Türkiye laiktir, laik kalacak!
Kemal Okuyan
Türkiye laiktir, laik kalacak olağanüstü kötü bir slogan olarak, artık daha az çalınıyor kulağımıza
Statükocuydu her şeyden evvel. Son tahlilde, kitlelere belli bir doğrultuda enerji yüklemeyi hedefler slogan. Mevcut duruma güzellemenin ne kadar cazibesi olabilir ki? Bana daha çok şeytan kovuculuk gibi gelirdi, bir tür haç çıkarma
Sonra, kimsenin dokunamayacağı, her şeyin üstünde bir kuvvete sırt dayandığını ele verirdi bu slogan. Çatlasanız da, patlasanızda, laikliğe dokunamazsınız! Tamam, slogan bir inancı, bir dileği işaret eder ve her durumda başarı garanti değildir. İspanya İç Savaşında, No Pasaran, Geçit Yok, sloganıyla da daha sonra çok dalga geçmişti faşist katiller, işte geçtik, naber gibisinden. Ne yapacaktı Cumhuriyetçi güçler? Geçemeyebilirsiniz diye bir slogan olabilir miydi? Faşizmi Kahredebiliriz mesela! Ancak Türkiye laiktir, laik kalacakta başka bir sakillik vardı, ifadedeki kesinlik mücadele azminden, kararlılık beyanından kaynaklanmıyordu. Kutsallığı fetişleştiren bir ideolojiye karşı alabildiğine kutsallığa, devlet kurumlarının kutsallığına bel bağlayan bir yaklaşım söz konusuydu.
Son olarak, mevcut Türkiyeye belli bir başlıkta da olsa, düpedüz olumluluk atfediliyordu ki, bu olacak iş değildi. Öncesi bir yana, Milliyetçi Cephe iktidarlarını, 12 Eylül faşizmini, Turgut Özal gericiliğini, Çillerli Erbakanlı yılları yaşayanların Türkiyedeki laikliğe övgü düzmesinde hastalıklı bir yan olduğu açıktı. Bunu söylemekle kuşkusuz bugünkü tablonun öncesiyle aynı olduğunu iddia etmiş olmuyoruz. Dinselleşme yalnızca nicel değil, nitel bir gelişme kaydetti yıllar boyu. Kavramın böyle kullanılmasından rahatsızlık duysam da, Türkiye bundan 40 yıl önce laik bir rejime daha yakındı muhakkak ki. Ama hep söylediğimiz gibi, sömürü düzeninin laiklik ilkesini ayakta tutması mümkün değildi ve bu düzenin dinselleşme karşısında dirençli bir laik model üretmesi de söz konusu olamazdı.
Gelelim Türkiyede laiklikle ilgili tartışmalara geçmişte mesafeli duranlara. Şimdi unutmuş olabilirler, birçok marksist, konuyla ilgili tartışmalara Türkiyede şeriat tehlikesi yok tezi ile giriş yapardı. İrandan farklıydık, Türkiye burjuvazisinin şöyle özellikleri vardı, dünya sistemine şuradan bağlıydı vesaire, vesaire, vesaire
Üzerinden epey zaman geçti, Türban Neyi Örtüyor broşürünü yayınladığımızda, tehlikeyi abarttığımız bile söylenmişti. Oysa türbanın neyi örttüğü belliydi, biz de o broşürle kimi marksistlerin büyük ayıbını gizliyorduk bir bakıma.
Aslında bu çok bilmişler o dönem pek küçümseyip alay ettikleri Türkiye laiktir laik kalacakçılarla aynı şeyi savunuyordu: Türkiyede dinselleşmenin şansı yoktu. Açık konuşalım birileri orduya, diğerleri kapitalizme güveniyordu. Ve ironik bir biçimde Türkiye kapitalizminin dinselleşmeye ihtiyaç duyduğunu, bu nedenle gericiliği bir noktada frenleyemeyeceğini söyleyen bizlere, bırakın bunları da emek-sermaye mücadelesine odaklanın denmekteydi. Şaka gibi! Dinselleşmenin tam da emek-sermaye çelişkisinin göbeğinde boy attığını göremeyecek kadar marksistlerdi! Azıcık öğrendilerse, hocaları piyasa tanrısıyla gökyüzü tanrısını yekvücut hale getirip, kendini peygamber yerine koyan diktatörümüze çok şey borçlular.
Gerçekten, titizliği ile ünlü bu marksistlerin konuya nasıl yaklaştığını yıllar sonra kağıda döksek, trajikomik bir manzara ile karşılaşırız. Bir bölümü gericiliğin bugünkü noktalara gelinceye kadar kapitalizmin iç dinamiklerinde illa bir yol kazasına uğrayacağını düşünüp, entelektüel risk almaya cesaret edemeyenlerdi; bizse fantezi peşindeydik onlara göre!
Şimdi gelinen noktada yine epeyce ayrı bir yerde duruyoruz. Türkiyede gericiliğe karşı mücadele ya da laik bir düzen arayışı, konuya duyarlı en geniş güçlerin birliği sayesinde mevzi kazanmayacak. Dün şeriat tehlikesi yok diyenler, bugün sosyalizm vurgusunu politikasızlık olarak değerlendirirken bir kez daha korkak bir tutum alıyorlar. Türkiyenin aydınlanmacı birikimi gericiliğe karşı elbette yan yana gelecek, kavga edecek. Ancak bunun başarısı temelde, konunun sınıf boyutuna işaret eden ve dinselleşmenin kapitalizme rağmen değil doğrudan kapitalizmin ihtiyaçlarından kaynaklandığını söyleyenlerin güç kazanıp merkeze yerleşmesine bağlı. Diğer türlü, ilericilik bu ülkede kötürümleşmeye mahkum!
Sözün kısası, Türkiye laik kalmayacak ama mutlaka laik olacak!
Türban tartışmaları sırasında bazı solcular TKP'yi eleştiriyor, türbanın özgürlük olduğunu, türbana karşı çıkmanın solculuk olmadığını söylüyorlardı. Bunları söyleyenler yanıldı, TKP yöneticileri yine haklı çıktı. Türbanın özgürlük olmadığını, iktidar tarafından kullanıldığı, siyasi iktidarın da demokrat olmadığı bugün ortaya çıktı. Dinci bir zihniyetten demokrat çıkmayacağı belli oldu. Sadece belli olmadı, dinci iktidar gericiliği yaygınlaştırma konusunda çok yol aldı. Şimdi daha zorlu bir direniş hattı örülmeli. Gericiliği yenilgiye uğratmak sosyalist mücadeleden, sosyalistlerin öncülüğünden geçiyor.
Laikliğe saldırı püskürtülmelidir
Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarımızı ve geleceğimizi hedef gösteren saldırı talimatına, tüm okulları birer mücadele alanı haline getirerek, yurdun dört bir yanında bir aydınlanma seferberliği başlatarak yanıt üretilmelidir.
AKP Türkiyesi'nde laiklik büyük bir saldırı altında. İktidarın özellikle eğitim alanındaki uygulamaları, 4+4+4 koduyla hayata geçirilen gerici uygulamalar, müfredatın dinselleştirilmesi, okulların imam hatipleştirilmesi gibi uygulamalar daha da karanlık bir tablonun hazırlanmakta olduğunun işaretlerini vermişti.
Son olarak Millî Eğitim ve Din Şuralarında gündeme getirilen başlıklar ise konunun ne denli ciddi olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Geçen hafta yapılan 19. Millî Eğitim Şurası'nda şu kararlar alındı:
- Anaokullarında değerler eğitimi verilecek. Bu kapsamda, 36-72 aylık çocuklara okulda, Allah kavramı ve Allah sevgisi anlatılacak, cennet ve cehennem kavramları öğretilecek,
- Okul öncesi ve ilkokulda kullanılan eğitim aracı metinlerde Anadolu ve İslam kültürüne ait masal, hikaye, şiirlere yer verilecek,
- Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi 1., 2. ve 3. sınıflara da getirilecek,
- Kutlu Doğum Haftası ve Aşure günü, Belirli Günler ve Haftalar kapsamına alınacak; okullarda kutlanması zorunlu hale gelecek,
- İlkokul 4. sınıfta 2 saat görülen İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi kaldırılacak.
- Osmanlıca dersi, İmam Hatip ve Sosyal Bilimler liselerinde zorunlu hale gelecek, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak okutulacak.
Alınan bu gerici kararların yanı sıra, Şura'da ana okullarında kız ve erkeklerin ayrılması yani karma eğitime son verilmesi gündeme getirildi.
Millî Eğitim Şurası'nın ardından yapılan Din Şurası'nın açılış konuşmasını yapan Recep Tayyip Erdoğan laikliğe, bilimin ve aklın yol göstericiliğine karşı olduğunu açıkça ifade etti. Laiklik karşıtı icraatlarını "defansı bırakıp ofansa (saldırıya) geçmek" olarak pazarladı.
Bilime, akla ve laikliğe karşı olduğunu artık açıkça ifade etmekte bir sakınca görmeyen AKP iktidarı tehlikeli bir işe soyundu. Anaokul sıralarından itibaren çocuklarımızın zihinlerini hurafelerle doldurmak isteyen, 4-5 yaşındaki kız ve erkek çocuklarını birbirinden ayıracak kadar sapıkça düşüncelere sahip AKP'liler, belli ki, Türkiye'nin ilerici birikimini ve aydınlanma tarihini küçümsüyor.
Laikliğe saldırının özgürlüklerimize, geleceğimize, kadınlara, gençlere çocuklara karşı bir saldırı olduğu her geçen gün daha da açık bir şekilde görülüyor.
Laikliğe saldırının bölgedeki gerici terörü desteklemekle bir ve aynı şey olduğu her geçen gün biraz daha berraklaşıyor.
Laikliğe saldırının, dindar ve kindar nesiller yetiştirme isteğinin, köleleştirilen emekçilerin sesini kesmeyi hedeflediği, toplumsal mücadeleleri bastırmayı amaçladığı çok açık.
Din tüccarlığıyla kazanılan milyarları, kurulan baskı rejimini korumak için laikliğe saldırı şart!
Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarımızı ve geleceğimizi hedef gösteren saldırı talimatına, tüm okulları birer mücadele alanı haline getirerek, yurdun dört bir yanında bir aydınlanma seferberliği başlatarak yanıt üretilmelidir. Türkiye'nin ilerici insanları, aydınları, gençleri, emekçileri gerici rejimin bu saldırısını püskürtecek; laik, özgür ve eşit bir geleceği örgütleyecek güçtedir.
ileri
Laisizme dönüş ve büyük savaş-Deniz Hakan
İslamın yayılmasında en büyük katkıyı sunanın Muhammed peygamber olduğu kabul ediliyorsa, ikincisinin Amerika olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Nisan 1947de Cumhuriyet gazetesi, Truman Doktrinini ve Türkiyeye Amerikan yardımı kabulü müjdesini ön sayfada şeyh resimleriyle birlikte veriyordu; ardından imam hatipler ile zorunlu din derslerinin geldiğini biliyoruz. Amerika, Mısırda Nasırı, Afganistanda Sovyetleri geriletmek için yobazizmi destekledi; sonra 12 Eylülde, yükselen sol harekete ve Kemalist Cumhuriyete karşı Türkiyeye saldı, hemen sahiplenen sermaye ile birlikte azizler katındadır. Yalnız şimdi bir sorunları var, şişeden çıkardıkları cin içeri girmiyor, Amerikadan yürü ya kulumunu alan, kendi halifeliğine koşuyor. Bir tuhaf heretizm diyebiliyoruz. Ve diyalektik mi, bilmezler, laisizmi bilemektedir.
12 Eylül: İrana cevap
Alain Frachon ve Daniel Vernetnin LAmérique messianique: Les guerres des néo-conservateurs, Mesyanik Amerika: Neo-konservatiflerin Savaşı adlı kitabında anlatılanlar, Obamalı, Erdoğanlı, Işidli günümüz sahnesinde yeni bir anlam kazanıyor, bir başka yüzünü gösteriyor da diyebiliriz. Soğuk Savaşta nükleer konusundaki görüşleriyle Stanley Kubrickin ünlü Dr. Strangelove filmine konu olan ve neo-konservatiflerin gelmiş geçmiş en ünlü isimlerinden olup 1985te Ronald Reagandan Başkanlık Özgürlük Madalyası alan Albert Wohlstetter, Amerikanın İrandaki Sovyet etkisinin önüne geçmek için başa getirdiği Şahın düşüşünden hemen birkaç gün sonra İstanbula geliyor ve Boğazda, içlerinde Türklerin de bulunduğu anlaşılan davetlileriyle yemek yiyor. Yemekli toplantının konusu, İran Devrimi ve Türkiyedir. Amerika İranı elinden kaçırdığı gibi bir de büyük darbe yemiş durumda, bir sonraki darbe Türkiyeden mi gelecek; davetlilerden biri, craignant pour la Turquie le sort de lIran, İranın kaderinin Türkiyenin de kaderi olacağından korkarak soruyor: Est-ce le prochain problème?. Bir sonraki sorun Türkiye mi olacak, Wohlstetter Hayır, diyor, cest la réponse au probleme!, Türkiye soruna yanıt olacak. Darbeyi Amerika değil, Türk halkı yiyor: Wohlstetterin akıl hocalığında, İrandaki Amerika-İsrail karşıtı Humeyni İhtilaline nazire Amerika-İsrail yanlısı İslami bir darbe gecikmiyor. Amerika, İran Devriminin karşısına, kendi Sünni İslam darbesi ile çıkmıştır; mezhep çatışması dedikleri düpedüz sınıf çatışmasıdır ve apaçık önümüzde duruyor, Amerikancı Sünni İslam küresel sermayenin silahıdır.
Şişedeki cin
Ancak, Amerikanın komünizme, Arap milliyetçiliğine ve İran Devrimine karşı kullandığı bu silahın kontrolden çıktığı bir dönemdeyiz, ve vurduğu yalnızca İkiz Kuleler olmuyor. Afganistandaki projenin mimarlarından Brzezinski 2006ya gelindiğinde, şişeden çıkarttıkları cinin bir problem olmaya başladığını kabul ediyor, ancak sınırlı bir etkisi olduğunu savunuyordu. Alman Der Spiegel dergisine verdiği uzun mülakatta, Sorun ciddiye alınmalı, ama yalnızca Ortadoğuda ve Ortadoğunun doğusunda etkin olan bölgesel bir tehlikedir, diyordu ve bugün Amerikadan Fransaya tüm televizyon kanalları kendi vatandaşlarının IŞİDe katılış hikayeleri ile eve döndüklerinde beraberlerinde getirecekleri tehlikeleri anlatmaktadır. Bu incelemenin yazıldığı günlerde, İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye ziyaretindeydi ve Erdoğan ile görüşmesinde IŞİDe katılan İngiliz vatandaşları ile sınır güvenliği meselelerinin gündeme geldiği haberleri veriliyordu. Sözünü ettiği sınır, tüm dünyanın Erdoğan eliyle IŞİDe koruyucu şemsiye haline getirildiğini kabul ettiği Türkiye sınırıdır; sınır değil kevgirdir ve savaşın başından bu yana şahin kanatta yer alan İngiltere dahi, artık Erdoğandan IŞİDe desteğini kesmesini istemektedir.
Halk korkusu
Yalnızca IŞİD değil; Arap Baharı İslam kışına dönüştü, her ikisi de Batının koyduğu isimler oldu. Gezi olaylarının patlak vermesinden bir ay sonra ve artçı sarsıntıları devam ederken, Amerikanın ünlü Brookings Enstitüsü, Turkey, Tunisia, Egypt: Dismantling the Islam State raporunu yayınlıyordu, dismantleı tasfiye ya da sökme olarak çevirebiliyoruz ve Amerikan gazetelerinin Obamanın IŞİDe karşı savaş ilanını aynı ifade ile dismantling the Islam State verdiğini not düşmek önemlidir. Elbette Obama IŞİDden, ve Brookings raporu Türkiye, Tunus ve Mısırdaki islam devletlerinden söz ediyor, ancak arada geçişlilik bulunuyor. Brookings raporunda, Gezinin ağaç kesilmesine değil, Taksimin göbeğine cami yapma ısrarına karşı olduğu, hissedilir bir korku ile kaydediliyor ve tasfiye ya da söküm işini halkların yapmasından duyulan korku var; çok geç olmadan, acilen reform yapılmalı, çağrı budur ve Mısır için pek geç olduğunu söyleyebiliyoruz. Talihin bir cilvesi, raporun yayınlandığı tarih, 3 Temmuz 2013, aynı zamanda Mısırda Müslüman Kardeşlerin halk ayaklanması ve ordu müdahalesi ile iktidarından indirildiği gün oluyor. Bir yıl sonra, aynı Müslüman Kardeşlerin Tunusta da iktidarı kaybettiğini biliyoruz. Amerikanın fazla palazlanmış ve şımarmış çocuğu islam artık başıbozuktur ve kendi başına, söz dinlemeden hareket ettiğinde yarardan çok zarar getiriyor; Amerika eliti ve bu arada İsrail, özellikle Mısır söz konusu olduğunda, Amerikanın, başladığından kötü bir yerde olduğunu kabul etmektedir.
Malala ile Erdoğan
Truman döneminde, televizyonlarda, afişlerde komünizm bir canavardı; dönemin Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Arthur K. Vanderberg, Amerikan halkını cehennemle ürkütmek diyordu. Türkiye de bu hikayede, pek hak etmese de, Yunanistanın yanında, komünizme karşı korunması gereken bir damsel in distress oluyordu. Bugün ise komünizm cehenneminin dehşet öyküleri, yerini IŞİDin kelle kesen görüntülerine bırakıyor ve Nobel Barış Ödülü, kızların eğitim hakkını savunduğu için Taliban tarafından vurulan ve ileride Pakistanın başbakanı olmak istediğini söyleyen 17 yaşında bir Pakistanlı kız çocuğuna veriliyor. Bu kez cehennem ve kurtarılması gereken kız gerçektir, ve ne acı, 17 yaşındaki Malalanın başarısı Taliban tarafından vurulmak oluyor. Amerika, kendi yarattığı cehennemde, spotu 17 yaşındaki Malalaya çevirdiğinde ise, Amerikan basınında Erdoğana bu kez elbette damsel in distress değil, canavarı besleyen kötü adam rolü kalıyor; tarihin öcü diyebiliyoruz.
Oyun içinde oyun
Artık Amerika için, IŞİDe karşı savaşındaki en büyük engellerden biri ve hatta bir numaralı sorumlusu, Amerikanın Ortadoğudaki Sünni oyunu içinden kendi oyununu çıkarma peşinde koşan ve tam da bu nedenle IŞİDden vazgeçemeyen Tayyip Erdoğandır. 2014ün Kasım ayında, Erdoğanın krizlerini gittikçe daha sık tetikleyen New York Times gazetesi, Erdoğanın kendisini halife sandığını ya da Sünni halifelik hayali kurduğunu yazdı. Makalenin yazarı, New York Timesın ünlü Ortadoğu analistlerinden Thomas L. Friedmandı. Friedmanın bir diğer özelliği ise, analizlerinde Freudien bakış açısını benimsemesiydi; Erdoğanı psikolojik bir vaka olarak ele alıyorlar. Tutarlıdır; Erdoğan oyun içinde oyun peşinde koşuyorsa, Amerikanın Sünni devriminden kendisine halifelik çıkarma hayalleri kuruyorsa, Sünni Işid ile savaşamaz, ayak diriyor, diremek zorundadır. Oyun içinde oyun peşinde mi, Erdoğan, Arap Baharı boyunca çok esip gürledi ama yalnızca tek bir liderin devrilmesi için varını yoğunu ortaya koydu: Halife olma hayalleri varsa, diğerlerine değil ve ancak Alevi Esada açık savaş açabilir. Oyunsa, kuralları var.
Primesident the caliph
Ertuğrul Özkök, Papa ziyaretinden bir gün önce Hıristiyan alemine bindirdikçe bindiren, ne islamofobikliklerini, ne ölüseviciliklerini bırakan Erdoğanın, İslam aleminin halifesi gibi davrandığını not ediyor. Hürriyetin yelkenlerinin, rüzgar Batıdan esmedikçe şişmediğini biliyoruz. Ancak yalnız değil; Doğunun Batılı sesi Al Monitorde de Suudilerin Erdoğanın halifelik arzusundan rahatsız olduğu haberlerini okuyoruz. Kral ve oyun çıplaktır.
Brzezinski dönüşü
Bu yazıyı, Amerikanın yoğunluklu İslamizasyon projesinin başlatıcılarından Brzezinski ile kapatmak uygun görünüyor. 2006da radikal islamı yalnızca bölgesel bir tehdit olarak gören Brzezinski, Kasım 2014te çıktığı televizyon programında radikal islamın büyük coğrafyalara yayıldığını ve müdahale edilmezse yayılmaya devam edeceğini söyledi ve ekledi, Önümüzdeki 20 yıl boyunca İslamla savaşacağız. Aynı programda Erdoğan için sözleri ise şunlar oldu: Erdoğan is going through an evolution. He is a president elected in the Kemalist tradition but step by step he is a moving towards a restoration of the religious preeminence, preeminence of Islam, Erdoğan islam egemenliğine dayalı bir restorasyon yolundadır; Good morning after supper, günaydın bile değil, tünaydın, ancak Brzezinskinin kabulü ayrı bir yere oturmaktadır.
Amerika laiklik getirir mi, elbette hayır, Brookings raporunda da görüldüğü gibi, Amerikanın bölgede laiklik korkusu islam korkusundan fazladır. Ancak, kendi planlarında ayaklarına dolanmaya başlayan ve daha kötüsü ölçüsüzlüğü ile bölgede yeni Aydınlanmacı çıkışlar tetiklemesi tehlikesini saptadıkları islamı budamaya, ve bazı örneklerinde de Brookings dili ile reformdan geçirmeye acil ihtiyaç tespit etmektedirler.
Esadı izlerken
Erdoğan ile uzlaşmalı çırağı Davutoğlu, Batı tarafından yirminci kez reddedilmelerine karşın güvenli bölge diye bağırdığında, bu bölgede IŞİDci yetiştirmek istediklerinden kimsenin kuşkusu olmadığı için, artık kimseler dinlemiyor. Bir zamanlar, Time dergisinin Yılın kişisi anketlerinde baş köşeye oturtulan Erdoğan, bu yıl, düştüğü sıradan Esadın listede kendisini geçişini izliyor. Amerika son Ortadoğu seferinde bir yanda Rusya-İran-Suriye cephesi ile, diğer yandan kendi cephesindekilerin beceriksizlikleri ve ölçüsüzlükleri arasında sıkışmış durumdadır; İslama karşı Ortadoğu hamiliğini, Rusya-İran-Suriye cephesi karşısında başarı kazanabilecek güçler toplamak ve yetiştirmek, bunun için kendi cephesini bir yandan genişletirken bir yandan da ona çeki düzen vermek için kullanma arzusu olduğu görülüyor. Amerika, bu sıkışmışlık içinde ve Mısır ve Tunusta sineye çekmek zorunda kaldığı karşı-bahar hareketlerinin yayılmasından korku ile ölçüsüz İslamcılık oyununu değiştirmek zorunda kalmış ve Erdoğan ise, oyun içindeki oyununu kaybetmiştir.
Suriye seferinden mezar taşlarına
Zorunlu Osmanlıca dersine, dedelerinin mezar taşlarını okumak ve okutmak için ihtiyaçları varmış, demek mezar taşlarına ve tarihe meraklılar. Amerikan şemsiyesi altında, Amerikaya rağmen Suriyeye kendi seferlerine gitmek isteyenler, gene Suriye zaptı hayalleri kuran Menderese bakabilirler. Tarih, hayal ve oyun dinlemiyor. Halklar hiç dinlemiyor.
Büyük savaş
Yanılgıya düşmemek gerekiyor, medya medyalıktan ve seçimler seçimlikten çıkmıştır, eğitim yalnızca cahilleştirmek için vardır, Amerika ile sermayenin onlarca yıllık islamizasyon projesi akılları önemli ölçüde teslim almıştır; ancak yaşama güdüsüne dokunamıyor ve halklar, Mısırda, Tunusta, Gezide, hayır yaşam tarzını değil, işte bu yaşama güdüsünü kuşanıyor. Laisizme dönüş var, Hazirana açılıyor. Amerikanın korkusu ve Erdoğanın gittikçe hiddetlenen kavgası bundandır.
Erdoğan, tarihin kurallarını olmasa da, savaşın ciddiyetini kavramış görünüyor; bundan sonrası aynı ciddiyeti devrimcilerin kavrayıp üstlenmesine kalıyor. Amerikanınki çok ayrı, ve bizim savaşımız kapıdadır.