Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

16.12.2014- 11:51

14 Aralık ve ötesi...
Kemal Okuyan


Kavga büyük. Çünkü kriz büyük.

17 Aralık ve şimdi 14 Aralık ve başka Aralıklar, Ocaklar, Şubatlar... İki farklı toplumsal sistemin, SSCB ve ABD öncülüğünde, çelişkileri büyük ölçüde sadeleştirdiği bir dünyada değiliz artık. Kapitalizmin iç dinamikleri bir kez daha özgür kaldı; 1917'yi kestirmeden totaliterliğin galebe çalması olarak damgalayanlara hep hatırlatmıştık, Ekim Devrimi uluslararası tekelleri yok edememiş ama onların hareket yeteneğini fena halde kısıtlamıştı. Bu kısıtlama özgürlüğün ta kendisiydi insanlık için!

Ne alakası mı var, AKP ile cemaat arasındaki kavgayla?

Böyle kodlanmasına bile itirazım var Türkiye'deki kavganın. Kavga, hesap, mücadele adına yakışır eksenin bir ucunda halk bir ucunda hükümet duruyor. Kazıyın biraz daha, bir ucunda emek bir ucunda sermaye duruyor.

Öte yandan kapışıyorlar, birbirlerinin canını acıtıyorlar, hatta asıl düşmanlarından yardım istiyorlar.

Ama bu böyledir, hep böyledir.

Çünkü iç dinamikleri özgürleşen kapitalizmin iç çelişkileri de özgürleşir, kontrolden çıkar. Biliyoruz ki, eşitsiz gelişmesi, krizlerden kurtulamaması ve rekabetin keskinleşmesini engelleyememesi dünya kapitalist sisteminin yasallığıdır.

Osman Çutsay dün soL'da çok güzel yazdı, doğru yazdı; AKP ile cemaat didişmesinin uzun karşı devrimin yeni bir aşaması olarak okunması gerektiğini vurguladı ve gerilimin uluslararası alana yerleştirilmeden anlaşılmayacağını...

Bu anlamda ''karşı devrim evlatlarını yiyor'' doğru saptamadır ancak yetmez. Diktatörlüğün tahkim edildiği, güçlendirildiği, daha açık hale getirildiği de doğrudur ancak tek başına bizi yanlışa götürür.

Abartmanın kırıntısı bile yok; dünya sistemi çözülüyor!

ABD yeniliyor mu? Hayır bunu demiyorum. Şu var evet, çözülen sistemin tepesinde ABD durmaktadır ve bu ülkenin hegemonyası tehdit altındadır.

Ancak bir öteki henüz kazanmıyor ya da yükselmiyor.

Kaos...

Bütün bölgesel açılımlarını kaos yönetimine bağlayan ABD, uluslararası kapitalizmin içine yuvarlandığı ve yönetilemeyecek bir kaos karşısında artık çaresizdir.

Ne yaptığını bildiği görüntüsü veren Putin Rusyası da aslında aynı kaosun içinde sürüklenmektedir.

Kuşku olmasın, CIA-işkence raporu kaostur; rublenin ölçüsüz değer kaybı kaostur, emperyalist merkezlerin piyasaya sürdüğü IŞİD bu genel tabloda illa ki kaostur.

Putin ziyaretinden çıkan Rusya-Türkiye enerji nakil anlaşması da kaostur.

Kaos yönetme krizi olarak da okunabilir. Kapitalizmin buradan çıkışı için yeni bir dengeyi yakalaması, paylaşım sorununu çözmesi gerekecek. Ve de bu süreçte ortaya çıkabilecek tamamen aykırı seçenekleri, emekçi halkın kurtuluş arayışını bertaraf etmesi.

Teorik olarak bunun araçları belli. Savaş... Faşizm...

Bugün her ikisi de gerçek. Özgün biçimlerle... Devamı nasıl gelecek, buna hep birlikte karar vereceğiz.

Kapitalizm içi çözüm mü arıyordunuz; demokrasi, özgürlükler, refah filan...

Şaka olmalı. Dünyaya bir bakın. Bugün çok karışık geliyorsa, düne bakın. Lenin hoşunuza gitmiyorsa, onun çok yararlandığı John Atkinson Hobson'un Emperyalizmini okuyun, haşa bolşevik filan değildir, bazı tezleri fazlasıyla aşınmıştır ama bir konuda çok nettir: Sermayenin elinden bu kadarı geliyor! Çürüme, yoksulluk, savaş falan...

''Sermayenin ulusu olmaz'' güzel sözdür de, azıcık düzeltilmelidir. Sermaye pasaport kullanmaz, çünkü sınır tanımaz ama dünyanın en büyük finans kuruluşlarının listesine bakarsanız, bir fotoğrafla karşılaşırsınız. Etnik, ırksal bir fotoğraf değildir bu; emperyalist sistemin iç hiyerarşisine ve tek tek devletlerin devasa tekellerle kurduğu ilişkideki dağılıma ışık tutar.

Kaos, emperyalizmin iç hiyerarşisinde ve devlet-tekel ilişkisindeki dağılımda önemli yer değiştirmelerin yaşandığı ya da yaşanacağı anlamına gelir.

Bu anlamda uluslararası krizin tek tek ülkelerdeki dengeleri altüst etmesi kaçınılmazdır. Farklı sermaye grupları konum almakta, güçlülerden başlayarak bütün devletler, tekellerin kâr maksimizasyonu ve krizden çıkış arayışına yanıt verme yarışına girmekte; sermaye hareketleri hızlandığı oranda yeni ittifaklar ortaya çıkmaktadır.

Uluslararası rekabet ABD'nin, Almanya'nın, Rusya'nın içini vurmaktadır.

Türkiye'de yaşananların bir de bu boyutu vardır.

Kaos, bir açıdan yönetememe halidir.

Tek tek iktidarlar için böyle dönemlerde yönetme yetisini korumak, mutlak ve ve alternatifsiz olduğunu göstermek hem kim vurduya gitmemek hem de sermayeye güven vermek için zorunludur.

AKP, Erdoğan, bunu yapmaktadır.

Şimdiye kadar tuttu.

Tutmayabilir. Bu kaotik süreçte ortaya çıkan yeni dengelerde güçlü Erdoğan birilerinin hoşuna gider de, birileri için kabul edilmez olabilir. İpini çekerler. Düşer-düşmez bunu kimse bilemez.

''Düşürmezler'', salakça bir laftır. ''İlla düşürürler'' de...

Tek bir akıl yok, bir denge hâli yok.

Ancak bizim açımızdan net olan şu: Kapitalizmin iç dinamikleri, savaşa ve faşizme işaret ederken aynı zamanda bu manyaklar dünyasından çıkış yollarını da açıyor.

Bunlar gaddar, bunlar zalim, bunlar hırsız, bunlar gerici, bunlar katil... Ama zayıflar. Topyekun çürüyorlar.

Neyin tarafını tutacağız?

Vaşington'dan gelen, ''kaygıyla izliyoruz'' açıklamalarından umutlanmak? Putin-Erdoğan görüşmelerinden ''bağımsızlık geliyor'' hayali çıkarmak? AB'nin ''Tayyip bizi aldattı'' noktasına gelmesinden rahatlamak?

Hepsi tedirgin edici.

Ve daha ötesine hazır olun. Kaos Türkiye'nin kapısını bütün ezberleri bozan yeni kümelenmeler, yeni müdahaleler, yeni projelerle çalacak.

Kaos halk için yıkımdır; kaostan çıkış da halk için yıkımdır ama...

Kapitalizm yönetirken de, yönetme yeteneğini yitirdiğinde de yıkıcıdır çünkü.

Kaostan korkun, kaostan çıkıştan daha fazla korkun.

Uzun sürecek belli; kaosu fırsata dönüştürmekten başka çare yok.

Cemaate, AKP'ye, diğerlerine böyle bakmalı. Çok mu anlaşılmaz oldu? Yeni kümeler, yeni müdahaleler, yeni projeler?..

Devam edeceğiz.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 1
16.12.2014- 13:18

14 Aralık Operasyonu ve “Restorasyon"-Metin Çulhaoğlu  

14 Aralık operasyonunun bir restorasyon girişimi olduğu açıktır.

Ancak, “restorasyon” kavramı farklı anlamlarda kullanılabildiğinden ek bir açıklama daha gerekiyor. Örneğin burada söz konusu olan, “herhangi bir şeyi eski haline getirme” anlamında restorasyon değildir. Bir rejim, bir zamanki müttefiklerinden, bir dönem belirli bir vizyonu paylaştığı kesimlerden kurtulmak istemektedir. Her şeyi kendi kafasına göre oturtup, farklı seslerden arınmış bir tekleşme peşindedir.

Gündemde, bu anlamda bir “restorasyon” vardır.

Hedefin Cemaat olduğu da bellidir.  

Gene de, durumu daha iyi kavramak için kurcalamakta yarar var: Tek parti (kişi) rejimi, kavgayı zaten kaybetmiş bir kesimin son kalıntılarını da silip kazımak mı istiyor, yoksa hâl⠓potansiyel tehlike” saydığı bu kesimi tam anlamda kuşatıp hareketsiz hale getirmek mi?

Net yanıt gerekiyorsa, yukarıdakilerden ikincisidir. Hedef seçilen kesimin yargıdaki, sivil-asker bürokrasideki ve medyadaki “yığınakları” tasfiye edilememiştir. Gerçi Cemaat geçen yıl Aralık ayında başlayıp Cumhurbaşkanlığı seçimine uzanan dönemde beklediğini bulamamıştır; ama elindeki yığınaklarla yeni hamlelere girişmesi hiç de uzak bir olasılık değildir.

Kısacası, bir taraf “inlerine girmeden bu iş bitmez” demiştir ve gereği için düğmeye basmıştır.

***

Biraz daha kurcalayalım.

Şöyle bir düşünüldüğünde, operasyonun daha kısa vadede üç pratik hedef gözettiğinden söz edilebilir. Birincisi, Cemaat denilen kesimi gözdağı vererek, pabucun pahalı olduğunu göstererek kendi içinden çözmek, en azından kimilerini biat ettirip bir zamanlar ne gibi hainlikler düşünmüş olduklarına ilişkin yeni ifşaatlar elde etmektir.

İkincisi, büyük önem verilen 2015 seçimlerine özel olarak yaratılmış bir atmosferde girmektir. Şöyle: Karşısında her tür şer ittifakın kurulduğu, akla hayale sığmayacak tezgâhların düzenlendiği,   bütün bunlara rağmen direnen ve hak yolundan zerrece sapmayan bir iktidar… Hedeflerden birincisi, hiç kuşkusuz, bu ikincisine kimi girdiler sağlasın istenmektedir.

Üçüncü hedef ise AKP’nin kendi içine yönelik bir gözdağı olarak düşünülebilir: Böylesine kritik bir dönemde AKP içi çatlak seslere hiç ama hiç yer olmaması gerekir; olursa da böyle seslerin kimle, neyle ilişkilendirileceği de açıktır: “Paralel yapıyla” birlikte hareket etme…

***

Başka?

Başka faktörlerden söz edersek işi çok mu zorlamış oluruz?

Pek böyle görünmüyor.

Daha genel planda ve uzun vadede bakıldığında iki önemli gündem maddesi öne çıkıyor: AKP’nin, ABD, bölge ülkeleri ve bu arada elbette İsrail ile olan ilişkilerinin zaman zaman “sorunlu” boyutlar kazanan seyri ve elbette “Kürt sorunu”…

İşte, bizce son operasyon temelde ya da özünde, Türkiye’nin ve AKP’nin gündeminden düşmesi beklenemeyecek olan bu iki maddeyle ilişkilidir. Cemaat, daha Mavi Marmara olayında birinci gündem maddesine ilişkin bir “açı” ortaya koymuştur. Ayrıca, “Kürt sorununun çözümü” adına başlatılan girişime çeşitli açılardan hayli mesafeli durduğu da bilinmektedir.

Salt “açı” ya da “mesafe” de değildir. Ya AKP’nin bu iki gündemde atacağı her adımı, başvuracağı her tür manevrayı belirli bir çevrenin “gündeme bomba gibi düşüreceği” ifşaatlar, belgeler, kayıtlar vb. izlerse?

Başlarda dedik ya;   İstihbarat kaynakları var; yargıda, bürokraside odakları var, ellerinde medya araçları da var…

AKP iki temel gündem maddesinde böyle bir riskle hareket etmek istememekte ve bunun gereğini yapmaktadır.

***

Sol ne yapsın?

Yanıt: Eğer buradaki değerlendirmeler belirli bir gerçekliğe karşılık düşüyorsa, en azından ortada burada söylenenlere benzer hesaplar varsa, bunlardan ne çıkıyorsa ona göre hareket etsin.

Bu yeterlidir.

Başka bir deyişle, oh olsunculuktan da “basın özgürlüğü” temasına boğulup kalmaktan da uzak durduktan sonra başka ne yaparsa yapsın.

Yanlış olmayacaktır…

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]