1929 ve Sovyet tartışmaları
Tunç Sipahi
1929 krizini Büyük Depresyon- Sovyet siyasal iktisatçıları nasıl karşıladı? Kısaca bakılabilir.
Luxemburg, pazar sorununa ve kapitalist ekonominin içerisinde tüketimin sınırlarına işaret etmişti. 1920lerin Hilferding mi, Luxemburg mu? bağlamında elbette dönemin en önemli konusu değildi; o ayrı- Buharin, Hilferding safındaydı. Hilferding safının uç örneği olarak da, Marksizmden uzaklaşalı yıllar geçmiş ve zaten çoktan ölmüş olan Tugan-Baranovsky gösterilebilir. Gerçi son on yılın çalışmalarının ışığında bakınca, Tuganın ne kadar doğru anlaşıldığı şüpheli. Lakin Schumpeterin İngiliz iktisatçıları için Marshall ne idiyse, Rus dünyası için Tugan odur mealinde büyük övgü anlamında kullandığı sözü hatırlarsak, Tuganın önemsiz olmadığını görebiliriz.
Buharin, hem sabit sermaye hem de değişken sermaye (ücret) artmadan üretim olmaz ve yatırım/birikim sarmalı kapitalizmin iç piyasalarını genişletir diyerek Luxemburga karşı çıkmıştı. 1920lerin sonunda, tartışma kapitalizmin organize olup olmadığı üzerindeydi. Organize kapitalizm demek (a) kapitalizmin krize girmeyeceği çünkü sermaye malı üretmenin talep yaratmaya yeterli olduğu (b) kapitalizmin kararlı ve rasyonel olduğu adeta planlı ekonomi gibi- anlamlarına geliyordu. Batıda devrim olmamış, Sovyetler tek başına kalmıştı. Buna ek olarak, Hilferding rengindeki iktisatçılara göre zaten Batıda kapitalizm krize girecek değildi. Kriz olmayacağı için savaş tehlikesi de yoktu. Bu görüş ağır basan görüştü. 1928 yılının standart görüşü (i) kriz yok (ii) kar oranı azalmıyor (iii) realizasyon/pazar sorunu yok çünkü iç piyasada yatırım/birikim/arz kendi talebini yaratıyor şeklinde basitleştirilebilir.
Varga, 1928 yılında Varga yasasını ortaya atıp, saf kapitalizmde sermaye birikimi otomatik olarak verimli işçilerin sayısını azaltır ve kronik bir realizasyon krizine yol açar dediğinde değişiklik başlamış oldu. Bu haliyle aşırı bir argüman çünkü değişken sermayede nispi değil, mutlak bir azalışın mümkün olduğunu söylüyor. Tuganın, aslında zor korunduğunu ifade ettiği denge veya orantılı büyüme patikasında tek bir işçi kalsa bile- sermaye birikimi üçüncü şahıslara/kapitalist olmayan bölgelere/emperyalizme birikimi sürdürmek açısından- ihtiyaç duymadan devam eder tezine yakın. Varga yasası, sermaye birikimi pazar yaratmaz, tersine var olan pazarı daraltır mı diyordu? Luxemburg geri mi gelmişti?
Varganın sert biçimde eleştirilmeye açık bir yola girdiği ki zaten böyle olmuş- ortada: Aynı anda hem işgücünden tasarruf eden 19. Yüzyıl tipi- teknik ilerlemeye verdiği önemi aşırı boyuta yükseltiyor, hem realizasyon krizi tezini geri çağırıyor. Varganın kendi hesaplamalarına göre ABDde artı-değer oranının artmakta olduğu işçi sayısı azalmakta olduğu halde- bulgusu da pozisyonunu zora sokmuş olmalı.
Aslında konu 1928de Varganın Kominterne verdiği rapordaki kapitalizm asla kararlı olamaz saptamasında yatıyor. Komintern sola dönüyordu. Buharin, kolektivizasyonu önlemeye çalışmasını kapitalizmin krize girmeyeceğini kriz olmayacağına göre savaş tehdidinin de söz konusu olmayacağını- söyleyerek teoriyle bütünleştiriyordu. Bu siyasi pozisyon alış, teknik-iktisadi kuram açısından, hem Luxemburg karşıtlığı, hem de Varga üzerinden Tugan-Baranovsky karşıtlığı olarak ifade edilince bir miktar karmaşaya yol açtığı kabul edilebilir.
1929un analizi elbette bu kadarla kalmıyor. Yeni sanayi devrimi ufukta mı, üçüncü dönem, organize kapitalizm derken 1929 geliverdi. 1929 hem Sovyetlerde, hem Batıda ilk yıllarda bir türlü çözümlenemeyen bir vakadır. 1931e kadar finansal kriz reel ekonomiye uzanır mı, uzanmaz mı? sorusuyla oyalanıldığı görülüyor. Buharin Kasım 1930da konumunun sağ sapma olduğunu kabullenip, gerçekten de kapitalizmin krize girdiğini söylediğinde aslında konu artık bu muydu, yoksa SSCBnin iç siyaseti ve kolektivizasyona karşı tutumu muydu? Sanırım ikincisiydi: Ancak tartışma kısmen Hilferding vs Luxemburg bağlamında ifade bulmaya devam ediyordu. Kapitalizmin krize girdiği artık açık olduğu için, 1930 sonuna doğru konu krizin uzun sürüp sürmeyeceğine dönmüştü.
Varganın kendisinin de kararsız kaldığı anlaşılıyor. 1931de ABDde ve ABDyi takip eden Almanyada- net yatırımların negatife dönmesiyle olay netleşmeye başladı. Sonradan bakıldığında, Almanyada getiri eğrisi ve dış borçlanmanın yapısı ne olduğunu açıkça gösteriyor. ABD kaynaklı sermaye girişi 1927de tepe yapıp, 1928-29da çökmüştü. 1920lerin ortasındaki canlanmanın en önemli nedeni Amerikan sermayesiydi: ABD bankalarından kısa vadeli borçlanan Alman bankaları bu parayı sanayiye uzun vadeli kredi olarak veriyordu. ABD çökünce Almanya da derhal krize girdi.
Sonunda organize kapitalizmin, yani monopollü rekabetin ve düzenleyici (olduğu düşünülen) para politikasının ve güçlü frenleri olduğu kabul edilen finans kapitalin- aksi yönde işlemeye başladığı kabul edilmiş oldu. Ortada bir aşırı üretim buhranı vardı. Kriz devam ettikçe yorumlar da sola kaydı. Pazarlar tükenmiş, kapitalizm piyasa (talep) yaratamaz hale gelmiş, monopolcü yapılanma yeni yatırımların önünü kesmişti. Tüketim malı üreten sektör durmuştu ama sermaye malı üreten sektör de orantısız biçimde de olsa- tek başına kapitalizmi çekmeye yetmiyordu. Varganın Stalinin ekonomisti olması muhtemelen bu noktada gerçekleşmeye başlamış oluyor.
Bu tartışmalarda asıl mesele neydi? Sonuçta Keynes de, Almanyayı krizden çıkardığı iddia edilen pratisyen sihirbaz maliyeci Hjalmar Schacht da, talep (pazar) yarattılar. Kullanılan jargonun farklılığı tartışmaların akrabalığını gizlememeli. Bu hep böyle olmuştur.
1929un derinliği ve süresinin derhal tahmin edilebilmesi dönemi yaşayanlar için hayli güçtü. Ancak Sovyet cephesinde daha doğrudan siyasi argümanlar mevcuttu. Krizin Almanya üzerindeki etkisinin şiddetini 1930da tahmin edebilmek Almanya politikasında veya genel olarak Kominternin 1935de değişecek politikasında- fark yaratabilir miydi? Belki. Dış politika açısından 1929 ile ilgili Sovyet bakışının en önemli sonucu bu olabilirdi. Bunun dışında, yani 1929 depresyonu/Hitlerin iktidara gelme ihtimalinin hızla artması bağını erken kurabilmek dışında, Sovyet ülkesinin kendi dinamiklerinin çok ağır bastığını söylemekte büyük bir hata payı yok.