Karşı-devrime karşı devrim-Can Soyer
Son bir haftada gündeme giren tartışmalara bakalım.
Kadının erkekle eşit olamayacağı...
Çalışan kadının fuhuşu yaygınlaştırdığı...
Osmanlıca derslerinin müfredata sokulması...
Karma eğitimin kaldırılması önerisi...
Cumhuriyet devrimlerinin köpekleştirme olarak adlandırılması...
Türkiye Cumhuriyetinin gereksiz bir parantez olarak tarif edilmesi...
Mustafa Kemale manşetten küfür edilmesi...
Din adamlarına saldırı vakti, ne gerekiyorsa yapın talimatı...
Türkiyede siyasetin yerleşik kabulleri ve Türkiye toplumunun geleneksel hassasiyetleri konusunda az çok fikri ve deneyimi bulunan herhangi birinin ağzını açıkta bırakacak sözler bunlar.
Birçok insanın nasıl olabilir, bu sözler nasıl sarf edilebilir? diye düşündüğünü, içten içe bu sorunun kafalarda döndüğünü tahmin etmek zor değil. Çünkü Türkiyede şimdiye kadar kimsenin açık açık söylemeye cesaret edemeyeceği sözler bunlar.
Elbette bu düşünceler yeni icat edilmedi. Türkiye kapitalizminin yüz yıllık modernleşme sürecinde, burjuvazinin ve devletin bir siyasal ve ideolojik aygıt olarak hep el altında tuttuğu İslamcılık, buna benzer düşünce ya da sorgulamaları hep taşıdı, yaymaya çalıştı.
Ancak bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir bakan, bir milletvekili, bir vali, bir müsteşar, bir müdür, bir kurum temsilcisi, kısacası kamusal kimliğiyle tanınan bir devlet görevlisi hiç bu türden sözler sarf etmeye cesaret edemedi.
O halde yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık.
AKPnin ve Erdoğan rejiminin son haftalarda gaza basmasının, gerici dönüşümü tamamlamak için faşizan yöntemlere başvurmasının, hem söylemde hem de tarzda giderek sertleşmesinin arkasında bir neden yatıyor olmalı. O neden ise, AKPnin 12 yıldır sürdürdüğü karşı-devrim mücadelesini artık sonuca ulaştırmaya çalışmasıdır.
2002den bu yana adım adım tasfiye edilen Birinci Cumhuriyet, şimdi yeni bir rejimin kuruluş ilanıyla tarihe gömülmek istenmektedir. 1923de tarihsel niteliği ve gerçekleştirdiği sıçrama ile bir devrim sıfatını hak eden hamle, şimdi bir karşı-devrimle baş başadır.
Karşı-devrim adım adım örgütlenmiş, mevziler kazanmış, iktidarı ele geçirmiş ve nihayetinde kendisini resmileştirerek zaferini ilan etme noktasına gelmiştir.
Osmanlının yeniden ihyası ve Cumhuriyetle birlikte kazanılan tüm ilerici kazanımların, sadece filliyatta değil, resmi olarak da tasfiyesi anlamına gelen karşı-devrim, bu uzun koşuda ipi göğüslemek istemektedir artık.
Velhasıl, ortada ne bir diktatörün delirmesi ne de kimi resmi görevlilerin kastını aşan sözler sarf etmesi vardır. Son bir haftada tanık olduklarımız, AKPnin karşı-devriminin tamamlanma aşamasına, resmileşme noktasına gelmesidir.
Bu karanlık tabloda, biri AKPyi diğeri Türkiye halkını işaret eden iki nokta ise gözlerden kaçmamalı.
AKP, her ne kadar bir karşı-devrimi resmileştirme aşamasına gelmiş olsa da, bunu artık iktidarını tümüyle garanti altında gördüğü, zafere eriştiğine emin olduğu için, yani başarısını tescillemek adına değil, tam tersine, iktidarının giderek sallanmaya başladığını, ayaklarının yere sağlam basmadığını gördüğü için yapmaktadır.
Diğer bir deyişle, AKP, tüm toplumu ve Türkiyenin ilerici birikimini teslim aldığı için değil teslim almak için, yendiği için değil yenmek için, yok ettiği için değil yok etmek için karşı-devrimini resmileştirmeye çalışmaktadır.
Türkiye halkı ise, çeşitli biçim ve ölçeklerde AKPnin karşı-devrimine direnmeye, daha da fazla direnmek için güç biriktirmeye devam etmektedir. Tüm şiddet ve baskıya, ideolojik manipülasyona, kara propaganda tekniklerine karşın, Türkiye toplumunun önemlice bir kısmı AKP karşısında sağlam bir pozisyon kazanmıştır ve bunu korumayı sürdürmektedir.
Yani, AKP karşısındaki direnç, yenilmiş ya da etkisizleştirilmiş değil, tam tersine günden güne biriken bir enerjiye sahiptir.
Önemli olan, bu direncin bir kez daha heba edilmesine izin vermemek, AKP karşıtı mücadeleyi Birinci Cumhuriyet nostaljisinin sığlığına mahkum etmemek, Türkiye halkının önüne ilerici, aydınlanmacı ve özgürlükçü bir sıçrayış seçeneğini koyabilmektir.
Nasıl ki çivi çiviyi sökerse, AKPnin karşı-devrimini de ancak Türkiye halkının görkemli mücadelesi bu topraklardan söküp atacaktır.
Karşı-devrime karşı devrim...
Ülkemizi, bizi bu karanlıktan kurtarmak için ihtiyacımız olan tek şey bir devrimdir.
Ve şimdi tam vaktidir...
Karşı devrimin tescili...-Ahmet Cemal
Birkaç gün önce sona eren 19. Milli Eğitim Şûrâsı, bir gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki ilanı ve itirafı yerine geçti : AKP iktidarının bundan böyle birincil hedefi, 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bütün kurumları ile birlikte tasfiyesi ve geçersiz sayılmasıdır.
Bu bağlamda, Mustafa Kemalin bütün devrimlerinin köpekleşme benzetmesinde yapıldığı üzere olabildiğince aşağılanması ve yürürlükten kaldırılması, dünya tarihinde emperyalizme karşı verilmiş ilk savaş olan Milli Mücadelenin tarih sayfalarından giderek silinmesi, 1923de kurulmuş olan ulus-devletin yerine bir ümmet toplumunun geçirilmesi, Türk adının Müslümana dönüştürülmesi ve bütün bunların sonucunda Sayın Başbakanımızın deyişi ile gereksiz bir parantezin, yani Cumhuriyet Döneminin tarih sayfalarımızdan çıkartılarak tarihimizin kaldığı yerden herhalde Mondros Mütarekesinden ve Sevr Antlaşmasından! bu yana tekrar sürdürülmesi, yazımın girişinde sözünü ettiğim birincil hedefin kapsamındadır.
Dediğim gibi, bütün bunlar, 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etme ve o cumhuriyetin beraberinde getirdiği bütün çağdaşlaşma girişimlerini hükümsüz kılma niyetlerinin açıkça tescilidir.
Peki bu açık ve seçik tescili izleyen zamanlarda neler ola/bilecektir? İsterseniz bunlara da kısaca bir göz atalım:
Her şeyden önce Lozan Antlaşmasının tarihte Türklerin yani bizim muktedirlere göre Osmanlıların - en büyük toprak kaybına yol açan belge olduğu söylemi, yeniden güçlendirilecektir.
Ardından, Mustafa Kemalin aslında Padişaha ve Halifeye başkaldıran bir asi olduğu belki örneğin bir Damat Feritin becerebildiğinden çok daha vurgulu biçimde! dile getirilecektir.
Milli Mücadele gibi, sonu bir imparatorluk yıkıntısının üzerinde Türkiye Cumhuriyeti gibi bir çağdaşlık anıtının yükselmesine yol açan bir serüvenin aslında ne kadar gereksiz(!) olduğu anlatılmaya çalışılacaktır.
Yüzyıllar boyunca halkının okur yazarlık oranının yüzde ortalama beşi geçmeyen Osmanlıdan Anadoluya ancak dipsiz bir cehaletin miras kalmış olabileceği unutularak, cumhuriyetin kazanımları yerine sürekli olarak Arap harflerinin Osmanlı Aydınlanmasına olan katkılarından söz edilecektir.
Ve nihayet, laiklik ilkesi yüzünden bir anda dini elinden gidiveren bir halkın bu eksiğinin giderilebilmesi için yaşadığımız topraklarda, Cumhuriyetin kuruluşundan doksan yıl sonra toplumsal ve bireysel yaşam, tekrara düşünce yerine inanç temeline oturtulacaktır.
..
Evet, bütün bunların gerçekliği, birkaç gün önce sona eren 19. Milli Eğitim Şûrâsının kâğıda dökülen hedefleri ile tescil edilmiştir.
Şimdi, tarihte eşi az bulunur bu Karşı-Devrimin gerçekleşmesine büyük ve ısrarlı çabalarından dolayı, olmayan bir burjuva kültürünün yanılsamaları içersinde zamanlarını neredeyse sadece kaçıncı cumhuriyette olduğumuzu anlamaya çalışmak için harcayan, bu yüzden elimizdeki tek cumhuriyetin de köküne kibrit suyu eken burjuva aydınlarımız ile, aynı çabayı göstermekte geri kalmayan ve ülkenin her büyük bunalımında çareyi(!) kendi içinde parçalanmakta bulan Türk Soluna en içten teşekkürlerimi sunmayı çok acı bir borç sayıyorum!
Karşı-Devriminiz kutlu olsun!