Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

11.12.2014- 20:52

Akıl oyunları
Tunç Sipahi


Hepimiz biliyoruz ki bir ülkede siyasi sonuçları ekonomi politik belirler. Emperyalizm elbette ekonomi politiğe dahildir. Ama topu emperyalizme atmamak gerekir. Emperyalizmi fazla “dışsallaştırırsak”, “akıl oyunu” oynamaya kalkarız ve asıl mekanizmaların analizine başlayamadan stop ederiz.

Ekonomik durum algısı ve ekonomik gelecek beklentisi, aile-yakın çevre-ülke gamında siyasal iletişim kanalları aracılığıyla “bireysel değerlere” dönüşmüş, sembolik bir mercekten kırılarak geçer ve sonuçlara tercüme olur. Mesela 1917. Savaş ve ekonomik yıkım “(a) bu beceriksizliktir (b) daha da ötesi halka karşı bilinçli bir düşmanlığın sonucudur (c) bunun nedeni malikanesine bile gelmeyen aristokratların uzaktan sömürüsü ve bu sömürünün temsilcisi olan çarın marifetidir” saptamalarına dönüştüğü anda kıvılcım çaktı ve Şubat 1917’de çar düştü. Sonrası yeni açılan pencerede hangi siyaset ve ideolojinin işçilerde (kentlerde) yankı bulacağı sorusuna bağlıydı; bu bir. Ama çok daha önemlisi, hangi siyaset ve ideolojinin askerlerin ve ezici çoğunluğu oluşturan askere alınmamış köylülerin zihinlerini ve kalplerini kazanacağı konusuydu; bu iki.

Bolşevikler Şubat 1917’de Petersburg’da 2000, ülke çapında 10.000 kişilik bir örgüte sahiptiler. Hızla çoğaldılar. Bunun nedeni, farklı kanallardan da işlese, işçi-asker-köylü kitlesinin tümüne ortak ve tümünün sembolik algısına uygun bir gelecek önermeleriydi. Sembolik dünya basitti: 1917’de bütün Rusya, en sağdakiler dahil, zaten dünyayı sınıf savaşının merceğinden görüyordu. Bu yüzden mesele bolşevik, menşevik, sosyalist devrimci (SR; köylü partisi diyelim) vb akımların, solun bütününün, bu vasattan ne çıkarabileceği ve hangisinin duruma en çok uyan siyasi hattı örgütleyeceğinden ibaretti. Durum çok açıktı ve (i) savaşı bitirmek (ii) köylülere toprak dağıtmak (iii) çarlığı deviren devrimin burjuva veya sol görünümlü burjuva akımları tarafından “çalınmasını” engellemek üçlüsünün temel gündem olduğu belliydi. Bolşevikler yaz aylarında “tabanı” tutmakta zorluk çektiler. Lenin’in korkusu “işçilerin ve askerlerin sabırsız davranıp erken hareket etmesi yüzünden” yenilmekten ibaretti. Özetle bolşevik mesajını bir cümleye indirgeyebiliriz: “Hepiniz biliyorsunuz ki bu bir sınıf savaşı: Kararlıyız, tutarlıyız, örgütlüyüz ve bu mücadeleyi ancak biz kazanırız”. Tuttu.

Ancak başka zamanlarda, başka ülkelerde, felakete varan ekonomik yıkım ve siyasi baskı koşullarında bambaşka sonuçlar doğdu. Mesela İran’da şah gidecekti; bu 1977 sonrası artık belliydi. Mesele kimin geleceğiydi ve burada dinciler kentleri tutmaya muvaffak oldular: Tahran pazarı, esnaf ve burjuvazi, küçük burjuvayı peşinden sürükleyerek “kararlı ve tutarlıyız” diyen örgütlü dinin peşinden koştu. TUDEH İran’ın sembolik dünyasına nüfuz etme şansını 1950’lerde kaybetmişti. Mücahiddin’i tartışmıyorum bile.  

Akıl dışı görünen Nazi vakasında kitleler açısından o kadar da akıl dışı bir şey yoktu. Hiperenflasyon yaşayan Almanya’da (Ağustos 1922-Aralık 1923), duruma cevap vermeye çalışan Hitler’in komik birahane darbesi Kasım 1923’te başarısız olmuştu. Lakin Hitler sadece 9 ay hapis yattı, devletin ve küçük burjuvazinin desteğini aldı. Hatta büyük burjuvazinin radarına bu sayede daha fazla girdiği söylenebilir. 1922-23 krizinde ol(a)mayan, 1929 krizi sonrasında hızla gerçekleşti. Ne Alman sosyal-demokratları –o sırada hala Marksist olduklarını söylüyorlardı; 1959’a kadar programlarında proletarya diktatörlüğü yer aldı, ne de Alman komünistleri, çok yaygın örgütlenmelerine ve yüksek oy oranlarına rağmen, duruma uygun ekonomik program-siyasal iletişim-stratejik akıl oluşturamadılar. İttifaklar da başarılı olamadı çünkü Junker sınıfı çok güçlüydü: Almanya’da işçi-köylü ittifakı denemek, toprağın bölünmediği bir tarım sektörü varken ve Alman küçük köylüsü Junkerlere isyan etme noktasında değilken, riskli bir oyundu. Junkerler büyük sanayi burjuvazisiyle birleşti. Mevcut partiler ne yapacaklarını bilemedikçe toplumsal destekleri hızla eridi. Olaylar iki yılda oldu bitti.

Fakat arka planda tüm Weimar dönemini bir anlamda boşa harcayan sosyal demokrasi ve komünist partinin gözle görünür hale gelmesi zaman alan erimişliği yatıyordu. Hitler iktidara geldikten bir yıl sonra Almanya’da güçlü bir sol geleneğin olmuş olduğunu toplumun çoğunluğu hatırlamıyordu bile –geleneği savunanlar hariç elbette. Bunu geçelim; Hitler’in çok önünde giden “muhafazakar devrimciler”, zeki ve bilgili Alman sağcı mandarinleri bile hatırlanmıyordu. Oysa ki Alman halkı kendince gayet “rasyoneldi”: Nazilerin Almanya’yı 1929 krizinden nasıl hızla çıkardığını gördükçe bağlılığı da arttı. Onların “doğal” değerlerine uygun bir siyasi dil kurulmuştu: Bu dile artan bir ivmeyle cevap verdiler ve bir süreliğine bu tercih fazlasıyla akılcı bir tercih gibi (de) göründü. Yıllarca “Almanya bu akıl dışılığa sürüklenmez” diyenler için acı bir deney oldu.

Böyle şeyler neden oluyor? Bir ülkenin entelektüel, ekonomik, bilimsel birikimi doğrudan doğruya siyasi sonuçlara tercüme edilebilseydi, olanların çoğu olmazdı. Siyasete tercüme etme süreci/mekanizması bir “akıl oyunu” işi değildir. Teori işi de değildir. Sembolik dünyada yer bulma meselesidir.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 1
11.12.2014- 20:52

Sembol, iletişim, ideolojik mücadele
Tunç Sipahi


Siyaset sembolik dünyada yer bulma meselesidir. Burada kalmıştık. Sembolik dünya deyince hemen semboller, tabular, kutsallar akla gelmesin. Bunlar var ama sembolikten kasıt şu: İnsanlar, ne kadar “bilinçsiz” veya donanımsız da olsalar, tam da akvaryumdaki balık gibi değillerdir. Tarihi, devleti, toplumu, piyasayı, dünyayı –kısaca ekonomi politiği- bir şekilde algılayıp kavrarlar. Zihinlerinde farketmeden bile olsa yeniden kurarlar ve temsil ederler. Bu temsile nüfuz edilemediği ölçüde siyasileşme olamaz. Çünkü siyaset ancak bu düzlemde kurulan bir dildir (de).

Bu temsil “doğal” değildir. “Doğal” demek Fransız devrimiyle bile bağdaşmaz. Elbette insan doğasının bazı sabitlerinin olup olmadığı hep tartışılageldi. Mümkündür; fakat sabitlerin varlığı bile temsili “doğal” yapmaz. Başka bir jargonla, tercihler “dışsal” değildir. Yani zevkler ve renkler pekala tartışılır. Fakat verili bir anda, bir zaman kesitinde, bunu aniden yapabilmek neredeyse imkansız olabiliyor. Bu “imkansızlık momentine” ideolojik hegemonyanın kurulduğu an diyebiliriz. Bütün zihinsel referansların artık dine, milliyetçiliğe, etnik aidiyete, piyasacılığa –faşizmlerde führer, duce, caudillo olan kişiye- dayandığı “momentte” kendi siyasi dilinizle hitap edebilmek, hele hele nüfuz edebilmek imkansız hale gelir.

Yani? Yani hegemonyayı kurdurmayacaksınız. İş işten geçtikten sonra, insanların “sabitlerine” de, geleneksel ideolojik damarlarına da hitap ederek kurulmuş, çatısı çatılmış bir sembolik dünyada yer bulmak çok zordur. “Yapanlar” farkına tam olarak varmasalar bile –evet siyasi özneler dahi “yapıyorlar ama bilmiyorlar” benzeri bir işlevsellik taşıyabilirler- ideolojik mücadelenin taşıyıcıları uzun dönemde son derece önemlidir. Öyle olmasaydı sol liberalizme de, “liberal ihanete” de gülüp geçmemiz gerikirdi. Ama öyle ve tam olarak taşıyıcılarının başlangıçtaki amaçlarına uygun sonuçlar doğurmasa da, gericilik/sömürü çiftinin değirmenine yıllarca su taşıdılar.

Mesela, Batı’nın çevresindeki ülkelerde gericilik “Batı'nın iyi yanlarını alalım” cümlesiyle kurulmaya başlanır. Devamı da şöyledir: “İçine aynı adamları koyalım”. Bir yanıyla inatçılıktır: “Öğrenmeyeceğim, değişmeyeceğim, gelişmeyeceğim”. Öbür yanıyla “ben zaten iyiyim” göndermesinde bulunur. İdeoloji kuran açısından bu cümle “sen zaten iyisin” demektir. Evet, kadınların aklını kapatmak, şiddetle baskılamak, kim varsa fıtratla tanımlamak, okumamak, bilmemek, bir gecede zengin olmayı hakettiğini düşünmek gibi sayılamayacak özelliklerin var, ama aslında sen “Batılılardan daha iyisin, onlardan bu halinle üstünsün” demektir. “Değişmene gerek yok”. Ama bu da yetmez çünkü üstün ve değişmesine gerek olmama halinin nedeni bir ilk oluş halinde önden belirlenmiştir: Predestination veya kaderin doğuştan belirlenmesi. Bu üstünlüğü veren özelliğini –Alman olmak, Sünni olmak, Evangelist olmak, Yahudi olmak, o olmak bu olmak- vurgula ve bizim anlattığımız şekilde yeniden kurgula. Mesaj budur.

Sosyalistlerin de bir dili ve kurulmasını istedikleri bir sembolik dünya var. Bu dünyanın gerçek, doğru, bilimsel olup olmamasından bir ölçüde bağımsız olarak, bu referans sistemi de ideolojik olarak kurulur. Hatta sosyalist özneler de, hitap ettikleri kişiler de ekonomi politiği sembolik merceklerden geçirerek algılarlar. Nedir? “Sınıf mücadelesi önemsizdir” diyen bir sosyalist olabilir mi? “Sınıfsallık temel kriterimiz değildir” diyen bir sosyalist olabilir mi? “Sosyalizm –veya komünizm- bir ütopya olmanın ötesinde, arzulanır ve yapılabilir bir yeni dünyayı, ulaşılabilir bir amacı gösterir” demeden sosyalist olunabilir mi? Bizim dilimizde sömürü, sınıf, mücadele, burjuvazi, emperyalizm, işçi sınıfı vardır. Bizim dilimizde “fıtrat” olabilir mi? Bizim dilimizde “öteki” olabilir mi? Bizim dilimizde “demokratikleşme” olabilir mi? Olamaz çünkü hemen arka plandaki sistematiği çağrıştırır: Birisinde bir din yorumu, diğerinde post-modern bulamaç, öbüründe AB hayranlığı görmemek sosyalist için mümkün değildir.

Bu nedenle her zeminde kendi dünyamızın insanların zihinlerinde yer bulmasını sağlamaya çalışmalıyız. Milyonlarca insan “evet sınıf”, “evet sömürü”, “evet başka bir düzen mümkün” demeye başlarken, o momentte, zihinlerde bir kıvılcımın çaktığı momentte “sembolik dünyada kendimize yer bulma işi” olan siyaset olgunlaşmaya başlar. Bu, Marx’ın “transformasyon sorununa” bulduğu çözüm doğruydu veya “sorun zaten yoktu” demekle –veya, tersinden, doğru-yanlış cetveli çıkarmakla, ya da “emperyalizmin oyunlarını çok iyi analiz ettik” demekle aynı düzlemde bir olay değil. Analiz de, teori de farklı düzlemlerde yer alıyor. Bunlar siyasetin girdileridir. Aynı zamanda sosyalistlerin canlı bir entelektüel yaşamlarının olması için olmazsa olmazdır. Lakin bahsetmeye çalıştığım olguyu doğrudan belirlemez.

Üslupta yumuşak olmak faydalı. Ancak “eklemlenme” momenti geçti. Haziran direnişinin herhangi bir bileşeninden de, CHP ve Kürt hareketinden de, ne ideolojik ne de siyasi bir doğrultu ve netleşme çabası geldi. “Burjuvazinin gizli çekiciliğinden sana fayda gelmez” netliğinde açık, seçik, yalın bir siyasi dilden başka türlüsünü düşünmek mümkün görünmüyor.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]