Oligarşi: İktidardaki bir avuç zorba
MELİH PEKDEMİR
Oligark, oligarşi mensubu demek... Peki, oligarşi ne demek? Şöyle bir slogan atayım, anlarsınız: Oligarşi, iktidarda! Bir avuç zorba!
Basında oligark kelimesi nedense Rus zenginlerini anlatılırken kullanılıyor. Ama bizim memleketin oligarkları Rusları bile geçmiş. Pelin Ülkerin Aralık sonunda Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberinde Prof. Dr. Ahmet Tonak Türkiyenin en zengin yüzde 1lik kesiminin ülke servetinin yüzde 54,3 e sahip olduğunu belirtiyor. Tonak Bu rakamla Türkiye dünyanın ikincisi. Önünde ise Rusya var. Ancak bir konuda Rusyayı geçmiş durumdayız. 2000-2014 arasında Türkiye, en zengin yüzde 1lik kesimin toplam servetteki payının, yüzde 43 yükselerek en hızlı arttığı ülke oldu. Rusyada bu oran yüzde 25. AKP ne yaptı sorusunun en açık cevaplarından birisi bence bu diyor.
İşte yüzde 1lik bir sayıyla bu oligarklar hem ülke servetinin yüzde 54,3üne sahipler hem de neredeyse aynı seçmen yüzdesine!
Peki bu denklem nasıl kuruluyor? Demokrasi sayesinde demeyin, ağzımı bozarım. Bu denklemin nasıl kurulduğuna dair pek çok şey söylenebilir, bunlardan birisi AKPnin toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasıdır.
Ama gelin bu hegemonyayı nasıl kurduğunu farklı bir açıdan anlatayım.
Şu deneyi belki siz de duymuşsunuzdur: Beş maymunu bir kafese yerleştirirler. Kafesin tepesinde iple asılmış bir kangal muz, altında da bir merdiven... Maymunlar merdivene tırmanarak muzları almak istediğinde üzerlerine soğuk su sıkılır. Sadece merdivene çıkana değil, diğerlerine de... Hepsi buz gibi suyla sırılsıklam hale gelir. Bir süre sonra da içlerinden biri muzları almak için tekrar hamle ettiği takdirde diğer maymunlar onu engeller, hatta bir güzel pataklar. Deneyi yapanlar suyu kapatırlar. Islanmış maymunlardan birini kafes dışına alıp yeni ve kuru bir maymunu içeri salarlar. Haliyle yeni gelen maymun muzları almak için hemen merdivenlere tırmanmaya çalışır. Ancak diğer dört maymun buna müsaade etmez ve üstelik yeni maymuna bir de dayak atarlar. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha kafes dışına alınır ve yerine yenisi getirilir. O da merdivene hamle ettiğinde muz yerine dayağını yer afiyetle. Onu en gayretli şekilde döven maymun ise ıslanmış olanlardan biri değil de, daha yeni dayak yemiş olanıdır. Kafeste ıslanmış maymun kalmayana kadar maymunlar teker teker bu şekilde değiştirilir ve her yeni gelenin önce diğerlerinden dayak yemesi de sürer. Kafeste artık ıslanmış maymun kalmadığı halde, yeni gelenler dayak yemeye devam eder, kafestekilerin yeni gelen her maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur ve tepelerinde o bir kangal muz hala asılıdır ancak hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır... Bu deney, Pavlovun hani şu köpekler üzerinde yaptığı deney sayesinde ünlenen şartlı refleks tespitinin türevi. Zaten Seligman adlı bir psikolog da bu tespiti geliştirme çabasıyla 1960larda bu tür deneyler yapmış ve adını da öğrenilmiş çaresizlik (learned helplessness) koymuş. Ama burada bence maymunlar değil de kafese suyu sıkanlar önemli. AKP faşizmi de böyle değil mi? Yurttaşları sürekli kontrol edemediği bir çevreye ve olaylara maruz bırakıyor ve pek çok kimse de mevcut durumu değiştirebileceğine dair bir inanç kalmıyor. İnsanlar sonuç olarak olayları değiştirme gücüne sahip oldukları ortamlarda bile edilgenleşiyor ve kendilerini çaresiz, umutsuz hissediyorlar.
Öğretilmiş ve böylece öğrenilmiş çaresizlik, toplumun kendi aynasında kendisini hipnotize etmesidir. Bu aynaya ister din deyin, ister iman deyin, ister ideoloji deyin.
Yani? İşte en başta o aynayı kırmak gerek!
Öğretilen çaresizlikten kurtulmanın tek çaresi ise elbette maymunluktan kurtulmak, soğuk su hortumunu kesebilmek, yani akıllı olmak, fikirli olmak, bilinçli olmak...
Maymunluktan insanlığa geçiş ise evrimle değil devrimle oluyor!
Yazı güzel, doğru. Son cümlesiyle de yazısına güzel bir nokta koymuş. Ama sanıyorum, Melih Pekdemir sanal ortamın devrimcilerinden(!), solcularından(!) kısaca kuyrukçu anlayıştan pek haberdar değil. Şimdi bu son cümleye takılıp ne ibretlik yorumlar yapacaklardır! ''Gördünüz mü'' diye başlayacaklardır, ''sosyal şovenist Melih bile evrimden, reformizmden söz etmiyor, devrim diyor'' diye sürdürecekler, sonra da meşreplerine göre yorumlarını tamamlayacaklardır:
'' AKP bir burjuva partisi, siyasi duruşunuzu AKP'ye karşı aldığınızda komünist olamazsınız. Komünist olmak devlete savaş açmaktır, AKP'yi değil devleti karşınıza almaktır. AKP giderse her şey iyi mi olacak, CHP, MHP gelirse sistem mi değişecek!''
Tekrar olacak, kuyrukçuluk bilgisizliktir, bilgisizlik de kuyrukçuluk üretir. Ve devrim toplumsal alanda en somut bir mücadele biçimidir. Kitlenin yüzü o somut alana çevrilmedikçe özellikle Türkiye gibi, sınıfın-yoksulun ''öğrenilmiş çaresizlik'' burgaçlarına dolandığı bir ülkede değil devrim, kendiliğinden sınıfı bile mumla arar bir hale geliriz. AKP sistemini sadece merdivenin en tepesinden soğuk su döktüğü için değil, ve aynı zamanda soğuk su döken AKP'yi gözlerden saklamak için atılmadık takla bırakmayan bu sözde devrimci ve solcular sayesinde sürdürüyor.