığında, kendi niyetlerinden bağımsız olarak, kapitalist dünya egemenliğinin hassas noktalarına dokunacaktır.
Bu söylenenler, başka bir ifadeyle, yerel ölçeklerde yükselen kitlesel mücadele ve direniş örneklerinin siyasal ve toplumsal sonuçlarının büyüdüğünü, çarpan etkisinin arttığını anlatmaktadır. Kapitalizmin dünya üzerindeki en ücra alanlara kadar genişlettiği sömürücü ve gerici saldırı, insanlığı ve dünya halklarını evrensel bir kurtuluşu, daha doğrusu kendisini kapitalizm karşısında evrensel olarak da inşa etmiş bir siyasal kurtuluş mücadelesini aramaya yöneltmektedir. Böylesi bir evrensel tınıyı verebilmek, kendisini kapitalist dünya egemenliğinin eş kapsamdaki alternatifi olarak sergileyebilmek, çökmekte olan uygarlığın karşısına bir başka uygarlaşma çağrısı ile çıkabilmek için gerekli olan bütüncül niteliğe komünizmden başka hiçbir siyasal, felsefi ya da teorik konumun sahip olmadığı açıktır.
O halde, dünyanın komünizme hazır olup olmadığı sorusuna verdiğimiz yanıtın, adlı adınca bir uygarlık krizine de verilen yanıt olduğunu söylemiş oluyoruz.
Belki iddiayı yükseltmek gibi olacak ama, bir adım daha atarak şunu söylememizde dahi sakınca yok:
Dünya komünizme hazır olmanın da ötesinde, ona muhtaçtır.
Brecht, kapitalizmin kar güdüsünün acımasızlığını ve kural tanımazlığını kast ederek radikal olan komünizm değil, kapitalizmdir demişti.
Şimdi bu cümlenin, biraz değiştirilerek kurulması gerekmektedir.
Artık radikal olma sırası komünizmdedir.