Sakınılması gereken üç tip-Metin Çulhaoğlu
Sosyalist hareketinin birbirini izleyen kuşaklarla geçmişten günümüze uzandığını biliyoruz. Acılı kuşak, romanesk 37liler, 68 kuşağı, 57liler, 12 Eylül çocukları ve nihayet Haziran gençliği, bir kronoloji içinde kuşaklara verilen adlar oluyor.
Her kuşak, aktif olduğu döneme üstünlükleri ve zaaflarıyla birlikte kendi rengini katar. Zaaf olarak tanımlanan özelliklerle üstünlük sayılan başka yanlar arasında diyalektik bir ilişki olduğu da söylenebilir. Örneğin, bir kuşakta zaaf sayılan özelliklerin aynı zamanda önceki kuşaklara göre kimi üstünlükleri beslemesi ya da belirli üstünlüklerin kimi durumlarda ortamı zaafa uğratıcı sonuçlara yol açması gibi
Bunlar normal, daha doğrusu kaçınılmazdır.
Ancak, bu kabule rağmen, törpüleyici girişimlerden, bu girişimlere uygun ortamlar yaratma çabalarından geri durmamak gerekir. Sosyalist mücadele adeta serbest piyasa mantığıyla bırakın üstünlükler ve zaaflar birbiriyle boğuşsun rahatlığı içinde yaklaşılabilecek bir uğraş değildir.
Uzatmadan açık konuşalım: Sosyalist hareketin son dönem kuşaklarında dikkat çeken özelliklerden biri ego şişkinliğidir.
Belirli bir özgüven, iddialılık, kararlılık, daha önceki kuşakların hepsinde vardı; kastettiğimiz bu değildir. Kastedilen, egoların, önceki kuşaklara göre daha öne çıkması, kolaylıkla bastırılamamasıdır.
Böyle bir Türkiyede tutup solu, mücadeleyi seçtik, eh biz de biraz
diye düşünebilirler. Gerçekten saygın bir tercihtir. Gelgelelim, zaman zaman kişisel ölçeğin ötesine geçen sıkıntılar da yaratabilmektedir; boş bırakılması, sineye çekilmesi düşünülemez.
Salt kendileri açısından değil, Türkiye sosyalist hareketinin geleceğe daha sağlıklı yürüyebilmesi için
***
Somut konuşmak için dikkat çeken üç tip üzerinde duracağız.
Birinci tip: Yerleşik deyişle bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlardır. Parlak kişilerdir; olgular ve durumlar arasında yaratıcı bağlantılar kurup bir fikirle ortaya çıkarlar. Fikir ilk bakışta gerçekten parlak, en azından ilginç ve tartışmaya değer olabilir. İyi de, ya maddi gerçeklerle ve tarihsel kronolojiyle örtüşmeyen yanlar taşıyorsa?(Klasikleşmiş bir örnek: Kemal Tahirin eski bir kurgusuna göre Sovyet rejimi önce Sultan Galiyevi sonra Mustafa Suphiyi aynı kaygıyla öldürtmüştür. Oysa Galiyev Mustafa Suphiden 19 yıl sonra ölmüştür).
Eskidendi, Kemal Tahirdi deyip geçmeyin. Şimdikiler çok daha fazlasını yapıyor (internetteki sözlükler bu özensizliğin genç işi olduğu besbelli sayısız örneğiyle doludur).
İkinci tip: Benzetmelerde kullanılan kötü adamlarla temayüz eder. Gerçi eski kuşaklarda da vardır ve sosyalist harekette başlı başına bir hastalık sayılamaz. Bernstein, Kautsky, Plehanov, Martov vb. 1960lardan bu yana sol içi tartışmalarda birilerinin benzetildiği kötü adamlar olagelmiştir. Hastalık değil, olsa olsa çocukluktur. Ancak bugün başka bir tip daha türemiştir. Bu tip, yerleşik ve köklü bir yapı olarak kutsadığı örgütün henüz mücadele döneminde olduğunu unutup bir tür kuruluş dönemi illüzyonu içinde bu kez kötü adamları Hruşçova, Gorbaçova benzetmektedir!
Ciddi bir hastalık sayılıp tedavi edilmesi gerekirken A ne kadar ilginç diyenler çıkabilmektedir.
Üçüncü tip: Eleştiride tekelcilik iddiasındadır. Başkaları da vardır, ama en çok Yalçın Küçük eleştirisi söz konusu olduğunda görülür. Egosu şişkin genç, bir Yalçın Küçük eleştirisi yapmıştır. Kendince Küçükü orasından burasından almış, irdelemiş, boşluklarını saptamış ve işini bitirip bir kenara koymuştur. Bundan sonrası, başka Yalçın Küçük eleştirilerine karşı amansız bir saldırıya geçmek, bu eleştirilerin ne kadar yersiz, temelsiz ve ıvır zıvır şeyler olduğunu anlatmaktır.
Öyle ya, Küçük eleştirilecekse bunu kendisi zaten yapmıştır ve bunun üzerine söz söylemek kimsenin haddine değildir
***
Anna Kareninanın (Tolstoy) açılış cümlesidir: Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; her mutsuz ailenin mutsuzluğu ise kendine özgüdür.
Bizde de her kuşağın zaafı kendine özgü olsa gerek.
Bunların üzerine gidelim ki sonrası birbirine daha çok benzeyen, daha mutlu kuşaklarla gelsin