Gerçek İslam?
GÜNEŞ DURU
Charlie Hebdo saldırısı sonrasında dünya İslam terörünü tartışıyor. Saldırının bir algı operasyonu olabileceğini söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Hiçbir Müslüman, ifade özgürlüğünü istismar ederek Hz. Peygambere karşı yapılan saygısız ve seviyesiz düşüncelere karşı onun asla tasvip etmeyeceği çirkin yöntemlerle karşılık veremez şeklinde bir açıklama yaptı. Muhafazakâr basın Saldırı da Peygamberimize hakaret edilmesi de yanlış, bu gerçek İslam değil türünden ifadelerle durumu değerlendirirken, sosyal medyada oh olsun türünden kan donduran sayısız ifade mevcut. İktidar ise bir yandan olayı kınıyor bir yandan ama diyor.
Medeniyetler infilakı
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan çarenin, Erdoğanın son on yıldır dilinden eksik etmediği Medeniyetler İttifakında olduğunu söyledi. Türkiye medeniyetlerin infilak ettiği bir ortamda; artan İslam teröründe sanki hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi aynı role bir kez daha soyunacağa benziyor. Niyet malum, İslam teröründen çok İslamofobi üzerinde durulacak, ve maalesef hiç bir özeleştiriye imkân sağlanmayacak. Dahası Erdoğan ve kabinesi, üzerinde duracakları İslamofobinin nereden türediği, değişen dinamiklerle zaman içinde nasıl tartışıldığını bilmeyecek.
Belki okurlar diye burada özetleyelim; terim ilk olarak 1900lerin ilk çeyreğinde Fransız ressam Alphonse Étienne Dinet tarafından ortaya atılıyor, Cezayir asıllı bir başka Fransız Seliman Ben İbrahim, Hz. Muhammedin hayatını anlattığı kitabında İslamofobi terimini kullanıyor (kitabın Türkçe çevirisi mevcut). Terim 1923 yılında İngilizceye giriyor ve sonrasında çeşitli perspektiflerde tartışılıyor. 11 Eylül süreciyle birlikte yeniden gündeme gelen İslamofobi, o tarihten bugüne yoğun olarak tartışılmakta. Batı dünyasında bu konu üzerine yapılan çok sayıda çalışma, kitap ve makale yayınlandı. Hatırlayacağınız üzere Türkiyede de AKP iktidarının ilk yıllarında İslamofobi özellikle liberaller tarafından gündeme getirilmiş, Erdoğanın o dönemde ihtiyacı olan entelektüel altlık sağlanmıştı. Muhafazakâr kesim ise bu terimi sadece mağdur sıfatıyla dillendirmeyi tercih etti. Özetle, Batı İslamofobi terimini ortaya atmakla kalmayıp bir tür özeleştiriyle tartışırken, ne İslam dünyası ne de Türkiye kavramın güncel durumundaki rolünü tartıştı.
Şimdi bir kez daha Erdoğanın büyük umutlar bağladığı, sıfır sorun günlerinin moda söylemi Medeniyetler İttifakı gündeme gelebilir, Avrupa bu çağrıya nasıl bir cevap verir bilinmez. Kan gölüne dönen Ortadoğuda olanlara heves eden, kültürel olarak melezleşmiş cihat taraftarı Avrupalı genç Müslümanların ve IŞİD, El Kaide gibi yapıların Batı merkezlerinde saldırılar düzenleme ihtimali İslamofobiyi hortlatacaktır. Müslüman çoğunluk tarafından, hem de azınlıklara pek de söz hakkı tanımadan yönetilen Türkiyenin kendisini İslamofobi mağduru olarak konumlaması ise ne İslamın gitgide bir fobi olarak algılanmasına engel olacaktır ne de Avrupada yaşayan ve bu durumun gerçek mağduru olan Müslümanların koşullarında bir iyileşme sağlayacaktır.
Kitap günahtır terör örgütü (Boko Haram)
Pariste bunlar olurken, 2009 yılında İslam devleti kurmak adına silahlanarak ölüm saçmaya başlayan Boko Haram, Bakada 2000den fazla insanı öldürdü, kaçanların bir kısmının Çad nehrinde boğularak öldüğü ve maalesef sayının 5000 bine çıkabileceği konuşuluyor. Irakta ise son on yılda ölenlerin sayısı 1 milyondan fazla. Ölenlerin 500 bini çocuk, kimi doğrudan savaş ve saldırıların kurbanı oldu kimi de hastalıklar nedeniyle öldü. Afganistanda El Kaide, Afrikada Boko Haram, Suriye ve Irakta IŞİD ve iç savaş, Libya, Yemende olanlar...
Reform?
İnanç yerinde sayan, hurafelere zamana mühürlenmiş bir şey olarak algılandığı sürece insani olmaya yaklaşamaz. Hıristiyanlığın geçirdiği evreleri ve savaşları reformlar yoluyla aşmayı başardı ancak her iki dinin ortaya çıkışı ve algısı arasında en az 500 yıl fark var. Genç olan hoşgörü ve barış diyor, ama ortada ne barış ne huzur ne eşitlik ne de hoşgörü var. Gerçekçi olmak gerekirse; inanç reformu istenmedikçe, İslam için bahar uzunca bir süre mümkün değil. Adı ister Kapital, ister Tevrat ve İncil, ister Kuran olsun hayatı tek bir kitaba odaklanarak yaşamaktan kurtulmak bir miktar çözüm olabilir şimdilik.
Gerçek İslam bu değil!
L. DOĞAN TILIÇ
Son bir yıl boyunca dünyada İslam adına verilen mesajlara bakın: Kafa kesen, kol kesen adamlar; kadınları pazarda satanlar; okula gittiği için kız çocuklarını hedef alan, okuldan alıp evlendirenler
Ve son birkaç günde tartıştıklarımız; Pariste bir mizah dergisine girip insanları Allahüekber diye gazetecileri tarayan, yaralı polisin kafasına sıkan karanlık teröristler
Onları kahraman cihatçı ilan edenler. Nijeryanın Boko Haram (Batılı Eğitim Haram/Yasak) adıyla tanınan şeriatçı örgütünün ülkenin kuzeydoğusunda 2000 kadar insanı katledişi
Dünyanın her yerinde 8inden 80ine televizyona bakan, radyo dinleyen, gazete okuyan insanlar, hangi inançtan olurlarsa olsunlar bunlarla yatıp bunlarla kalkıyorlar.
Türkiye, henüz Sultanahmette turizm polisine dönük intihar saldırısının ne olduğunu anlayamadan, hatta onu unutup Fransadaki katliamı konuşmaya başladı.
Birinci dünyadaki bir ölüm, üçüncü dünyadaki bin ölüme bedel olduğundan Boko Haramın katliamı Fransa kadar konuşulmayacak. Ancak, Fransadaki saldırının insan hayatlarının dünyanın farklı yerlerindeki değeri ötesinde de bir anlamı var: Doğrudan ifade özgürlüğünün, eleştirinin, çağdaş dünyaya ait en önemli değerlerden birinin hedef alınması!
Sultanahmette ne oldu? Bir feda eylemcisi miydi kendini patlatan, ya da Kafkasyadan gelmiş El Kaide veya IŞİD bağlantılı bir kara dul mu? Birincisi olmadığı halde nasıl hemen üstlenilebildi feda eylemi diye? Paris katliamı gündemin en tepesine bütün dehşetiyle düşerek, bu soruları kenara itti.
Dünya Parisi tartışırken, tartışmaya Gerçek İslam bu değil diye katılanların seslerini kimseye duyurmaları mümkün değil. Allahüekber diye işlenen bu cinayetler, bu katliamlar karşısında Gerçek İslam bu değil savunusu o kadar çaresiz ve etkisiz kalıyor ki!
Hele de Irakta, Suriyede, Afganistanda İslam adına birbirlerini öldüren, kafa kol kesen ve Ortaçağa ait bir nizamı hâkim kılmaya çalışanlar varken.
Bu yaşananların Avrupada yabancı düşmanlığını, aşırı sağı ve neo-faşist hareketleri güçlendireceğine kuşku yok.
Ancak, buradan hareketle Saldırının Faili Batı ya da Bu işte bir gâvurluk var gibi başlıklarla, bir katliamı amasız fakatsız lanetlemeden, ona kendince açıklama getirmeye çalışan bu kafaların vadettiği dünya güldürenlerin öldürüldüğü bir dünyadan başka bir şey olamaz.
Yaşananlar, bu dehşet tablolarının gerisinde de, gerçek İslam bu değil diyen bazı başka kesimlerin kendi gerçek İslamlarını hâkim kılma çabası olduğunu görmeyi gerektiriyor. Herkesin kendi gerçek İslamını öğretme ve hâkim kılma anlayışıyla karşı karşıyayız.
Dini bu görüntülerden kurtaracak olan da, devletin inanç alanına hiçbir şekilde bulaşmadığı, toplumsal ilişkilerin din temelinde düzenlenmediği, dini bireye ait bir alan olarak gören laik, demokratik düzenlerdir. Anaokulundan itibaren bir dini öğrettiğiniz insanlar, bir noktadan sonra o dinin kendilerince gerçek yorumlarına göre toplumsal düzenler kurmaya çalışacaktır.
Bu tablonun öteki ucunda da emperyalizmin, gerçek demokrasi diye Afganistana, Iraka, Libyaya, Suriyeye dışardan ve silah zoruyla demokrasi taşımaları var. Dünya daha güvenli bir yer olacak diye vurulan Afganistandan, Iraktan, Libyadan, Suriyeden dünyaya geri dönenlerle karşı karşıyayız şimdi. O ülkelere getirilen demokrasilerin karşılığını alıyoruz biraz da. O demokrasilerin sonuçlarını yaşıyoruz hep birlikte.
Dünya farklılıklara saygılı, kimsenin gerçek diye kendisini dayatmadığı, inanç alanının bireylere bırakıldığı, özgürlükçü bir yer olana kadar huzur bulamayacak.
İnsanı daha güzel günlere; yakalarına bir dinin, bir ırkın, bir dilin kimliğini takıp onun herkese dayatanlar değil, bütün kimliklerin üzerine özgürlükçülüğü takıp her türden dayatmaya ve barbarlığa karşı çıkanlar götürecek!
Gerçek İslam bu değil diyenlere beş soru
Necdet Saraç, Charlie Hebdo katliamı sonrası "Gerçek İslam bu değil" diyenlere beş soru sordu.
Necdet Saraç - İleri Haber
Paris katliamı sonrası Gerçek İslam bu değil diyenlere beş soru:
1) İslam'da bu "galeyan ve tahrik olma" hali neden hiç bitmez? Siyasal İslamcılar her katliam sonrası niçin uydurma gerekçeler ararlar?
2) İslam adına işlenen bütün cinayetlerden sonra "saldırı ve savunma gerekçeleri" olarak söylenenlerin, yerleri ve tarihleri hariç hep aynı olması tesadüf müdür?
3) Siyasal İslamcılar ısrarla yüzleşmekten neden kaçarlar? İslam'da dar-ül harp yok mu? Cihat geleneği yok mu? Katl-i vacip yok mu? Linç ve toplu katliam geleneği yok mu?
4) Adı ne olursa olsun, din iktidar olmak istediği sürece şiddet ve cinayet hep oluyor! İslamın en temel sorunu bu olabilir mi?
5) Madımak Oteli önünde "yakın ulan yakın" diye bağıranların sayısı 3-5 "meczup" değil tam 15 bindi. Maraş'ta 25 bindi! Bu binlerce kişi katliamlara silah zoruyla mı ortak oluyor?
Son dönemlerde islama yönelik düşünceler belirtilirken tarihsel bağlardan kopularak tamamen bir reddetme ve her suçlamayı islama yönlendirme durumu ortaya çıkmakta.
ancak islamın bir sınıflar savaşımı sonucunda ortaya çıktığı tekrar tekrar unutulmakta. her antika düşüce gibi, islam da bir düzen değişimi sonucu ortaya çıkmıştır. tefeci-bezirgan arap kavimlerine karşı, ilkel sosyalist geleneklere dönüşü sağlamaya çalışan arap barbarlarının mücadelesinin sonucunda ortaya çıkan bir dindir islam. parolası "kölelere özgürlük"tür.
ancak islamlığın ortaya çıkışı sonrası ortaya çıkan yönetimde olsun, gerek muhammedin ölümü sonrasında olsun, tefeci bezirganlık kendi ideolojisini iktidara getirmek için her türlü girişimde bulunmuştur. bugün kur'anda yer alan karışıklıkların, çelişkilerin sebebi budur. sadece müslümanlıkta değil, yahudilikte de aynı durum mevcuttur.
dolayısıyla antika inançlarla yapılan mücadelede "islam suçludur" fikrini öne sürmek, karşı-devrimin elini güçlendirmektir. suçlu sadece islam değildir. tefeci bezirganlığın müttefiki olan emperyalizmdir. bu sebeple olayı basit bir din çatışması olarak ele almamak gereklidir.