İktidar-Ercan Gündoğan
Amerikan siyaset bilimine giriş kitapları, iktidarı, olağan durumda yapılmayacak olanı yaptırabilme yeteneği olarak tarif eder. Yapmayacağı şeyi bir kişiye yaptırabilmek. İlk başta işe yarar bir tanımdır bu. En azından sözlük düzeyinde... İktidarın türlerinden de bahsedilir. Örneğin, biyolojik ya da kültürel, entelektüel, ideolojik iktidar... Fakat, siyaset biliminin ilgilendiği iktidar, siyasal iktidardır, denir.
Ama, siyasal iktidarın devlet hali ele alındığında, iktidar ve yetki (authority) ayrımı da yapılır. İlki bir yetenekken, diğeri, sadece bir yetkidir. Yetkili kılınanlar devlet memurları ve bürokrasidir. Onlar yetkilerini, seçmenleri temsil edenlerden, yani, seçilmişlerden alırlar. Bu nedenle de, seçenlerin seçilmişlere, onların da atanmışlara olan üstünlüğü teorik düzeyde kabul edilir.
Devletin içinde, seçilmiş ve atanmışların toplamı, dar anlamda yönetenler olup, Gramscinin deyimiyle bir siyasal toplum oluştururlar. Bu toplumun dışında kalanlar da, yine Gramscinin tarifiyle, sivil toplumu.
İktidar sahibi öyleyse siyasal toplum, olağan durumda yapmadığı yaptırılabilen de, sivil toplumdur. Öyle mi, tam olarak değil!
***
İktidar sahiplerinin oluşturduğu siyasal toplum, neticede sivil topluma dayanır, en basit şekliyle, devlet vatandaşlar toplamının üzerine oturur. Bu durumda, sivil toplum tanım gereği ya iktidarsız hale gelir, ya da, iktidarı, siyasal toplum halinde, biçim değiştirmiştir. İktidarsızdır denilirse, tam anlamıyla devlet-sivil toplum ayrımına, zıtlığına ulaşmış oluruz. Yok eğer, biçim değiştirmiş dersek, esas iktidar kaynağı sivil toplumdadır, ama, o, gelişip devlet haline gelmiştir demiş oluruz. Bu durumda, sivil toplum, toplum değil, toplumun hakim kesimleri anlamına gelir. Klasik terimlerle, sivil toplum burjuva sivil toplumudur, bu toplum da, kendi siyasal iktidarını yaratmıştır, deriz..
Özetle, toplum mu, sivil toplum mu? İlki, basit bir devlet-toplum ayrımına, ikincisi ise, burjuva sivil toplumu, burjuva iktidarı ayrımına götürür bizi.
***
Marksistler açısından, toplum değil, burjuva sivil toplumu vardır. Toplum, tanımsızdır, olsa olsa, toplumsal ilişkilerin bütünü anlamına gelir... Bu nasıl bir bütündür, parçaları nelerdir, diye sorulur. Marksistler için burjuva sivil toplumu siyasal iktidarın altında ve öncesinde, ekonomik iktidarın" kurulduğu alandır. Bizzat bu nedenle, Marks, sivil toplumu, burjuva politik ekonomisinin alanı ve konusu olarak görür. Bu toplum, burjuvazinin (kapitalistlerin) toplumsal (iktisadi düzeyde) iktidarını kurduğu alandır, aşamadır, seviyedir.
***
Bu kısa sunuşa, yaşamsal son bir ayrımı daha ekleyelim: Siyasal iktidar-devlet iktidarı ayrımını. Kırk yıl öncesinin hararetli tartışmalarından biridir. İngiliz Marksisti Miliband bu ayrımı zorunlu görmüş, Althusserci Poulantzası özellikle bu ayrım üzerinden eleştirmiştir. Bu ayrımın yaşamsal önemi, siyasal iktidarı ele geçirmenin, devlet iktidarını tümüyle ele geçirmek anlamına gelmediğini gösterebilmesindedir. En basit anlamında, seçilmek ya da ele geçirmek yetmez!
Devlet hemen ve tümüyle ele geçirilemeyen, burjuva sivil toplumun içinde, onunla sayısız bağlar halinde gelişmiş, geniş, yaygın ve derin bir iktidar alanı, ağı ve kurumudur. Ama, devletle burjuva sivil toplum arasındaki ilişkinin karmaşık doğası, ilkinin ikincisinin içinde yer alışı, devletin araç olduğu gerçeğini değiştirmez. İktidar sahipleri ve bu iktidarı kullananlar vardır! Bu iktidarın nasıl oluştuğu, nasıl kullanıldığı, kurumsal niteliklere kavuşmuştur. Ama, yine de, ele geçirmek, bırakın zorluğunu, yetmez de. Ama, bu ele geçirmek anlamsızdır demek, hiç değildir!
***
Hem Marks hem de onun en teorik takipçisi Lenin, burjuva sivil toplum içinde iktidarın ele geçirilemeyeceğini, iktidarın ancak siyasal olarak elde edilebileceğini biliyorlardı. İşçi sınıfı, iktisadi alanda iktidarsızlaştırılmış, bu alandan giderek siyasal iktidarı ele geçirmesi baştan önlenmişti. Bu nedenle, doğrudan siyasal iktidar hedeflenmeliydi.
Hedeflemek de yeterli değildir. Marks ve Leninin zor teorileri, iktidarın seve seve, gönüllü olarak terkedilmeyeceği gözlemine de dayanır... İktidarın alınması, olağan yollara değil, devrimci bir sürece dayanabilirdi ancak. Bu süreç iktidara gelindiğinde de devam etmeli, özellikle mevcut devlet hemen dönüştürülmelidir. Ele geçirilen siyasal iktidardır, henüz devlet iktidarı değildir. Devlet, başka bir sınıfın yarattığı, kendine malettiği bir devlettir. Eski iktidar sahiplerinin çıkarlarına, ilişkilerine, amaçlarına uyumlu biçimde gelişmiştir.
***
Bu yazılanlardan, özellikle, siyasal iktidarın hedeflenmesi ve ele geçirilmesi yönünde bir kavrayış, mücadele, 1980 öncesi Türkiye sosyalistlerinin en üstün yanlarıdır. Daha sonra özeleştiri obsesyonuna tutulanlar, o dönem sosyalislerini, iktidar obsesyonlu diye tanımlamışlar, hatta küçümsemişlerdi... Eksik ve kusur çoktur, ama başka yerlerde aranmalıdır. İktidarın önemsenmesi ve hedeflenmesinde değil!
Sosyalizm bir kültür sorunudur türünden sözler (hatta stratejiler), toplum, sivil toplum, burjuva sivil toplum arasındaki farkı görmez. İroniktir, devleti burjuva sivil toplumdan kopabilen, yüzer gezer, kendi hayatını yaşayan, ayrı bir yaratık olarak görür ama. Daha vahimi, devletin araçsal niteliğini geri plana atarak, araç olarak kullanılan iktidarın ele geçirilmesine yönelik mücadeleyi bizzat burjuva sivil toplumun içindeki kültür ve ideoloji mücadelesine indirger.
Olağan durumda bir kişinin yapmayacağını yaptırabilme yeteneği, güçlü olanla, güçsüz olanı, yani, iktidarda olanla, iktidarsızlaştırılmış olanı gerektirir. Bu türden bir ilişki, karmaşık yapısal dinamikleri gerektirir. Ama, neticede, araçsal iktidar ilişkisi, ilişkileri, ortaya çıkar. Bu araçsal ilişki ortaya çıkınca, her türden kültür de gelişir.
***
Hegel gibi düşünüp, şöyle diyelim: Devletten polisi, orduyu, mahkemeleri, okulları ve müfredatlarını, meclisleri, bakanlıkları, valilikleri, istihbarat teşkilatlarını... çıkarın... Geriye burjuva sivil toplum ile o çoğu parçası yok olmuş devlet arasındaki sayısız bağ kalır. Ama, onlar da kalamaz, çünkü, hemen parçalanmaya başlarlar. Marksın dediği gibi, devleti bir arada tutan aslında bu burjuva sivil toplumdur. Ama, bu tespit, sosyalistler için hiç de sivil toplumculuğu ima edip, önermez. Çünkü, yukarıda yazıldığı gibi Marksın (ve Leninin) teorisini benimseyeceksek, altta ve esas olan burjuva sivil toplumu doğrudan parçalama, çözme imkanı, ancak, siyasal iktidarın ele geçirilmesiyle olanaklıdır.
***
Siyasal iktidara uzak görünen bir sosyalist hareket için bu yazı ne anlama geliyor?
Siyasal iktidara uzak görünen bir sosyalist hareket nasıl ortaya çıktı? Sosyalizmi kültür sorunu olarak gören, devletten çok sivil topluma bakan bir hareket geliştiği için. Bu hareket, burjuva sivil toplumu, Marks gibi, politik ekonominin alanı olarak görmedi. Onun yerine, kültüre (özellikle politik kültür) bakıp, "resmi" ideoloji eleştirisine yöneldi. Hatta, burjuva sivil toplumunun otoriter devlete karşı güçlendirilmesi gibi, liberal, liberteryan projelerin peşinde koştu.
Türkiye sosyalist hareketinin, güçlenme, yayılma, kitleselleşme çabalarında başarı, iktidarın ele geçirilmesi perspektifine tekrar kavuşmakla olanaklıdır. Bu başarı, burjuva sivil toplumun tüm sorunlarının, siyasal iktidar alanıyla ilişkilendirilmesi, tekrar o eski, küçümsenen, iktidar obsesyonunun hareketin merkezine yerleştirilmesiyle, yakalanbilir.
***
Nasıl başlamıştık? Olağan durumda bir kişinin yapmayacağını yaptırabilme yeteneği anlamında, iktidar tanımıyla....Ama, bu türden bir yetenek önce burjuva sivil toplumunda burjuvazi tarafından gelişmekte, sonra siyasal iktidar ve daha geniş anlamda devlet iktidarı biçiminde daha üst seviyelere çıkmaktadır.
Bu iktidar ilişkisinin çözülmesi ise, alttan yukarı olmaktan çok (bu mücadelenin başlangıcı ve yönünü gösterir, çözme yönünü değil), yukarıdan aşağıya gerçekleşebilir. Bunun için de, her zaman, her yerde, siyasal iktidar hedeflenmelidir.
***
Türkiye sosyalistlerinin eski iktidar obsesyonu, son derece teorik, bilimsel ve sağlıklıydı.