Haziran'a doğru...
Aydemir Güler
Bugünlerde Birleşik Haziran Hareketi salon toplantılarında bir araya geliyor. Sol kamuoyu BHH'nın ne yapacağını merak ediyor.
Bir kere, örgütlenmenin başlı başına bir gündem maddesi olduğunu anlamak gerekiyor. Halk katında bunun anlaşılmasının zor olduğunu hiç zannetmiyorum. Örgütleneceğiz dendiğinde ee sonra diyen gözlerle bakanlar, örgütlenme çabasından bezmiş solculardır.
Örgütlenme çabasından bezen solcu olur mu sorusu o bakıştaki sorudan daha gerçektir!
2013'ten önce Türkiye'nin en büyük sorununun bilgi olmadığını çok düşünmüştüm. Herkes biliyordu aslında yaşananların ne manaya geldiğini. Ama onun emekliliği zaten yakındı, özelleştirmeden zarar görmeyecekti. Savaş çığırtkanlığı kötüydü tabii, ama Türkiye'nin Batı'nın dümen suyundan çıkması mümkün değildi ki. Bu yobaz takımı hiç çekilmezdi, ama insanların dini duygularına saygı gösteriyordu...
Bu rezervler bilgiyle üç aşağı beş yukarı dolu olan kalabalıkların harekete geçme enerjisinin yokluğunu gösteriyordu. Tablonunsa çeşitli kaynakları vardı kuşkusuz. Önemli bir tanesi toplumsal çürümeydi: Yerde yatan ölünün etrafından dolanıp geçen, kendi anne babası yaşındaki insanların sosyal güvenlik sistemi ve devlet bütçesi üstünde yük oluşturduğu anlatıldığında saldırıya uğramamış gibi davranan, işsiz arkadaşına rastladığında neyse ki benim işim var diye içinden geçirene çürük denmez de ne denir!
Bu çürüme 12 Eylül'de başlayan, köşe dönmeci liberalizmle devam eden, AKP'yle din adına meşrulaştırılan bir süreçtir.
Sonra Haziran patladı ve gördük ki, Türkiye'nin onurlu, diri, dürüst, tertemiz, cesur bir yanı var. O yan çürük tabakayı silkeleyip atabilecek güçte...
Şimdi bu betimleyici gözlemlere her daim attığımız o ünlü sloganın ters yönlü versiyonunu ısrarla eklemek gerek: Örgütsüz bir halk yenilmeye mahkumdur!
Halkın örgütlenmeye ihtiyacı var. Başka hiçbir şey bu ihtiyacın önüne geçemez. Birleşik Haziran Hareketi sıradan insanların kolaylıkla katılacakları, girecekleri, sözlerini söyleyip alınan kararların disiplininin gönüllü parçası olacakları bir devinim olmalıdır.
Bu kadarı yetmez. Parçalı, her parçasının kendine ait özel gündemlerle belirlendiği, yerellikle sınırlı birliktelikler aslında örgütlenme sayılmaz. Örgütlenmek birleşmektir. Parça böler, bütün birleştirir. Yalnızca ülkenin bütününe bakan, her yerde aynı doğrultuda harekete geçen bir topluluk örgütlüdür. Örgütlenmesini yerel yapılar üstüne bina eden BHH, yerelci olamaz. Yerelcilik bir örgütlenme tipi değil, halk hareketini dağıtmanın, bölmenin ideal formülüdür çünkü.
Birleşik sözcüğünün farklı sol yapıların ortaklığını kast etmek üzere icat edildiği doğru. Ancak bu anlamın bir üstte söylenen yönde dönüştürülmesi gerek. Birleşikliğini titizlikle koruyan, kendi içine yoldaşlık, dostluk yayan bir yapı olunmalı. Ama bundan daha önemlisi, memleketin dört bir yanında benzer duyarlılıklarla AKP diktasına karşı toplaşan insanların birleşikliğidir. Yoksa solun birliğinin onca deneyden sonra aşırı yıpranmış ve heyecansızlaşmış olduğunu bilmeliyiz. Bu darlıkta bir birlik fikri, sadece, nicel anlamda dar bir alana sıkıştığının farkında olmayan, o alanın ötesindeki milyonları seçemeyen bezgin solculara heyecan verebilir.
Örgütlenmek, birleşmek, yani çoğalmak...
BHH dinci faşizmin önüne set çekmek için, AKP'ye laf yetiştirecek. Seçtiği, hazırlandığı, hedef koyduğu sözler ve bu sözlerin tamamlayıcısı eylemler. Eğitimde gericileşme mi, Birleşik Haziran orada olmalıdır. Savaş rüzgarları mı, barış sözü ve eylemi BHH'yla anılmalıdır...
Demek ki, sözümüz değerli. Solu karalama amacıyla kullanılan bir deyim var: Çok laf az iş... Birleşik Haziran böyle bir aydın ve akıl düşmanlığından uzak duracak. Nerede neyin ne kadar konuşulacağını ayarlamak çok mu zor? Belirli bir konuşma düzeyi parti programı, ideolojik bütünsellik, teorik derinlik gibi düzlemlere denk düşer. Orası BHH değil ki...
Ve zaten halkımızın sağlıklı unsurlarının, yani belirli bir bilgi ve sezgi temeline sahip, harekete geçme yeteneğini, bedel ödeme cesaretini sergilemiş kesimlerin fazla fazla konuşmaya eğilimli olmadıklarını da görmek gerekir. Bu insanların aradığı AKP faşizmine karşı mücadelenin doğrultusudur.
Bütün bunlar için bir araya geliyorsak, eklemeye gerek bile yok, Türkiye'ye baktığımızda AKP karanlığının zayıflıklarını ve halkımızın büyük potansiyelini görüyoruz demektir.
Bu günlerde bir araya geliyoruz...
Bize her gün Haziran mı?
Metin Çulhaoğlu
2013 Haziranı ve sonraki ay
Pek çok kesim Cumhuriyet tarihinin en önemli toplumsal olayı sayıyor. Türkiye solu adına önemli bir atılım fırsatı sayılabilecek genç bir oluşum yola çıktı: Birleşik Haziran Hareketi adını taşıyor. Dahası ve en önemlisi, Türkiyede aynı biçimi ve içeriğiyle bir daha hiç yaşanmayacak olsa bile Haziranın önümüzdeki dönemin toplumsal-siyasal mücadeleleri için çok önemli ipuçları verdiği açık.
Hazirana ilişkin başka şeyler söylemek de mümkün
***
Mümkün de (okur tahmin etmiştir) bir noktadan sonra ikinci ayı uzatmadan Ancak demek ve öyle devam etmek gerekiyor.
Hangi döneme (çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık) aittir, hastalık mıdır yoksa acemilik mi, tam bilemiyoruz. Ama bir bütünlüğün vazgeçilmez iki unsurundan birinin diğerini ikame edebileceğini (yerini tutabileceğini) düşünmek son derece sorunlu bir durumdur.
Evet, bir yanda kitlesellik, yaygınlık, geleneksel örgüt formlarından uzaklık ve kendiliğindenlik var. Diğer yanda da bütünlüklü bir dünya görüşüne sahip, geçmiş-bugün-gelecek bağlantılarına kafa yoran, durum analizleri yapan, kendilerince stratejiler ve taktikler geliştiren örgütlü siyasal yapılar
Bunlardan biri olsun da öbürü olmasın demek veya birinin diğerine her uğrakta mutlak üstünlük taşıyacağını düşünmek kadar büyük bir saçmalık olamaz.
Kitlesellik, kendiliğindenlik ve hareketlilik uğraklarını hiç hesaba katmayan ve kendini böyle uğraklara hazırlamayan bir örgütlülük gitsin kendini Sarayburnundan denize atsın (İstanbuldaki tek ve merkezi bir 1 Mayıs sonrasında yapılabilir). Öte yandan, Haziran iyidir güzeldir de hayat ve mücadele her zaman Haziran gibi yaşanmaz. Deliye her gün bayram olabilir, ama devrimciye her gün Haziran olamaz, olmamalıdır.
İsterseniz, Türkiyenin son otuz yılına şöyle bir göz atalım.
Sol, 1980lerin ikinci yarısında 12 Eylül karanlığını parklardaki forumlarla mı aralamaya çalışmıştır?
Özellikle sosyalist sistemin çöküşünden sonra estirilen liberal ve inkârcı rüzgârlara alanları dolduran çokluk mu direnmiştir?
2002yle birlikte başlayan ve ortalığı saran AKP devrimi söylemlerini boşa düşüren, iletişimsel eylemlilik ve ağ oluşturma (networking) çalışmaları mıydı?
İnsanlarımız ABye girdik giriyoruz coşkusuyla sadece ve sadece kokoreç yasaklanacak mı kaygısı duyarken kazın ayağının hiç de öyle olmadığını sokaktaki sıradan yurttaşlar mı ilan etmiştir?
Ergenekon operasyonunda estirilen havaya kapılıp derin devlet temizleniyor, sonuna kadar gidilsin diyenleri sendikalar ve kitle örgütleri mi uyarmıştır?
Yetmez ama evet gafletine düşmeyip bunu diyenlerin kuyruğuna teneke bağlayan en geniş kitleler miydi?
Ve son soru: Örgütlü siyasal yapıların son otuz yıldaki bıkmaz usanmaz çabalarının ve kararlılıklarının Haziranda yaşanan kitlesellikte hiç mi payı yoktur?
***
Türkiye solu Haziranı ne kadar önemsese yeridir. Ancak, her günü bir daha ne zaman olur acaba merakı ve beklentisiyle geçirmek pek sağlıklı bir durum değildir. Daha kötüsü ise, Hazirandan mülhem bir örgütlü yapı ve örgütlü insan düşmanlığına pirim vermek, şuna buna hoş görüneceğim diye bu düşmanlığı körükleyici davranışlar içine girmektir.
Yapmayalım, yapılmasına izin vermeyelim.
Yarın lazım olur değil; örgüt ve örgütlülük dün lazımdı, bugün lazımdır ve yarın da lazım olacaktır.
Dediğimiz gibi, deliye her gün bayram olabilir; ama devrimciye her gün Haziran olamaz.