Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

Laikliğe saldırı püskürtülmelidir

Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarımızı ve geleceğimizi hedef gösteren saldırı talimatına, tüm okulları birer mücadele alanı haline getirerek, yurdun dört bir yanında bir aydınlanma seferberliği başlatarak yanıt üretilmelidir.

Resim Ekleme

AKP Türkiyesi'nde laiklik büyük bir saldırı altında. İktidarın özellikle eğitim alanındaki uygulamaları, 4+4+4 koduyla hayata geçirilen gerici uygulamalar, müfredatın dinselleştirilmesi, okulların imam hatipleştirilmesi gibi uygulamalar daha da karanlık bir tablonun hazırlanmakta olduğunun işaretlerini vermişti.

Son olarak Millî Eğitim ve Din Şuralarında gündeme getirilen başlıklar ise konunun ne denli ciddi olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Geçen hafta yapılan 19. Millî Eğitim Şurası'nda şu kararlar alındı:

- Anaokullarında “değerler eğitimi” verilecek. Bu kapsamda, 36-72 aylık çocuklara okulda, “Allah kavramı ve Allah sevgisi” anlatılacak, “cennet ve cehennem kavramları” öğretilecek,

- Okul öncesi ve ilkokulda kullanılan eğitim aracı metinlerde Anadolu ve İslam kültürüne ait masal, hikaye, şiirlere yer verilecek,

- Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi 1., 2. ve 3. sınıflara da getirilecek,

- Kutlu Doğum Haftası ve Aşure günü, Belirli Günler ve Haftalar kapsamına alınacak; okullarda kutlanması zorunlu hale gelecek,

- İlkokul 4. sınıfta 2 saat görülen İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi kaldırılacak.

- Osmanlıca dersi, İmam Hatip ve Sosyal Bilimler liselerinde zorunlu hale gelecek, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak okutulacak.

Alınan bu gerici kararların yanı sıra, Şura'da ana okullarında kız ve erkeklerin ayrılması yani karma eğitime son verilmesi gündeme getirildi.

Millî Eğitim Şurası'nın ardından yapılan Din Şurası'nın açılış konuşmasını yapan Recep Tayyip Erdoğan laikliğe, bilimin ve aklın yol göstericiliğine karşı olduğunu açıkça ifade etti. Laiklik karşıtı icraatlarını "defansı bırakıp ofansa (saldırıya) geçmek" olarak pazarladı.

Bilime, akla ve laikliğe karşı olduğunu artık açıkça ifade etmekte bir sakınca görmeyen AKP iktidarı tehlikeli bir işe soyundu. Anaokul sıralarından itibaren çocuklarımızın zihinlerini hurafelerle doldurmak isteyen, 4-5 yaşındaki kız ve erkek çocuklarını birbirinden ayıracak kadar sapıkça düşüncelere sahip AKP'liler, belli ki, Türkiye'nin ilerici birikimini ve aydınlanma tarihini küçümsüyor.

Laikliğe saldırının özgürlüklerimize, geleceğimize, kadınlara, gençlere çocuklara karşı bir saldırı olduğu her geçen gün daha da açık bir şekilde görülüyor.

Laikliğe saldırının bölgedeki gerici terörü desteklemekle bir ve aynı şey olduğu her geçen gün biraz daha berraklaşıyor.

Laikliğe saldırının, dindar ve kindar nesiller yetiştirme isteğinin, köleleştirilen emekçilerin sesini kesmeyi hedeflediği, toplumsal mücadeleleri bastırmayı amaçladığı çok açık.

Din tüccarlığıyla kazanılan milyarları, kurulan baskı rejimini korumak için laikliğe saldırı şart!

Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarımızı ve geleceğimizi hedef gösteren saldırı talimatına, tüm okulları birer mücadele alanı haline getirerek, yurdun dört bir yanında bir aydınlanma seferberliği başlatarak yanıt üretilmelidir. Türkiye'nin ilerici insanları, aydınları, gençleri, emekçileri gerici rejimin bu saldırısını püskürtecek; laik, özgür ve eşit bir geleceği örgütleyecek güçtedir.

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 1
07.01.2015- 22:49

Gericiliğin yoğun bir saldırısı var. Hayatın her alanındaki gericileştirme politikaları eğitime de sıçradı. Öğrenim öncesinden başlayarak üniversiteye kadar her alanda dincilik bir biçimde eğitime ve eğitim kurumlarına yansıtılıyor. Şimdi sağlık kurumlarına da imam takviyesi yapılacakmış. 10-20 binlik kadrolardan söz ediliyor. Bu saldırı püskürtülmezse üç beş yıla kalmaz cumhuriyet'in kazanımı diye bir şey ortada kalmayacak.

umut  |  Cvp:
Cevap: 2
08.01.2015- 13:32

Laikliğin sadece Türkiye için değil dünya için de ne kadar önemli olduğu Paris'teki gaddarca saldırı ile ortaya çıkmıştır. Paris'te sıkılan kurşunlardan özellikle Türkiye dersler çıkarmalıdır. Eğitimdeki gericiliği püskürtmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. BHH'nin ilk mitinglerini eğitim ve laiklik üzerine yapması da anlamlı. Sadece bölgede değil, Türkiye'de değil, Avrupa'da bile bu kadar önemli bir gericilik dalgasının yükselişe geçmesi, bu yükselişte AKP'nin doğrudan payının olması bile kendisine ''solcuyum'' diyen birileri tarafından anlaşılamıyorsa, o kişi solcu değildir. Kim olursa olsun, neyi savunursa savunsun. AKP iktidara geldiğinden beri sosyalistlerin önemli bir kesimi bu konuyu gündeme getiriyordu. Türban propagandalarının özgürlük olmadığı sürekli söyleniyordu. Başta kuyrukçu sol ve liberaller olmak üzere bir kısım solcular da bu cenahtaydı. Şimdi kimlerin haklı olduğu ortaya çıkıyor mu? Bu kadar gün yüzüne çıkmış gerçekler varken, bu yobazlığın bir kenarına tutunmuş olanlara solcu denilemez. Laikliğe yapılan saldırıyı püskürtme cephesinde yer almayana solcu denilemez.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 3
08.01.2015- 16:00

Alıntı Çizelgesi: umut yazmış

Laikliğin sadece Türkiye için değil dünya için de ne kadar önemli olduğu Paris'teki gaddarca saldırı ile ortaya çıkmıştır. Paris'te sıkılan kurşunlardan özellikle Türkiye dersler çıkarmalıdır. Eğitimdeki gericiliği püskürtmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmıştır. BHH'nin ilk mitinglerini eğitim ve laiklik üzerine yapması da anlamlı. Sadece bölgede değil, Türkiye'de değil, Avrupa'da bile bu kadar önemli bir gericilik dalgasının yükselişe geçmesi, bu yükselişte AKP'nin doğrudan payının olması bile kendisine ''solcuyum'' diyen birileri tarafından anlaşılamıyorsa, o kişi solcu değildir. Kim olursa olsun, neyi savunursa savunsun. AKP iktidara geldiğinden beri sosyalistlerin önemli bir kesimi bu konuyu gündeme getiriyordu. Türban propagandalarının özgürlük olmadığı sürekli söyleniyordu. Başta kuyrukçu sol ve liberaller olmak üzere bir kısım solcular da bu cenahtaydı. Şimdi kimlerin haklı olduğu ortaya çıkıyor mu? Bu kadar gün yüzüne çıkmış gerçekler varken, bu yobazlığın bir kenarına tutunmuş olanlara solcu denilemez. Laikliğe yapılan saldırıyı püskürtme cephesinde yer almayana solcu denilemez.



Sevgili umut, kimlerin haklı olduğu ortaya çıkıyor mu? diye sormuşsun. Zaten ortadaydı. Ortada olan gerçek o zaman bazı kendilerini solcu olarak görenler tarafından görülmüyordu, bugün yine görülmüyor. Burada birçok başlıkta yazıyoruz, çünkü kürt hareketinin içindeki laik kesimin etkinliği AKP ile diyalog başladığından beri önemsizleştiriliyor. Bunda Öcalan'ın payı da var. Böyle olunca kuyrukçu 'sol' da bu konuyu önemsizleştiriyor. Dün görmemelerinin nedeni buydu, bugün de görmeyecek olmalarının nedeni bu olacak. AKP'ye destek bu kesimlerden gelmiyor muydu? Bu kuyrukçu kesimin AKP konusundaki tavrı liberallerden farklı mıydı? Bugün bu kuyrukçu kesimin tavrı liberallerin de gerisine düşmüştür. Önemli olan laikliğin önemini geniş kitlelere anlatabilmek. Kuyrukçular olsun, liberallerin bile gerisine düşmüş ve kendisini solcu olarak tanımlayanlar olsun bu gerçeği bugün de görmemeye devam edecekler.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 4
05.02.2015- 16:03

Haziran: Önce savunma; sonra galibiyet golü- Deniz Yıldırım  


Son bir haftanın gelişmelerine bakalım önce:

Bir, metal işçilerinin grevi “milli” güvenlik gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından türlü ayak oyunlarıyla ertelendi.

İki, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda “Genç Bilaller” başlıklı bir projeyle yeni bir gericileştirme kampanyası başlattı ve önümüzdeki yıldan itibaren imam-hatiplerde okuyan öğrenci sayısını bir milyonun üzerine taşıyacak kampanya da stratejik plan kapsamına alındı.

Üç, ancak sıkıyönetim/diktatörlük dönemlerinde eşine rastlanabilecek ve “İç Güvenlik Paketi” adı verilen, AKP Rejimi’nin güvence altına alınmasına, itiraz edecek her sesin, toplumsal muhalefetin her veçhesinin susturulmasına dönük tasarı Meclis gündemine getirildi.

Birinci saldırı talan ekonomisinin, ikincisi gericiliğin; üçüncüsü sultanlık heveslisi bir diktatörlüğün dışavurumu. Her hafta başka örneklerle saldırıyorlar. Fakat saldırının bu üçlü karakteri hiç değişmiyor. Birini geriletemediğimiz için, savunmayı zayıf tuttuğumuz için bir sonraki saldırıyı daha kolay yapıyorlar.

“Başkanlık” planları ise bu üçlü saldırının tüm ayaklarını içine alan, kendinde toplayan ve hatta güvence altına alan kuşatmanın genel adı.

Saray Rejimi

Daha önce de yazdık. Türkiye’de devlet aygıtları arasındaki ilişkiler ve devlet-toplum ilişkileri, siyasal-toplumsal sahadaki örgütlenmelerin tümü Saray merkezli olarak yeniden yapılandırılıyor.

Saray Rejimi ise gökten zembille inmedi, inmiyor. AKP, 12 Eylül darbesinin yarattığı imkanları sonuna kadar kullanıyor. Bunu yaparken Türk-İslam Sentezi’nin İslamcı dozu açıkça öne çıkan yeni bir sürümünü sahneye koyuyor. Yaşayan işçinin hak mücadelesini, grevini yasaklarken “milli”liğe; madende, inşaatta, sanayide işçilerin katledilmesini aklarken kadere, fıtrata, “din”e sığınıyor. AKP için “milli”, işçinin yaşarken hak mücadelesini önlemenin; “dini”, işçi katledilince ölümleri aklamanın aracı. Sınıfıyla, sınıfı için konuşmayı sürdürüyor.

Bu ideolojik-siyasal yapılanma kendisini güvence altına alacak hamlelerle, mevzi kazana kazana geldi ve şimdi ilerliyor. Son bir haftada gerçekleşen üçlü saldırının karakterine bakınca da değişmeyen gerçeği yeniden görüyoruz:

AKP iktidarı emeğe, halka ve haklara saldıran bir yağma ekonomisinin üzerinde yükseliyor, yağmacılığın garantisidir. AKP bu düzeni sürdürürken itirazsız, hak talep etmeyen “dindar” kuşaklar yetiştirmek istiyor; gericiliğin garantisidir. Bu manevi tedbirin öncesinde, hak taleplerini bitiren, hiyerarşik bir “hayırseverlik” kampanyasını genelleştirerek neoliberalizme abdest aldırıyor. AKP tüm bu tedbirleri alsa da kendisine dönük muhalif/direngen tutumu bitiremeyeceğini biliyor; bunun için de dikta yasalarını gündeme getiriyor; diktatörlüğün AKP için zorunlu seçenek olduğunun garantisidir.

Bir yanda yağma, bir yanda gericilik, diğer yanda diktatörlük düzenlemeleri. Hepsinin şemsiyesi ise sultan merkezli Saray Rejimi.

Somut Mücadele Gündemi

Ne yapmalı? Halkın somut mücadele gündemini somut saldırılar ve bu saldırılardan doğan somut ihtiyaçlar belirler. Görelim, ihtiyaçlar bellidir. Bugünkü saldırılar karşısında aşağıdan, yan yana inşa edilecek birleşik mücadelenin üç temel ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ekseni var; bu üçlü saldırı karşısında yapılması gereken şey, saldırılardan birini diğerinin önünde görmeden üçlü savunma hattı çekmek. Önce saldırıları geriletmek; AKP’nin durdurulabilir, saldırıların geriletilebilir olduğunu saldırı nereden yükleniyorsa oradan göstermek. Bu kazanım, AKP’nin cilalı kuvvetinin üstündeki yaldızları dökmenin öncelikli yoludur.

Yağma/talan ekonomisini, gericiliği ve dikta yapılanmasını geriletme gündemi ile karşı karşıyayız. Acil, hayatın içinde yan yana gelişler, dayanışma ve mücadele birleşmelerinin nerede ve ne üzerinden kurulacağını tartışmak (eğer hala yapılıyorsa) abesle iştigaldir. Saldırılar bu kadar berrakken çıkış yolu ve somut ortaklaşma ihtiyacı, teorik tartışmalara hapsedilemez. Program bellidir, asgaridir; yan yana gelişlerin temel mevzilenmesi emekçinin yaşam hakkına saldıran; çocukların geleceğine ipotek koyan; demokratik hak ve özgürlüklerin kalan kırıntılarına göz diken “hayasızca akın”a karşı pratik, somut duruş olacak.

Evet; biz yeni bir cumhuriyet inşa edeceğiz. Bu cumhuriyet laik, halkçı, demokratik olacak.

Bunlar bizim çıkış programımızın üçlü ayağı. Buna karşın çıkışı örgütlemenin yolu; öncelikle üçlü saldırı karşısında birliği, birliktelikleri ve direnerek kazanım elde edilebileceğini her alanda göstermekten geçiyor.

Savunma Hattı

Tamam saldırı ağır, kabul ediyoruz saldıran kuvvetli; fakat yenilmez değil. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın, katıldığı Din Şurası’nda gericileşme saldırısında yeni aşamayı anlatmak için “artık defanstan ofansa geçme zamanı; sonuna kadar arkanızdayım” dediğini hatırlarsınız. Yıllara yayılan mevzi örgütlenmesi, şimdi tasfiyeyi inşa ile taçlandırmak; defanstan ofansa geçmek istiyor.

Bu üçlü saldırıyı nasıl durdururuz? Ofansa geçen bir takımı nasıl yeneriz?

O zaman biz de futboldan bir örnekle bitirelim. Biliyorsunuz, kuvvet bakımından denk olmayan iki takım karşı karşıya geldiğinde, “zayıf” görülen takım önce özgüven kazanmak; rakibini durdurabildiğini ve hatta yenebileceğini görmek ister. Maçı kazanmanın yolu, özgüven kazanmak ve takım gibi davranmaktan, takım olmaktan geçer. Bu yüzden “ilk yarı rakibi durdurup özgüven kazanmak; ikinci yarıda ise rakibin paniklemesiyle doğacak boşluklardan galibiyet golünü aramak” genel taktiktir. Her zaman tutmaz, ama ilk yarının gol yemeden kapatılması, savunmanın sağlam kurulması; savunmadan orta sahaya ve forvet hattına, bütün takıma, ama en çok da taraftarlara güven aşılar. “Olacak galiba” hissi, maçı döndüren duygudur.

Erdoğan ilan ediyor, “ofansa geçiyorlar”. Saldıran bir takıma karşı savunma hattını güçlü tutarsak; özgüven kazanırsak biliriz ki ofans yapan takım hata da yapar ve savunmasında gedikler, açıklar çoğalır. Güçlü savunma; rakibi yenmenin, rakibin savunmasında gedikler açmanın da ilk koşuludur.

Şimdi yağmaya, gericiliğe ve Cumhuriyet düşmanı diktatörlük heveslisi Saray Rejimi’ne karşı savunmayı güçlendirmenin zamanı. Bu netlikte olan; bu saptamada kafasında gram şüphe olmayan kim varsa, Gezi’nin dayanışma ruhuyla birbirine seslenecek: “Allahını seven defansa gelsin”. Yağma nerede saldırıyorsa orada; gericilik hangi okulda, hangi mahallede çocuklarımızın geleceğine ipotek koyuyorsa orada; dikta hangi yasayla saldırıyorsa ona karşı demokratik muhalefet ve dayanışma hareketini, birleşik savunmayı güçlendirmenin zamanı.

Somut öneri: yağma ekonomisini, işçinin hakkını gaspeden otoriterliği, okulları gericileştiren ideolojik saldırıyı, her türlü demokratik hak ve özgürlüğü hedefine oturtan İç Güvenlik Paketi’ni durdurarak başlayabiliriz. Birlikse buyurun birliğe; ittifaksa buyurun buradan başlayalım; sandıksa buradan da sandığa yansıtalım. Savunmayı güçlü tutalım; mevzilerimizi güçlendirelim. Eksik olan bu toplumsal muhalefet ve direnç hattıdır. Haziranca birleşme fikri, bu ihtiyacın ürünüdür.

Tam da bu nedenle 8 Şubat Kadıköy Mitingi’nde ve 13 Şubat okul boykotunda saldırılara karşı savunmayı güçlendirme imkanımız var; zaman az, el verelim, güç verelim. Başlayalım; bitiririz.

umut  |  Cvp:
Cevap: 5
27.03.2015- 11:28

On Maddede İslamcı Siyaset (ya da Laikliğin Güncelliği)
Efe Peker



Son iki yazımda, Türkiye’de kendini solda tanımlayan kesimlerin din ile olan ilişkisinin iki uç arasında savrulduğunu ileri sürmüştüm. Bu iki uca denk düşecek biçimde, yazılardan birincisi “gerçek İslam” yarışına girmeyi, ikincisi ise “yeni ateizm” üzerinden siyaset yapmayı eleştiriyordu.

Bu yazının amacı ise, bu iki kutup arasında yer alan laiklik siyasetinin neden merkezi mücadele başlıklarından biri olduğunu ortaya koymaya çalışmak.

Kısaca söylemek gerekirse, laikliğin bugün sol siyaset için güncelliğinin en önemli sebebi, Türkiye’de tarihsel olarak neoliberalizmin derinleşme, yaygınlaşma ve meşrulaşma sürecinin İslamlaştırma siyaseti üzerinden vücut bulmuş olmasıdır. Bu durum 1980’lerden beri giderek yoğunlaşan bir seyir izlemektedir.

AKP yıllarındaki İslamlaştırma gündemi ise, Türkiye’de sağ siyaset yapmanın “şanından” olan “dini siyasete alet etmek” hedefini çoktan aşmış; ülkemizde piyasa temelli dönüşüme ve jeopolitik hırslara ivme katan en başat toplumsal, ideolojik ve kurumsal “yerel değerlerden” olagelmiştir.

İslamlaştırmanın neden bugün düzenin yapıtaşını oluşturduğunu (dolayısıyla toplumsal muhalefet yapabilmek için neden laikliğe ihtiyacımız olduğunu) on maddede açıklamaya çalışabiliriz:

1) Emek-sermaye çelişkisinin yumuşatılması: İş kazalarının kader-fıtrata bağlanması, İstanbul Müftülüğü’nün “tedbirde aşırılık Allah’a güveni sarsar” açıklaması, Soma’ya gönderilen irşat ekiplerinin “isyan etmeyin, cennete gidemezsiniz” telkininde bulunması buna yalnızca birkaç örnek.

2) Sınıf yerine tarikat temelli örgütlenme: İlk maddeye paralel olarak, patronla işçinin aynı gemide olduğu fikrinin tarikat örgütlenmeleri ile pekiştirilmesi; eşitsizliklerin bu yolla meşrulaştırılması. Dolayısıyla sınıf bazlı örgütlenme ve mücadele biçiminin zayıflatılması.

3) Hak mücadelesi yerine lütuf-biat kültürü: Belediyelerle ortak çalışan İslami yardımlaşma ağlarının, iktidara destek ve dinî itaat koşuluyla halkı sadakaya muhtaç kılması. Sosyal refahın kamusal değil, din üzerinden ve “himayecilik” ilişkileri ile kurumsallaşması. Hak talebi ve örgütlülük üzerinden ilerleyen temel vatandaşlık pratiklerinin bu yolla geriletilmesi.

4) Eğitim ve diğer pedagojik müdahaleler: İlk üç maddede sayılan “pasifleştirme” etkilerinin gelecek nesillere aktarımı için, MEB Şurası’nın deyişiyle “anaokulundan başlayarak farklı bir hayat tarzını” yerleştirmek. Bunun yanında, Diyanet’in bakanlıklarla yaptığı anlaşmalar sayesinde dinselleşmenin aile, sağlık, adalet gibi gündelik yaşamın diğer alanlarına taşması, çeşitli hizmetlerde belirgin hale gelmesi.

5) Kadının kamusal alandan dışlanması: Ucuz emek kaynağı olarak sömürülmesinin yanında, kadının dinle gerekçelendirilen bir “annelik” güzellemesi üzerinden tanımlanması; toplumsal iş gücünün yeniden üretimine yarayan ev işlerine ve doğurganlığa hapsedilmesi. Bu dar çerçevenin dışına çıkan/çıkma potansiyeli olan kadınlara uygulanan şiddetin meşru ve hatta gerekli görülmesi.

6) Mekânsal tahakküm ve rant: Kentsel mekânın piyasacı, dinsel, otoriter ve polisiye kaygılar ile dönüştürülerek toplumsallığın ve örgütlü mücadelenin kırılmaya çalışılması. Bunu yaparken “alkollü”, “kızlı-erkekli” toplumsal alanların ve laik-tarihsel sembollerin budanmasına öncelik verilmesi; aynı zamanda dev yatırım ve rant fırsatlarının yaratılması. Doğanın metalaşmasına “Allah’ın nimeti” argümanıyla destek çıkma.

7) İktidarın ve liderinin kutsallaştırılması: “AKP Allah’ın bir lütfudur”, “AKP Allah’ın yardımıyla iktidara geldi”, “Başbakan’a dokunmak ibadettir”, “Allah’ın vasıflarını toplayan lider”, “İkinci peygamber” gibi çıkışlar ile siyaset ve toplum üstü bir kudrete talip olma. “Karizmatik” liderliğin sıradanlaşmasını dinî kutsama ile engellemeye çalışma.

8) Bir yönetim stratejisi olarak dinsel kutuplaşma: Cuma hutbelerinde “yeni Türkiye’nin önünü kimse kesemeyecek” denme noktasına gelecek şekilde, Sünni kodlara aykırılık üzerinden tanımlanan bir “vatan hainliği”, “içimizdeki düşmanlar” destanından beslenme. Bunun üzerinden ilerleyen komplo teorilerinin faşizan yönetim stratejisi olarak sıradanlaşması.

9) Dinin adli baskı aracı haline getirilmesi: Bir önceki maddenin tamamlayıcısı olarak, “dini değerleri aşağılama” (TCK 216/3) suçlamasının her türlü toplumsal muhalefeti sindirmek için etkin biçimde işlevselleştirilmesi. Bunun tam aksine, diğer mezheplere ya da inançlara/inançsızlığa açıkça küfredilmesinin resmi ağızlarca destek görmesi.

10) Saldırgan dış politika kılıfı: Ortadoğu’da izlenen yayılmacı siyasetin Sünni İslam üzerinden aklanması (Suriye’ye müdahale, IŞİD’e destek, vb.) Belirli bir dinin temsilciliğini üstlenerek emperyalist siyasetin bölgede arabuluculuğunu yapmak. Türbe olayında görüldüğü üzere şovenist açılımların ideolojik koordinatlarının da din üzerinden kurgulanması. Bununla bağlantılı olarak Osmanlıcı efsanenin içeride kutsallık ihtiyacına malzeme üretmesi.

Bu ve benzeri örnekler, İslamlaştırma siyasetinin AKP iktidarı için “gündem değiştirmeye” yarayan ikincil bir başlık değil, neoliberal piyasa mekanizmalarına ve bölgesel siyasete payanda olduğu ölçüde toplumsal formasyonun en merkezi girdilerinden olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla bugün laikliği mücadele başlıkları arasında kabul etmeden piyasacılığa, otoriterleşmeye, iç/dış savaş çığırtkanlığına ya da benzeri toplumsal yıkımlara karşı anlamlı ve tutarlı bir duruş sergilemek mümkün değildir.

Zira atılmaya çalışılan her özgürlükçü, kamucu, eşitlikçi, aydınlanmacı adım; bu on maddede özetlenen süreçlerin en az bir tanesini ister istemez karşısında bulacaktır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]