Komünistler görüşlerini ve hedeflerini gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak bütün mevcut toplumsal koşulların zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın hakim sınıflar bir komünist devrimden korkup titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!
Bu sözler ilk defa yüz elli yıl önce, Komünist Parti Manifestosunda söylendi. O günden beri, dünyanın dört bir yanında komünistler kan ve can pahasına bu sözlere yansıyan bilinci taşıdılar. Proleterlerin, zaman zaman zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olduysa da, dünyayı kazanma ihtiyaçları ve arzuları hiç tükenmedi. Ama Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin çağrısını yükseltip, bu birleşmenin sağlanacağı çatıyı gösteren bir komünist dünya partisi çoktandır yok. Bu yüzden, egemen sınıfların yüreğine korku salan somut bir komünist devrim olasılığı da çoktan beri mevcut değil. Ama bu olasılık, hala kapitalist sömürü düzeninin egemenlerinin, bu düzenden beslenen asalakların en korkulu kabusu olmaya devam ediyor. Onların korktuklarını başlarına getirmek için mücadele eden komünistler de hiç eksik olmadı; olmayacak.
I. Komünist Manifestonun Ortaya Çıkışı
Komünist Manifesto yazılmadan önce de komünistler ve devrimciler vardı; ama Komünist Manifesto devrimci marksist teorinin ışık tuttuğu ilk siyasal program metniydi; bu Manifesto hala komünistlere yol göstermeye devam ediyor.
Komünist Manifestonun ortaya çıkışını Marx ve Engels şöyle anlattılar:
Uluslararası bir işçi örgütü olan ve o günlerin koşullarında pek tabii ki gizli çalışması gereken Komünistler Birliği, 1847 Kasımında Londrada düzenlenen kongresinde aşağıda imzaları bulunan bizleri, partinin hem teorik hem pratik bakımdan ayrıntılı bir programını kaleme alarak, yayıma hazırlamak üzere görevlendirdi. İşte elyazmaları, orada basılmak üzere Londraya, Şubat Devriminden ancak bir kaç hafta önce ulaşan Manifesto böyle doğdu. (Marx Engels, Manifestonun Almanca basımına 1872 tarihli önsöz)
Ama bu doğum Marx ve Engelsin bu önsözde aktardığı gibi bir çırpıda olmadı ve Manifesto sadece onların kaleminden çıkan bir eser değildi.
1918den itibaren, genç sovyet cumhuriyetinin önünde devasa bir görev olarak duran arşivlerin derlenip düzenlenmesiyle görevlendirilen David Riazanov, Komünist Manifesto ve Komünistler Birliği hakkında şunu söyledi:1
Komünist Manifesto, bu örgütün (Komünistler Birliği - MAYA) isteği üzerine yazılmıştır. Bu konuya ilişkin elde bulunan tüm verileri inceledikten sonra, Marx ve Engelsin Birliğin doğuşu konusunda anlattıklarının bütünüyle doğru olmadığı sonucuna varmak zorunda kalıyoruz. (Riazanov, K. Marx F. Engels Hayat ve Eserlerine Giriş, s. 61, Belge Y. İstanbul, 1978)
Aslına bakılırsa, Riazanov bu satırları yazdığı sırada da konuyla ilgili tüm veriler gün ışığına çıkmış değildi. Komünistler Birliğinin Hamburg örgütünde yer almış olan J. F. Martensin evrakları 1968 yılında tesadüfen bulunduğunda, bu kısa ömürlü örgüt hakkında daha net bilgilere ulaşılmış oldu. Bu belgeler arasında, 1847 Aralık ayındaki kongrede benimsenen tüzükten önce tartışmaya açılan ilk tüzük taslağıyla, bir Komünist Amentü (credo) olarak benimsenmek üzere tartışmaya açılmasına karar verilen Komünist İman Yemini Taslağının yanısıra, seçilen yönetici organın ayrıntılı raporları da bulunmaktadır.2
Eldeki verilerden anlaşıldığına göre, bir Komünist Manifesto yayınlama fikri, Kasım-Aralık 1847deki kongreden önce ve bir kaç kez Haklılar Birliğinin gündemine gelmişti. Haklılar Birliği, 1838de Weitlinge bir tür manifesto yazma görevi vermişti. Bunun sonucu olarak, İnsanlık Nedir, Nasıl Olması Gerekir? başlıklı bildirge çıktı. Weitlingin olgunlaşan görüşlerinin doruk noktası olarak, 1842de yayınlanan Uyum ve Özgürlüğün Güvenceleri kitabı ise, Haklılar Birliğinin yeni arayışlara yönelmesinde bir dönüm noktasına denk geldi. Bu tarih, yaklaşık olarak Haklılar Birliğinin önder kadrolarının, Marx ve Engelsle temasa geçtikleri ve adım adım Weitlingin çizgisinden uzaklaşmaya başladıkları zamana rastlar.
Alman Feylesofları Proleterlerle, Alman Proleterleri Fransız Devrimcileriyle Buluşuyor
1847de Komünistler Birliğine dönüşen Haklılar Birliği adlı gizli devrimci örgüt, bir başka örgütün, Horlananlar Birliğinin içinden çıkmıştı. 1834te Paristeki Alman mültecileri tarafından kurulmuş olan Horlananlar Birliği, blankistlerin gölgesinde, demokratik-cumhuriyetçi çizgide ve esasen atıl bir örgüttü. 1836da, çoğunluğu proleter olan bir grup militan bu örgütten koparak Haklılar Birliğini kurdular; Horlananlar Birliği ise, kısa bir süre sonra atıl varlığına son verdi.
Haklılar Birliği, 1836 yılında Pariste kurulmuş olsa da, ilk kongresini ancak 1847 yılının Haziran ayında (2-9 Haziran) Londrada topladı. Örgütün yönetici organının 1846 yılı Kasım ayında yaptığı çağrı üzerine toplanan bu kongre, Haklılar Birliğinin olağan ve sıradan bir toplantısı değildi. Komünist Manifestonun arkasında duran örgüt, yani Komünistler Birliği bu kongreyle doğdu. Ama 1847 kongresi, sadece Haklılar Birliği açısından bir dönüm noktası olmakla kalmadı; aynı zamanda sınıf mücadeleleri tarihinde bir dönüm noktası da oldu. O sıra henüz otuz yaşlarına gelmemiş olan Karl Marx ve Friedrich Engels de, bu kongre ile bir devrimci örgüte ilk adımlarını attılar. Marx ve Engelsin bu noktaya varan gelişimi konusunda Riazanov şunu söyledi:
O sıralar Marx ve Engels, anavatanlarını terk etmek zorunda bırakılan iki Alman felsefecisi ve politikacısıydılar. Yaşamlarını Fransa ve Belçikada sürdürüyorlardı. İlkin aydınların ilgisini çeken, işçilerin eline sonra geçen bilimsel kitaplar yazıyorlardı. Pratik çalışmanın basit işlerinden uzak, kendi manastırlarına kapanmış ve bilimsel düşüncenin bekçilerine yakışır biçimde, vakarla işçilerin gelmesini bekleyen bu iki bilgine, güzel bir sabah işçiler başvurdular. İşte o gün gelmiş çatmıştı. (Riazanov, age, s. 61-62)
Ancak bu süreç de, Riazanovun edebi anlatımındaki kadar basit bir süreç değildi. Ne söz konusu olan sıradan iki bilgindi; ne de onlara başvuranlar rastgele işçilerdi. Bu işçiler Haklılar Birliğinin militanlarıydı. Londrada Marx ve Engels ile temasa geçen ve aynı zamanda Haklılar Birliğinin başını çekenler arasında bulunan Heinrich Bauer, Frankenlı bir kunduracıydı; Karl Schapper ise, esasen burjuva kökenli ve maceracı ruhlu birisiydi; Pariste mürettiplik yapıyordu. Engels, fiziki olarak bir dev, kararlı ve enerjik, burjuva varlığını ve yaşamını feda etmeye her zaman hazır diye tarif ettiği Schapper için, profesyonel devrimcinin örneği haline gelmişti dedi. Bu ikisi ile Londrada buluşan Joseph Moll ise Kölnlü bir saatçiydi; 1847 yılı sona ererken Marx ve Engelsi Haklılar Birliğine katılmaya ikna eden, bu iş için görevlendirilmiş olan Moll oldu.
O zamana kadar Marx, Engels ve arkadaşları, dikkatle izlemekle birlikte, hem genel ideolojik çizgisi, hem de komplocu siyaset anlayışı nedeniyle Haklılar Birliğine uzak duruyorlardı; 1848 devrim dalgasının yaklaşmakta olduğu sıcak günlerde bile, hala bu örgütle örgütsel bir ilişkiye girmemişlerdi.
Gerçekten de Haklılar Birliği, örgütsel olarak Blankizmden koptuysa bile, siyasal eylem anlayışı bakımından uzun süre Babeuf-Blanqui geleneğine bağlı kaldı. Zaten, Britanyada 1830lu yıllarda filizlenmekte olan ve asıl çizgilerini daha sonra bulacak olan çartist hareket bir yana, o sıra Avrupada başka tür bir devrimcilik, başka biçimde bir örgütlenme ve mücadele anlayışı kimsenin aklına gelmiş değildi.
Babeuf ve Buonarottinin izinden giden Fransız komünistlerinin en büyük ismi Louis Auguste Blanqui ve arkadaşlarının, 1820lerden itibaren giriştikleri çeşitli örgütlenmelerin (örneğin Aileler Derneği) en önemlisi ve başarılısı 1838de kurdukları Mevsimler Derneği idi; mevsimleri şifre olarak kullandığı için bu ismi alan bu örgüt, siyasi iktidarı profesyonel devrimcilerin yapacağı bir askeri komplo/ayaklanmayla ele geçirmeyi hedefleyen bir gizli örgüttü. Bu örgütün ilk ve en büyük eylemi, 1839 Mayısındaki Paris Ayaklanması oldu; Blankistlerin Birinci Enternasyonal çatısı altında öncülük ettikleri son büyük eylem ise, 1871 Paris Komünü ile sonuçlanacaktı.
12 Mayıs 1839 günü, Blanqui ve Barbesin önderliğindeki Mevsimler Derneğinin silahlı 500 militanı, Parisin göbeğindeki hükümet binasına (Hotel de Ville) saldırıp ele geçirdi; iki gün boyunca işgal etti. Fakat dışarıdan hiç bir destek almamaları nedeniyle, hükümet birliklerine yenildiler, işgal sona erdi, blankist önderlerin hepsi tutuklandı. Haklılar Birliği taraftarları da, gerek bilfiil yer alarak, gerekse sempati ile destekleyerek bu eylemle ilişkiliydiler. Bu nedenle Schapper ve Bauer başta olmak üzere, birçokları tutuklandı ve Blanqui, Barbes ve yoldaşları hapsi boylarken, onlar Alman oldukları için sürgün edildiler.
Ama 1839 yenilgisinin en önemli sonucu bu değildi. Bir yıl sonra yine Mayıs ayında ve bu kez Haklılar Birliğinin belirleyici bir rol oynadığı bir başka eylemle Paris sarsıldı. Terzilerin başlattığı bir grev, hızla 50 bin işçinin katıldığı dev bir eyleme dönüştü; bu eylem içinde farklı milliyetlerden olmakla birlikte, benzer yerlerde ve benzer koşullarda çalışan, çoğunluğu da terzilerden oluşan işçiler birleşmişti. O sıra, Engels ilk yazılarını yazmaya başlamıştı; Marx da iki yıl sonra vereceği doktora tezi için hazırlanmaktaydı; henüz tanışıp bir araya gelmemişlerdi; 1842de tanışıp 1844ten itibaren birlikte çalışmaya başlayacaklardı.
1839 yenilgisi, Haklılar Birliğini oluşturan Alman devrimcilerini Blankizmi sorgulamaya yönelttiyse, 1840 eylemi de arayışlarının yönünü kesin olarak belirledi. Zaten blankistlerin eyleminin aksine, hızla yayılıp geniş yığınları kucaklayan Paristeki grev, ilk ve tekil örnek değildi. 1831de ve sonra 1834te Fransız dokuma sanayinin merkezlerinden Lyonda patlak veren eylemler bunun habercisiydi.
1831 sonbaharında çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ücretlerin iyileştirilmesi için, patronlarıyla topluca pazarlığa oturan Lyonlu işçilerden binlercesi, kapitalistlerin taahhütlerini yerine getirmemeleri üzerine sokağa döküldüler. Çalışarak yaşamak/dövüşerek ölmek kavramı ilk kez Lyonlu işçilerin pankartlarına yansıdı. Bu şiarla madem ki yaşamak için çalışmak zorundayız; dövüşmeden ölmeyeceğiz bilinci öne çıkıyordu; proletaryanın varoluş koşullarıyla, kurtuluş yolu arasındaki bağı kuran bu şiar, 1848 devrimlerinde yaygınlaşarak benimsenecekti. Lyonlu işçilerin isyanı, ancak 30.000 kişilik bir askeri güç tarafından, yüzlercesi öldürülerek durdurulabildi. Ama bu isyanın türküsü susturulamadı:
Başlayınca bizim saltanatımız
Son bulacak senin saltanatın
İşte o zaman
Kefenini öreceğiz bu eski dünyanın
Aç kulağını duy! Gümbür gümbür geliyor isyan ...
Lyonlu dokumacılar 1834te bir daha ayaklandılar. 1830ların başından beri, Britanyadaki işçiler de benzeri bir eylemlilik içindeydiler ve birbirlerinden haberdar oluyorlardı. Alman işçilerinin aynı yola girdikleri 1844 Haziranında Silezyalı dokumacıların eylemleriyle anlaşıldı. Heine bu eylem için şu dizeleri yazdı:
Bir damla yaş yok karanlık gözlerinde
Dişlerini gıcırdata gıcırdata oturuyorlar tezgahta
Acıyı açlığı çektik yeterince
Sana bir kefen dokuyoruz ey Almanya
Bir dokuyup üç küfür sallıyoruz
Dokuyoruz dokuyoruz.
Silezya dokumacılarının Lyondakilerle ve Britanyadakilerle aynı karakterdeki eylemi, yalnız Heineı değil, aynı çevrede yer alsa da almasa da pek çok Alman düşünürünü etkilemişti; Marx ve Engels de bunlar arasındaydı. Haklılar Birliğinin yönelişi, bir bakıma örgütün kurucularının ve bileşenlerinin çoğunluğunun sınıfsal konumu tarafından zaten koşullandırılmaktaydı. Engels sonradan kaleme aldığı bir yazısında, Haklılar Birliği ile türevlerini şöyle tasvir etti:
Tümüyle işçi olan üyelerin çoğunluğu zanaatkardılar. Onları sömüren (çalıştıran) kişi büyük metropollerde bile, çoğu zaman sadece küçük bir ustaydı. Bugün konfeksiyon denilen ve el sanatına dayanan terziliğin, büyük kapitalistlerin hesabına çalışan bir ev sanayiine dönüştürülmesiyle ortaya çıkan büyük çaptaki terzilikteki sömürü, o zamanlar Londrada yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir yandan, bu zanaatçıları sömüren küçük bir ustaydı, diğer yandan da bunlar birer küçük usta olmayı umuyorlardı. Ayrıca o zamanki Alman zanaatkarlar hala, miras aldıkları bir yığın lonca anlayışına sıkı sıkıya bağlıydılar. Bunlar henüz tam anlamıyla proleter olmayıp, yalnızca küçük burjuvazinin bir eklentisi, modern proletarya haline gelmekte olan bir parçasıydılar. Doğrudan burjuvaziyle, yani büyük sermaye ile karşı karşıya gelmedikleri halde, gelecekteki gelişmelerini el yordamıyla sezen ve henüz tümüyle bilinçli olmasa da kendilerini proletaryanın partisi olarak örgütleyen bu zanaatkarlar en büyük onura erişmişlerdir. (Engels, Komünistler Birliğinin Tarihi Üzerine, Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi içinde, Ana Yayınları, İstanbul 1977, s. 14)
Her ne kadar amacı, 1789 Fransız Devriminin ufkuyla sınırlı bir çerçevede Almanyanın kurtuluşu olarak tanımlanıyor olsa da, Haklılar Birliğini kuranlar, hem sosyal konumları gereği (yani proleter veya proleterleşmek üzere olmalarından dolayı); hem de Almanyanın içinde bulunduğu tarihsel durum nedeniyle (yani gecikmiş bir burjuva devrimi eşiğinde oluşundan dolayı), siyasal özgürlük ve demokrasi taleplerinin ötesine bakmaya; mülkiyet sorununu tartışmaya başlamışlardı. Britanyadaki işçi hareketinden de etkilenen ve o güne kadarki Fransız devrimciliğinin geleneksel halkçı söyleminden farklı olarak, işçi sınıfını ayırdeden bu örgüt, aynı zamanda Komünistler Birliğinin ve Manifestonun mayalandığı ortamı oluşturdu.
Engels sonradan bu dönemi tarif ederken şöyle dedi:
İşçi sınıfının hangi bölümü, salt siyasal devrimlerin yetersiz olacağına inanmış ve topyekün bir toplumsal değişimin zorunluluğunu ilan etmişse, işte o bölümü, o sıra kendisine komünist diyordu. Bu kaba, yontulmamış, tamamiyle içgüdüsel bir komünizmdi. Ama gene de esas noktaya işaret ediyordu. ... 1847de sosyalizm bir orta sınıf hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketiydi. (Bkz. Manifestonun 1888 İng., 1890 Alm. baskılarına Önsözler)
İşçi sınıfının bu kastedilen kesiminin bir parçasını Haklılar Birliği temsil ediyordu. Haklılar Birliğinin el yordamıyla bulduğu siyasal hedefler ve işçi sınıfına yönelme gereği hakkındaki bilinç, pratikte bu örgütü öncü konumuna getiriyordu. Nitekim Londraya sürgün gidenlerin burada kurdukları ilk örgütün İşçi Eğitim Derneği adını alması ve sonra da Komünist İşçiler Eğitim Derneğine dönüşmesi tesadüf değildi. O sıra teorik alanda öncü bir çıkışın temellerini atmakta olan Marx ve Engels de, aynı yönde pratik bir tutum alma gereğini bilince çıkarmaktaydılar. Komünistler Birliği çatısı altındaki buluşmanın zemini döşeniyordu.
Marx ve Engelsin Kapsayarak Aşmak Zorunda Kaldıkları
Bir Eşik: Weitling
Marx ve Engels ile Haklılar Birliğinin buluşmasını, birbirinden tamamen kopuk bir teoriyle pratiğin mekanik ve tesadüfi bir buluşması gibi algılamak doğru değildir. Zira bu buluşmaya öngelen süreçte, bir yandan ilk proleterlerin saflarından çıkan teorisyenler yetişmekte ve görüşlerini ortaya koymaktaydı; öte yandan Marx ve arkadaşları işçilerden büsbütün kopuk ve sadece teorik bir çalışma içinde değildiler.
Bu noktaya doğru gelirken, 1840taki grevin başını çekenlerin çoğu gibi, kendisi de bir terzi kalfası olan Wilhelm Weitling, Haklılar Birliği örgütü içinde sivrilmeye başladı. Schapper ve Bauer bu girişimin örgütçüleriyse, Weitling de ideologu ve propagandacısı oldu. Marxın, nasıl ki İngiliz proletaryası Avrupa proletaryasının ekonomi politikçisi, Fransız proletaryası da onun politikacısı olmuşsa, Alman proletaryasının da onun teorisyeni olduğu söylenmelidir derken kastettiği isimlerin başında Proudhonun yanısıra Weitling gelmekteydi.
Haklılar Birliği, keskin bir devrimci ruh taşımakla birlikte, bir sınıf vurgusu içermeyen Blanquinin çizgisinden adım adım uzaklaşarak, Weitlingin ifade ettiği proleter vurgulu devrimci görüşlerin yörüngesine girdi. Bu görüşlerin damgasını taşıyan etkili ajitasyon faaliyetleriyle hareketlenen ilk komünist işçi militanlarının eylemleri de, gelişmekte olan siyasal düşüncelerinin asıl öznesini nerede aramaları gerektiği konusunda, Marx ve Engelsin netleşmelerini sağladı. O tarihlerde bu vargısını Marx şöyle dile getirdi:
İngiliz proletaryası da dev adımlarla ilerliyor; ama Fransızların kültürel mirasından yoksun. Bu arada İsviçre, Londra ve Paristeki Alman zanaatkarlarının teorik meziyetleri üzerinde durmayı da ihmal etmemem gerek.
Ne olursa olsun, tarih uygar toplumun bu barbarları arasında insan soyunun kurtuluşunun pratik unsurunu hazırlıyor.... (Feuerbacha 11 Ağustos 1844 tarihli mektup)
İlk kez 1838de, İnsanlık Nedir, Nasıl Olması Gerekir? broşürü ile ortaya koyup 1842de yayınlanan Uyum ve Özgürlüğün Güvenceleri kitabı ile olgunlaşan Weitlingin görüşleri hakkında Marx şunları söyledi:
Filozofları ve kalem efendileri dahil, Alman burjuvazisi, siyasal özgürleşme ile ilgili olarak Weitlingin Uyum ve Özgürlüğün Güvenceleri gibi bir başyapıt sunabilirler mi? Alman siyasi literatürünün can sıkıcı, süklüm püklüm sıradanlığı ile Alman işçilerinin bu parlak ve benzersiz ilk yapıtı karşılaştırılacak olursa; proletaryanın bu devasa patikleri, burjuvazinin yıpranmış siyasal pabuçlarının cüceliğiyle karşılaştırılacak olursa, gelecekte bu proleter Kül kedisinin bir pehlivanın gövdesine bürüneceği kehanetinde bulunmak yerinde olacaktır (Aktaran Riazanov, age, s. 67)
Bu övgünün muhatabı olan Weitlingin görüşlerini, Riazanov şöyle özetledi:
Blanquiden etkilenen Weitlingin düşünceleri, komünizme barışçı yoldan geçileceğine inanmayışı bakımından, çağdaşı olan diğer ütopyacılardan ayrılıyordu. Çok ayrıntılı bir planını yaptığı yeni toplum, Weitlinge göre ancak zor kullanılarak gerçekleştirilebilirdi. Mevcut toplum ne kadar çabuk yıkılırsa, halk da o kadar çabuk kurtulacaktı. (Riazanov, age, s. 64)
Ne var ki, Weitlinge göre, burjuva toplumunu yıkma konusunda güven duyulacak en sağlam toplumsal kuvvet, proletaryanın en aşağı tabakasını oluşturan ve soyguncuları vb. de içeren lümpen proletarya idi.3 Ama o günün koşulları göz önüne getirildiğinde, Weitlingin bu sonuca varması tuhaf değildi. Zira, üretim araçlarından, üretimin nesnel koşullarından hızla ve kütleler halinde kopartılan kent ve kır küçük burjuvaları kentlere yığılmakla birlikte, yeni yeni oluşmakta olan sanayi, bu kütleyi istihdam edemiyordu. Bu koşullarda, kentlerin varoşları işçilerle işsizlerin, yoksullaşan zanaatkarların ve lümpen proleterlerin içiçe ve birbirlerine geçiş halinde yaşadıkları yerlerdi. Bu yerler hem yedek sanayi ordusunun hem de devrimcilerin mekan tuttukları yerlerdi. Bu ortamda şekillenen Weitlingin düşünceleri, toplumun en yoksul kesimlerinin ayrıcalıklı kesimlerine karşı biriktirdiği öfkeyi de içeriyor, dile getiriyordu.
Bu öfke, elbette ki burjuva aydınlarına da yönelmekte, kendilerini onlardan ayırdedemeyen sosyalistleri de zaman zaman vurmaktaydı. Riazanov, bu konuda Weitling hakkında, çalışmalarını kuşkuyla karşılayan kitabi aydınlara karşı özel bir düşmanlık beslerdi diyor. Ama bu düşmanlık yahut tiksinti tek yanlı değildi; işçi sınıfına yakınlık duyan aydınlarda da, Weitling gibilere karşı benzer ve açıklanamayan bir tiksinti mevcuttu. Bunu Marxın yakın arkadaşlarından Heinenın, Weitlingle ilk tanışmasını anlattığı şu sözlerinde görmemek mümkün değil:
Özellikle ağırıma giden, bu arkadaşın benimle konuşurken son derece saygısızca davranmasıydı. Şapkasını çıkarmadı ve ben önünde ayakta dururken sağ eliyle sağ dizini çenesine kadar çekip, sol eliyle sürekli ayak bileğini ovuşturarak oturmaya devam etti. İlkin bu saygısızca davranışın terzilikte çalışırken edindiği bir alışkanlığın sonucu olduğunu düşündüm, ama yanıldığımı çabuk anladım. Neden böyle durmadan ayağını ovuşturduğunu sorduğumda, Weitling kayıtsız bir şekilde, sanki son derece olağan bir şeymiş gibi, tutuklu bulunduğu Alman hapishanelerinde zincire vurulduğunu söyledi; ayağına vurulan prangalar genellikle çok dar olduğundan, demirin sürekli sürtmesi nedeniyle bacağında kronik bir deri iltihaplanması oluşmuştu. Terzi Weitling bana bu zincirlerden söz ederken irkildiğimi itiraf ediyorum. (Riazanov, age, s. 66)
Doğrusu bu ifadeler, komünizm hakkında ateşli yazılar, şiirler yazan aydınların, hem devrimcilerden hem de işçilerden ne kadar uzak olduğunun çarpıcı bir belgesidir. Üstelik Heine, Marx ve Engelsin en yakınında duranlardan biriydi. Heine, bu çelişkili duygularını daha da çarpıcı şu sözlerle noktalarken aynı zamanda bir kafa karışıklığını, bir aydınlanma ihtiyacını dile getirdi:
Zincire vurulup işkenceden geçen Leydenli terzi Johnun, Münster Belediyesinde saklanan eşyalarını, bir zamanlar öpecek kadar bu terziye hayranlık duyan ben, yaşamakta olan bir başka terzinin, Wilhelm Weitlingin karşısında şimdi, önüne geçilmez bir tiksinti duyuyordum; oysa ikisi de aynı davanın havarileri, kahramanlarıydı. (D. Riazanov, age, s. 67)
İlginçtir, Heinenın bu duygu ve düşünceleri, sadece o zamana özgü ve geçmişte kalmış şeyler değildir. Aydınlarla devrimcileri ve işçileri aynı örgüt, aynı faaliyet içinde buluşturan bir devrimci örgütün bulunmadığı her zaman ve koşulda, buna benzer olguları değişik açılardan görüp tanık olmak hala mümkündür. O zaman da bu belirsizlik ancak böyle bir dolayımla aşıldı.
Heineınkine benzer bir şoku, belli ki Marx ve Engels de Londrada, Karl Schapper, Joseph Moll ve Heinrich Bauer ile tanıştıklarında yaşamışlardı. Engels, Londrada tanıştıkları bu üç devrimci hakkında şunu söyledi:
Ben bunların üçünü de 1843te Londrada tanıdım. Bunlar tanıdığım ilk devrimci proleterlerdi. O sıralarda görüşlerimiz ayrıntılarda birbirlerinden uzaklaşıyordu; çünkü onların dar görüşlü eşitlikçi komünizmlerine karşılık, ben de bir o kadar dar görüşlü felsefi kibirliliğe sahiptim. O sıra henüz yalnızca bir adam olmayı arzulayan benim üzerimde, bu üç gerçek adamın bıraktıkları derin etkiyi hiç bir zaman unutmayacağım. ... (Engels, Komünistler Birliğinin Tarihi Üzerine; Köln Davası Üzerine Açıklamalar derlemesi içinde, Ana Yayınları, İstanbul 1977, s. 17-19)
Engels, ilk kez proleter devrimcilerle tanıştığında henüz 23 yaşındaydı; Marx ise 25. Marx bu proleter devrimciler için, uygar toplumun barbarları diyordu. Weitlingin ilkel ve anti-entelektüel komünizmi, Komünist Manifestoya ulaşmak için Marx ve Engelsin hem yetişmek, hem de aşmak zorunda oldukları bir eşik oldu; bunu aşmak için kendi düşünsel evrimleri içinde ve yönelişlerini belirlemede önemli bir sıçrama yapmaları gerekiyordu. Ne var ki bu sıçrama, sadece onların çabalarıyla ve salt teorik uğraşlarla sağlanabilecek bir hamle değildi.
O zamana kadar daha çok felsefe ve teorik sorunlar üzerinde yoğunlaşmış bulunan Marx ve arkadaşları, ondokuzuncu yüzyılın 40lı yıllarında felsefi tartışmalarla somut siyaset sorunları arasındaki bağı irdeleyip, açıklamaya yöneldiler. Bu yöneliş içinde, Londrada, Pariste ve Brükselde kurdukları temasların ardından, henüz otuz yaşlarına varmadan kendilerini hazır bir devrimci örgütün kongresinde bulacaklardı.
Alman Devrimcileri Enternasyonalizmle ve Marksizmle Tanışıyor
Alman gibi düşünüp, Fransız gibi savaşan Schapper ve Bauer, 1839da blankistlerin Louis-Philippe hükümetine karşı Pariste giriştikleri eyleme katılmaları yüzünden tutuklanıp, bir süre hapiste kaldıktan sonra, sınır dışı edilmiş ve Londraya sığınmışlardı. Onlarla birlikte Haklılar Birliği de Londraya taşınmıştı. Bu zorunlu göç, bir bakıma 1838den beri İsviçrede olan Weitlingden ve onun ütopyalarından da uzaklaşmaları anlamına geliyordu. Haklılar Birliğinin belli başlı kadroları, sürgün hayatlarının Londra konağında, bir yandan Blankizmden ve Weitlingin fikirlerinden uzaklaşırken, bir yandan da ekonomizm ile ve işçi hareketi içinde filizlenmeye başlayan burjuva siyaset anlayışı ile de tanışmaktaydılar. Bereket Londrada yalnız bunlar yoktu; Pariste devrimcilikle tanışan Alman proleterleri, Londrada da İngiliz proletaryasının radikal unsurlarıyla ve onların taşıdığı enternasyonalist fikirlerle tanıştılar. Bunlardan en önemlileri Marx ve Engels ile birlikte, Komünistler Birliğine katılacak olan Harney ve Jonestu.4 Schapper ve Bauer, bunların yanısıra Marx, Engels ve arkadaşlarıyla da tanıştılar. 1843ten itibaren birbirleriyle teması kaybetmeden düzenli görüştüler. Engels Haklılar Birliğinin Londrada geçirdiği süreç hakkında şunları söyledi:
Ağırlık merkezinin Paristen Londraya kaymasından sonra, yeni bir özellik gözle görülür hale geldi: Dernek bir Alman birliği olmaktan çıkıp, yavaş yavaş uluslararası bir birlik haline geldi. İşçi Derneği, yalnız Alman ve İsviçrelilerin değil, İskandinavyalı, Hollandalı, Macar, Çek, Güney Slav, Rus ve Alzaslılardan oluşuyordu. 1847de derneğe gidip gelenler arasında üniformalı bir İngiliz muhafız eri bile vardı. Dernek kısa zamanda Komünist İşçiler Eğitim Derneği adını aldı; üye kartlarında da en az yirmi dilde, Bütün İnsanlar Kardeştir yazıyordu. Açık dernek gibi, Birlik de çok geçmeden daha uluslararası bir nitelik kazandı. Başlangıçta sınırlı kalan bu nitelik, pratikte üyelerinin çeşitli uluslara mensup olmasından, teorik olarak da devrimin muzaffer olması için bunun bir Avrupa devrimi olması gerektiği görüşünden ileri geliyordu. (Bkz. F. Engels, age, s.123)
Devrimci Alman işçilerinin, Avrupa çapındaki zorunlu seyahatleri çerçevesinde özetlenen serüven, bir bakıma, Alman felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz ekonomi politiğinin bileşimi biçiminde de tanımlanan Marksizmin çevriminin tamamlanış sürecini yansıtmaktadır. İngilterede başlıca ilgi odağı haline gelen ekonomi politiğin temel sorunları, kooperatif ve sendikalaşma hareketleri; sosyalizm ufkunun şekillenmesine önemli bir ivme katan Fransız ütopyacıları ve Fransız devrimciliğinin mücadele/örgütlenme geleneği; Almanyada felsefenin doruk noktalarını bulmasına paralel olarak gelişen tartışmalar ve bunların yanısıra Weitling örneğinde görüldüğü gibi, bunların sonuçlarının komünist fikirler olarak işçi hareketine taşınması, sessiz sedasız bir gergef dokuyordu. Marx, Fransız-İngiliz sosyalizmiyle Alman felsefesinin karışımı diye nitelediği Haklılar Birliğinin doktrini hakkında şunları söyledi:
Birliğin gizli doktrinine gelince, bu, Fransız ve İngiliz sosyalizminin ve komünizminin değişen bütün biçimlerinden olduğu kadar, Alman türlerinden de (Weitlingin fantezileri gibi) geçmiştir. ... Alman felsefesinin 1831den 1846ya kadar içinden geçtiği farklı evreler, bu işçi derneklerinde en hararetli partizanlıkla izlendi. (Marx, Karl Vogtdan, Komünist Manifestonun Doğuşu derlemesi içinde, Sol Yay., s. 226)
Almanyada genç hegelciler çevresinin, bu arada Marxın kendisinin de ele aldığı felsefe tartışmaları, eş zamanlı olarak Alman devrimcileri arasında da ciddi bir biçimde ele alınıyordu. Marxın kısa betimlemesinde tarif ettiği düşünsel evrimin gerçekleştiği dönem, aynı zamanda sanayi, fabrika, işçi sınıfı, proletarya, grev, kapitalizm, sosyalizm, komünizm, radikalizm, liberalizm, milliyetçilik gibi kavramlarının ilk kez dile getirildiği; sosyalist ve komünist fikirlerin yanısıra, sosyalizm ve komünizm hedefleri doğrultusunda örgütlenme ve eylemlerin belirip yayılmaya başladığı bir dönemi kapsamaktadır. Bu eylemleri gerek bizzat örgütleyerek gerekse onların içinde pişerek şekillenen ilk proleter devrimciler bir yandan da, yeni yeni oluşan ideolojik akımları irdeliyor, onlarla hesaplaşarak ya da bu fikirleri benimseyerek şekilleniyorlardı. Bununla birlikte ilk dönemde daha çok bir İngiliz icadı olan ekonomi politik, kıta Avrupasındaki gelişmeleri pek etkilememekteydi. Haklılar Birliğinin düşünsel evrimini bu bakımdan değerlendirirken Engels şöyle dedi:
Ama, mevcut toplumu ayrıntılı olarak eleştirme, yani ekonomik olayları araştırma meselesine gelince, bunların zanaatçı önyargılarının onlara çelme takması kaçınılmazdı. Ben, Birlik içinde o sıra ekonomi üzerine bir tek kitap okumuş bir kimsenin olduğuna inanmıyorum. Fakat bu durum önemsizdi: eşitlik, kardeşlik ve adalet her teorik engeli aşmada o an için yeterli bulunuyordu. (Engels, age, s. 14; ayrıca bkz. Komünist Manifestonun Doğuşu, Sol Yay.)
Doğrusu, Marx ve Engels de soyut felsefi tartışmalarla sınırlı bir çaba içinde değillerdi. Nitekim onların ilk yazdıkları kitaplara bakıldığında bu görülebilir. Yalnızca Bauer kardeşlerle5 polemik olarak yazdıkları Kutsal Aileye bakmak bile bu konuda fikir edinmek için yeterlidir. Bu kitap, derin bir felsefe tartışması olduğu kadar, Fransız devriminin gölgesinde şekillenen o zamanki sosyalizm akımlarının tümüyle insan hakları, bireycilik, kadın sorunu, (Yahudi sorunu bağlamında) ulusal sorun, halkçılık, devlet ve hukuk vb. sorunları etrafında yürütülen bir tartışmayı yansıtır. Bugün komünistlerin bu sorunlara ilişkin tutumlarının köklerini, hala bu polemikte ortaya konan görüşler içinde bulmak mümkündür.
Demek ki, Marx ve Engelsin önce ayrı ayrı, sonra birlikte yürütmeye başladıkları titiz ve uzlaşmaz teorik gayret de, işçi hareketindeki kendiliğinden ve devrimci örgütlerin içindeki dağınık gelişmelerden ayrı, ama kopuk olmayan bir hazırlığı ifade ediyordu. Engelsin İngilterede başlattığı ekonomi politik ve İngiliz işçi sınıfının durumu hakkındaki inceleme ve çalışmaları bunun önemli bir ayağıdır. Keza Marxın, Weitling tipi proleter devrimcilerin bir başka örneği olan Proudhona karşı yürüttüğü polemiği ifade eden Felsefenin Sefaleti de, hem siyasal sorunlara, hem de eksikliği vurgulanan ekonomi konusundaki bilgisizliğe parmak basmakta ve Kutsal Aile polemiği ile birbirlerini tamamlamaktadır. Nihayet her ikisinin, hem Hegel hem de Feuerbachdan kopuşlarını ortaya koyan Alman İdeolojisi de, onların yeni fikirlerinin ilk kez derli toplu ifade edildiği temel bir köşe taşıdır.
Bu teorik hazırlık sürecinin arka planında ise, blankistlerin tekrar tekrar giriştikleri eylemlerin yanısıra, Lyonlu ve Silezyalı dokuma işçilerinin eylemlerinde olduğu gibi çatışmalı işçi direnişleri; yeni tip bir devrimci anlayışın ruhunu besliyordu. Bütün bu unsurların teorik bir çerçeveye oturması ve örgütlü bir senteze ulaşması ihtiyacı dayatmıştı. Bir bakıma Komünist Manifestonun vakti gelmişti.
O zamana kadarki komünizm görüşünün, gerek basit eşitlikçi Fransız komünizminin, gerekse Weitlingci komünizmin yetersizliği daha da açıklık kazandı. Marxla benim yeni teorimizin doğruluğu daha çok kabullenilmeye başlandı. Londradaki önderler arasında, teorik bilgiye ilişkin yeteneğinden ötürü önemli iki kişinin bulunmasıyla bu kavrayış daha da gelişti: Heilbronnlu minyatürcü Karl Pfaender ve Thüringenli terzi Georg Eccarius. (Engels, age s. 18; ayrıca bkz. Komünist Manifestonun Doğuşu, derlemesi, Sol Yay.)
Karl Pfaender, Komünistler Birliğinin ilk yönetici komitesinde yer aldıktan sonra, Birinci Enternasyonalin Genel Konseyinde de görev alacaktı; Eccarius da bu enternasyonalin önderleri arasında, sonradan da İngiliz sendikal hareketinin yöneticileri arasında yer aldı. Her iki devrimci de hayatlarının sonuna kadar Marxla birlikte hareket ettiler.
Marx ve Arkadaşları Örgütlü Komünizme Bağlanıp Devrimci Oluyorlar
Haklılar Birliğine katılıncaya kadar bir devrimci örgüt içinde yer almamış olmalarına rağmen, Marx ve Engelsin bir siyasal faaliyetten ve örgütlenme gayretlerinden tamamen uzak durdukları sanılmamalı. Engels, Marx ve kendisinin o zamanki etkinliklerini şöyle anlattı:
İkimiz de, dünyada, özellikle batı Almanyada, örgütlü proletaryayla bağlara sahiptik ve politik hareketlere derinliğine karışmıştık. Görüşümüze bilimsel bir temel kazandırmak zorundaydık, ama aynı zamanda da Avrupa proletaryasını ve herşeyden önce de Alman proletaryasını kendi inancımıza çekmek de bizim için önemliydi. Hemen işe giriştik. Brükselde bir Alman işçi derneği kurduk ve Şubat ihtilaline kadar bize organ olarak hizmet eden Alman-Brüksel gazetesini elimize aldık. Benim birlikte çalıştığım, çartist hareketin merkez organı Northern Star-Kuzey Yıldızının redaktörü Julian Harney vasıtasıyla, İngiliz çartistlerinin devrimci kesimleriyle ilişkimizi sürdürdük. Aynı şekilde Brüksel sosyal demokratlarıyla (Marx, Demokrat Derneğin başkan yardımcısıydı -MAYA.), İngiliz ve Alman hareketlerine ilişkin haber yolladığım Reform gazetesindeki Fransız sosyal demokratları ile bir çeşit işbirliğine girdik. Kısacası radikal ve proleter örgütlerle ve yayın organlarıyla bağımız tam da arzulanabilecek biçimdeydi.
Haklılar Birliği ile ilişkilerimiz de şu şekildeydi: Birliğin mevcudiyetinden doğal olarak haberimiz vardı; 1843te Schapper bana katılmamı tavsiye etmişti. Ben bunu, o zaman reddetmiştim. ... Birliğin iç meselelerine karışmaksızın her önemli olaydan haberdar oluyorduk. Öte yandan, önemli Birlik üyelerinin teorik görüşlerini, basın, konuşma ve mektuplaşma ile etkiliyorduk. Bu konuda, özel durumlarda kurulmak üzere olan komünist partilerin iç işleyişlerini ilgilendiren bir meseleyle karşılaşıldığında, dünyanın çeşitli yerlerindeki dostlarımıza ve muhabirlere yolladığımız taş baskıyla basılmış çeşitli bildiriler de yararlı oluyordu. (Engels, age, s. 16-19)
Demek ki, Marx, Engels ve arkadaşları bütün bu dönem boyunca gözlemle ve teorik çalışmalarla sınırlı bir faaliyet yürütmüyorlardı. Engels, Londrada çartistlerle temas ve yayın düzeyinde bir işbirliği içindeydi. 1846 yılında İngilterede Harney ve Jones önderliğinde Kardeş Demokratlar Derneği adı altında bir enternasyonalist dernek kurulurken, Marx da Brükselde Komünist Yazışma Komitesi adı altında bir örgütlenmeyi yaratmakla meşguldü. Bu komitenin işlevini şöyle tanımlıyordu:
Alman sosyalistlerinin Fransız ve İngiliz sosyalistleriyle bağlantısını sağlamak; yabancıları Almanyada gelişecek olan sosyalist hareketlerden haberdar etmek; aynı zamanda, Almanyadaki Almanları Fransa ve İngilteredeki sosyalizmin gelişiminden haberdar etmek.
Bu önerinin Fransız muhataplarının başında gelen Proudhon, görüş ayrılıklarını öne sürerek böyle bir işbirliğini reddetti. Buna karşılık Almanlardan ve İngilizlerden sıcak bir ilgi geldi. Özellikle de Harney ve Jones bu öneriye dört elle sarıldılar. Doğrusu bu propaganda aracı, Marx ve Engelsin o zamana kadar geliştirdikleri yeni dünya görüşünü yaymalarında ve komünist işçiler arasında yaygın olan farklı görüşlerle hesaplaşmalarını tamamlamalarında, başlı başına bir silah olarak iş gördü. Engels bu dönem boyunca, Brükseldeki örgütten değişik adreslere gönderilen yoğun bir mektup, bildiri, eleştiri vb. trafiğinden söz etti. Değişik akımlarla ayrım çizgilerinin çekilmesine ilişkin ilgi ve yoğunlaşma da besbelli bu sayede oldu; ve Manifestonun üçüncü bölümünün temeli besbelli ki bu dönemde atıldı.
Bununla birlikte, hem genel olarak Engelsin sonradan anlattıklarına, hem de başkalarının yazdıklarına bakıldığında, bu dönem boyunca Marx ve Engelsin daha çok içe dönük bir teorik hazırlık faaliyeti yürüttükleri izlenimi doğmaktadır. Bu tür değerlendirmelerin, pek çokları için bir esin kaynağı oluşturduğu da açıktır. Ancak Riazanov titiz çalışmalarının ardından bu dönem hakkında şu açıklamayı yapma gereğini duydu:
Marxın örgütsel çalışmaları, araştırıcılar tarafından hemen hemen tümüyle es geçilmiştir. Marx adeta bir manastır düşünürüne dönüştürülmüştür. Kişiliğinin en ilginç yanlarından biri inkar edilmiştir. Marxın -Engelsin değil- 1840ların ikinci yarısında, bilinçlendirme çalışmalarının esinleyicisi ve yöneticisi olarak oynadığı önemli rolü kavramayı beceremezsek, daha sonraları 1848-1849 yıllarında ve Birinci Enternasyonal döneminde örgütçü olarak yerine getirdiği müthiş rolü hiç anlayamayız. ( Riazanov, age, s.71)
Bu süreç, aynı zamanda Haklılar Birliği ile Marx ve arkadaşları arasındaki farklılıkların ortadan kalkış süreci ve Komünistler Birliğinin temellerinin atıldığı bir süreç oldu. Aynı süreç, Weitlingin de örgütten uzaklaşmasına varacaktı; 1846da İsviçreden ABDye geçen Weitling Haklılar Birliği ile ilişkisini koparmıştı. Ama Weitlingin görüşlerinin bu örgütü terk etmesi daha uzun bir süreyi aldı.
Haklılar Birliğinden Adı Konmamış İlk Enternasyonale
Bu noktaya varan süreci Engels şöyle özetledi:
1847 ilkbaharında Moll, Brükselde Marxı ve Pariste beni ziyaret ederek yoldaşları adına bizi ısrarla Birliğe girmeye çağırdı. Moll, kendilerinin Birliği eski gelenek ve biçimlerinden kurtarmanın gerekliliğine inandıkları gibi, bizim görüş tarzımızın genel doğru olduğuna da inandıklarını söylüyordu. Öyle bir iş yapacak olursak, Birliğin kongresinde eleştirel komünizmimizi, daha sonra Birliğin manifestosu olarak yayınlanacak bir manifesto haline getirme olanağına sahip olacaktık; ve böylece de eskimiş Birlik örgütünü zamana ve amaca uygun hale getirmeyi sağlamış olacaktık.
Salt propaganda amacıyla olsa bile, ... Almanya dışında bile ancak gizli olabilecek bir örgütün gerekliliği konusunda hiçbir kuşku taşımıyorduk. Oysa Birlik biçiminde böyle bir örgüt zaten vardı. Birlik içinde daha önce karşı olduğumuz şeyler, şimdi bizzat Birliğin temsilcileri tarafından hatalı görülüp terk edilmişti, bir reorganizasyon için çalışmaya çağrılıyorduk. Hayır diyebilir miydik? Muhakkak ki diyemezdik. Birliğe bu şekilde girdik. (Engels, age, s. 17-19)
Bu gelişmenin tesadüfen ve kişisel ilişkiler sayesinde olduğu sanılmamalı. Örgütün önderleri, hem üyelerinin düşüncelerini bir potada toplayıp, ortak bir siyasal belgeye ulaşmayı hedefliyorlardı; hem de örgütün dışında bulunan komünistleri de bu sürece katılmaya ikna etme niyetindeydiler. Tam da bu amaçla, o zamana kadar örgüt üyesi olmayan Marx ve arkadaşlarının, bu kongreye katılmalarını sağlama doğrultusunda düzenleme yapan bir karar alındı. Engelsin orta sıklet bir herkül diye tarif ettiği Joseph Moll da bu iş için görevlendirilmişti; görevini başarıyla tamamladı. Bununla birlikte bu ikna süreci tek yanlı bir girişimin sonucu değildi. Moll, 1847 yılı başında Marxı ikna etmek üzere Brüksele geldiğinde, yalnızca Haklılar Birliğini temsilen orada bulunmuyordu. O aynı zamanda Marx ve arkadaşlarının bir yıl önce Brükselde kurdukları ve Londra ve Pariste de şubeleri bulunan Komünist Yazışma Komitesinin Londra şubesinde yer alıyordu; Schapper ve Bauer de öyle! Joseph Moll Brüksele geldiğinde, hem bu şubenin faaliyetleri hakkında bir rapor iletmek hem de Haklılar Birliğinin önerisini sunmak üzere orada bulunuyordu (Bkz. Riazanov, age, s.70)
Her ne kadar Marx, parasızlık nedeniyle fiilen katılamadıysa da, onu da temsil eden Lupus-Kurt lakaplı Wilhelm Wolf,6 Brükselden; Paristekileri temsilen de Engels, 2/7 Haziran tarihlerinde toplanan kongrede yer aldılar. Bu, o zaman adı öyle konmamış olsa bile, tarihin ilk enternasyonalinin kuruluş kongresi; aynı zamanda da bir birlik kongresi idi. Sadece Marx, Engels ve arkadaşları değil, İngilteredeki çartistlerin bir kısmı ve başka ülkelerden devrimciler de bu kongrede buluştular ve tarihin ilk enternasyonal komünist örgütünü oluşturdular.7
Komünistler Birliğinin ilk yönetici komitesinin Haziran 1847 Kongresi hakkında örgüte sunduğu rapor, örgütün çapı ve işleyişi ile ilgili ilginç ayrıntıları yansıttığı gibi, örgütün isminin neden ve nasıl Komünistler Birliğine dönüştüğünü de açıkladı. Bu açıklamada iki ayrı gerekçe ileri sürülüyordu. Bunlardan birincisi, güvenlik ve gizlilikle ilgili bir gerekçeydi. Prusya polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra çözülen ve örgüt hakkında pek çok sırları açığa çıkaran C. F. Mentel adlı örgüt üyesinin yarattığı deşifrasyon koşullarının isim değişikliği için başlı başına bir gerekçe olduğu savunuldu. Asıl önemli olan diye vurgulanarak açıklanan ikinci gerekçe ise, Horlananlar Birliğinden koparken belli bir anlamı olmakla birlikte, Haklılar Birliği isminin artık örgütün asıl amaçlarını yansıtmaktan uzak olduğu hakkındaydı; bu konuda şunlar söylendi.
Bu isim artık günümüze uygun değildir ve neyi amaçladığımızı hiç bir biçimde ifade etmemektedir. Adalet isteyen, yani adalet diye adlandırdıkları şeyin peşinde olup da, zorunlu olarak komünist olmayan ne kadar çok insan var! Bizi ayırdeden şey genel olarak adalet peşinde olmamız değildir; zira herkes kendini böyle tanımlayabilir; bizi ayırdeden mevcut toplumsal düzene ve özel mülkiyete karşı olmamız, mülkiyet ortaklığını istememiz, komünist olmamızdır. Dolayısıyla birliğimiz için bir tek uygun isim, bizim gerçekten kim olduğumuzu bildiren bir tek isim vardır; biz de onu seçtik. (Marx Engels Toplu Eserler, c.6, s. 595, Progress Publisher, 1976 Moskova)
Kongre, Haklılar Birliğinin ismiyle birlikte tüzüğünü de değiştirdi.8 2-7 Hazirandaki kongre raporunun ekleri olarak, örgüt üyelerine benimsenen tüzük metninin yanısıra bir de Komünist Amentü (credo) taslağı gönderilmişti. Engels tarafından hazırlanıp, Heide (Wilhelm Wolf) ve Karl Schillin (Schapper) imzalarını taşıyan bu taslak, birinci kongrede irdelendikten sonra, aralık ayındaki kongrede son şekli verilmek üzere örgüt birimlerinde tartışmaya açıldı. Birinci Kongre raporunda bu konuda şöyle dendi:
Nihayet Komünist Amentü sorununa gelince. Kongre, Birliğin ilkelerinin kamuoyuna açıklanmasının büyük önem taşıyan bir adım olduğunu düşünmektedir. Birkaç yıl, belki de birkaç ay içerisinde, zaman aşımına uğrayıp, çoğunluğun düşüncelerini ifade etmekten çıkan bir amentü, uygun bir amentü ne kadar yararlı olacaksa o kadar zararlı olacaktır; bu nedenle bu adım özel bir itina göstererek ve aceleye getirmeksizin atılmalıdır. Bu konuda, tıpkı Birliğin yayın organı sorununda olduğu gibi, Kongre, nihai karar verecek tarzda hareket edemez; sadece kurucu bir rol üstlenmelidir; yeniden uyanmakta olan Birlik hayatına, amentü planının tartışılması sayesinde yeni bir gıda sunmak gerektiğinin bilincindeyiz. Böylece Kongre bu planın bir taslağını çıkartıp, bu taslağı komünlerin tartışmasına sunmaya karar verdi; öyle ki itiraz ve ek önergeleri formüle edilip Merkezi Konseye ulaştırılabilsin. Bu plan ektedir. Bu planın komünler tarafından ciddi ve doyurucu biçimde değerlendirilmesini tavsiye ediyoruz. (Marx Engels Toplu Eserler, c.6, s. 597-598, Progress Publisher, 1976 Moskova)
Komünist Manifestonun Doğuşu
Komünistler Birliğinin 1847 Haziranındaki birinci kongresi, hem tüzüğün, hem de Komünist Amentü diye adlandırılan ilkeler metninin değerlendirilip karara bağlanacağı ikinci bir kongre için 29 Kasım tarihini saptamıştı. Bunun yanısıra, bu kongreden önce örgütün merkezi bir yayın organının çıkarılması da kararlaştırılmıştı. Söz konusu yayın 1847 yılının Eylül ayında, Kommünistische Zeitung (Komünist Gazete) adıyla yayınlandı. Bu, başlık altında Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin! şiarının yeraldığı ilk gazeteydi; ne yazık ki tek bir sayı ile kaldı, sürdürülemedi. Bu gazetedeki yazıların hemen hemen hepsinin, Karl Schapper tarafından kaleme alındığı tahmin edilmektedir.
Bu arada, yayına pek bir katkısı olmamakla birlikte, Londradaki komün içinde bu tartışmalara katılan Engels, birinci kongrede benimsenen taslağı geliştirerek, Komünizmin İlkeleri diye bilinen metin haline getirdi. 23 Kasım 1847de, bu metinle birlikte Marxa gönderdiği bir mektupta Engels, metne Komünist Manifesto adını vermenin daha uygun olacağını söyledi:
İman Yemini taslağını biraz düşün. Amentü biçimini bir yana bırakıp buna Komünist Manifesto demenin daha iyi olacağını düşünüyorum. Bu metinde az çok tarih anlatmak gerektiğinden, elimizdeki biçim hiç uygun değil (nitekim Manifestonun nihai metninde böyle bir tarihsel giriş yeralmaktadır-MAYA). Yaptıklarımı getireceğim (Komünizmin İlkeleri kastediliyor-MAYA); basit anlatılmış, ama aceleyle ve çok kötü kaleme alınmış. Komünizm nedir? ile başlıyorum ve sonra proletarya geliyor-oluşum tarihi, önceki çalışanlardan farkı, burjuvazi ve proletarya arasındaki karşıtlığın gelişimi, bunalımları, sonuçları. (özellikle Proleterler ve Komünistler bölümü farklı bir üslupla da olsa Engelsin bu notlarını içermektedir- MAYA)
Manifestonun son haline ve Kutsal Aile ile Felsefenin Sefaletinin yanısıra, Marxın Manifesto için hazırlanırken tuttuğu elyazısı notlara bakılırsa (ME Toplu Eserler, c. 6 s. 577), Brüksel komününde yer alan ve tartışmalara burada katılan Marxın, o sıralarda daha çok varolan farklı sosyalist akımların değerlendirilmesi ve komünistlerin bunlarla programatik ayrım çizgilerinin çekilmesi konusuna yoğunlaşmış olduğu anlaşılıyor. Ama, sonradan Komünist Manifesto adını alacak olan metin için çalışanların yalnız Marx ve Engels olduğu sanılmamalı. Komünistler Birliği yönetici komitesinin örgüte sunduğu 14 Eylül 1847 tarihli rapora9 bakılırsa, Komünistler Birliğinin hemen hemen bütün birimleri, Birinci Kongrede alınan kararlar doğrultusunda Komünist Amentü taslağı üzerinde hummalı bir tartışma içindeydi. Söz konusu raporda yer alan şu satırlar bu çalışmaya tanık:
Kongrenin sona ermesiyle birlikte Kongre raporunu, yeni tüzüğü, Komünist Amentüyü, Merkezi Konseyin bir mektubuyla birlikte İsviçre, Fransa, Almanya, Belçika ve İsveçte komünlerimizin bulunduğu on kente gönderdik. Ayrıca Londradan iki yetkili kuryeyi Amerikaya, birini Norveçe, birini Almanyaya, birini de Hollandaya gönderdik. Bunların hepsi Merkezi Konseye gittikleri yerde yeni komünleri kurup, bizimle ilişkiye geçmelerini sağlamak için ellerinden geleni yapacaklarına söz verdiler...
KÖZ