(karakter sınırından dolayı yazının devamı)
Bin Kalıplı, o günlerde PKKye ve Öcalana yaranmak için öylesine gayret sarf ediyor ki ordunun kimyasal silah kullandığı yolundaki haberleri gazetesinde savunmaya kadar vardırıyor işi:
CUDİ DAĞINDA KİMYASAL SİLAH MI?
NBC ÖRNEK EMRİ HAZIR
Askerler halkı tehdit ediyor: Kimyasal silah atarız. KKK Eğitim Kılavuzu Talimatı bu yetkiyi veriyor. Gerekli teçhizatı da saymış: Sis kutusu, göz yaşartıcı gaz, gaz maskesi, aspiratör. Kılavuz amacı da belirtmiş: Bölücü teröristleri imha. Uzmanlar: Tam bir kontr-gerilla faaliyeti. Cudi Dağı çevresindeki köyler boşaltılıyor. 30 kmlik tampon bölge yaratılıyor. Köylüler ise köyü terk etmemekte kararlı, istekleri gerçekleşinceye kadar köye dönmemekte de. (agy, 23 Temmuz 1989)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bin Kalıplı, sadece Türk Ordusunu şeytanlaştırmakla yetinmez, PKKyi de olduğundan yüz kat daha güçlü göstererek övgülere boğar. Öcalanın gözüne girmek, onu inandırmak için ne gerekiyorsa yapmaktan geri kalmaz. PKKnin Avrupada çıkardığı, Türkçe-Kürtçe yayın yapan Berxwedan adlı dergisinden aktarmalarla süslediği yazılarında PKK güçlerine övgüler düzer. İşte birkaç örnek daha:
Son dönemlerde bölgede büyük ve anlamlı gelişmeler yaşanıyordu. Botanda başlayan hareket dört bir yana taşıyor. Bunun adı Bahar Altılımı. Gerilla güçleri sayısal ve niteliksel bir büyüme içinde bulunuyor. Botanda yoğunlaşan çatışmalar, geniş kapsamlı ve zorlu bir savaşa dönüşmüş. Dağlardaki savaş en üst boyutuna sıçrayıp kıran kırana sürüyor. Devlet güçleri büyük kayıplar verirken, ARGK birlikleri üstün savaş ve moral gücüyle inisiyatifi elde tutuyorlar
(Berxwedan 31.5.89) ARGK, Arteş-i Rizgariya Geli Kurdistan, yani Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusunun kısaltılmış adı.
(
)
Doktor Baran, komando taburuna meydan okuyor. Buradayım, gelin haberi gönderiyor. Elindeki telsizle eylemlerini sıralıyor. Askerin planlarını öğreniyor. Bu arada köyleri dolaşıp hastaları tedavi ediyor.
(
)
Askeri açıdan Botan bölgesinde pat durumu yaşanmakta. Koşulların yer yer PKK lehine olduğu bile söylenebilir. (agy, 6 Ağustos 1989)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bin Kalıplı o günlerde aktif bir anadil savunucusudur. Bugün karşı çıkıyor ya, o günlerde ise tam tersidir. A. Öcalanla Bekaada yaptığı bir röportajda bakın neler konuşuluyor:
PERİNÇEK: Türkçeyi ne zaman öğrendiniz?
ÖCALAN: İlkokuldan itibaren.
PERİNÇEK: Türkçe hayatınızda engel oldu mu? Yani anadilde konuşamamak ve yazamamak yüzünden bir sıkıntı çektiniz mi?
ÖCALAN: Hayır, Türkçeye çabuk intibak ettim. İlk hecelemelerimi bile hatırlarım. Yazarken zorlanıyordum ama, başardığımda mutlu oluyordum. Yani Türkçeye düşmanlığım yoktur.
PERİNÇEK: Hani insan anadiliyle meramını daha iyi dile getiriyor. Kültür ve bilim alanında özellikle.
ÖCALAN: Türkçe meramımı daha iyi dile getireceğime inancım tamdır. Adımı, soyadımı Türkçeyle yazmaya başladığımda, mutlu olduğumu belirttim. Çünkü yazma bile insana bazı olanaklar sağlıyor. (agy, 15 Ekim 1989)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Yoldaşlar zaten Sosyalist Parti Programında da anadil çok açık ve net biçimde hararetle savunulur, yukarıdaki aktarmada gördüğümüz gibi.
Kürdoloji Enstitüsünün kurulmasının da hararetli destekçilerindendir o süreçte. 20 Ağustos 1989 tarihli 2000e Doğru Dergisinin 34. Sayısının kapağı buna ayrılmıştır. Kapak yazısı şudur:
KÜRDOLOJİ ENSTİTÜSÜ KURULSUN
Bin Kalıplı yine o süreçte her konuda Kürtçe yayın ve propagandanın da aktif savunucusudur:
Türkiyede Kürtçe kitap, dergi, gazete yayımlamaya, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde Kürtçe afiş pankart taşınmasına ve Kürtçe ses ve görüntü bantlarının yayımlanmasına karşı yasal bir engel bulunmuyor.
Şimdiye dek Kürtçe yayım yapılmasına, 2932 sayılı Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun engel oluyordu. Adı geçen yasa, 12 Eylül generalleri tarafından yapılmıştı. 2932 sayılı yasa 19 Ekim 1983de Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildi, 22 Ekim 1983 günü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Başta Kürt yoksul köylü hareketi olmak üzere halkın ve demokratik kamuoyunun tepkisi bu Dil Yasağı Yasasını işlemez hale getirmişti.
İktidar en sonunda yasayı yürürlükten kaldırmak zorunda kaldı. Terörle Mücadele Kanununun sonuna eklenen 23. maddeyle, 2932 tarihe karışmış oldu.
Dolambaçsız söylenişi Kürtçe Yayınların Yasaklanması Hakkında Kanun olması gereken 2932nin ömrü 7 yıl 6 ay 20 gün sürdü. Kürtçenin binlerce yıllık tarihiyle karşılaştırıldığında yasanın doğarken öldüğü de söylenebilir.
(
)
KÜRTÇE YAYIMLAR GELİYOR!
Hukuk kuralları kendilerini sosyolojik gerçekliklere uydurmak zorundadır. Kalemi eline alan Kürtçe yasak dedi diye toplumun buna uymayacağı işte kanıtlandı. Kürtçe değil 2932 intihar etti.
Kitapçı, gazeteci, plakçı, videocu ve seyyar kaset satıcılarından bilmeyenlerin Kürtçe öğrenmeye başlamaları yerinde olur. Esnaf sattığı malın dilinden anlamalı. Basın piyasası önümüzdeki günlerde Kürdili makamından sesler vereceğe benzer. (agy, 5 Mayıs 1991)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bin Kalıplı Şef, sadece PKK Hareketini övgülere boğmakla yetinmez. Abdullah Öcalanı da bugünkü ibrikçilerin (Sevrci Soytarı Sahte Solların) eline su dökemeyeceği biçimde yıkar, yağlar, parlatır, cilalar. Röportajında bakın çanak sorularıyla Öcalana neler dedirtir:
PERİNÇEK: Böyle zora başvurmanızı nasıl açıklıyorsunuz?
ÖCALAN: Bu çok açık, Ben kendim karınca ezmez bir insandım. Gerçekten bir karıncaya basmamak için ayaklarımı dikkatle atarım. Benim kadar, canlıların yaşamasına değer veren çok azdır. Bu konuda çok hassasım. Yani insanların öldürülmesinden ürküntü duyarım. Köy kavgalarını hatırlarım. Bir tabancanın patlaması, üzerimde çok büyük bir etki bırakıyordu. (agy, 22 Ekim 1989)
NAMAZ DA KILARDIM
PERİNÇEK: Çocukluğunuzdan bu yana sizi yaratan, kişiliğinizi biçimlendiren etkenler neler?
ÖCALAN: Çocukluğumdan beri kendi zayıflığımda, gerçeğimden koptum. Bu bir ulus ve sınıf gerçekliğidir. Bu gerçeklik, son derece ölçüsüz, oldukça güçsüz, zayıf ve hatta hiçlik doludur. Hem ulusal hem toplumsal anlamda, iliklerimize kadar bunun işlediğini görüyorum. Çocukluğumda bunu telafi etmek için çalışıyordum. Üretimde çalışma bu durumu fazla kurtarmıyor. Onun için okumaya önem veriyoruz. Daha fazla okumak. İlkokulla yetinmemek ve orta öğretimle daha da üst seviyeye sıçramaya kesin istek var. Okumada bir saygınlık tespit etme olayı söz konusu. O sayede bazı çelişkileri yakalayabilmeye inanç var. Toplumsal statüyü biraz değiştirme isteği var. Ve bu kesin.
Bakın buraya köklü bir yanlışlığa düşülüyor. Resmi Türk politikası, Kürdistandaki okul sisteminde tamamen inkar temelinde asimilasyonu geliştiriyor. Buna katlanırsan, ulusal kökenlerinden koparak bir memur olursun. Kendi ulusal değerlerinle bir güzel savaşırsan ve emekçi halkını ezersen, yükselme şansın daha da fazla! Bende gittikçe bu duygu oluştu. Aydınlanma gelişti. Örneğin, bir memur olma yolunda mesafe alman için, kökenlerinden kopacaksın, inkar edeceksin, unutacaksın ve anan-babandan utanacaksın. Ve bir daha dönmemecesine bırakman gerekir bütün her şeyini. Veya onları da kendi yanında yürütmen gerekir. İşte böylesine büyük bir yol ayrımı karşısında düşündüm.
İlk önce diğerleri gibi devrimcilik yapmadım. O zaman sizler taşkınlıydınız, patlamalıydınız. Örneğin Dev-Genç hareketini biliyorum. Benim öyle bir stilim yoktu. Çok duyarlı biçimde mesajı anlamaya çalıştım. Nedir o gürültü, korkuyordunuz. Konferans verirken çat çat elinizi masalara vurmanızdan anlaşılıyordu. Zaman zaman sıkılıyordu. Bunları iyi izliyordum, çok iyi görüyordum. Yürüyüşler yapılıyordu, yüreğim tıp tıp ediyordu. Acaba çok korktuğum için mi? Sanmıyorum. Ben, o zaman bu işlerin biraz daha değişik yürümesi gereğini duyduğum için böyleydi. (agy, 15 Ekim 1989)
Görüldüğü gibi Perinçek, sorularıyla öyle yönlendirip konuşturuyor ki, söylenenlerden, konuya yabancı olanlar Öcalanı PKK gibi bir örgütün lideri değil de Kanaryaseverler Derneği gibi bir örgütün lideri sanır.
Hep söylediğimiz gibi bugünkü PKK, HDP ibrikçileri böyle yayımlar yapamıyorlar organlarında. Onlar, kazma oldukları için, onların Öcalan ve PKK övgüleri de ilkel kalıyor.
Bin Kalıplı, sadece sözlerle yetinmez, Öcalan methiyesinde. Öcalanın Bekaa Dağlarında tıpkı Mustafa Kemalin Kocatepedeki o ünlü resmine benzer bir fotoğrafını da 2000e Doğruda yayımlar. Odatvnin de sözünü ettiği fotoğraf budur. (22 Ekim 1989 tarihli 2000e Doğru Dergisinin 43. Sayısı)
Aktarmalarımıza biraz daha devam edelim:
ANTİ TERÖR YASASI LİCE VE HAZRODA
HALKIN CEVABI SERHILDAN
Gerilla cenazesine giden konvoya silahlı müdahale. 10 yaşındaki kız çocuğu Rınde Latifeci sırtından ağır yaralandı. Hazroda oturma eylemi, köylerden ilçe merkezlerine yürüyüş. Lice esnafından Hazroya destek: Kepenk indirme. Açlık grevleri bitti, değişik eylem biçimleri gündemde. (agy, 16 Haziran 1991)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Gördüğümüz gibi, 2000e Doğru, gerilla diyor silahlı PKKlilere. Bugünlerde ne diyor?
Bölücü örgütün teröristleri.
Bin Kalıplının 15 Mart 1992 tarihli 2000e Doğruda konuya ilişkin bir makalesi daha yayımlanır. Oradan da bir iki bölüm aktaralım:
Ne olacak sorusunun yanıtı, askeri sonuçta değildir. Kürt halk kitlelerini hedef alan kanlı bastırma harekatları geçmişte de uygulandı. Sonuç ne oldu? Kürt sorunu bugünlere çığ gibi büyüyerek geldi. Milletler arasına kan girdi mi, birlikte yaşamanın temel şartı olan kardeşlik duygusu yıkıma uğrar. Siyasal çözümü reddedip sorunu askeriyeye bırakmak gibi bir vebalin altından hiç kimse kalkamaz. Devlet terörüne karşı kardeşlik barikatı, günün büyük sorumluluğudur. Kim kardeşlik istiyor, kim istemiyor şimdi belli olacak.
(
)
Kürt realitesi temelinde demokratik çözümü bir kez daha toplumumuzun önüne koyuyoruz. Biricik çıkış yolu, Kürt halkının iradesini pazarlıksız kabul etmektir. Türkiye halkının önüne büyük gelecekler açacak çare buradadır. (agy, 15 Mart 1992)
OLYMPUS DIGITAL CAMERAOLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bin Kalıplı şefin 13 Ağustos 1989 tarihli başyazı konumundaki makalesinde de yine Kürt Meselesi şöyle konur:
Biz de burada bir karşı soru atalım: Bu mesele PKKnın gerilla eylemlerinden önce yok muydu? Veya bu mesele, PKKnın kökünü kazımakla çözülebilir mi? PKKnın kökünü kazımak halkın eşitlik ve mutluluk talebini ve özlemlerini karşılıyor mu?
Demokratik tavır, meselenin merkezine insanlarımızı koyuyor, olaya gönüllere saygı ve halkın mutluluğu açısından bakıyor. Bu bakış açısı, insan iradesini, insan katılımını çözümün biricik anahtarı olarak kabul eder. Açıkçası, Kürt meselesi, Kürtlere güvenerek ve Kürtlerle çözülür. Kürt meselesi, aynı zamanda bir Türk meselesidir. Çözümde Kürde güvenmek ve onu adam yerine koymak az mesele mi? Demokratik ve kardeşçe birliğin olmazsa olmaz şartı budur. 21. yüzyıla giden bir dünyada, herhangi bir halkı, o halkın iradesini ve haklarını reddederek aranan bütün çözümler, geçici olmaya mahkumdur. Bu tavır, bölücülük değildir; insana yakışan ve dayanıklı bir birliğin zorunlu koşuludur. (agy, 13 Ağustos 1989)
Bir başka 2000e Doğru başyazısından spota çıkarılmış bölüm:
Başbakanlığı döneminde yasaları yürütmekle görevli Özaldan onu denetleyen muhalefet liderine kadar herkes yasadışına çıkmıştır. Dün yasadışı olan, bugün fiilen yasallaşmıştır. Tek ulus çözümünün iflas ettiğini Özal ilan etmiştir. Kürt sorunu, aynı zamanda Türk sorunudur. Cehennemde bir tek Kürt kalsa, tek bir Türk dahi cennete giremez ve girmemelidir. Bu sözü, vicdanı olanlar vicdanlarının, vicdanı olmayanlar ise akıllarının derinliklerinde duymalıdır. (agy, 26 Kasım 1989)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bir başka başyazıdan:
Kürt meselesi, aynı zamanda Türk meselesidir.
İki bakımdan bu böyledir.
Birincisi Türkler onurlu bir millettir ve kendi adlarına Kürtlere baskı yapılması, onlar için bir vicdan meselesidir. İleride Türk tarihleri herhalde şöyle övünmeyeceklerdir: O kadar kahraman bir milletiz ki, Kürtlerin adını bile sildik. Onlara kendi dilleriyle okuma yazmayı haram ettik. Elimizden geldiği zaman polisimizle, jandarmamızla türkülerini bile yasakladık. Çocuklarına Şorej diye Jiyan diye isimler koydukları zaman, nüfusa yazmadık. Köylerinden sürdük. Kafesteki kekliğini bile öldürdük. (agy, 4 Mart 1990)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Çok açık biçimde görüldüğü gibi yoldaşlar, Bin Kalıplılar o yıllarda Kürt Sorununu ve PKKyi savunmada Öcalanı ve PKK yayınlarını bile sollarlar. Onlar bile Bin Kalıplıların 2000e Doğrularında ve Yüzyıl adlı dergilerinde yazılan yazıların ve yapılan propagandanın yanında çok hafif, çok sönük ve çok renksiz kalır.
Şimdi de Bin Kalıplıların bugünlerde de Perinçekten sonra gelen en önemli bir iki şefinden biri olan Ferit İlseverden bir aktarma yapalım. İlsever, boynuzun kulağı geçmesi gibi bu yazısında Büyük Şefi bile geçer neredeyse. Ya da en azından buna gayret eder. Görelim:
Bugün Kürt halkının mücadelesine emperyalizmin oyunu damgasını yapıştırmak, bir kötü niyetin ürünü değilse, körlüktür. Gazetelerinde PKKyi ABDnin desteklediğini uzun uzun tefrika edenler, Silopideki Amerikan helikopterlerinin PKKlileri avladığı haberi üzerinde düşünmelidirler. Silopideki Çevik Güçe PKK saldırır ne olur? diye spekülasyon yapanlar da, soruyu yanlış soruyor. Çünkü Çekiç Harekatı, Iraktan önce Türkiyede başladı. İşte Güneydoğudaki kontrgerilla saldırıları. Şemdinlideki kaymakamını İngiliz askerinin hışmından koruyamayan devlet, gücünü Kürt halkı üzerinde sınıyor. Devlet, kör şiddet politikasında ısrar ederek, resmen ve alenen bölücülük yapıyor. Aynı devlet, Silopiyi bırakmış, İstanbulu savunma adı altında infazlar gerçekleştiriyor. ABD destekli bu saldırılara en iyi cevap ise, Diyarbakırda on binlerin yürüyüşüyle, işçi eylemleridir. Bu durumda soruyoruz: Kim emperyalizmin hizmetinde; kim anti-emperyalist? Kürt halkının ön saflarında PKK gibi anti-emperyalist bir gücün bulunması, ülkemiz için bir şanstır. (agy, 21 Temmuz 1991)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Şimdi yoldaşlar, Bin Kalıplıların 2000e Doğrunun devamcısı olarak çıkardıkları Yüzyıl adlı dergilerinden de birkaç aktarma yapalım. İlk aktarmamızı yine Bin Kalıplıların bugün de önde gelen şeflerinden olan Mehmet Bedri Gültekinden yapalım. Böylelikle bu avanenin hepsinin aynı toptan kesme oldukları da daha iyi anlaşılmış olur.
Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistanda yeniden ayağa kalktı. Newroz Bayramı geçen yıllarla kıyaslanmayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.
1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak, Ortadoğuda bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin esas öznesi oluyorlar, hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar. (Yüzyıl Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 7, 24 Mart 1991)
Sözü yine Bin Kalıplı Büyük Şefe verelim, Bin Kalıplılar Dergâhının Fırıldak Şefine. 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl Dergisinde bakın neleri savunur. Lütfen dikkatlice okuyalım:
KOMŞU KÜRDÜ SEV, EVDEKİ KÜRDÜ DÖV POLİTİKASI
Türkiye Cumhuriyetinin Kürt sorununu inkar politikası iflas etti. Devekuşu başını kumdan çıkarıyor. Ancak bu kolay olmuyor. Türk hakim sınıfları içinde şok geçirenler çoğunlukta. Cumhuriyetin getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada. Aslında çıkmazda olan, ideolojik düzlemde Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem.
Şu an gerçeklere kör inatla direnen, sayın Ecevit gibi milliyetçiler var. DSP Genel Başkanı, ortada bir milliyet sorunu yok, bölgesel gerilik sorunu var diyor. Kuşkusuz buna karar verecek olan, Ecevit, değil, fakat Kürt halkıdır. Eğer Kürt halkı olayı bir milliyet sorunu olarak anlıyorsa, demokrasi adına söylenecek tek söz yoktur.
Keşke milliyet sorunu olmasaydı. Bir gün milliyet sorununun arkada kalacağı da kesindir. Ama gerçek ortada: Sorun, Kürt sorunudur. Bu gerçeğe direnenler, siyasal alanda kilitlenmeye mahkumdur. (agy, 17 Mart 1991, Yıl: 2, Sayı: 6)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
İfadeler açık, kesin ve herkesin anlayabileceği durumda, değil mi?
O bakımdan bizim bir açıklama yapmamız gerekmiyor herhalde. İşte Bin Kalıplı ve avanesi o yıllarda budur. Bekaaya bu görüşleri savunduğu için kabul edilmiştir. Orada da bunları savunmuştur.
PKKnin tezleriyle bir farkı, bir ayrılığı var mı Bin Kalıplının savunduklarının?
Yok. Tersine, Bin Kalıplı, bütün dalkavuklar gibi kraldan daha fazla kralcıdır. PKK tezlerini daha abartılı biçimde, daha uç boyutlarda savunur. Maksat malum; önce de söylediğimiz gibi bugünkü HDPnin, Demirtaşın yerine geçebilmek, ya da öyle olabilmek.
Dalkavuklukta öylesine ileri giderler ki Türkiye adının değiştirilmesini bile tartışmaya açarlar ve tevil yoluyla yani dolaylı olarak savunurlar. İşte, aşağıda aktaracağımız yazı 24 Şubat 1991 tarihli Yüzyıl Dergisinden alınmıştır.
Bugünün devşirilmiş sözde bilim insanlarından biri olan ve şu an bile Tayyipgilleri, Tayyipe övgüler düzerek desteklemekten geri durmayan vatan, millet, halk düşmanı Sevrci Alev Alatlının da babası olan, yine aynı şekilde CIAca devşirilmiş Emekli Kurmay Albay Ertuğrul Alatlının Türkiye Cumhuriyetin adının değiştirilmesini savunan, Mehmet Ali Biranda gönderilmiş bir mektubundan hareketle onunla görüşen 2000e Doğru ekibi, o zeminden hareketle Türkiye adının değiştirilmesini tartışmaya açar ve dolaylı yoldan savunur. Bu Ertuğrul Alatlı ki, 27 Mayıs Politik Devrimi sonrası kurulan Milli Birlik Komitesine tıpkı Kontrgerillacı Alparslan Türkeş gibi ajan olarak CIA tarafından sokulur. Ama kısa sürede deşifre olarak komiteden püskürtülüp atılır. 26 Ağustos 1960 tarihinde yani 27 Mayıstan ortalama 3 ay sonra emekli edilir.
Fakat görevi bitmez. Hep söylüyoruz ya; CIA ile bağlantıya geçenler, devşirilenler ömür boyu görev yaparlar, diye.
12 Eylül Faşist Diktatörlüğü günlerinde de cuntacıların kurduğu Kurucu Meclise Milli Güvenlik Konseyi kontenjanından atanır. Yani orada da faşist cellâtlara ve efendileri olan ABDye hizmetten geri durmaz.
İşte böyle bir adamın mektubunu ve orada savunduğu öneriyi tartışma zemini olarak ele alırlar, Bin Kalıplıların 2000e Doğru ekibi.
E. Alatlı adlı bu ABD işbirlikçisi şöyle der mektubunda:
Şimdi ben diyorum ki, keşke, 29 Ekim 1923 Gün ve 364 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevadının Tavzihan Tadiline Dair Kanunun tüzel kişilik kazandırıp kurduğu Yeni Devletin adı: Anadolu-Rumeli Birleşik Cumhuriyeti olsaydı.
Amma, ne yazık ki O Tarihte, Devlet Kurucusunun etrafını saran Kafa Taslarının miyop gözleri Ay-Yıldız içinden hoplayan Bozkurtun daha ilerisini görebilecek keskinlikte değildi
Tarih, Tüzel Kişilik kazandırarak Devleti yeniden kuran 1961 ve 1982 anayasalarını tedvin edenlerin de kendilerini miyopluk illetinden kurtaramadıklarına tanıklık ediyor
(agy, 24 Şubat 1991)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Bay ajan o denli cahildir ki yaptığı saçmalamanın bile ayrımında değil. Onu söylemekle bir düşünce öne sürdüm sanıyor.
Bir kere, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halkları, milli kimlikleriyle değil de yaşadıkları coğrafyaya göre adlandırmak ve ona uygun düşecek bir ülke adı vermek istersek, böyle bir adlandırma otomatikman-kendiliğinden Kürtleri sınır dışında bırakır. Yani kapsamaz. Çünkü eski Greklerin Anatolia diye adlandırdıkları, bugünkü Yunanların ve Batılılarınsa Küçük Asya (Minor Asia) diye adlandırdıkları coğrafya, topraklar Kürdistanı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kürt illerini kapsamaz.
Anatolianın yani Anadolunun doğu sınırını İskenderun Körfezinden Doğu Karadenize, Batuma uzanan bir hat, bir düz çizgi belirler.
Devşirilmiş Emekli kurmay Albay E. Alatlı, bundan bile habersizdir. Ama kalkıp akıldanelik yapmayı, ülke adı, devlet adı değiştirme gibi çok önemli bir konuda kimseleri beğenmeyerek öneride bulunmayı ihmal etmiyor. Buna sırf cahil cesareti demek olayı açıklamaya yetmez. ABDnin, ABnin Yeni Sevr Planının kapsamı içinde davranmak, ona hizmette bulunmak, dolayısıyla da görev yapmak denmelidir.
Eğer illa ki coğrafya adından hareketle bir ülke ve devlet adı belirlenecekse, bunun tarihi gerçeklere uygun adı Anadolu ve Kürdistan Birleşik Cumhuriyeti olur. Hatta bunun başına Rumeli kelimesi de eklenebilir.
Burada yanlış anlaşılmasın. Biz böyle bir adlandırmayı savunuyor değiliz. Sadece E. Alatlının cehaletini, tutarsızlığını, tarih-coğrafya bilgisinden habersizliğini göstermek için bu belirlemede bulunduk.
İşte Bin Kalıplıların 2000e Doğrucuları bu ajan eski askerin mektubunu dayanak yaparak Türkiye adının değiştirilmesini savunmak istemişlerdir.
Şu cümlelerle destek atmışlardır ajan E. Alatlıya:
YASAL SAKINCA YOK
Anayasanın 4. maddesi, devletin cumhuriyet olan şeklinin değiştirilmesi önerisinin yapılamayacağını öngörüyor. Ancak Türkiye adının değiştirilmesi önerisini yasaklayan herhangi bir hüküm ne Anayasada ne de Ceza Yasasında var. (agy)
Bin Kalıplıların 2000e Doğru ekibi ajan askerin teklifini havada kapar ve kendisini arar. Şöyle anlatırlar bu işlerini:
Askeri Ataşelik, Genel Kurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği, parti yöneticiliği, Danışma Meclisi üyeliği görevlerinde bulunmuş olan Alatlının bu görüşleri 2000e Doğrunun ilgisini çekti. Konu kamuoyu önünde tartışılamaz mıydı? Sayın Alatlı dergimizin sorusu üzerine M. Ali Biranda yazdığı mektubu İstanbul büromuza faksladı. (agy)
Sonrasında da bu zırva teklifi ya da tezi aşağıda adlarını sayacağımız kişilere tartıştırır. Onların görüşlerini sorar, buna ilişkin. Görüşüne başvurduğu kişiler şunlardır:
İbrahim Aksoy (Halkın Emek Partisi Genel Sekreteri, Malatya Milletvekili)
Abdülkadir Ateş (Gaziantep Milletvekili, SHP Genel Sekreter Yardımcısı)
Şener Battal (RP MYK Üyesi, Basın Sözcüsü)
Adnan Ekmen (HEP Mardin Milletvekili)
R. Nuri İleri (TBKP Yöneticisi)
İ. Önder Kırlı (SHP Balıkesir Milletvekili)
Nazif Kocayusufpaşaoğlu (DYP Eski Genel Başkan Yardımcısı)
Nurettin Yılmaz (ANAP Mardin Milletvekili)
Gökhan Maraş (ANAP Kırşehir Milletvekili)
Hüsnü Okçuoğlu (Sosyalist Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili)
Hulki Aktunç (Şair-Yazar)
Çetin Altan (Yazar)
Metin Altıok (Şair)
Melih Cevdet Anday (Şair)
Musa Anter (Yazar)
Melih Aşık (Gazeteci)
Mehmet Ali Birand (Gazeteci)
Halit Çelenk (Avukat)
Abdurrahman Dilipak (Yazar)
Doç. Haluk Gerger (Yazar-Araştırmacı)
İsmail Güleç (Karikatürist)
Yıldız Kenter (Tiyatro Sanatçısı)
Yalçın Küçük (Toplumsal Kurtuluş Dergisi Yazarı)
Mihri Belli (Sosyalist Hareketin Liderlerinden)
Prof. İlber Ortaylı (SBF Öğretim Üyesi)
Nur Sürer (Sinema Sanatçısı)
Aziz Nesin (Yazar)
Vecihi Timuroğlu (Yazar-Şair)
Salim Uslu (Hak-İş Genel Sekreteri)
İsak Alaton (Sanayici)
Murtaza Çelikel (Sanayici)
Av. Sebahattin Acar (HEP Diyarbakır İl Yönetim Kurulu Üyesi)
Fahri Altunkale (Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi)
Ahmet Arıkanoğlu (Öğrenci)
Abdulkadir Aydın (Tüccar)
Vedat Aydın (Çiftçi)
Mustafa Bilgiç (Muhasebeci)
Hakkı Deveci (GAPta Diyarbakır Dergisi Genel Yayın Yönetmeni)
Esat Erçetingöz (Muhabir-Yeni Asır)
Celalettin Erkmen (Mühendis)
Naif Karak (Tiyatrocu)
Sait Hacı (Şoför)
Erkan Karagöz (Avukat)
Remzi Tekkol (Yol-İş Diyarbakır 1 Nolu Şube Başkanı)
Zeynep Torun (Ev Kadını)
Fevzi Veznedaroğlu (Avukat)
Mehmet Yıldız (Petrol-İş Diyarbakır Şube Başkanı)
Ertan Yurttaş (Sabah Diyarbakır Temsilcisi)
Bu kişilerden bir bölümü bu zırva teze katılır, bir bölümü karşı çıkar. Biz bunlara girmiyoruz. Çok merak edenler bize başvurabilirler ya da kütüphanelere giderek derginin o sayısına bakabilirler
Burada yalnızca İlber Ortaylının görüşünü aktarmak istiyoruz. Çünkü o da bunların akıllarının geri planında duran ana düşüncelerini görebiliyor yani bunların sinsiliğini, dolap çevirdiklerini görüyor. Bu nedenle aktaralım Ortaylının bunlara verdiği yanıtı:
Bana böyle bir tartışma başlatmak çok anlamsız ve gülünç geliyor. Yasaları falan düşündüğümden değil entellektüelizm açısından çok gülünç bir tartışma. Böyle bir tartışmaya girmek istemiyorum. Ne demek Anadolu ve Rumeli Birleşik Cumhuriyeti? Nerede kaldı Rumeli? Rumeli 1912de bitmiş. Bir Anadolu kalmış. Benim yaşadığım ülkenin ismi önemli değil. Zaten bir ismi var ve yeterince anlamlı: Türkiyede zaten Türkler yaşıyor.
-Türkler dışında başka halklar da var. Örneğin Kürtler.
- Onlar da kendi istikballerinin çaresine baksınlar. Ben size de böyle bir tartışma başlatmanızı önermem. Ciddi bir dergisiniz siz. Böyle bir tartışmayı başlatmak hakikaten çok anlamsız. Tartışmanın arka planında düşündüğünüz şeyi isim misim işine bulaşmadan tartışmaya açın
(agy)
Şimdi de yoldaşlar, Bin Kalıplıların bugün de şeflerinden olan Hüseyin Karanlıkın bir yazısından aktarma yapalım. H. Karanlık İPin Ankara İl Başkanı idi. Şu anda da hırsızlama Yeni Sahte Vatan Partisinin Disiplin kurulu Üyesidir. Görelim:
Ecevitte Sevr telaşı
Bülent Ecevitin demeçleri, ulusal ve uluslararası plandaki gelişmelerle ilgili politik çıkışları basına yansır da, nedense DSPnin pek bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Oysa 16 Mart Cumartesi günü DSPnin Bursaya yaptığı çıkartma başka bir izlenim veriyordu. Bursa mitinginin kendisi, Ecevitin mitingde yaptığı konuşmadan daha az anlamlı değil. Katılım, rakama vurulursa 20 bin. Ama asıl dikkat çekici olan, coşku ve katılanların bileşimi. Eceviti bu aşamada yoksullar destekliyor. Ameleler, işçiler, esnafın ve orta sınıfın da henüz kodamanlaşmamış alt kesimleri. Bu durum, Eceviti alkışlayanların yüz çizgilerinden okunduğu gibi, Gebzeden itibaren katılmalarla oluşan otomobil konvoyunun Bursaya girişteki haliyle bile cılız kalmasından belliydi. Öyle, BMV, Mercedes değil, çoğu da eski model. Ecevit deneyi, partilerin güçlenmesinde ya da zayıflamasında televizyonun rolünün abartıldığı kadar olmadığını gösteriyor.
MEYDANLARDA KÜRT MESELESİ
Kürt meselesi, çarşaf çarşaf gazete sayfaları ve manşetlerin ardından, Ecevitin Bursa mitingiyle meydanlara çıktı. Ecevitin konuşmasının ağırlıklı bölümü Kürt sorunuydu. Kitle, Ecevitin konuyla ilgili konuşmalarını büyük bir dikkatle, ama belirgin bir tepki de vermeksizin dinledi. Ecevit, Özalın da sağında kalan bilinen görüşlerini tekrarladı. Kürt sözcüğünü bol bol kullanmaktan kaçınmıyordu ama, etnik bir sorunun var olduğunu ve halklar diye bir olayın gündeme sokulmasını da reddediyordu. Çünkü bu kabul edilirse, uluslararası anlaşmalarda geçen self determinasyon (kendi kaderini tayin hakkı) olayı dayatılırdı. Bastırırlar adama diyor Ecevit. Ecevit, sorunu Doğu ve Güneydoğu Bölgesinin ekonomik geriliği, yarı feodal yapısı, kültürel baskılar ve demokrasi sorunu olarak görüyordu. Dil, yazılı ve sözlü kültürel ürünler üzerindeki yasağın kalkmasını istiyordu. Peki televizyon da Kürtçe olacak mıydı? Konuşmasında buna değinmedi ama, dönüşte kendisiyle yaptığımız otobüs sohbetinde onun da ancak zamanla olabileceğini söyledi.
Ecevite göre Irak yönetimi ve Kürtler arasındaki mücadeleye Türkiye bulaşmamalı. Irakta ne tür bir çözüm olması gerektiği konusunda, Özalın yaptığı gibi açıklama ve müdahaleler kesinlikle zararlı. Ama, Şii ayaklanmasındaki İranın rolüne de kesin tavır alınmalı.
Kürtler açısından Irakta ayrı bir devlet kurmaya uzanan herhangi bir çözüm şekline evet de, Türkiyede niçin hayır? Ecevitin bu tutarsızlığa getirdiği yanıt, Türkiyede Türkler ve Kürtlerin kaynaşmış olması ve kör topal da olsa bir demokratik işleyişin varlığı. Ecevit Irakta demokrat, Türkiyede inkarcı.
BATI ÇİFT STANDARTLI
Ecevit, batılı bazı politik çevrelerde Sevr sözünün ağza alınmasına dikkat çekti. Bunun ciddiye alınıp alınamayacağı şeklindeki sorumuzu ise, altını çizerek evet ciddidir diye yanıtladı. Bölgede ve dünyada doğan boşluğa işaret etti. Aslında bölgedeki sorunların ağırlaşmasının temelinde ABDnin yeni dünya düzeni uğruna yürüttüğü girişimleri görüyor Ecevit. Ve Batıyı çift standartlı olmakla eleştiriyor.
Ecevit, Özalı da ABDnin tek süper olduğu dünya görünümüne kendisini fazlaca kaptırmakla eleştiriyor. Kendi değerlendirmesine göre bu tablo kesin ve kalıcı değil. Körfez Savaşında silik kalan Avrupa zamanla varlığını hissettirebilir. Özellikle Almanya, potansiyel olarak kendini göstermek istemese de şimdiden dikkat çekmeye başladı. Sovyetler ve Japonya da aynı yolu tutabilir. (agy, 24 Mart 1991)
Netçe görüldüğü gibi Hüseyin Karanlık ve Bin Kalıplılar, o günlerde Bülent Ecevitin duyduğu Sevr endişesine katılmıyorlar. Çünkü onların o zamanki hattı yukarıda gördüğümüz gibidir.
Bugünlere bakarsak, gericiliğe ve bölücülüğe hayır sloganı attırılan gençler kimin gençliği?
İPin, değil mi?
Bin Kalıplılar bu konuda da 180 derece dönmüş mü?
Dönmüş.
Pek çok kez söylediğimiz gibi onların doğası bu. Dön baba dönelim Hacılara gidelim.
Şimdi yine Bin Kalıplılar Şeyhine dönelim. Onun 2 Aralık 1990 tarihli Yüzyıl Dergisinde yayımlanan Laikleşmenin Kürt Motoru yazısına bakalım:
Bu yılın Şubat ayında Diyarbakır, Siverek, Urfa, Nusaybin, Batman, Van, Malatya, Tunceli, Elazığ ve Bingöl Gençte konuşmalar yaptım, binlerce insanla yüz yüze geldim, görüştüm, inceledim, araştırdım. Daha sonra Kürtlerin yoğun olarak göç ettikleri İskenderun, Mersin ve Adanada kapalı salon toplantılarında konuştum. Gözlemlerde bulundum.
Bu geziden bir ay sonra yeniden Vana gittim. Orada Sosyalist Partinin düzenlediği Newroz kutlamasının büyük kitlesel coşkusunu paylaştım.
Yaz aylarında Diyarbakır Cezaevinde Olağanüstü Hal Bölgesindeki toplumsal değişmeyi bir başka pencereden ve bu değişmeyi yaşayan insanların içinde izleme olanağı buldum.
Son olarak da geçtiğimiz Kasım ayında Diyarbakır, Nusaybin, Cizre, Malatya, Erzincan, Tunceli, Doğanşehir köyleri, Urfa ve Suruça kadar uzanan bir gezi yaptım. Gene konuşmalar, söyleşiler, gözlemler ve bu kez ayrıca açlık grevleri ziyaretleri.
Bu yazının başlığında okuduğunuz çok önemli saptama, işte bu doğrudan gözlemlere dayanıyor. Evet bir kez daha olağanüstü önemini vurguluyoruz: Bugün Kavimler Kapısında laikliğin motoru toplumsal harekettir, özellikle Kürt yoksul köylü hareketidir.
(
)
Şimdi Kavimler Kapısında devletin istim verdiği bir İslamcılaştırma süreci yaşanıyor ama aşağıdan gelen bir laikleşme hareketi de gündeme girmiştir. Bu kez laikleşmenin itici gücü, işçi hareketiyle birlikte Kürt yoksul köylü kitleleridir. Özellikle Botan bölgesinde resmi zorbalığa karşı mücadele, toplumu temelden laikleştiren tarihsel bir rol oynuyor.
(
)
Cizre, çok eski bir kültür merkezi. Ama düne kadar 19. yüzyıldaydı Cizre, belki de 18. yüzyıldaydı. İşte o Cizre, şimdi kadınıyla-erkeğiyle iki yüzyılı birlikte yaşıyor ve 21. yüzyıla koşuyor. Özgürleşmeyi, demokratikleşmeyi, laikleşmeyi, emperyalizmin sanayi tekelleri değil, devlet değil, onlara rağmen toplumsal hareket gerçekleştiriyor.
(
)
Cizreye Cumhuriyetin götüremediği tiyatroyu da toplumsal hareket getiriyor. Bu tiyatro, eski bir otel olan Sosyalist Parti binasının damında açıyor perdesini. Hayatında tiyatro görmemiş kadınlar, gençler, o perdenin açıldığı sahnede başrolleri paylaşıyorlar. (agy, 2 Aralık 1990)
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Açıkça görüldüğü gibi yoldaşlar, Bin Kalıplı Şeyh, PKK Hareketinin Kürt köylüsüne ve Kürt illerine Cumhuriyetin getiremediği laikliği getirdiğini savunuyor. Hem de ne süslü cümlelerle, benzetmelerle, kıyaslamalarla
Daha önce de demiştik ya PKKnin-HDPnin bugünkü ibrikçileri kazma diye. Gördüğümüz gibi bugünkülerin yaptığı övgüler Bin Kalıplının yanında sönmüş ateşin külleri gibi donuk ve cansız kalır. Öcalanın gözüne, gönlüne girip onu kafakola alabilmek için işte böyle cambazlıklar yapar Bin Kalıplı Şef. Yeter ki sen bana elini vermiş ol. Ben Kürt Meselesini işte böyle senden bile daha heyecanlı ve hızlı savunurum, demek ister. Ama daha önce de söylediğimiz gibi Öcalanı ikna edemez bu numaralarıyla. Çünkü o da kurttur. Ve bilir bunu. Senin bu numaralarının karşılığı sadece 4 milletvekilidir, daha fazlası olmaz, der
Yine Bin Kalıplı Şeyh, 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl Dergisinde bugün Tayyipgillerle PKK arasında yürütülen sözde Çözüm Sürecinin tâ o zamanlarda başlatılmasını önerir. Hükümet PKK ile görüşsün, diye manşet atar dergisinin kapağına. Yani bugünkü BDP-HDPnin oynadığı rolün aynısını oynamaya çalışır, o günkü Sosyalist Parti adlı örgütüyle. Dedik ya HDPnin rolünü oynuyordu, onun yerine geçmek istiyordu o günlerde diye; işte bir kanıtı da budur. Görelim o başlık altında neler dediğini (O tarihlerde Celal Talabani Türkiyeye gelmiş ve devlet yetkilileriyle görüşmüştür.).
Sosyalist Partinin o günkü Genel Başkanı Ferit İlseverdir, Gün Zilelinin deyişiyle emaneten. Bin Kalıplıların 2000e Doğrunun yerine çıkarmış oldukları Yüzyıl Dergisi ekibi Ferit İlseverle bir röportaj yapar. İşte bu konuşmanın, bu söyleşinin bazı bölümleri:
UYGULAMA SAYGISIZ
Talabani ile Türkiye devletinin görüşmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Önce görüşmenin biçimi çok çirkin, saygısız ve onur kırıcı. MİT, havaalanından kaçırırcasına alıp, Ankarada bir yere götürüyor. Gözünü bağlasaydınız bari
Sonra MİT Başkanının içinde bulunduğu bir heyetle resmi görüşme başlıyor. Ayıptır, davet ettiğinize göre, adabıyla görüşün. Kürt ulusu gibi bir ulusun liderlerinden birine böyle uygulama utanç vericidir.
Ne Talabaniyle ne de başka bir Kürt lideriyle görüşmenin yadırganacak bir yönü yoktur. Bugüne kadar görüşülmemesi yanlıştır. Bu görüşmeye karşı çıkmak bağnazlıktır, şovenizmdir. (agy, 17 Mart 1991)
Biraz tekrara dönüşüyor yoldaşlar ama net bir şekilde görüldüğü gibi Bin Kalıplıların partileri ve yayın organları o günlerde aynen bugünün BDPsinin, HDPsinin ve Özgür Gündem Gazetesinin izlediği yayın politikasını izliyor. Ve hatta daha da abartılı ve uç boyutlarda olarak. Bu konuda en küçük bir ikirciğe yer kalmaması için böyle birbirinin benzeri aktarmalar yapıyoruz, Bin Kalıplıgillerden.
Bin Kalıplılar bu dönemde PKKnin gözüne girme konusunda o denli kendini paralar ki, şimdiki ibrikçiler bu konuda yukarıda da söylediğimiz gibi Bin Kalıplıların eline su bile dökemezler. Yine 17 Mart 1991 tarihli Yüzyılda yayımlanan şu habere bakın:
KÜRT SORUNU İÇİN BAĞDATA GİTMEYE NE GEREK
Özalların niyetinin bu olduğu, hem Talabani görüşmesindeki konuşmalardan, hem de iktidarın Güneydoğudaki uygulamalarından açıkça anlaşılıyor. Iraktaki Kürtleri kurtarmaya soyunan iktidar, bizim Kürdümüzün katırına bile tahammül edemiyor. Geçtiğimiz hafta İdilde, Dargeçitte halk kurşunlandı. Halepçede 5 bin Kürdün kırımına yol açan kimyasal bomba malzemesinin Türkiyeden geçmesine izin veren bu iktidardı. Yine bu katliamdan sonra Irak hükümetinin elini ilk sıkan da Özaldır. Irak yetkililerinden aldığı izinle Kuzey Iraka sınır ötesi operasyon düzenleyen ve Kürtleri bombalayan yine bu iktidardır. Özalın Kürt hamiliğinde içtenlik yoktur.
Sorun Kürt sorununu çözmekse, bunun için taa Bağdata gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine bağımsızlığı, federasyonu bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirlenebileceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir. Görmek gerekir, Türküyle Kürdüyle tüm halk barışa susamıştır. Gencecik insanlarımız bağnaz kafalar ve kör inat uğruna ölmektedir. Kürt yoksulları da ölüyor, asker de. (agy)
Bin Kalıplılardan o aşamadaki yani Kürt Meselesinde takındıkları üçüncü tavra ilişkin aktarmalara artık son veriyoruz.
Çünkü bu dönemde nasıl bir anlayış içinde oldukları, Kürt Meselesine ilişkin neyi savundukları yukarıda yaptığımız uzun aktarmalarda kesin biçimde ortaya çıkmıştır. Görmek isteyen yani gerçeğe saygı duyan her insan bunu görür, kavrar.
Demek ki yoldaşlar, Bin Kalıplı Şeyhin ve emanetçisi, müridi Ferit İlseverin Bekaa hacılıkları döneminde yani 1987-1993 aralığında Kürt Meselesine ilişkin görüşleri, propagandaları özetçe tutumları buymuş. Yani kraldan çok kralcılık. PKKden çok PKKcilik
Öyleyse yoldaşlar, Bin Kalıplıların; Biz Bekaa ziyareti günlerinde de bugünkü görüşlerimize sahiptik. Abdullah Öcalana da bunları anlatmak için gittik, şeklindeki söylemleri, savunuları tamamen düzenbazlıktır, hilebazlıktır, madrabazlıktır, namussuzluktur. İnsanları ahmak yerine koyarak kandırmaya yönelik ahlâksızca bir girişimdir
Burada şöyle bir soru sorulabilir: İyi de Abdullah Öcalanla yapılan röportaj işte Kaynak Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Orada böyle şeyler yok.
Evet, yok, yoldaşlar. Çünkü o da Bin Kalıplıların yine insanları kandırmaya yönelik bir oyunu, bir hilesidir.
Abdullah Öcalana bugün de gidip yahu bu Kürt Meselesini biz kendi aramızda çözelim. Amerikayı, Avrupayı işe karıştırmayalım. Bu mesele bizim meselemiz, biz çözelim, deseniz Öcalan Tabiî ki olur, öyle çözelim, der. Ben de öyle düşünüyorum, der size. Siz de bu minval üzere konuşursunuz, uzun söyleşiler yaparsınız. Onu da getirir, kitap olarak basarsınız.
Fakat Öcalanın gerçek düşüncesi geçenlerde İmralıda ziyaretçilerine söylediğidir:
ÖCALAN: Basına yanlış şeyler yansıdı. (21 Mart 2013 tarihli Nevruz mesajı ile ilgili-Aydınlık) Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten bilmem neden vazgeçti dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim. Benim temel görüşüm şudur: Silahlı çatışmaya son verme, sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılma ile olur. Bu, yasa çıktı, çıkmadı tartışması da mesele değil. Bunların hepsi demokratik siyaset aşamasının birer parçasıdır sadece. Anayasal çoğunluk (330) ile Meclis bir çağrı yapabilir sanırım. (Biraz kızarak) Beni şaşırtmayın. Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem barış oldu demiyorum. Legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece, demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı. (3 Nisan 2013 tarihli görüşme tutanağından) (Sözcü, 28 Ağustos 2014)
İşte Öcalanın, PKKnin kuruluşundan itibaren sahip olduğu görüşler, PKKnin ideolojisinin özü budur. Ortalama 40 yıldan bu yana da PKK bu anlayış doğrultusunda bir ideolojik, siyasi ve askeri mücadele yürütmüştür.
Dolayısıyla da bu süreçte halkların kardeşliği filan savunulmamıştır PKK tarafından. Tam tersine halklar arasında düşmanlığı temel alan bir siyaset izlemiştir. Bu süreç boyunca halklar giderek birbirinden ayrıştırılmıştır iyice.
PKKnin Türklere, Türk tarihine yönelik tavrı tamamıyla Batılı Emperyalistlerin, Lloyd Georgeun, Lord Curzonun, Woodrow Wilsonun (ABD Başkanı) görüşleriyle bütünüyle örtüşür. Bu anlayış özetçe şöyle der: Türk tarihi işgalden, talandan, kan dökücülükten ibarettir. Yani Türkler gereksiz bir millettir, insanlığa zarardan başka hiçbir hizmetleri olmamıştır.
Böylesine bir ırkçı anlayış ne yazık ki Ermenistanla Yunanistanın ulusal kimliklerinin en önemli parçasını oluşturmuştur. Bu anlayışın üzerine inşa etmişlerdir milli kimliklerini.
Ve yine acıdır ki PKK de siyasi kimliğini böyle bir anlayışın üzerine inşa etmiştir.
Gerçek anlamda devrimci bir ulusal kurtuluş hareketi olmadığı için hiçbir döneminde Marksist-Leninist bir hareket olmadığı için; küçükburjuva sınıf yapısından burjuva sınıf yapısına dönüşen bir hareket olduğu için işte böylesine halklar arasında kardeşliği değil de düşmanlığı esas alan bir ideolojik ve siyasi hattı izlemiştir. Hep söylediğimiz gibi 1991 sonrasında da ABD ile ittifaka girmiş, onunla eklemlenmiştir
Demek ki yoldaşlar, Abdullah Öcalan, Bin Kalıplılarla görüşmesinde tıpkı karşı tarafın oynadığı gibi bir oyun oynamıştır. Bir hile, bir düzen yapmıştır. Yine söylediğimiz gibi bugün de görüşülse, Öcalan aynı oyunu oynar.
Öyleyse her iki taraf da kitleleri kandırmaya yönelik karşılıklı, anlaşmalı bir oyun, bir tiyatro oynamışlardır metni kitap olarak yayımlanan röportajlarında.
Yoksa Öcalanın içtenlikli görüşleri işte yukarıda aktardığımızdır. Yani Bağımsız, birleşik bir Kürt Devletinin kurulmasıdır. Bu da Amerikayla ittifak halinde yapılacağına göre, yeni bir Amerikancı devletin Ortadoğuda Amerikanın yeni bir petrol bekçisinin, özetçe yeni bir İsrailin-Müslüman İsrail yaratılmasıdır.
Bin Kalıplıların da o dönemde taşıdıkları Kürt meselesine ilişkin görüşleri işte yukarıda yapılan uzun aktarmalarda ortaya konan, savunulan gibidir.
Bu gerçek matematiksel bir kesinlikte nettir.
Şayet Bin Kalıplılar bugünkü görüşlerine sahip olsalardı, giderler miydi hiç Bekaaya? Sonra da Abdullah Öcalan hiç kabul eder miydi bunların yanına gelmesini?
Çünkü bugün aşağıda göreceğimiz gibi bu her iki taraf da birbirlerini yok edilmesi, kökünün kazınması gereken güçler olarak görmektedirler
(Yeni başlayanlar için not: Bazı genç arkadaşların aklına şöyle bir kuşku düşebilir; iyi de acaba 2000e Doğru ve Yüzyıl Dergileri Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin mi?
Evet, onların. İşte kanıtı:
2000e Doğru ve Yüzyıl Dergilerinin ortak künyeleri
Sistem Yayıncılık Tic. San. A.Ş Adına Sahibi: Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin
Yazı İşleri Yönetmeni: Serhan Bolluk
Redaksiyon Feyza Perinçek
Müdür: M. Adnan Akfırat
İşçi-Sendika: Ruhsar Şenoğlu
Toplum ve Kültür Sanat: Şule Perinçek
Ekonomi: Ertan Günçiner
Arşiv Araştırma: Rozerin Doğan
Ankara Temsilcisi: Hasan Yalçın
İzmir Temsilcisi: Ali Karşılayan
Adana Temsilcisi: Hüseyin Bülbül
Diyarbakır Temsilcisi: M. Bedri Gültekin
Yurtdışı Temsilcisi: Ali Mercan
Bürolar:
İstanbul: Gülden Aydın, Halil Beytaş, K. Deniz Öğüt, Funda Öz, Ayla Önder, Fethi Özalp, Tunç Rasgeldi, Oğuz Sakallı, Dilek Uğuz, Orhan Üst.
Ankara: Soner Yalçın (Şef), Nail Bulut, Hikmet Çiçek, Ertan Günçiner, Hatice İkinci, Selami İnce, Fenni Özalp, Ayhan Yalçınkaya.
Diyarbakır: Necati Bozkurt, Haluk Mıhalioğlu, Mehmet Şenol
YÜZYIL2000
DÖRDÜNCÜ DÖNEM
Şimdi de gelelim yoldaşlar, Bin Kalıplıların dördüncü aşamada savundukları görüşe, yani dördüncü tavırlarına. Bir başka söyleyişle Bin Kalıplıların 2000 yılından başlayıp bugün de savunuyor oldukları görüşe.
Bu konuya ilişkin yapacağımız aktarmalar iki adettir ve ikisi de kısadır. Çünkü çok açık, net, kesin ifadelerle soruna ilişkin tutumlarını ortaya koymaktadırlar. Şimdi sırayla bunları görelim:
1- Aşağıdaki aktarma Yeni Sahte Vatan Partisinin Milli Hükümet Programı Vatan Partisi Programı başlıklarıyla verilen programlarının 6. Maddesidir:
6. Kürt Meselesine Emperyalist Müdahaleye Son
Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür. Ülkemizde iç barışı, bütünlüğü ve kardeşliği sağlamak için esas görev, emperyalist müdahaleye karşı birleşmek ve direnmektir.
Bu amaçla izlenecek siyasetler ve yerine getirilecek görevler şunlardır:
- Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyetin devrimci kültürünün hâkim kılınması,
- Bölgede kamu yatırımlarıyla herkese iş ve aş sağlanması, çok boyutlu bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi,
- Toprak reformuyla ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliğinin tasfiyesi, hazine topraklarının ve mayından temizlenmiş arazilerin yoksul köylüye dağıtılması,
- Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele,
- Iraktaki işgalci güçlerin çekilmesi ve Irakın toprak bütünlüğünün sağlanması,
- Suriye, İran, Irak, Azerbaycan ve KKTC ile bölgesel ittifak. (http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/temel-belgeler/milli-hukumet-programi-4126)
Ne diyor konuya ilişkin program maddesi?
Açık, net, değil mi?
Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür.
Yani Kürt Meselesi diye çözülmesi gereken bir mesele yok ortada. Çözülmüş, bitmiş.
Kim çözmüş, ne zaman çözülmüş?
Belli değil, herhalde Bin Kalıplıların dışında kimsenin haberi yok bu işten.
Bu konuda yapılması gereken neymiş?
Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyetin devrimci kültürünün hâkim kılınması.
Bir de neymiş yapılması gereken?
Toprak reformu.
Başka?
Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele
Yahu 1925ten bu yana bu soruna ilişkin söylenen tüm çözüm çareleri ve hazırlanan raporların içeriği bunlar değil mi?
Demek ki 90 yıldır söylenenlerin tekrarı.
Bu söylenenler derde deva olsaydı bunca yaşananlar olur muydu hiç? Bunca kan akar mıydı, Türkiyenin en önemli siyasi sorunu olur muydu bu mesele?
Gelelim bu konuya ilişkin yapacağımız ikinci aktarmaya. Bunu Bin Kalıplı PDA Şeyhinden yapacağız. 28 Mayıs 2007 tarihinde Fox TVde Nazlı Ilıcak, Reha Muhtar ve Mehmet Ali Ilıcakla birlikte yapılan Çapraz Ateş adlı programda Doğu Perinçek bu konuya ilişkin aynen şunları der:
Biz şunu yapacağız, biz Atatürkle bir Cumhuriyet kurmuşuz. Bir devrimle bir kendimize vatan yapmışız. Bir millet oluyoruz o devrimle. Eee, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir, diye tarif etmişiz. Bu etnik bir tarif değil ve güvenlik nedir? Atatürk devriminin güvenliğini sağlayacağız. Yani güvenlik her zaman bir stratejinin, bir hedefin güvenliğidir. Yani bir yolun güvenlik altına alınmasıdır. Türkiye Atatürkle bir çağdaş toplum kurma, halkçı toplum kurma, aydınlanmış bir toplum kurma kararı almış ve onun güvenliğini sağlamak zorunda. (https://www.youtube.com/watch?v=uzPpuqDs3R4)
Birinci aktarmada Kürt Sorunu esas olarak çözülmüştür, deniyordu.
Bu ikincisinde ise sorunu yaratacak bir milletin de olmadığı iddia ediliyor. Yani Türkiyede bir Kürt Milletinin olmadığı iddia ediliyor. Bir millet yoksa ona ilişkin bir sorun da olmaz tabiî. Yani yukarıdaki birinci aktarmada öne sürülenle bu ikincisinde öne sürülen birbiriyle çelişiyor, birbirini ortadan kaldırıyor. Başka türlü ifadelendirirsek bunlardan biri doğruysa öbürü otomatikman yanlış oluyor.
Ne deniyor?
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
İfade çok net. Kürt milleti diye bir millet yok. Tek millet var Türkiye Cumhuriyetinde o da Türk milletidir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bunun içinde yer alan yani buna kurucu unsur olarak katılan herkes Türk milletini oluşturur.
Neymiş yapılması gereken bu ikincide söylenene göre de?
Bu cumhuriyetin güvenliğini sağlamak. Başkaca da hiçbir şey değil.
Gördüğümüz gibi yoldaşlar, ortada ne Kürt Sorunu kaldı, ne de sorunu oluşturacak bir millet, bir halk.
Peki ne oldu bunlar?
Buhar olup uçup gitti. Yok oldu. Zaten de böyle bir şey yokmuş.
İşte Bin Kalıplıların geldiği son nokta budur. Kürt Meselesine ilişkin en son ortaya koydukları tavır, tutum budur.
İşte Bin Kalıplılar da budur, yoldaşlar. Onlar kalıptan kalıba girerler, çıkarlar. Topaç gibi, fırıldak gibi, pervane gibi, vantilatör gibi, rüzgârgülü gibi durmadan dönüp dururlar. Ve asla şunu demezler:
Ya biz eskiden bu savunduğumuzun tersini savunmuştuk, o zaman yanlış etmişiz.
Bin Kalıplılar ve onların tekke şeyhi her zaman haklı olmuştur, her zaman hep en doğruyu savunmuştur. Onların anlayışı, inanışı, savunusu da budur, yoldaşlar.
Bu da neyi gösterir?
Onların siyasi ahlâktan, siyasi namustan, insani ahlâktan, dürüstlükten, mertlikten ve bunun gibi değerlerden tümüyle yoksun olduklarını.
Bunların Yeni Sahte Vatan Partilerinin bir internet sitesi var. Orada Vatan Partisine Soruyorum, başlıklı bir bölüm var.
Sormuş biri, artık kimse, neyse önemli değil kimin sorduğu. Kendileri mi sordu yoksa bir başkası mı?
Soru şu: 1974 yılında Kıbrıs çıkarması ile ilgili o gün düşünülenler ile bugünkü düşünülenlerin farkının nedeni ne?
Verilen cevap aynen şudur yoldaşlar:
Düşüncelerimizde bir farklılık olmadı. (http://vatanpartisi.org.tr/genelmerkez/soruyorum/36910) (Cevaplayan: Yeni Sahte Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin.)
Artık bu noktada biz hiçbir söze kadir olamayız yoldaşlar. Çünkü ne söylesen boş. Hani denir ya; sözün bittiği yer, diye. İşte öyle
Ne dersiniz böyle diyen bir adama?
Hiçbir şey. Eh biz de öyle yapalım. Afferin oğlum Mehmet, sen bu yolda devam et.
Bunlar böyle yoldaşlar. Çürüyen, tüm insani değerleri, erdemleri bir gömlek gibi fırlatıp ayaklar altına atan, çiğneyen, sadece Tekke Şeyhi değil. PDA Avanesi dediğimiz onun 1960lardan bu yana çevresinde olan müritleri de çürütür bu Tekke insanlarını. Birer leş, birer zombi haline getirir. Onlarla konuşmanın, tartışmanın hiçbir anlamı ve gereği yoktur artık. Çünkü sonu yok bunun. Bir yere varamazsınız.
Hani der ya 17nci Yüzyılın büyük halk ozanı Karacaoğlanımız:
Yüz yalancıyla başa çıkılmaz, içinden sıdk ile yanan olmalı, diye.
Bunların içi boş. Ne yürek var ne ruh içlerinde. Kokuşmuş, çürümüş bir yığın, kütledir bunların içini dolduran.
Sözü galiba yine fazla uzattık, değil mi yoldaşlar? Bağlayalım öyleyse.
İşte Bin Kalıplıların Kürt Meselesinde içine girip girip çıktıkları kalıplar da bunlardır
Yine karakter sınırından dolayı yazının devamı....
HKPnin Kürt Sorununa Bakışı
Konu açılmışken, yeri gelmişken Kürt Meselesinde biz Gerçek Devrimcilerin, Türkiyenin tek Marksist-Leninist Hareketinin geçmişten bugüne (1933ten bugüne) hep savunageldiğimiz tez, görüş nedir?
Onu da görelim yoldaşlar. Onu da açıkça ortaya koyalım:
Önce Parti Programımızda bu konuya ilişkin ne yazdığına bakalım:
KÜRT MESELESİ
Devlet, bugüne dek bu meseleyi yok saydı. Fakat problemler biz onları yok saymakla, görmezlikten gelmekle yok ya da görülmez olmazlar. Onlar çözülünceye kadar var olmaya devam ederler.
Bu mesele şöyle ya da böyle çözülecektir. Bu bizim meselemizdir. Türklerin ve Kürtlerin meselesidir. Elbirliğiyle biz çözersek, istediğimiz doğrultuda çözeriz.
Fakat başkaları, yani Batılılar çözerse kuşkusuz kendi aşağılık emperyalist çıkarları doğrultusunda çözeceklerdir. Türkiyeyi en az üç parçaya bölmek isteyeceklerdir
Bütün Batılı Emperyalist ziyaretçilerin, başta Diyarbakır olmak üzere Bölge illerini tabanı yanmış itler gibi dolaşmalarının ve sözde Kürt dostu görünmelerinin sebebi budur.
Emperyalistler artık bu meseleyi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde olduğu gibi yeniden ellerine almışlardır. Bunu göremeyen kördür, her türden siyasi bilinçten yoksun bir zavallıdır. Meydan onlara bırakılırsa, işin sonunun nereye varacağı da aslında görünmektedir. En azından biz gerçek devrimciler bunu görebilmekteyiz.
Ne yapmalıyız?
Sorunun çözümü çok açık ve kesin biçimde 1933te (bundan 72 yıl önce) ortaya konmuştur, Hikmet Kıvılcımlı tarafından. Bu çözüm, Türklerin ve Kürtlerin eşitçe, özgürce ve kardeşçe yer aldığı Demokratik Halk İktidarıdır.
Türkler ve Kürtler için biricik onurlu ve gerçekçi çözüm budur. Bunun dışındaki bütün yollar parçalanmaya götürür. Batılı Emperyalist çakalların değirmenine su taşır. Daha doğrusu meseleyi onların ellerine teslim eder
Bunu görmek gerek.
Türkiyenin bu meseleyi çözümsüz bırakmakta hiçbir kazancı yoktur. Bugüne dek olmamıştır. Bundan sonra da olamaz. Oysa kaybedeceği pek çok şey vardır.
Bu meseleyi Kıvılcımlının öngördüğü şekilde kardeşçe çözmemizde ise kazanacağımız pek çok şey vardır. Türkiye o zaman bugünkünden en az bin kez daha güçlenecek ve hiçbir emperyalist saldırganın ele geçiremeyeceği, sarsamayacağı çelikten sağlam ve yüksek dağlardan sarp bir kale olacaktır.
Kurtuluş Partisi, bu kalenin kurulması için gereken mücadeleyi yapacaktır.
Biz 1933ten beri bunu savunduk, savunmaya da devam edeceğiz. Çünkü Türklerin de Kürtlerin de gerçek çıkarı buradadır. Önderimiz Hikmet Kıvılcımlının dediği gibi, Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek daha iyidir.
Programımızdaki bu satırları 10 yıl önce, 2005te yazmışız.
Tabiî hayat her şey gibi akıyor, değişiyor, gelişiyor. Önderimiz Kıvılcımlı 1933te bu çözümlemeyi yaptığı zaman çok güçlü bir Sovyetler Birliği vardı. Fakat ne yazık ki Sovyetler Birliği, Leninci prensipleri terk ettiği ve Leninin dahice uyarılarını dikkate almadığı için adım adım durağanlaştı, donuklaştı, çürüdü, 1991de de çöktü. Eski Sovyet sınırları içinde yer alan 5 Türk Cumhuriyeti bugün bağımsız birer cumhuriyettir. Çin sınırları içinde de yer alan Doğu Türkistan ya da Uygurlar denen Türkistanın bir parçası bulunmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti de kerte kerte Kapitalizme geçiş yapmaktadır. Yani onun da halkçı, devrimci, sosyalist yönü tükenmek, bitmek üzeredir. Ondan da halklara bir hayır gelmeyeceği apaçık ortaya çıkmıştır.
İşte bu yeni şartları-durumu da göz önüne alarak, hesaba katarak yaptığımız bir değerlendirme, bize, Ustamızın 1933te ortaya koyduğu çözümü ve formülasyonu yeniden belirlememiz gerektiğini göstermiştir. Devrimcilik, her an oluşan, değişen yeni durumu göz önüne alıp değerlendirmede bulunmamızı emreder. Devrimci diyalektik mantık ve metodumuz bize bu konuda yol gösterici olur, ışık tutar.
İşte biz de bunu yaptık. Ve bugün diyoruz ki:
Edirneden Doğu Türkistan da dahil olmak üzere Çin sınırına dek uzanan geniş coğrafyada sosyalist bir ekonomik temel üzerinde bir Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti kurmalıyız. Adımıza Türkistan-Kürdistan Halk Cumhuriyeti de diyebiliriz.
Belki şöyle bir soru akla gelebilir: Neden böyle bir federatif yapı gerekmektedir?
Şundan:
1071de Alparslan komutasındaki Malazgirt Savaşında, ki bize bugünkü ortak vatanımızın kapılarını açmıştır bu zafer, 60 bin kişilik ordumuzun 10 binini Kürt savaşçılar meydana getirmiştir. Yani bu vatanı birlikte vatan yapmışız. Ve bugüne kadar hep birlikte savunmuşuz, kardeşçe, yan yana, omuz omuza, Osmanlı döneminde İranlılara karşı, Çanakkalede ve Birinci Kuvayimilliyede Batılı Emperyalist Haydutlara karşı. Ortak zaferler kazanmışız.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Batılı Emperyalistler Osmanlı idaresindeki diğer bütün ulusları tek tek koparıp almışlar, hatta Osmanlıya karşı savaştırmışlar fakat Kürt Halkını koparamamışlardır Türklerden. Emperyalistlerin oyununa gelmemiştir Kürt Halkı. İngiliz ajanı Yüzbaşı Noelin ve benzerlerinin bu konudaki çabaları hep fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Bin yıldır nasıl birlikte yaşamışsak kardeşçe, bundan sonra da yaşayabiliriz. Tabiî bu birlik artık gönüllü birlik olmalı, açık irade beyanıyla ortaya konan. Yani bu birlik gerçek anlamda eşitliğe, kardeşliğe ve özgürlüğe dayanmalı. Eğer bunu gerçekleştirirsek, şundan eminiz ki Kürt Halkı iradesini bizimle bin yıldır olduğu gibi yine birlikte yaşamaktan yana belirtecektir. İşte bunun formülüdür Türk-Kürt ya da Türkistan-Kürdistan Halk Cumhuriyeti.
Bunu sağladığımız anda ABD ve AB Emperyalist çakallarının ülkemizdeki, Ortadoğudaki ve Asyadaki zulüm ve sömürüleri büyük ölçüde engellenecektir. Onların karşısına aşamayacakları güçlü bir kale çıkacaktır. NATOcu CIA ajanlarının ifadesiyle Sovyetler Birliğinden daha güçlü bir düşmanla karşı karşıya kalacaktır o emperyalist çakallar. Hiçbir şekilde yenemeyecekleri bir güçle karşılaşmış olacaklardır.
Ve böyle bir oluşum bugün kan ve acılar içinde kıvranan, hayâsızca sömürülerin, talanın yaşandığı kıta olan Siyah Afrikanın bu emperyalist kan dökücülerden kurtulmasına da çok önemli oranda katkı sunacaktır.
Ve bu oluşum ve ortaya çıkan bu çelikten sert devrimci güç, tâ Latin Amerikanın bu haydutlardan kesince kurtuluşuna çok önemli bir destekte bulunmuş olacaktır.
Böylelikle de bu emperyalist haydutlar kendi ülke sınırları içine hapsedilecek, orada da kendi İşçi Sınıfları ve halkları tarafından yenilip yıkılacaklar, sonları getirilecektir.
Fransız Tarihçi Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi adlı kitabının girişinde, kendisine neden böyle bir konu seçtiğini soran kişilere şu yanıtı vermektedir:
Onları nasıl konu edinmem? 2000 yıllık tarihin her yerinde onlar var.
Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirebilirsek, Tarihin bundan sonraki gelişiminde de Türkler ve Kürtler çok önemli roller oynamaya devam ederler. Ve bu roller, insanlığın emperyalist haydutlar sürüsünden kurtulmasında büyük yardımlar sunar.
Unutmayalım; milletlerin birliğini sağlamak devrimci bir görevdir. Bildiğimiz gibi, Türkiye Türklerinin diğer Asya Türkleriyle birliğini sağlamak Mustafa Kemalin de Türk Milletine kuşaktan kuşağa aktarılması için bıraktığı bir idealdir. 1933 29 Ekiminde, Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları çerçevesinde akşam Ziraat Bankasının Ulustaki Genel Merkez binasında yapılan törende Mustafa Kemal, böyle bir mefkûreyi, ideali açıkça ve kesince ortaya koyar. Bu konuya ilişkin önceki yazılarımıza bakılabilir, daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için.
Yine bu ideal, Doğu Halklarının büyük devrimcileri Mollanur Vahidovun, Sultan Galiyevin, Neriman Nerimanovun ve Turar Rıskılovun da uğruna hayatlarını verdikleri davadır. Mollanur Vahidov, Müslüman Kızıl Ordunun başında, onun komutanı olarak, Leninin de baba tarafından ata yurdu olan Kazanı, Çarcı Ak Orduların, karşıdevrim ordularının, Kolçakın komutasındaki saldırısına karşı savunurken göğüs göğse çarpışarak şehit düşmüştür. Bilindiği gibi, 1917 Büyük Ekim Devrimi sonrasında 4 yıl süren bir savaş vermek zorunda kalmıştır Bolşevikler, Çarcı ordulara ve Batılı saldırgan emperyalistlere karşı.
Turar Rıskılov, yine hatırlanacağı gibi, 1-7 Ekim 1920 tarihleri arasında Baküde toplanan 1. Doğu Halkları Kurultayında Türkistan delegesi olarak bulunmuş ve Leninci ideolojinin ışığı altında mükemmel bir dünya tahlili içeren bir bildiri, tebliğ sunmuştur. Kurultayı konu alan kitaplardan bu tebliğin içeriği okunabilir.
Ne yazık ki Stalin şovenizm zaafından dolayı Doğu Halkları Kurultayının devamına izin vermemiştir.
Yine hatırlanacağı gibi Turar Rıskılov da, Sultan Galiyev de Lenin sonrasında Stalinin zulmüne uğramış ve zindanlarda hayatlarını kaybederek Stalinin kurbanları arasına katılmışlardır
Bu büyük devrimciler, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve Onbeşlerin de öğretmenleridir, yine hatırlanacağı gibi
Biz sadece parçalanmış Türk ve Kürt Halklarının birliğini değil, emperyalistler tarafından 22 parçaya bölünmüş Arap Halklarının, ulusunun da birliğini, Siyah Afrikanın da birliğini ve Latin Amerikanın Latin Halkının da tek bir ulus ve tek bir devlet çatısı altında birliğini savunuyoruz.
Böyle birlikler ortaya çıktığı anda bugünkü emperyalist soyguncuların, işgalcilerin, katliamcıların dünya halklarına kötülük etmesi, zarar vermesi son derece zorlaşır
Ve işte yoldaşlar, bizim Kürt Sorununu da kapsayan devrimci çözümümüz, gelecek öngörümüz, uğrunda mücadele verdiğimiz amaç budur
Bizim bu savunduğumuz çözüm Kürt Sorununun devrimci çözümüdür. Marksist-Leninist prensipler doğrultusunda çözümüdür. O yüzden böyle bir çözümün gerçekleşmesi emperyalist haydutları dünya çapında dara sokar, korkuya düşürür.
PKKnin 1991den bu yana savunageldiği çözüm ise bizimkinin tam tersine Amerikancı çözümdür, gerici çözümdür, burjuvaca çözümdür. PKK, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ABDnin Ortadoğudaki bir askeri birliğidir, bir müfrezesidir. Giderek de İsrail benzeri ABD uydusu bir Müslüman İsrail olma yolundadır. Bu gerici çözüm eğer başarılı olursa, Fidelin on yıllar önce Gürbüz Çapan Esenyurt Belediye Başkanı sıfatıyla Kübaya gidip Fidelle görüştüğünde Kürt Sorunu söz konusu edilince söylediği şu kötümser kehanetle noktalanacaktır.
Fidel aynen şunları diyor Gürbüz Çapana hitaben: Türkiyedeki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt Hareketi Yankeenin petrol bekçisi olmaz.
Dikkat edersek yoldaşlar, bizim savunduğumuz devrimci çözümle PKKnin savunageldiği Amerikancı çözüm; birbiriyle akla kara gibi, geceyle gündüz gibi, yerle gök gibi karşıdır, birbirinin zıddıdır.
Devrimciler, asla umutsuzluğa düşmezler. Her durum ve şartta, yürüklerindeki inanç ve cesaretle, kafalarındaki bilinçle, kararlıca, fedakârca mücadeleye devam ederler. Tâ ki, insanlığı bugün kana, ateşe, acıya, gözyaşına, açlığa ve tüm musibetlere sürükleyen insanlığın başbelası bu emperyalist haydutlar sürüsü yeryüzünden silininceye kadar
01.04.2015
HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut
Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(21)
Söyle bakalım Bin Kalıplı parti hırsızı kalpazan; Uğur Mumcu CIA, MOSSAD ajanı mı yoksa namuslu yurtsever, Atatürkçü, aydın mı?
Kendin de çok iyi bilirsin ya, su içer, nefes alır gibi yani o rahatlıkta yalan söylersin. Ve de iftira atıp karalarsın insanları. Hep diyoruz ya insani his yoksunu olduğun için bu ahlâksızlıklar hiç rahatsız etmez seni. Tabiî bir kalıptan çıkıp bir kalıba girmek de. Uzun siyasi ömrün hep böyle işler yapmakla geçti senin. Aslında insani açıdan baktığımız zaman acıklı bir durum ve boşa gitmiş bir ömür
Neyse geçelim.
Gelelim konumuza:
Soner Yalçın, 1993ten 2005e kadar birlikte olmuştur Doğu Perinçek ve PDA Avanesiyle. O avanenin yayın organlarında muhabirlik yapmıştır, yazarlık yapmıştır. Bu sebeple o da iyi tanır bu çevreyi.
Hep Gün Zileliden aktarmalar yapacak değiliz ya
Bu kez de sözü araştırmacı gazeteci Soner Yalçının imtiyaz sahibi olduğu Oda TV imzasıyla yayımlanan yazının yazarına verelim: Görelim şimdi konumuza ilişkin 20.11.2007 tarihli Oda TVde yayımlanan sözü geçen yazıda neler dendiğine:
DOĞU PERİNÇEK, UĞUR MUMCUNUN KEMİKLERİNİ SIZLATTI!!
Doğu Perinçek gençliğinde sağcıydı.
Babası Sadık Perinçek Süleyman Demirelin sağ koluydu.
Yani, Perinçek dün dündür bugün ise bugün çizgisine sahip politik bir gelenekten gelmektedir.
Aydınlıkın PKK ile ilişkisine de bu oportünizm hakim olmuştur.
1) Aydınlık hareketi, 1970li yıllarda PKK ile mücadele etti. Bu uğurda Aydınlıkçılar canlarını verdiler.
2) 12 Eylül 1980den sonra Aydınlık hareketi özeleştiri yaptı. PKKya yakınlaştı.
Bu yakınlık öylesine sıcak diyaloglara döküldü ki, Aydınlıkçılar yayın organları 2000e Doğruda, gerillalar komutan kaçırdı gibi propaganda kokan yalan haberler bile yaptılar.
Ödüllerini de aldılar: Öcalan başta Doğu Perinçek olmak üzere üç Aydınlıkçının SHP listesinden TBMMye girmesini teklif etti.
Ancak Perinçek daha çok milletvekili istedi. Anlaşamadılar.
3) 1990 yılların ikinci yarısından sonra Aydınlık ile PKK arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.
4) Son yıllarda Aydınlık, PKKya tıpkı 1970li yıllarda olduğu gibi savaş açtı.
Şimdi gelelim meselenin Uğur Mumcuyla ilişkisine: Uğur Mumcu öldürülmeden önce Öcalan-MİT ilişkisini araştırıyordu. O dönemde Perinçek, Öcalana Bekaada kırmızı karanfil veriyordu.
Mumcu, Öcalan MİT ilişkisi konusunda Cumhuriyette bazı makaleler yazdı.
Mumcunun, Öcalanla ilgili yazdıklarına en büyük tepki kimden geldi dersiniz; Doğu Perinçekten!
Yayın organı 2000e Doğru dergisinde Mumcuyu, CIA-MOSSAD ajanlığı ile itham etti. Perinçeki bu kadar öfkelendiren neydi biliyor musunuz?
Mumcuya göre Öcalan Aydınlıkın (o dönemdeki adı Şafaktı) bildirilerini dağıtırken, yakalanmış ve bu dönemde MİT tarafından devşirilmişti.
Uzatmayalım, gelelim bugüne:
Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılar, Mumcunun doğru yazdığını söylüyorlar. Aydınlıkın son sayısında Uğur Mumcuya övgüler düzüyorlar!
Rahmetli Mumcu, Perinçek ile aynı çizgide buluşmaktan memnun mudur bilenmez.
Bilinen; Mumcunun yaşadığında, Öcalanın MİT ile ilişkisi neden Aydınlıkçıları rahatsız ediyor sorusuna yanıt bulamadığıdır.
Sahi 1990lı yılların başında Öcalanın istihbarat ilişkilerinden rahatsız olan Aydınlık bugün neden PKKyı MİT kurdu diye haber yapmaktadır.
Siz siz olun Perinçekin ne dediğine değil, ne demediğine bakın!
Odatv.com (http://www.odatv.com/n.php?n=dogu-perincek-ugur-mumcunun-kemiklerini-sizlatti-2011071200)
Bizim de her satırına katıldığımız bir yazı bu. Son derecede doğru tespitlerde bulunuyor Bin Kalıplı fırıldak PDA Şeyhi hakkında.
Yazının son cümlesindeki okuyuculara yönelik uyarı da çok yerinde ve haklı.
Biz, 1969dan bu yana D. Perinçek ve PDA Avanesinin söyleyip savunduklarının hep tam karşısında olduk.
Adamda halkımızın deyişiyle her yol var. Başka türlü dersek; her yol mubah
Onun bütün derdi, kendi deyişleriyle, Büyük Güçler Platformuna çıkmak. İşte onu başarabilmek için de duruma ve şartlara göre görüş oluşturmak yani bir kalıptan çıkıp bir kalıba girmek
Bu adam ve avanesi için tutarlılıkmış, siyasi ahlâkmış, vicdanmış, insani değerlermiş hiçbir önem taşımaz. Boş şeyler onlara göre bütün bu saydıklarımız.
E, sonuçta onlarınki de bir seçim. Ne yapabilirsiniz ki?..
Biz, onur yaşamdan önemlidir. İnsan şerefi için yaşar diyoruz. Onlarsa Büyük Güçler Platformuna çıkmak, diyorlar. Yazık! Ne diyelim başka?.. Hep dediğimiz gibi, insanız tabiî; akılla birlikte duygu varlığıyız da
Bu sebepten kızıyoruz onlara zaman zaman da, aslında acınacak yaratıklar bunlar.
İnsan olarak doğmuşlar, sonra da kendi iradeleriyle insanlıktan vazgeçmişler
26.02.2015
Kaynak: http://kurtuluspartisi.org/soyle-bakalim-bin-kalipli-parti-hirsizi-kalpazan-ugur-mumcu-cia-mossad-ajani-mi-yoksa-namuslu-yurtsever-ataturkcu-aydin-mi/
Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(22)
Bir kez daha soruyoruz: Söyle bakalım Bin Kalıplılar Tekkesinin madrabaz, düzenbaz, hilebaz şeyhi; Türk Ordusu hakim sınıfların vurucu gücü mü, yoksa Türkiyenin milli ordusu mu? Bölgede de bir tek güvenebileceğimiz silahlı güç mü?
Buradan okuyabilirsiniz: http://kurtuluspartisi.org/bin-kalipli-pervanenin-kivilcimli-ustaya-iblisce-saldirisi/
Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(23)
Cevap ver bakalım Bin Kalıplılar Dergahının Âlimi Büyük Pervane:
Kontrgerillayı, SüperNATOyu, Gladyoyu, onun Türkiyedeki merkezi Özel Harp Dairesini, hem de ne olduklarını bile bile savundun mu savunmadın mı?
Buradan Okuyabilirsiniz: http://kurtuluspartisi.org/cevap-ver-bakalim-bin-kaliplilar-dergahinin-alimi-buyuk-pervane-kontrgerillayi-supernatoyu-gladyoyu-onun-turkiyedeki-merkezi-ozel-harp-dairesini-hem-d/
Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(24)
Soykırım Yalanını Kökten Bitirdik diye övünen Bin Kalıplı sahte kahramanın ve PDA Avanesinin 20 yıl boyunca bu yalanın en kararlı savunucularından olduğunun resmidir!
Okumak için: http://kurtuluspartisi.org/soykirim-yalanini-kokten-bitirdik-diye-ovunen-bin-kalipli-sahte-kahramanin-ve-pda-avanesinin-20-yil-boyunca-bu-yalanin-en-kararli-savunucularindan-oldugunun-resmidir/
8 aylık çalışmanın sonucunda, 618 sayfalık teşhir kitabımız meydana geldi. Bizim için zorlu bir süreç oldu, çünkü Doğu Perinçek adlı adamın nereden baksanız elde kalan çürük teorisi ile dolu kitapları ile uğraşmak zorunda kaldık. Yine de Türkiye sol tarihine önemli bir kaynak sunduk. CIA sosyalizmine karşı "cevabımızdır".
Bin Kalıplılar Line.do sitesinde. Karşınıza bir Vatan Partili atıp tutuyor mu? Buradan buyrun
https://line.do/tr/bin-kaliplilar/z5v/vertical