Küba Devlet Başkanı Raul Castro ABD ile ilişkileri normalleştirme sürecinde ülkesinin sosyalist prensiplerinden vazgeçmeyeceğini vurguladı. ABD'den siyasi sistemlerine saygı duyması talebinde bulundu.
50 yılın ardından Amerika Birleşik Devletleri ve Küba arasında diplomatik ilişkileri yeniden kurmak için resmi adımlar atılırken Küba lideri Raul Castro ödün vermeyecekleri komünizm için saygı talebinde bulundu. Parlamentoda yaptığı konuşmada Devlet Başkanı Castro, "Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasi sistemini değiştirmesi talebinde bulunmadığımız gibi, kendi sistemimiz için de saygı bekliyoruz" dedi.
Castro ayrıca, "Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerin normalleşmesi adına Küba'nın, bir asırdan uzun süredir mücadele ettiği fikirlerden vazgeçeceğini kimse düşünmemeli" dedi.
ABD'nin, ülkesinin komist yönetimine saygı duymasını talep eden Castro, iki ülke diplomatik ilişkilerini yeniden kurarken, Küba ve Amerika'dan sürgün edilen kişilerin uzlaşmayı sabote edebilecekleri uyarısında bulundu.
ABD'li yetkililer Havana'ya gidiyor
Çarşamba günü ABD ve Küba arasında tarihi bir adım atıldı. ABD Başkanı Obama ve Küba Devlet Başkanı Castro eş zamanlı olarak kameraların karşısına geçerek ilişkileri yeniden tesis edeceklerini duyurdu.
56 yıldır ABD tarafından Küba'ya uygulanan ambargonun ardından ABD'li yetkililer iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için Ocak ayında Havana'ya gidecek. Obama, Küba'yı insan hakları ve demokrasi alanında çalışmalar için teşvik edeceklerini söyledi.
Nisan ayında ise Panama'da düzenlenecek Amerikalılar Zirvesi'nde Raul Casto da katılacak. Bu, yarım asırlık dönemin ardından bir Kübalı liderin ABD başkanıyla ilk kez aynı masada bulunması olacak.
1959daki Küba Devriminden bu yana ABD ve Küba arasındaki ilişkiler gergin. ABD Başkanı Obama, 2013te iki ülke arasındaki politikaların gözden geçirilmesi gerektiğini söylemişti. Ancak bugüne kadar herhangi bir adım atılmadı. Obamanın Kübaya uygulanan ticari ambargoyu ve seyahat yasağını kaldırma yetkisi bulunuyor.
Tutuklu takası ilk adım oldu
İki liderin konuşmalarından önce önce ABD ve Küba'nın tutuklu takası konusunda anlaştığı duyurulmuştu.
ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) için çalışan 65 yaşındaki Alan Gross, Küba'da beş sene hapishanede kaldıktan sonra serbest bırakıldı. ABD de Küba için çalışan üç gizli ajanı serbest bıraktı.
Kaynak: Reuters, AA, Al Jazeera
Raul Küba sosyalizmi için bir şans. Küba devriminin dört önemli devrimcisi vardı. Che Bolivya dağlarında öldürüldü, Camillo bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Fidel kendini emekliye sevk etti. Halen Küba'da etkin olduğunu düşünüyorum. Raul ise Küba'nın başında. Küba bütün zorluklara rağmen sosyalizmde direniyor. Raul Castro 'Küba Komünizmden vazgeçmeyecek'' diyorsa, bu güveni Küba halkından alıyordur. Selam olsun Küba'ya. Fidel'e, Che'ye, Camillo'ya Raul'e ve devrim yolunda hayatlarını kaybeden devrimcilere.
Benim görüşüme göre dünya sosyalist sistemini çökerten neden, "detant" denilen "yumuşama" politikalarıdır. Sosyalist blok ile emperyalist blok arasındaki soğuk savaşın bitmesi ve ikili ilişkilerin gelişmesi emperyalizmin sosyalist ülkelere sızmasını sağlamıştır. Sosyalist ülkeler emperyalizmin ekonomik ve ideolojik olarak sızmasına engel olamayınca çöküş başlamıştır. Bu bağlamda, Küba'nın ABD ile ilişkilerini normalleştirmesinin sonunu hiç iyi görmüyorum. Emperyalizm ve emperyalist ideoloji her yerden sızıyor. Kapıdan, bacadan, pencereden. Özellikle günümüzde emperyalist ekonomilerin ve emperyalist ideolojinin temelini oluşturan tüketim toplumlarının yaşam tarzı ve felsefesinin sızmasını önlemek ve sosyalist toplumun insanlarını bu veba mikrobundan uzak tutmak çok ama çok zordur. Avrupa'da sosyalizmin çöküşünün tanığıyım. Böyle çöktü sosyalizm.
Ergin Yıldızoğlu Küba konusunda yanılıyor, daha kötüsü, yanıltıyor
Yiğit Günay
Geçen hafta Kübayla ABD arasında varılan anlaşma tüm dünyanın olduğu gibi, ülkemiz sosyalistlerinin de gündeminde.
Konuyla ilgili yazanlardan biri de, eski soL yazarı, sevgili dostumuz Ergin Yıldızoğlu oldu. Yıldızoğlu, Hoş Geldin Küba başlıklı, iki bölümden oluşan yazılarında, bu anlaşmadan ve son yıllarda alınan kararlardan dolayı Kübayı mahkum ediyor.
Daha doğrusu, ilk yazıda öyle görünüyordu. Yazının ikinci kısmı da yayımlanınca fark ettik ki, aslında Yıldızoğlu, Kübayı bu anlaşmadan ve son yıllarda alınan kararlardan dolayı mahkum etmiyor, zaten başından beri mahkum etmiş, bu anlaşma sadece vesile olmuş. Çünkü Yıldızoğluna göre, merkezi planlamayla yönetilen bir ülke zaten sosyalist olamazmış, ikinci yazının sonunda konu buraya bağlanıyor.
Oraya geliriz, geliriz de, önce Yıldızoğlunun yazılarının giriş ve gelişme bölümlerini ele almamız gerekiyor.
Yıldızoğlu, yazılarına, Kübayla ABD arasında varılan anlaşmanın normalleşme olarak kodlanmasına atıfta bulunarak, bu kelimenin TDKdaki anlamının Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama... Kurala uygun, alışılagelen, olağan şeklinde olduğuna dikkat çekiyor ve bunu, Kübanın kapitalizme eklemleneceğinin işareti olarak yorumluyor.
Bu argümanın fazlasıyla zorlama olduğu aşikar. Zaten bu yüzden Yıldızoğlu da, hemen ardından, Bu saptamayla sinik bir sözcük oyunu yapmıyorum demek durumunda hissetmiş kendini.
Fakat, sonrasında bu argümana destek olarak verdiği örnek, maalesef sadece yanılmadığına, aynı zamanda yanılttığına işaret ediyor.
Yazıdan aktarıyorum:
Aslında Küba, 2009 yılında Fidelin Kübayı ziyaret eden Amerikalı Gazeteci Jeffery Goldberge bir öğle yemeğinde Küba modeli hâlâ başka ülkeler için geçerli mi? sorusuna karşılık olarak Bu model artık bizim bile işimize yaramıyor... ekonomide devletin ağırlığı çok fazla sözleriyle açıkladığı gibi (The Atlantic, Eylül 2009) normalleşmeye, ekonomik modelini değiştirmeye 7-8 yıl önce karar vermişti.
Ne anlıyoruz? Fidel demiş ki, ekonomide devletin ağırlığı çok fazla.
Peki gerçek ne? The Atlanticteki yazıyı açın bakın [ilgili bölümü yazının sonuna ekliyorum], Jeffrey Goldberg laf arasında Fidele Küba modelinin hâlâ başka ülkelere ihraç edilebileceğini düşünüp düşünmediğini soruyor, Fidel de Küba modeli artık bize bile uymuyor diyor. Belli ki ardından tekrar asıl konularına dönüyorlar. Goldbergin o sırada yanında Julia Sweig isimli bir arkadaşı var, ki kendisi CIA bağlantılı düşünce kuruluşu CFRnin Latin Amerika uzmanı, Goldberg sonradan bu Sweiga Fidelin sözünü hatırlatıp sence neyi kastetti diye soruyor, o da Bence devletin ekonomide çok rolü olduğunu kastetti diyor.
Yani
Yıldızoğlu, CFR uzmanının sözünü, Fidelin sözüymüş gibi aktarıyor. Bu yakışıksız haksızlık, Yıldızoğlunun kendisinin de acaba dediği üzere, normalleşme konusunda sinik bir sözcük oyunu yapıldığı düşüncesini kuvvetlendiriyor.
Ardından Yıldızoğlu, Kübada ekonomi alanında özel sektöre alan açan kararları eleştirirken, 2007de Fidel Castroyla James Petras arasında yaşanan tartışmaya atıfta bulunuyor. Ama sadece atıfta bulunuyor, ne Fidelin ne de Petrasın tam olarak ne dediğinden bahsediyor. [Fidelin Süper-Devrimciler diyerek Petrası eleştirdiği makalesinin Türkçesini ilgilisi şuradan okuyabilir.]
Söz konusu tartışmanın yaşandığı dönem, ben de Havana Üniversitesi öğrencisi olarak Kübada yaşıyordum. 2007de iki Türk öğrenci Kübaya gittiğimizde bize ilk şoku yaşatan, herhalde gidişimizin üçüncü günü olacak, yurttan arkadaşlarla Havanayı gezdikten sonra otobüse binme sırasında birkaç hıyarın sırayı bozup çıkardığı kargaşa sonucu milletin birbirini ezmesiydi. Sonradan gördük ki, sıradışı bir durummuş bu, normalde insanlar sıraya riayet ediyorlar. Yine de, otobüsler aşırı doluydu ve herkes bundan şikayetçiydi.
Birkaç hafta sonra Küba Komünist Partisi Merkez Komitesinden bizimle temas kuran yoldaşlarla toplantımızda durumu anlattığımızda, Önümüzdeki aylarda bu sorunun nasıl giderek çözüldüğünü göreceksiniz demişti. Gerçekten de birkaç ay içinde Çinden binlerce yeni otobüs geldi, Venezuela petrolü yakıt stokunu artırdı, Havanadaki şehir içi ulaşım hissedilir derecede rahatladı.
Peki bu çözümde sadece uluslararası dengelerin mi rolü var? Hayır... Petrasın eleştirdiği, eğitime ve sağlığa yapılan muazzam yatırımın diplomatik getirileri hep gözden kaçırılıyor. Kübada dünyanın her yanından on binlerce burslu öğrenci vardır ama, sadece Çinlilerin binlerce Çinli öğrencinin kaldığı kendilerine ait bir yurt kampüsü var ki adı da Tararadır, Çinliler de r sesini çıkaramadıklarından Talala derler, her seferinde gülüşme konusudur.
Küba sosyalizminin bugün önündeki en büyük sorun ekonomi. Çünkü Küba yoksul bir ülke. Ama emperyalizme bağımlılık nedeniyle muazzam kaynaklarını kullanamayan, örneğin Türkiye gibi yoksul değil... Adanın kaynakları da son derece kısıtlı. Ülkede bir süre yaşamadan bunun ağırlığını hissetmek pek mümkün değil. Gündelik yaşamın zaruri ihtiyaç maddeleri dahi kimi zaman market reyonlarında bulunamıyor. İnternet ve bilgisayar altyapısı eksikliği, bilgiye erişimi zorlaştırıyor. Ulaşım sorunu önceki yıllara göre hafiflese de halen çözülmüş değil. Bu durum turizmin yozlaştırıcı etkisini artırıyor, rüşvetçiliği, kayırmacılığı güçlendiriyor, devrim ideolojisine gönülden bağlı insanların her gün birşeylere lanet okumasını ve hayattan soğumasını beraberinde getiriyor...
Küba Komünist Partisi, uzun yıllardır en fazla bu soruna kafa yoruyor.
Ve bu sorunun en büyük kaynağı, devletin ekonomideki rolü falan değil, ABD ablukası. Yıldızoğlu nedense buna hiç değinmiyor, fakat anlaşmanın Küba açısından en büyük kazanımı, abluka fikrinin meşruiyetinin temellerine dinamitin konulmuş olması.
Evet, Obama abluka yasasını kaldırma yetkisine tek başına sahip değil... Ama, sadece buna işaret edenler, abluka yasasının nasıl işlediğini tam olarak bilmiyor. Yasa, Kübayla ticari ilişki kuran üçüncü ülke şirketlerini de cezalandırıyor. Şimdi yasanın pratikte daha az uygulanacağı hissiyatı dahi Kübanın dünyanın geri kalan tüm ülkelerinden mal alım satımlarını kolaylaştıracak.
Peki ekonomide özel sektöre daha fazla alan açılmasının tehlikeleri yok mu? Olmaz mı... Ama herkesin şunu anlaması lazım: Ekonomi bu haldeyken, Kübada sosyalizm en büyük tehlike altındaydı. Ekonomi böyle gidemezdi. Sonunda Küba Komünist Partisi, ekonomide sermayeye birtakım tavizler vererek rahatlama yolunu seçti. Bunun ekonomik olarak doğru yol olup olmadığı, Kübanın ekonomik durumuna dair çok kapsamlı çalışmalarla tartışılabilir. Ama bir şey yapılmak zorunda olduğu gerçeği tartışılamaz.
ABDyle Küba arasında varılan anlaşmanın özü budur. soL Dergide de yazdık: İki taraf da savaşın bir pat durumuna geldiğini kabullendi ve savaşı yeni bir sahaya taşımaya karar verdi. Artık asıl savaş sahası ideoloji alanı olacak. Küba Komünist Partisinin en büyük sınavı bu: ekonomide sermayeye verilen tavizlerin, sosyalizm ideolojisine nasıl etki edeceği sürecini yönetmek. Tedirgin olmalı mı? Tedirginlik doğru kelime mi bilmem, ama temkini elden bırakmamalı...
Biz Yıldızoğlunun yazısına dönelim. Çünkü onun meselesi Küba bu süreci nasıl atlatacak değil, ona göre Küba zaten baştan beri yanlış yolda.
Yıldızoğlu, yazısının ikinci bölümünde asıl meramını anlatıyor. Şöyle başlıyor: Dün SSCBnin çöküşünü, Gorbaçevin ihanetiyle açıklayan kolaycılık, yarın Küba sosyalizminin çöküşünü Raulun ihanetiyle açıklayacak.
SSCBnin çöküşünü yalnızca Gorbaçovun ihanetiyle açıklayan kimdir, gerçekten merak ediyorum. Sovyetik marksistler arasında hiç böyle birine denk gelmedim. Yıldızoğlu bunun kim olduğunu belirtmediği sürece, bu argümanın reductio ad absurdum, yani saçmaya indirgeme olduğunu kabul etmeye meyilliyim.
Ancak, kötüsü, Kübayı yakından takip eden kimse, işi Raúlün ihanetiyle falan açıklamayacak, çünkü uzaktan bakanlar hâlâ Castro ölünce bu iş biter derken, yakından izleyenler Küba Komünist Partisi önderliğinin genç kuşağa geçmesi sürecinde artık neredeyse sona gelindiğinin farkında ve heyecanla yeni isimleri anlamaya çalışıyor. Küba tarihinin en zorlu yılında, 1991de Merkez Komiteye girdiğinde ayağında şort, uzun saçlarıyla metrelerce uzanan dondurma sırasında beklerken Santa Claralıların parmakla gösterip Bak bak, bizim vilayetin parti sekreteri işte bu genç dediği Miguel Díaz-Canel, muhtemelen gelecek yılki seçimlerde başkanlığa aday gösterilecek. Eğitim Bakanı olunca her akşam derse girer gibi Havana Üniversitesine gelen, Meclis toplantılarında ilk kez masasına laptop koyup çalışmayı seçtiği için gündem olan bu komünist, Miamideki düşmanlarınca dahi ideolojik olarak çok katı olmak suçlanıyor.
Çok merak uyandırıcı şeyler oluyor Kübada, kısacası
Belli ki yakında bunları daha ayrıntılı yazmamız şart.
Yıldızoğluysa, Kübanın bugününü, aslında tüm geçmişini mahkum etmek için kullanıyor. Meğer Küba, otoriter bir devletmiş, kalkınmacı kumanda ekonomisine bağımlıymış:
Bu ortamda [1960larda Y. G.], Kübanın bağımsızlıkçı, halkçı, eşitlikçi rejimi, ABD emperyalizminin gizli-açık sabotajları karşısında ayakta kalabilmek için hızla merkezileşerek otoriterleşti, SSCBnin ekonomik ve askeri desteğine, devlet mülkiyetine dayalı bir kalkınmacı kumanda ekonomisine bağımlı hale geldi.
Çünkü Yıldızoğluna göre, sosyalizmin merkezi planlama değil, üreticilerin özyönetimi ile işleyen bir ekonomiye sahip olması lazım.
Yazı çok uzadı, bu tartışmayı başka zamanlara bırakalım. Anlaşılıyor ki Yıldızoğlu, Kübada son yaşanan gelişmeleri, aslında bambaşka bir teorik tartışmanın argümanı olarak kullanıyor. Böyle kullanınca da hem kendi yanılıyor, hem de okurunu yanıltıyor.
Demek ki Küba'yı daha fazla yazmamız gerekiyor. Ocak ayında, soL'da Küba sosyalizmini masaya yatıracağız.
Not1: Yıldızoğlunun Fidele atfettiği sözlerle ilgili The Atlantic makalesinde geçen özgün ifade şöyle:
But during the generally lighthearted conversation (we had just spent three hours talking about Iran and the Middle East), I asked him if he believed the Cuban model was still something worth exporting.
'The Cuban model doesn't even work for us anymore,' he said.
This struck me as the mother of all Emily Litella moments. Did the leader of the Revolution just say, in essence, 'Never mind'?
I asked Julia to interpret this stunning statement for me. She said, 'He wasn't rejecting the ideas of the Revolution. I took it to be an acknowledgment that under 'the Cuban model' the state has much too big a role in the economic life of the country.'
Ben chico Castro'nun yazısını paylaştım, ancak Castro ile aynı görüşte değilim. Bir risk var ortada, enternasyonal dayanışma gereği uyarmamız gerekiyor. Küba, Çinlileşiyor. Çin'de Dengizmin hataları tekrardan harekete geçiriliyor. Küba'da bir şeyler yapmak gerekiyordu evet, ABD emperyalizminin ambargosunu yıkmak gerekiyordu evet. Ama sermaye pislik gibi bulaşır her tarafa. Bu süreci Castro iyi yönetmeli, yoksa yenilgi hem Küba, hem de onun müttefiki Venezüela ve Bolivya için kaçınılmaz olacaktır.
Benim asıl sinirimi bozan, bazı Troçkist hıyarların ortaya dökülüp "Küba'da, Venezüela'da sosyalizm yok, şöyle şöyle uygulamalar var" diyerek sanki kararları proleterya iktidarı almamış gibi konuşmalarıdır. Proleterya iktidarının aldığı kararları eleştirmek başka, direkt proleterya iktidarının varlığını karalamak başka şeydir. Aynı saçmalığı Troçkistlerden beter bir biçimde Maoistler ve Enverciler yapmıştır.
Küba çok yoksul bir ülke, oradaki uygulamaları sosyalizme yakıştıramayanlar hayal tacirliği yapanlardır. İktidardaki irade sosyalizmde ısrar ettiği sürece ve bu konuda hiç bir açık vermediği sürece ABD ambargosunun ortadan kaldırılması yolunda attığı adımlar takdir edilmelidir. Bu olayı Küba'nın komünizmden vazgeçtiği şeklinde yorumlayanlar hayalpersettirler.
Bu bürokratik diktatörlük lafı dillere pelesenk oldu. Troçkistler başlattı, sosyalizm düşmanları kullanıyor. Küba'nın avantajları olduğu kadar dezavantajları var. Küçük bir ada ülkesi olması yoksulluktan yırtmasının önüne engel oluyor. İktidarda kararlı komünistlerin olması, eğitim, onurlu bir halka sahip olması olumlu yanları ancak uzun vadede halkı daha da iyi yaşatabilecek bir ekonomiye sahip olması gerekiyor. Kolay değil, ancak Küba bunu başarmak zorunda
Küba'nın sosyalizmden vazgeçmeyeceğinden eminim. Zaten halk ve iktidar istedikten sonra amerikanın yapabilecekleri bellidir. Rejimi değiştiremezler.